Dinimizin esasları kat’î şekilde bellidir. İnanç esasları, Naıpâz,
Oruç, Hac gibi ibâdetler zaruriyat-ı dlniyedendir. Bunların farziyetini
inkâr edenler kâfir olurlar. Yine kat’î şekilde belli olan haramları
inkâr edenler de dinden çıkarlar.
Fakat: teferruata âit bâzı mes’eleler vardır ki, onlar hakkında
ulemâ arasında ihtilâf olmuştur. Bu ihtilâflı mes’eleler mevzuunda
haddi aşarak bir kısım din kardeşlerini küfürle, şirkle itham etmek
çok kötü bir şeydir. Kabir ziyâreti, tevessül, mevlid okumak, ıskaat-ı
salât, Delâil-i Hayrat okumak, cehren zikretmek, semâ etmek gibi
mes’eleler Ehl-i Sünnet âlimleri tarafından tedkik edilmiş ve revazma fetvâ ve ruhsat sâdır olmuştur. Bu gibi mes’eleler yüzünden
mü’min ve muvahhid din kardeşlerine ağır şekilde hücum eden,
hattâ bâzan büsbütün azıtarak onlara «müşrik» demeğe kadar işi
vardıran şahıs ve topluluklar, ortalığı ıslâh edeyim derken bil’akis
ifsad etmektedirler.
İbn Teymiye lıadd-i zâtında çok âlim, zâhid, âbid bir kimse idi.
Talebesi İbn Kayyim el – Cevziyye de öyledir. Fakat bunlar, ihtilâflı
mes’elelerde çok ileri gitmişler, kendileri gibi düşünmeyenlere çok
ağır şekilde çatmışlar, gulüvve sapmışlardır. Onların meşrebindeki
kimseler yüzünden de İslâm dünyâsında asırlardan beri sona ermeyen
çekişmeler, fikir kavgaları sürüp gitmektedir. İbn Teymiye, bü
tün İslâm dünyâsının hürmet, sevgi ve hüsn-i zarınım kazanan Şeyh-i
Ekber Muhyiddin Arabi hazretleri için «Şeıjh-i ekfer» [en kâfir
şeyh] diyecek kadar müfridâne hücumlarda bulunmuştur. Aşırı hareketleri,
yersiz tenkidleri, gulüvv’leri ve halkın zihnini karıştıran
bâzı fetvâ ve ictihadlan yüzünden de Ehl-i Sünnet ulemâsı tarafından
hayâtının son devresinde hapsine karar verilmişti.
Abbasî hilâfeti zamânında bâzı «gulaat-ı hanabîle’nin» sebebiyet
verdikleri hâdiseler, İslâm tarihini yakından tedk’ık edenlerin
malûmudur. Merhum Ahmed Cevdet Paşa’nin «Kısas-ı Enbiyâ ve
Tevarih-i Hulefa» adlı eserinin 2 nci cildinden bu mevzii ile ilgili
bâzı satırları nakletmekte fayda görmekteyiz:
«Muhammecl İbn Cerir Taberî 310 senesinde vefât etmiştir.
Âlimlerin ve fakîhlerin en büyüklerinden idi. Kendisi müctehid idi
ve başka bir miictehidi taklid etmemiştir. Büyük bir tarihi, giizel bir
tefsiri, fıkhın usûl ve fürûunda dalıi meşhûr telifleri vardır. İhtilâf-t
fukahaya dair gâyet güzel bir kitâb telif etmiştir. Ancak onda İmâm
Ahmed İbn Hanbel’i zikretmediği için, kendisine sorulmuş, o d a :
«Alımed İbn Hanbel fakîh değildi. Ancak muhaddiş idi» demiş olduğundan,
Hanbelîler [gulat-ı hanabîle] onun hakkında atıp tutmağa
başlamıştı. O zamânda ise Bağdad’da Hanbelîler çokluk idiler
ve avamm-ı nası Taberî aleyhine düşürdüklerinden vefâtında kimisi
râfızî, kimisi mülhid diye aleyhinde kötü sözler söylemeğe başladıklarından
cenazesi gündüzün defnedilmeyip, gece evinde gömülmüş
tür. Ehl-i din ve takvâ ise onun ilim ve fadl ve zülıd ü takvâsını takdir etmiştir.» «Gulat-ı hanabileden bir güruh [Abbasî halîfesi Râzi Billah zamanında
] Cenâb-ı Hakk’a yüz vç dünyâya nüzul ve suûd etmek
[inmek yükselmek] gibi miicessimeye benzer [Allah’a cisim izâfe
eden sapık mezhebe benzer] ilikadlara zâhib olarak halkın itikadım
bozuyorlardı. Ameliyat [tatbikat] bakımından da asm bir taas ■
sub içindeydiler. Evleri basıp nebiz [Hanefî mezhebinde içilmesi
câiz olan meyve suyu, şıra] bulurlarsa döküyor, musiki âletlerini
kırıyor, hükümet işlerine karışıyorlardı. 323 senesi içinde bu yersiz
hareketlerden vaz geçmezlerse kendilerinin idam ve hânelerinin de
yakılmasına dair halîfe Râzi Billah tarafından bir ferman çıkarıldı.»
(s. 133)
Vehhabîlik de gulaat-ı hanabîleden bir zât tarafından çıkartılmıştır.
Biz Ehl-i Sünnet Müslümânları Ahmed lbn Hanbel hazretlerini
sever ve hürmet ederiz. Fakat onun isminin arkasına sığınıp
da İslâm dünyâsında kargaşalık çıkartan «gulaat»ı tenkid ederiz.
Hakikî Hanbelîlerle aramızda hiçbir ihtilâf yoktur.
İmâm Gazâlî’yi, eserlerini ve bu arada îhyâ’yı haksız yere kötü-
leyenler mâzide ve hâlde büyük ekseriyetle bu gulaat takımıdır.
Bütün Müslümânlann zaruriyat-ı diniye üzerinde birleşmeleri
ve kardeşçe çalışmaları lâzımdır. İhtilâftı m es’ eteler yüzünden kimsenin
kimseyi tefrike hakkı yoktur. Ehl-i Sünnet ulemâsının ekseriyetinin
cevçız ve ruhsat verdiği mes’eteler yüzünden kimse kınanamaz, kimseye düşmanlık edilemez.
LÜZUMSUZ GAYRETKEŞLİKLER:
26
Oca