wiki

MİMARBAŞI

ekran-alintisiMİMARBAŞI; Aim. Generalbaumesister (m), Fr. Architecte (m), en chef, İng. Chief architect. Osmanlı Devletinde, umûmî olarak inşâ işleriyle meşgûl olan memur. Mîmarbaşıları, diğer şehirlerle birlikte, İstanbul’un îmâr edilmesine çalışırlardı. Mîmarbaşılar, pâdişâh ve saray mensuplarının, saray ve köşklerinin yanında, umûmun faydalanması için inşâ ettirilen câmi, medrese, çeşme gibi inşâatlarını yaparlardı. Savaş zamânında ordu ile berâber sefere çıkarlar, yıkılan kalelerle, tahrib edilmiş köprüleri tâmir ederler, askerin geçeceği yolları düzelterek, mühimmat geçebilecek hâle getirirlerdi. Mîmarbaşıların maiyetinde “Başmîmar, İkinci mîmar, Kethüdâ ve Çavuş gibi memurlar vardı. Kethüdâ ve çavuş, hergün İstanbul’u dolaşır, umûmî yollar, caddeler üzerine veya fakirlerin evlerine tecâvüz edecek tarzda inşâ edilmiş binâları yık- tırırlardı. Böylelikle zamânımızdaki Belediye îmar İşleri Dâiresinin vazifesini görürlerdi. Yaptırılacak binâlar için mimârbaşmdan ruhsat alma ve plânın tasdik ettirilmesi mecbûriyeti vardı. Böylelikle inşâatların kânuna uygun olması kontrol edilirdi. Aksine hareket edenler men edilir ve cezâya mâruz kalırlardı. Arâzilerin taksiminde çıkan anlaşmazlıkların halledilmesi de mîmarbaşıların vazîfelerindendi. Ayrıca su bentlerinin inşâsı, suyun şehre taksimi, kaldırımların inşâsı da bu memurun göreviydi. Mîmarbaşılık yalnızca İstanbul’a münhasır bir memuriyet değildi. Mühim hallerde ve büyük şehir merkezlerinde bu isimle anılan vazifelilere rastlanırdı. Evliyâ Çelebi, meşhur Seyâhatnâme’sinde, Bağdat şehrinin yüksek dereceli memurlarını sayarken emrinde beş yüz kişi çalıştıran bir mîmar- başıya da yer vermiştir. Şehremini denilen saray memurları da bâzı inşâat işleriyle alâkadârdılar. Bu sebeple zaman zaman mîmarbaşılarıyla birbirlerinin vazîfe sâhala- rına girerlerdi. Geçen zaman içinde bu iki memuriyetin vazifeleri tamâmen karışmış, ancak mî- marbaşların fennî hususlarda daha bilgili olmaları onları üst dereceye çıkarmıştır. 1831 senesinde Çok kubbeli câmilerdeyse; mekân eşit bölümlere ayrılmış, her bölüm bir kubbeyle örtülmüştür. Yapı ekseni üzerindeki her bölüm, aydınlık fenerli bir kubbe veya bir şadırvanla avlu geleneğini yaşatmıştır. Bu devirde yapılan medreselerse, umûmî olarak dikdörtgen plânlı olup, girişin karşısındaki kenara bitişen kubbeli ve camekanlı olan erkekler bölümü, dört eyvanlı ve dört köşe mekanlı; kadınlar bölümü ise, camekan dışında küçük bir ılıklık ve iki hacimli bir sıcaklık bölümünden meydana gelmiştir. Ticârî maksatlı olarak inşâ edilen avlulu şehirler hanları; kare plânlı, iki katlı, alt katı mal ve eşyânm depolandığı revaklı penceresiz mekan, üst katı revakların tekrarlandığı pencereli ve ocaklı odalar hâlinde inşâ edilmiştir. Yapı ekseni üzer- rinde giriş kanadının karşısında yapıya bitişik enine dikdörtgen plânlı ahır yer almıştır. Alış-verişlerin yapıldığı bedestenler ise, umûmî olarak altı ayak üzerine yerleştirilmiş on dört kubbeli dört kapılı olarak inşâ edilmiştir. Dışta mahzenli dükkânları olan bu yapılarda umûmi- yetle altmış dükkân ve bu sayıya yakın da mahzen yapılmıştır. Bu dönemde yapılan türbeler ise sekizgen plânlıdır. Yüksek kasnak, yapıya iki kademeli bir görünüş verir. Yapının yüzleri çinilerle veya çeşitli motiflerle kaplıdır. Kapı kanatlan ve pencere kapaklan Türk ağaç sanatının