Bir şeyin şüphesiz ki zihin dışında vücudu vardır, zihinlerde de bir vücudu vardır, ibârede de bir vücudu (yâni mevcudiyeti) vardır, yazıda da bir mevcudiyeti vardır.. Yazı ibareye, ibâre zihinlerde olana, zihinde olan zihin dışında olana delâlet eder. Ne zaman Kur’ân öncesizliğin levazımı ile vasfe- dilirse, ondan maksad, Halik’da olan mevcudiyetin hakikatidir. Ne zaman da mahlûkatm levazımı ile vasfedilirse, onunla konuşulan lâfızlar kasdedilmiştir. «Kur’ân’m yarısını okudum» dememiz gibi. Veya muhayyile olarak, «Kur’ân’ı ezberledim» dememiz gibi. Nakşedilmiş şekil olarak, «Abdestsize Kur’ân’a el dokundurma haramdır» dememiş gibi..4* Bütün bunlardan, Kur’ân için üç zuhurat ve üç nüzulât söz konusudur. Birincisi: Nakşının Levh-i Mahfuz’da Îsrâfîl’- (A.S.Yin yazmasıyla belirmesi. İkincisi: Kıymetli, saygıdeğer, takvâ sâhibi kâtiplerin eliyle Beytülmâ’mur’a inmesi, semâi dünyaya yönelmesi veya dördüncü semâya inmesi. Üçüncüsü: Ceste ceste Cebrâil vasıtasıyla Peygamberimiz (S.A.V.) Efen- dimiz’e inmesi… Bu açıklamamızla, ŞEHRÜ RAMADANELLEZÎ ÜNZİLE FİYHİL KUR’ANU âyetiyle, İNNÂ ENZELNÂHU FÎ LEYLE- Tİ’L-KADRİ âyeti arasındaki zıddiyet ve itişme giderilmiş oluyor. Aynı zamanda İNNA ENZELNÂHU Fİ LEYLETİ’L-KADRİ âyeti ile ÎNNÂ ENZELNÂHÜ FÎ LEYLETİN MÜBÂREKETİN âyeti arasında —ki çoğu tefsircilere göre mübarek geceden maksad, Şaban’m on beşinci gecesidir— zıddiyet de kalkmış oluyor. Şöyle ki; inişlerden birinin Ramazan ayında ve Kadir gecesinde meydana geldiğine, diğerinin de Şaban ayının yarısında meydana geldiğine hamletmek uygun olur. Çünkü ilk iki âyet arasını birleştirmek mümkündür. Şöyle ki; Kadir gecesi Ramazan aymda mevcud olmuş oluyor. Zıddiyet itişme ise, FÎ LEYLETÎN MÜBÂREKETİN Şaban ayınm yarısıyla tefsir edilince meydana gelmiş oluyor. Bu âyet, Kadir gecesiyle tefsir edilecek olursa, o takdirde arada bir zıddiyet kalmıyor.43 . Bilmiş ol ki, bu ihtilâf (görüş ve tefsir farkı), Kur’ân’ın sadece mânaya isim olması ya da hem nazım, hem de mânaya isim olması halindedir. Kur’ân’ın sadece mânaya isim olduğunu söyliyenler Allah’ın şu beyânıyla delil göstermişlerdir: VE INNEHÛ LEFÎ ZÜBÜRÎ’L-EVVELÎN.. Kur’ân öncekilere inen kitaplarda Arap diliyle değildi. O halde Arap diliyle olmayana da Kur’ân ismi verilemez. Fakat bu tefsir üzerinde durmak gerekir. Çünkü Allah’ın Musâ Peygamber’e indirdiği Tevrat’a da Kur’ân denilmektedir, Tevrat ise Arap diliyle yazılı değildi.. İncil ve Zebur da böyle… Çünkü Kur’ân Allah kelâmıdır ve Allah’ın zatıyla kaimdir. Ne tecezzi eder, ne de ondan ayrılabilir. Ancak ne var ki Arap dili üzerine indirildiğinde ona Kur’ân denilmiştir. Allah kelâmı Musâ Peygamber’e indirildiğinde ona Tevrat adı verilmiştir. îsâ Peygamber’e indirildiğinde ona İncil adı verilmiştir. Dâvud Peygamber’e indirildiğinde ona Zebur adı verilmiştir. İbârelerin çeşitli olması, itibarların farklı olmasındandır.44 Başkfc bir rivâyette Peygamber (S.A.V.) Efendimiz’e indirilen Kelâm hakkında üç görüş vardır : 1 — Bu hem lâfız, hem mânadır. Cibrîl-i Emîn Kur’ân’ı Levh-i Mahfuz’dan alıp hafızasına nakşederken her harfi Kaf Dağı kadarmış ve her harf altında bir nice mânalar varmış ki onları ancak Cenâb-ı Hakk’ın ilmi kapsayıp kuşatabiliyormuş.. 2 — Cebrâil (A.S.) özel olarak mâna ile inmiştir; Peygamber (S.A.V.) Efendimiz o mânaları bilip kavramış ve onlara Arap diliyle tabir vermiştir. Bu görüşü savunan Allah’ın şu beyânına dayanıp delil göstermiştir: «Ey Muhammedi Apaçık Arap diliyle, uyaranlardan olman için Kur’ân’ı Cebrâil senin kalbine indirmiştir. O daha öncekilerin kitabında da zikredilmiştir.»45 3 — Cebrâil (A.S.) mânayı Hazret-i Muhammed’in (S.A.V.) kalbi üzere ilka etmiş ve buna Arap lügatiyle tabir verilmiştir. Nitekim aynı görüşü, îbn-i Ebî Hâtim, Süfyân-ı Sevrî’den nak- letmiştir. Süfyân-ı Sevrî diyor ki: «Vahiy ancak Arapça inmiştir. Sonra her peygamber onu Arapçadan kendi kavminin diline terceme etmiştir. Aym zamanda gök ehli de Kur’ân’ı veya vahyi Arapça okurlar ve o ölçüde inmiştir.» Taberânî’nin Nevvas bin Sem’an’den (R.A.) yapmış olduğu rivâyette deniliyor ki: Allah vahiy ile konuşmaya başladığında gök Allah korkusundan şiddetle titremiştir. Gök ehli onun titremesini ve vahyin sesini duyunca secdeye kapanmışlardır. Onlardan ilk başını kaldıran Cebrâil (A.S.) olmuş, Allah vahiy yoluyla onunla konuşmuş, irâde ettiği gibi ona Kelâmıyla hi- tab etmiş, Cebrâil de aldığını uğradığı her semâda meleklere ulaştırmak istemiş, meleklerden her guruba uğradıkça ona sormuşlar : — Rabbiniz ne buyurdu? Cebrâil (A.S.) da : «Hakkı ve gerçeği buyurdu» diye cevap vermiştir.. Böylece Cebrâil İlâhî vahyi emredildiği yerlere kadar götürmüştür.
Mes’elenin Tahkiki
04
Eki