MA’RÛF-I KERHÎ

MA’RÛF-I KERHÎ (K.S.)Ma’rûf-ı Kerhî hz., meşâyihin önde gelenlerinden, Sırrı Sakatî’nin ve bunun gibi nice büyüklerin üstâdıdır. Bağdat’a yakın Kerh köyünde dünyaya gelmiştir. Anne ve babası müslüman olmayan Ma’rûf-ı Kerhî (k.s.) hz.’nin künyesi Ebu Mahfuz, babasını adı Firuz’dur.Ruhban okuluna gönderilmek suretiyle, bâtıl olan dine hizmet ettirilmek istendi. Halbuki kendisi daha çocuk iken, İslâm dininin büyüklüğünü idrâk etmişti. İç âlemindeki imân huzmeleri, gün geçtikçe gelişmekte ve onu hak olan dine doğru çekmekte idi. Ruhbân okulunda iken hocasının ısrarına rağmen, “Allah üç’tür” dememiş; imânın tezahürü olan tevhîdten aynlmayarak, “Hâşâ! Allah üç olamaz, birdir” diyerek okuldan kaçmış, evine de uğramayarak doğruca İmâm Ali bin Musa hz.’ne gitmiş ve İslâmın aslı, imânın özü ile şereflenmişti. Anne ve babası oğullarının arkasından, üzüntüden perişan oldu­lar. Evlât hasretine dayanamıyarak, oğulları eve döndüğü takdirde, onun dinine girmeye karar verdiler. Mânâ nasibini alan Kerhî evine döndüğünde, göz yaşları döken ana ve babası: “Biz de senin dinine girdik” diyerek, Kelime-i Şehâdet getirdiler.Ma’rûf-ı Kerhî daha sonra Dâvûd-i Tâî ile görüştü. İrşâd oluncaya kadar çok riyâzet ve çile çekti. Hizmetinde muvaffak olunca da “Ma’rûf” adı ile dünyaya ün saldı. İmâm-ı Â’zam hz., bâtın servetini, ondan almıştır. Zühtü, takvası ve kerâmeti ile meşhurdur. Duâları hemen kabul olurdu. (*)Ma’rûf-ı Kerhî hz.’nin dayısı şehrin Nâibi olup, Bağdat’da nüfuzu ve zenginliği ile tanınırdı. Bir gün yolda giderken, yeğeninin bir parça ekmeği bir köpekle paylaşarak yediğini gördü. Dayanamayıp:- Sokak ortasında oturmuş, it ile birlikte ekmek yiyorsun, utanmıyor musun? demekten, kendini alamadı.(*) Hikmeti ve tasarrufu, el’ân bâkîdir. Halk yağmur duâsına çıkarken, bu zâtın kabrine uğrar ve himmet bekler.HZ. MUHAMMED (S.A.S.)’IN VARİSLERİ293Bunun üzerine Ma’rûf-ı Kerhî hz.:- Doğru söylüyorsun dayı, utandığım için böyle yiyorum, dedi.O sırada havada uçan bir kuşa işaret edip, çağırdı. Kuş başını kanatları arasına alıp, utanır bir tavır takındı. Dayısı, kuşun bu hâlinin sebebini sordu. Ma’rûf-ı Kerhî hz.:- Ben Cenâb-ı Hak’dan, o da benden utandığından başını gizliyordeyince, dayısı mahçup olarak oradan ayrıldı.Ma’rûf-ı Kerhî hz. maddeye hiç önem vermezdi. Çok fakir bir yaşayışı vardı. Giyinmek onun için örtünmekten ibaretti. Evlenmemiş; dünyadan elini ayağını çekmişti. Ölürken, Sırrı Sakatî hz.’ne şöyle vasiyet etti:- Gömleğimi sadaka ve hayır olarak bir fakire ver. Anamdan doğduğum­da nasıl çıplak idiysem, garibler gibi gitmek isterim.Ma’rûf-ı Kerhî hz. oruçlu olduğu bir günün ikindi vaktinde, yakınları ile gezerken, bir sakanın:Benim suyumdan içen kişiye, Allah rahmet eyleye! diye duâ ettiğini duydu. Çevresindekilerin hayreti i bakışları arasında, sakadan su alıp içerek, nâfile orucunu açtı. Yakınları:Hazret! Orucunuz gitti, dediler.