önemli eserleri arasında yer alır. Bu dönemde inşâ edilen külliyeler; câmi, medrese, mektep, imâret, şifâhâne, türbe, hamam ve hanlan içine almıştır. Bu yapılar belli bir eksen düzeni olmadan, dağınık olarak kurulmuşlar, inşâatta arâzinin özellikleri, yüksek ve alçakta kalan alanlar değiştirilmeden kullanılmıştır. Câmi ve medrese yapılan birbirine yakm olarak yerleştirilirken, hamam ve han yapılan bunların uzağına inşâ edilmiştir. Bu dönemdeki mîmârî eserlerde çini, önemli bir süsleme unsuru olarak kullanılmıştır. Geometrik süsleme örnekleriyle, sülüs ve kûfî yazı motiflerinde yer aldığı süsleme örnekleri, umûmî olarak nebâtî motiflerden meydana gelmiştir. İstanbul’un fethinden sonra cihân devleti olan Osmanlılar; diğer sâhalarm yanında, mîmâr- lıkta da üstün eserler verdiler. Üç kıtaya yayılan ve pek çoğu bugün de yaşamakta olan bu âbide eserler hâlâ Osmanlı medeniyetinin ihtişâmını aksettirmektedir. İstanbul’u feth etmekle dünyâ târihinde yeni bir çağ açan Fâtih Sultan Mehmed Han, derhal İstanbul’un îmânna başladı. Ayasofya’yı kiliseden câmiye çevirip ilk Cuma namazını kıldı. Sahâbe- i kirâmdan Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensâ- rî’nin (radıyallahü anh) kabri üzerine türbe ve yanma Eyyûb Sultan Câmiini yaptırdı. Daha sonra Mîmar Atik Sinan ile Mîmâr Ayaş’a da Fâtih Câmiini ve külliyesini inşâ ettirdi. Fâtih külli- yesinde; kütüphâne, 16 medrese, îmâret, kervansaray, tabhâne, dârüşşifâ ve hamam bulunuyordu. Yedikule Câmii, Kireç İskelesi Câmii; Şehremini Câmii ve Rumeli Hisarı, Eski Saray (Bugünkü Üniversite merkez binâsının yeri), Topkapı Sarayı, üstü kubbe ve kemerle örtülü olan Kapalı Çarşı, Fâtih Sultan Mehmed Han devrinde yaptmlan mîmârî eserlerden bâzılarıdır. Fâtih Sultan Mehmed Han zamânında birçok kütüphâne, medrese, îmâret, hamam, çarşı ve kervansaray gibi mîmârî eserler de yaptırıldı. Edirne, Bursa, Amasya, Trabzon ve diğer merkezlerde de mîmârî eserler meydana getirildi. Bu devirde câmiler ve çeşitli hayır binâlârı şeklinde gelişen mîmârî eserler, şehirlerin merkezî ve hâkim noktalarına yapıldı. Bu eserlerde zarif, sâde, fakat süzülmüş bir zevk mahsûlü olan çini, mermer, tahta veya sıva üzerinde nakış gibi tezyînât ile bedîî değerlerin bir bütün olarak düşünüldüğü görülür. Selâtin Câmii tâbir edilen ve pâdişâhlar tarafından yaptırılan câmilerde bu bütünlük daha iyi göze çarpar. Sultan İkinci Bâyezid Han zamânında yetişen Mîmâr Hayreddîn ise, Edime ve İstanbul’da Bâyezid Külliyelerini yaptı. Edirne’nin büyük câ- milerinden olan İkinci Bâyezid Câmiinin yedi bölümden meydaiıa gelen külliyesindeki Dârüşşifâ- da akıl hastaları; su sesi, psikolojik telkin, meş- gûliyet ve ilâçla tedâvi edilirdi. Sultan ikinci Bâyezid Han zamânında Bursa’da, İstanbul’daki Fâ-1 tih Câmiinin küçük bir benzeri olan Emîr Sultan ve Üftâde Câmılerine benzer câmiler yaptırıldı. Amasya’daki Sultan Bâyezid Câmiinin kapısı, mihrâbı ve minberi üzerindeki yazıların sanat değeri çok kıymetlidir. Külliye hâlinde yaptırılan câminin etrâfında, kütüphâne, bedesten, medrese, dârülkurrâ, imârethâne, fırın gibi sosyal tesisler yer almaktaydı.Yavuz Sultan Selim Han devrinde yetişen ve Acem Ali diye bilinen Mîmar Alâeddîn Ali Bey tek kubbesiyle İstanbul’daki Sultan Selim Câ- mimi yaparak Osmanlı mimarîsine bir azamet ve vekar getirdi. Sekiz senelik kısa bir saltanat dönemi olan