MEHMED NÛRİ EFENDİ:

MEHMED NÛRİ EFENDİ: İstanbul’ da yetişen evliyâmn büyüklerinden. İsmi, Mehmed Nüri bin Seyyid Hüseyn olup, lakabı Şemseddîn’dir. Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî’nin onbeşinci bâtından torunudur. 1216 (m. 1801) senesinde İstanbul’da doğdu. 1282 (m. 1866) senesi Şevvâl ayının ondördüncü gecesi İstanbul’da vefât. etti. Cenâze namazı, Beşiktaş Sinân Paşa Câmii’nde kalabalık bir cemâat tarafından kılındı. Mevlânâ Yahyâ Efendi’nin türbesine defnedildi. Mehmed Nûri Efendi, tahsîl yaşına girdiğinde, evlerinin yakınlarında bulunan Mercanağa Mektebi’nde Kur’ ân-ı kerîmi ezberledi. Sonra Bâyezîd Câmii’nde ders veren, Baltacı nâmıyla amlan Hasen Efendi’den; sarf, nahiv ve mantık ilmini öğrendi. 1242 (m. 1826) senesinde hac farizasını yerine getirmek için Hicaz’a gitti. Hac dönüşünde Süleymâniye Câmii’nde ders veren, Şehrî Hâfiz Efendi olarak tanınan İstanbullu Hâfiz Mehmed Efendi’nin derslerine devâm etti. Me’âni ilmini Buldanlı lakabı ile meşhûr olan Kayyûmî Mehmed Efendi’ den, fikıh ilmini Şala lakabı ile tanınmış Tosyah Ali Efendi’den, usûl ilmini Kazanh Mehmed Efendi’den öğrendi. Tanınmış hattatlardan Mehmed Vasfî Efendi’den hat san’aüm öğrendi.

Kayseri’nin tanınmış evliyâlann- dan ve Nakşibendiyye yolunun büyüklerinden olan Şeyh Mehmed Sa’îd Efendi, 1236 (m. 1820) senesi ortalarında hocası Şeyh Ahmed Behcetî el- Kayserî ile birlikte İstanbul’a geldi. Bir süre sonra Mehmed Nûri Efendi ile karşılaştılar. Şeyh Ahmed Behcetî Efendi, talebesi Mehmed Sa’îd Efendi’ ye; “Bu genci, sen yetiştireceksin. Ümmet i Muhammed’den birçoğu, onun vesilesiyle doğru yolu bulacaklar” dedi. Bundan sonra Mehmed Sa’îd Efendi, uzun süre Mehmed Nûri Efendi’yi göremedi. Onsekiz sene sonra bir Ramazân ı şerif ayında, va’z ve nasîhat etmek için İstanbul’a gelen Mehmed Sa’îd Efendi, hocasımn işâret buyurduğu zamânı bekledi. 1244 (m. 1828) senesi Ramazân-ı şerif ayında, Mehmed Nûri Efendi, Mehmed Sa’îd Efendi’nin huzûruna gelerek, kendisini talebeliğe kabûl etmesini ricâ etti. Mehmed Sa’îd Efendi, hocasımn işâ- reti üzerine onu talebeliğe kabûl etti. Mehmed Nûri Efendi, 1252 (m. 1836) senesine kadar tasavvuf yolunun edebini ve esaslarım öğrendi.

Mehmed Nûri Efendi’nin yazmış olduğu risâlelerden ba’zılan şunlardır:

1- Miftâh-ul-kulûb,

2- Murâkabe,

3- Tasavvuf yolunun şartlan,

4- Vasiyet- nâme,

5- Pendiye,

6- Evrâd-ı Fethiyye Evrâd-ı Behâiyye.