Gitsin. Sakanın duâsına rağbet ettim, buyurdu. Vefatından bir süre sonra, Hazret’i rüyasında görenler:Allahü Teâlâ sana nasıl muamele etti? dediklerinde:Rabb’im beni, sakanın duâsı berekâtı ile yargıladı, cevabını verdi.”Edduaü Hüvel İbâde – Duâ müstakil bir ibâdettir” hadîsi şerifini benimseyen ve şahsında hayırlı neticelerini gördüğünü bildiren Ma’rûf-ı Kerhî hz., yapmış olduğu hayırlı duâsıyla, bir gurup genci selâmete erdirmiştir. Şöyle ki: “Ma’rûf-ı Kerhî hz. bir gün, Dicle kenarında ahbapları ile otururken; bir sala binmiş, içki içip sağa sola sataşan, ara sıra kıyıda oturanlarla da alay eden, en sabırlı insanı dahi çileden çıkaracak davranışlarda bulunan bir gurup genç gördüler.Ahbaplarından biri, dayanamayıp:- Ya Hazret! Bir duâda bulunsanız da, şu gençlerin salı devrilse, helâkolup gitseler, dedi.O sırada içki içip rezâlet çıkaran gençlerden biri de, nedâmet duymuş olacak ki:- Ey Üstâz! Bize bir duâ kıl, bu içkiye garkolalım da kötülüğümüz halkazarar vermesin, dedi.294MA’RÜF-I KERHÎ (K.S.)Hazret ellerini kaldırarak, şu duâyı yaptı:- Ya İlâhî! Bu yiğitlere bu dünyada verdiğin boş dirlik gibi, âhirette dedirlik ver.O genç:Bu duadan bir şey anlayamadım, dedi. Hazret sözünün anlamını şöyle açıkladı:Cenâb-ı Allah (c.c) size dirlik vermeyi isterse, tövbe etmeyi nasip eder. Bu söz üzerine Cenâb-ı Hak (c.c), hidâyet bahşetti. O anda her şeydeğişti; az önce kendilerini bilmeden binbir mel’anet yapanlar, Allahü Teâlâ’-nın yasakladığı içkileri döküp, sazlarını kırarak, Üstaz’in ellerine yapışıp, tövbe ederek öptüler. Bu gençlerin her biri ileride iyi bir mevki sahibi olup, din yolunda da Hazret’in sadık evlâtları oldular ve bir hayli mertebe kazandılar.Bir gün, ihvânıyla birlikte Dicle nehri kenarında yürürlerken, Ma’rûf-ı Kerhî hz.’nin abdesti bozuldu; hemen teyemmüm etti. Talebeleri, su varken neden teyemmüm ettiğini sordular. Şöyle cevap verdi:- Belki suya varmadan Azrail gelip, canımı alır. Abdestsiz bulunma­yayım diye teyemmüm ettim.Ma’rûf-ı Kerhî hz.’ne göre, cömertliğin üç belirtisi vardır: “Aksi olma­yan vefaya bağlanmak; nefsine hiç bir metihden pay çıkarmamak; Suâlsiz ve karşılıksız vermek.”Velilik nişanları arasında, şu üç hasleti sayardı: “Hilâfsız vefa; sorusuz atâ; minnetsiz şevkât.”Bunların izahını şöyle yapardı:- “Endişesi hep Allahü Teâlâ olan, yapacağı işi hep Allah için yapan,gönlünün arzu ve kararı Hak ile olan!”Bir gün yârânından biri:Ey Ma’rûf! Seni ibâdete sevk eden nedir? diye sordu. Ma’ruf sükût etti. Arkadaşı israr ederek, tekrar sordu:Ölümü anmak mı?Ölüm dediğin nedir ki? Arkadaşı tekrar sordu:Kabir ve berzâhı anmak mı?Kabir dediğin nedir ki?Cehennem korkusu veya cennet ümidi mi?- Bunlar nedir ki? Bu saydığın şeylerin hepsini elinde tutan Zât-ı Kibriyâöyle yücelerden yüce bir varlıktır ki; O’nu seversen, bu dediklerinin hepsinisana unutturur. Kendisi ile arasında bir mârifet, bir bilgi ve bir tanışma olur,HZ. MUHAMMED (S.A.S.)’İN VARİSLERİ295onların sayesinde bunların hepsinden seni kurtarır. (İşte bu, vâcib olanı Allah’ın emri olduğu için icrâ etmenin gereğidir.)Birisi gelerek, Ma’rûf-ı Kerhî hz.’ne:Bana vasiyet et, dedi. Ma’rûf:Allah’ın seni miskinlerden başka bir mevki’de görmesinden sakın! dedi.Ma’rûf-ı Kerhî hz. bir gün kız kardeşinin oğluna şöyle dedi:- Benimle Hak Teâlâ’ya yemin et ki, O’nun indinde bir ihtiyacın görüle!Yani benim için de ki: “Ya Rabbi! Onun hakkı için, benim murâdımı ver. ZiraMuhammed Mustafa (s.a.v.) duâ ettikleri zaman derlerdi ki: “Ya Rabbi! Sanarağbet edenlerin ve senden dileyenlerin hakkı için senden isterim.”Nasihat isteyen birine şöyle dedi:- “Allah’a tevekkül et ki, seninle olsun, dostun olsun, müracaat edeceğinmerciin olsun, herşeyden şikâyetin O’na olsun. Zira cümle âlem sana ne faydatemin etmeye, ne de senden zararı def’etmeye kaadir olur.