Yavuz Sultan Selim Han, doğu seferleriyle meşgûl olmasına rağmen îmâr faaliyetlerinde de bulundu. İstanbul’un fethinden, Mîmar Sinan’ın mimarbaşı olarak vazife aldığı 1535 yılına kadar uzanan dönem, Osmanlı mimarîsinin gelişme dönemidir. Bu dönemde câmilerden başka; medrese, hamam, ticârî yapı, türbe, saray, kale ve köprüler yeni üslûblaria inşâ edildi. Kurulan külliyelerle şehircilik alanmda yeni görüşler ve değerler ortaya kondu. Bu dönemde merkezî kubbeli câmilerin yanında, tabhâneli (misâfirhâneli) câmiler, ekran-alintisitabhâne- li câmi özelliği gösteren câmiler, tek kubbeli, çok kubbeli ve çatı örtülü câmiler inşâ edildi. İstanbul’un fethinden Mîmar Sinân dönemine kadar inşâ edilen medreseler, plân kuruluşları ile daha öncekilerin tekrârıdırlar. Yaygın olarak inşâ edilen geniş U plânlı üç kanatlı medreseler ve avluları ile dikdörtgen bir plân kuruluşu gösteren medreseler de umûmî olarak, kesme taş duvarlarla inşâ edilmişlerdir. Bu dönemde, İstanbul’da Fâtih Câmiinin dış avlusunu doğudan ve batıdan çevreleyen Semâni- ye Medreseleri dörder yapı olarak aynı eksen üzerinde sıralanmışlar, revaklı avluları ile dikdörtgen plânlı yapılar olarak inşâ edilmişlerdir. İstanbul’un fethinden Mîmar Sinan’a kadar gelen dönemde inşâ edilen şehir hanları ve bedestenlerde de daha önceki mîmârî özelliklere yer verilmiştir. îki katlı, kare veya dikdörtgen plânlı, revaklı avlulu şehir hanları ve dışta dükkânlı bedestenler aynı esaslarla ancak belirli bir gelişmeyle inşâ edilmişlerdir. Şehir hanlarının üst kat revakları kubbelidir. Avlu ortasında ayaklar ve kemerler üzerinde yükselen, altında, şadırvan bulunan mescit yer almıştır. Ahırların bulunduğu ikinci bir avlu da mevcuttur. Bu dönemde inşâ edilen türbelerse, sekizgen plânlı olup, altta düz atkılı, üstte hafif sivri kemerli pencereleriyle dikkat çekerler* Ayrı bölümler hâlinde incelenen tabhâneler, imâretler, dârüşşifâlar ve kervansaraylar, külliye- lere bağlı yapılar olarak belirli plân kuruluşlarıyla inşâ edilmişlerdir. Birçok külliyede bu yapılara mektepler de ilâve edilmiştir. Mahalle mescitleri, dârülhadîs, dârülkurrâ yapıları ve tekkeler de bu dönemde inşâ edilen yapılardır. Köprüler ve kaleler kendi mîmârî özelliklerini korumuşlar; saraylarsa, belirli bir geleneğe bağlı olarak inşâ edilmişlerdir. Çeşme ve sebiller de cadde, sokak ve meydanlara yerleştirilmiştir.
Bu dönemde meydana getirilen eserler, renkli sır tekniği ve sır altma boyama tekniğindeki çinilerle süslenmiştir. Ağaç işleme sanatı gelişmesini sürdürmüş, oyma süslemeli sedef, bağa ve fildişi kakma yüzeylerle yeni görünüşler gelmiştir. Osmanlı Devletinin, sınırlarının en geniş hudutlara dayandığı, maddî ve mânevî bütün sâhalarda zirveye ulaştığı Kânûnî Sultan Süleymân Hanm, 1535’ten sonraki döneminde, medeniyet âlemine kazandırdığı eserlerle Müslüman-Türkün dehâsmı ortaya koyan büyük dâhi Mîmar Sinan yetişmiştir. Mîmar Sinan kendisinden önce gelişen Osmanlı mî- mârisini erişebileceği en son noktaya çıkarttı. Devletin sınırlarının uzandığı her yerde; Kınm, Macaristan, Budin, Yunanistan, Tırhala, Bulgaristan, Sofya, Şam ve Halep’te, Mekke-i müker- reme ile Mescid-i Haram’da pekçok kıymetli eserler ortaya koydu. Câmiler, mescitler, medreseler, türbeler, su yolları, kemerler, köprüler, hanlar, hamamlar, kervansaray ve saraylar inşâ etti. Mîmar Sinan vücûda getirdiği