Miftâh-ul-kulûb’dan ba’zı bölümler. “Ey hakkı hak olmayandan ayırt ederek, Allahü teâlâmn rızâsına tâlib olan ve Resûl-i ekremi (s.a.v.) çok seven kardeşlerim! Bilmiş olun ki, kâr ve zarar beldesi olan bu fâni dünyâ âlemine gelerek, îmân etmekle müşerref olan ve Kelime-i tevhîdi dilleri ile söyleyip kalbleri ile tasdîk eden mü’minler, yaradılışının aslında bulunan İlâhî feyzlere ve ihsânlara kavuşmuştur. Allahü teâlâmn hazînesi olan kalb kapışım, arzu, hırs, şehvet ve muhabbet gibi şeytanın aşağılık askerlerine karşı koru ve onlan içeriye bırakma. Doğru yolu gösteren bir rehber bulup, ona talebe olmaya çalış. Çünkü rehber- siz yola çıkmak ve yolu bulmak, gecenin zifirî karanlığında bilinmeyen bir yolda, ışıksız ve tek başına gitmek gibidir. Böyle bir durumda, insan gittiği yeri görmez, bastığı yeri bilmez, önünde çukur mu yoksa uçurum mu var, farkedemez. Bu şekilde yola çıkanların, tehlikeye düşmelerinden korkulur. Mürşid-i kâmilin huzûruna gidip geldiği için, o yolların hatâlarım ve tehlikelerini görüp anlamıştır. Mürşid-i kâmil, kendisine bağlanan talebesini o yollardan kolaylıkla geçirir. Mürşid-i kâmilin alâmeti çoktur.

Fakat söyliyeceğim şu üç husûsu iyi dinle: 1- Huzûruna vardığın zaman bütün gamın ve kederin gider, içinde bir ferahlık ve muhabbet uyanır. 2- Meclisinden ayrılmayı istemezsin. Bir inci tânesi gibi olan sözleri, muhabbetini arttırır. 3- Ziyâretine gelen herkes duâsım niyâz ile mesrûr olurlar. Bu üç sıfatı kendisinde toplayan zâtın bütün ahlâkı Resûl-i ekremin (s.a.v.) ahlâkıdır. Bu üç sıfat ve alâmet, riyâsız, gösterişsiz hangi zâtta görülür ve bilinirse, hemen o zâta tam bir teslimiyet ile teslim ol! Cenâze yıkayanın elindeki mevtâ gibi emrettiği yerde dur, her emrine uy. Hiz metlerini ve emirlerini kendine ni’met bil.

Şu hususa çok dikkat etmelidir. Babadan kalmış veya bir kolayım bulup gelir te’min etmek gâyesiyle bir dergâh ele geçirmiş kimseler vardır. Bunlar tasavvuf yolunda, ba’zı kitap ve risâleleri okuyarak âriflik iddiâ ederler. “Şeyhiz” diyerek, insanlara doğru yolu göstermek isterler. Fakat kendileri doğru yolun hangisi olduğunu bilmezler. Böyle kimseler kör bir insan gibidir. Bunlann talebeleri de kör olur. Bunlann, eninde sonunda tehlikeli bir uçuruma düşmelerinden korkulur.

Bir başka grub daha vardır ki, bunlann ne gusl abdesti, ne abdesti, ne namazı, ne de oruçlan vardır. Her türlü yasaklan mübâh derecesinde işlerler. “Bizim guslümüz ezelîdir. Abdestimiz o zaman alınmıştır. Namaz ve oruçlan- mız o zaman edâ olmuştur”, “Biz cemâl âşıkıyız. Bizim Cennet ve Cehennemle işimiz yoktur” derler. Bu gibi kimselerden uzak olmak lâzımdır. Bu kimselerden uzak kalmak, Allahü teâlâya yakın olmaktır. Bu gibiler pisliğe batmışlardır. Yanlanna varanlara pislik bulaşır.

Bir hoca, ilim öğrenmek isteyen talebesine şu beş şeyi emreder: 1- Devamlı abdestli olmak, 2- Farz namazlan, cemâati terk etmeyerek vaktinde kılmak, 3- Kazaya kalmış namaz ve oruç borcu varsa, onlan da en kısa zamanda tam olarak edâ etmek, 4- Yalan söylemekten ve dedikodu etmekten son derece çekinmek ve sakınmak, 5- Hiç kimsenin aleyhinde olmayıp, kendi kusurlannın affedilmesi için duâ ile meşgûl olmak.

 

Aç gözün, bak âsumâna kim nedir?

Hep gelenler bu cihâna ondadır.
Cümle gelmiş geçmişi seyret tamâm,

Hâssü âmme olanı gör vesselâm.