Öyle bir makamdan iltimas iste ki, bütün dermanlar orada bulunsun. Bir üzüntü veya bir belâ veyahut da yoksulluk nâmına başına her ne gelirse, yakînen bil ki, bunlardan kurtulup rahata ermek, bunları gizli tutmaktır.”Ma’rûf-ı Kerhî hz. Hicrî 206 – Milâdî 821 yılında Muharrem ayında bir cuma günü, irtihâl-i dâri beka eylemiştir. Kabr-i şerifi Bağdat’ta, el’ân ziyaret-gâhdır. Bu makamda yapılan duâların kabul olacağı hakkında, belde halkı arasında, kuvvetli ve yaygın bir inanç mevcuttur. Bu yüzden, bu makama “Panzehir” adı verilmiştir.Ma’rûf-ı Kerhî hz.’nin hikmetli sözleri:Allah bir kula hayır dilerse; ona amel kapısını açar, cidâl ve çekişme kapısını kapar. Bir kula da şer dilerse; amel kapısını kapar, cidâl ve çekişme kapısını açar.Ne çokluk salih kişiler için bir önem taşır; ne de sıddîklar için azlık!Ariflerin kalbinde dünya sevgisi yoktur. Öyle bir sevgi kalsaydı, onlar hayır işleri yapmaya kâdir olamazlardı. Hakk’a tâat kılamazlardı. Onların kalbinde zerre kadar dünya sevgisi olsaydı, tek secdeleri dahi sıhhatli olmazdı.
İrfan sahibi dünyaya mecburen yüz çevirir. Ama ona meftun olan, dünyaya isteyerek koşar. Aralarındaki farka dikkat!İlim sahibi ilmiyle âmil olduğu takdirde, bütün mü’minlerin kalbi onun olur. Ne var ki, kalbinde azıcık maraz bulunan onu sevmez.
296MA’RUF-I KERHI (K.S.)Allahü Teâlâ bir kula hayır murâd ederse, ondan zilleti siler. Varlığını Allah yoluna harcayan ve doğru olan fakirler arasına katar. Bir kula da şer murâd etti mi, onu hayırlı amellere karşı tembel kılar. Kalbi katılaşır, olduğu yere çakılır. İyi tarafa hareket nedir bilmez; yerinden oynamayan bir dağ kesilir. Ve zenginlere katar.Üstün ve baş olmak sevdasındaki kişi, ebediyyen kurtulamayacaktır.Sofi bu dünyada bir misafirdir. Misafirin, konuk kabul eden kimseyi sıkıştırması, ona cefadır. Misafire gereken, edebli olmaktır. O sadece bekler, sıkıştırmaz.Muhabbet, halkın tâlimiyle olmaz. Ancak Hakk’ın ilhâm ve ikrâmıdır.Ma’rûf hz.’ne bir gün geldi bir kimse Dedi: “Bir suâlim var benim hazretinize:Allah’ın sevgisine nasıl olur kavuşmak? Siz izâh edersiniz, en güzel bunu ancak”Hiçbir şey buyurmayıp, o suâl sahibine, Götürdü padişahın kapısının önüneGördüler ki kapıda durur sâdık birisi, Sakattı hem de onun ayağının ikisi.O kapıda yılmadan yıllarca duruyordu, Oradan başka yere aslâ ayrılmıyordu.Zira yoktu gidecek bir kapı ona göre, O, bütün varlığıyla bağlanmıştı o yere.Buyurdu ki: “Ey kişi, işte böyle olursan, Allah’ın sevgisine kavuşursun o zaman”Nasihat istemişti yine ondan bir kişi, Buyurdu ki: “Terk eyle, lüzumsuz söz ve işiHak Teâlâ bir kula hayır murâd ederse, Hep hayırlı işlerle meşgul olur o kimse”Yine o, “Tasavvufun yaptı şu târifini: Allah’tan başkasından kesmektir ümidiniI1Z. MMUMMMS«ÇS^ES)jröl^R^SLRRI 243HZ. MIJHAMMHD (S.A.S.)’IN VARİSLERİ297Sırf Allah’a sığınır, güvenirse bir insan, O’nun yardımı ile, her iş olur âsân”Biri dahi gelerek, sordu Ma’rûf-ı Kerhî’ye: “Kalpten dünya sevgisi ne yolla çıkar?” diyeBuyurdu ki: “Kalbinde bu dünyaya muhabbet. Olmayan kimselerle oturup eyle sohbetÖyle fayda olur ki onların sohbetinden, Kolayca kurtulursun dünya muhabbetinden”Biri dahi sordu ki: “Nasıl olsun ki hâlim, Taş gibi katı iken, yumuşasın şu kalbim?”Buyurdu ki: “Ölümü hiç çıkarma yâdından, Zira odur insanı gafletten uyandıran”Rahmetullahi aleyh rahmeten vâsia.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*