 

Ol kadar in’âm ve ihsân hep sana,

Haktan oldu, eyleme vaktin hebâ.
Aç gözünü bir hoşça fikret, ey civân,

Geçti ömrün, hâb-ı gafletten uyân.
Kır bu benlik bendini ey hoca, gel,

Mürşide kul ola gör, etme cedel.
Nûri’yâ gel Hakka vâsıl olasın,

Bîhesâb in’âma nâil olasın.

Yâ Resûlallah

Yâ Resûlallah! Cemâlin bînikâb gördüm bugün.

Hamdü lillah, nûr-ı vechin bîhicâb gördüm bugün.
Çünkü gark olmuştu’ ol mübârek kâmetin,

Baktığım an, çeşmim aldı berk-i envâ- nn senin,
Gönlüm içre bir yüce dîvân kuruldu âmân,

Bir mücellâ, hem mücevher kürsi dahî nâgihân,
Şâh-ı kevneyn ol mücellâ kürsi üzre oturur,

Çâr-ı yâr-ı Bâ-safâ eshâbı safbeste durur.
Çünkü gördüm bir dahî ol Şâh-ı kev- neyni hemân,

Ol vakitte cümle aklım târumâr oldu âmân.
Mest olup kaldım orada bilmez oldum kendimi,

Gördüm ancak evvel-ü-âhir cihân-ı hemdemi.

Kaplamıştı nûr cihâm, kalmamıştı nesne hiç,

Görünürdü nûr-ı Muhammed, kalmamıştı nesne hiç.
Nûri’yâ nûr etti camm nûr-ı Ahmed Mustafâ,

Gel ki âşık Nûri’ye, kim kalbin olsun safâ.

Kalb

Kalbim içre cevherden bir yapı,

Gördüm onda bir kızıl yâkut kapı.
Girip ondan ileri vardım hemân,

Bir cevherden saray oldu âyân.
San yâkuttandır onun kapısı,

Dûrrü sâfiden yapılmış onun kapısı.
Orta yerde hemen kurulmuş bir çadır,

Kapısı ahdar zebercedden dürür.
Çadın da bir siyah nûr kaplamış,

Nûr-ı haktır, gözler onu görmemiş.
Girdim ondan dahî seyrettim hemân,

Bir acep nûr var imiş onda nihân.
Rengi turuncu idi kendisi nûr,

Pek mücellâ bakmağa göz kamaşır.
Gördüm onu geçtim ileri hemân,

Bir azim iklim göründü ol zamân.
Dağ ve sahrâ kasr-ı bünyân onun,

Cümle zikrullah meşgüldür hemin.

★ ★ ★

Edeble hoca huzûruna girenler,

Onlar hep saâdeti bulanlar,

Dost ile dost olup, dîdâr görenler,

Mülke sultan olup seyrân sürerler.

★ ★ ★ ★

Ne Güzel ihsândır bu, kul iken sultân olur,

Âlem içre hükmedip, her dertliye Lokmân olur.
Evvelin ve âhirin, hem zâhirî ve bâtinî,

Ne olursa bu cihânda, zâhiren hem bâtinî.
Şöyle bil kim, bu cihân içre velî ol şâhdır,

Ne ki olur ve olacak, cümleye âgâhtır…
Ger der isen haktır ol, böyle güffâr söyledin,

Hak sözün, doğru kelâmın, amma yanlış söyledin.
Aç gözünü, kıl tefekkür, iş bu nazmı ey delî,

Kul olan hiç Hak olur mu, kim meğer ola velî…
Bu cihanda kutb-til-aktâb ne kılarsa cümlesin,

Emr-i Hakla kılar, ol arada koymaz kendisin.

Saâdete kavuşmak için, iki şey lâzımdır. Mes’ûd ve bahtiyâr kimse, bu iki şeye kavuşan kimsedir. Bu iki şeyden birincisi, doğru ilim ve îmân sâhibi olmaktır. Bu da fen derslerini ve Muhammed aleyhisselâmm hayâtını, ahlâkım öğrenmekle ele geçer. İkincisi iyi huylu iyi hareketli insan olmaktır. Bu ise fikıh ve ahlâk ilimlerini öğrenmek ve bunlara uymakla olur. Bu ikisini elde eden kimse, Allahü teâlânın nzâsına, sevgisine kavuşur.

Eğer âşık isen zâhid, Htidâ’ya,

Bırak felek-i vücûdun bahr-ı lâ’ya.
Atıp kendin bu deryâya eden gark,

Göçer pervaz, urup birden Hüdâ’ya.
Soyunup ol enâniyetten ol dem,

Misâl-i zerre mahvolunca âdem.
Dalarsa mahviyyet deryâsma kul,

Ulu sultan olup, Hakkı görür ol.
Arada kalmaz ağyânn vücûdu,

Visâl-i Hakka bulunca o kul yol,
Eğer bilirse sende bir kusûr var,

Anı setredip, aslâ kılmaz izhâr.
Hakkın kudret yedinde olduğunu,

Kamû eşyâmn, anlar, etmez inkâr.
Verir hikmet cümle gördüğünü,

Hem eşyâdan tutar alçak, özünü.
Ki zât-ı Hakta mahvolan kim ola,

Görür cümle hak imiş yâverâm.
Edenler de cemâl-i dost rü’yet,

Kalır mı mâsivâdan hiç muhabbet.
Görür mü dîdesi ağyâr artık,

Nasîb oldukta çtin dost ile vuslât.

 

Kişi benliğini mahveyleyince,

Âdem iklimin şâhı olunca.
Bulursun Hak rızâsını mahviyyette,

Sana meftûn olur ilm-i ledünnî.
Bilir Hakk’el-yakîn sırrını ol dem,

Kamû ahlâkını tebdil edince.
Evrâd-ı Behâiyye’den ba’zı bölümler

“Yâ Rabbî! timinden ve fadhndan bize anlamak nasîb eyle.

Bize devamlı yardımda bulun!
Kuru da’vâ samp, etme teenni, Çalış ihlâs ile, etme temenni.

Yâ Rabbî! Sana şükredenlerden, seni zikredenlerden, senden korkanlardan, sana itâat edenlerden, sana tevazu gösterenlerden, sana bağlı olan ve sana dönen kullarından kıl!

Yâ Rabbî! Tövbelerimizi kabûl eyle, günahlarımızı affeyle. Kalbleri- mizden; kini, kuruntuları, gizli düşmanlıkları, öfkeyi ve bütün kötülükleri yok eyle!

Yâ Rabbî! Ansızın ölmekten, güçlüklerden, günahlardan, ateşte yanmaktan, doğru yoldan sapıtmaktan, gururdan, kinden, gafletten ve zararlı bütün işlerden sana sığınırız.

Yâ Rabbî! Korkundan öyle bir hisse ver ki, bizimle günahlarımız arasına girsin. Tâatinden öyle bir hisse ver ki, bizleri Cennetine götürsün. Bizi iyi ve sâlih kullarınla haşret. Hayatta kaldığımız müddetçe kulaklarımızı, gözlerimizi, kuvvetimizi bize faydalı hâle getir!

Yâ Rabbî! Senin indinde bizim korkulanınızı giderecek, dağınıklığımızı toplayacak, dargınlıklanmızı giderecek, hastalanmıza şifâ verecek, amellerimizi temizleyecek ve bize doğru yolu ilhâm edecek rahmetini istiyoruz. Yâ Rabbî! ilmimizi, hilmimizi ve nûrumuzu arttır. Bize hem dünyevî hem de uhrevî nimetlerini ihsân et!

Yâ Rabbî! Gönderdiğin resûllere îmân ettik. Yâ Rabbî! indirdiğin kitablara da îmân ettik

Yâ Rabbî! Yüzümüzü senden utanmakla, kalblerimizi senin sevginle doldur!

Yâ Rabbî! Bizi dünyâya meyi etmeyen cömertlerden ve nefsine uymayanlardan kıl. Cimri, dedikoducu, kibirli, fitne ve fesatçılardan kılma!

Yâ Rabbî! Çok konuşmaktan, kibirden, kötü ahlâktan, içkiden, fâizden, cimrilikten büyük fitnelerden ve geçim darlığından sana sığımnz.

Yâ Rabbî! Bize ihsân buyurduğun ni’metlerine karşı şükredebilmeyi nasîb eyle!

Yâ Rabbî! Bize bütün hayırlan ver. Bütün şerlerden bizleri uzaklaştır!”

 

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*