eserlerinin çoğunu pâdişâhlar, vezirler, paşalar, ilmiye mensupları ve hanım sultanların sipârişi üzerine yaptı. Kânûnî Sultan Süleymân, oğlu Şehzâde Meh- med’in genç yaşta vefât etmesi üzerine, çıraklık dönemi eseri olarak bilinen Şehzâde Câmii ve külliyesini yaptırdı. Mîmar Sinan, Kânûnî Sultan Sü- leymân’m sipârişiyle kalfalık eseri olarak Süley- mâniye Câmii ve 18 ayrı binâdan meydana gelen Süleymâniye külliyesini, Mekke-i mükerremede medrese, Şam’da câmi ve imâret, Çorlu’da medrese ve imâret, Kefe’de hamam inşâ etmiştir. Kânûnî Sultan Süleymân’m zevcesi Haseki Hurrem Sultanın sipârişiyle bugünkü Haseki külliyesini yaptı. Bu külliyede; câmi, medrese, imâret, dârüşşifâ, mektep ve şadırvan yer almıştır.Sultan İkinci Selim Hanın isteği üzerine ustalık dönemi eseri olan Edirne Selimiye Câmiini ve külliyesini yaptı. Mimarlık târihinin en muhteşem eserlerinden biri olan Edime Selimiye Câ- miinden başka, Konya’nın Karapınar kazâsında bir câmi ve hamam, Topkapı Sarayındaki mutfak ve kiler mahzenlerini, Sultan İkinci Selim Hanın Ayasofya hazîresindeki türbesini de Mîmar Sinan yaptı. Sultan Üçüncü Murâd Hanın pâdişâhlığınm ilk on yılında da başmîmar olarak vazîfe gören Mîmar Sinan, Pâdişâhın emriyle Manisa’da bir külliye inşâ etti. Murâdiye Câmiinin plânını çizdi, fakat yaşı bir hayli ilerlediğinden yerine hassa mîmarlanndan Mahmûd Ağayı gönderdi. İnşâatı bu zât başlattıysa da, vefâtı üzerine yerine tâyin edilen Mehmed adlı başka bir mîmar tarafından tamamlandı. (Bkz. Mîmar Sinân) On yedinci asır başlarından îtibâren, klâsik Osmanlı mîmârîsi, Mîmar Sinan mektebinden ayrılmaya başladı. Bu farklılıklar Sultanahmed Câ- miinde kendisini gösterdi. On sekizinci yüzyılda ise, Mîmar Sinan tarzındaki sâdelikten uzaklaşıp, Selçuk ve İran mîmârîlerinde olduğu gibi, devrin zevkine göre gül, lâle, kâse içinde yemişler yapılmak sûretiyle süslü bir şekle yer verildi. Topkapı Sarayı Bâb-ı Hümâyûn karşısındaki Sultan Üçüncü Ahmed Çeşmesi ve sebili ile Azapkapı ve Be- reketzâde çeşmeleri, Tophâne’de ve Üsküdar İskele Meydanındaki çeşmeler bu asırdaki yeni tarz OsmanlI mîmârisinin önde gelen eserleridir. On sekizinci asırda başlayan garblılaşma hareketleri netîcesinde Osmanlı mîmârisinde de garba yöneliş başgösterdi. Bu asır ortalarından îtibâren Avrupa’daki Barok mîmârisine âit eserler, Osmanlı mîmârisinde de görülmeye başladı. Fakat Osmanlı mîmârları tamâmen AvrupalIları taklit etmeyip millî bünyeden de ilâveler yaptılar, Barok mîmârî tarzına göre yapılan ve 1756’da açılan Nûru Osmâniye Câmii, 1763’te Sultan Üçüncü Mustafa Han tarafından inşâ ettirilen Lâleli Câmii, Üsküdar’daki Ayazma Câmii, Sultan Birinci Abdülhamîd Han tarafından yaptırılan Beylerbeyi Câmii bu yeni uslûburi özelliğini taşır. Evvelce Birinci Abdülhamîd imâretinin köşesinde iken, oraya Vakıf Hanının yapılması üzerine Soğukçeş- me’de Gülhâne Parkı kapısının karşısına yapılmış olan sebil ve çeşme, Aydın’daki Cihanoğlu, Yoz- gat’daki Çapanoğlu Câmii ile Gülşehir Kara Vezir Câmii de Barok usûlünde yapılan eserlerdendir. On dokuzuncu yüzyılın başmda Sultan Üçüncü Selim Han tarafından Nizâm-ı Cedîd askeri için Üsküdar’da Selimiye Kışlası ve Câmii yaptırıldı. Selimiye’nin önemi en başta subay lojmanlarından meydana gelen bir sitesi, hamamı, dükkanları, sıbyan mektebi, kütüphânesi ve matbaa
sıyla birlikte yapılmış olmasındadır. Bu yüzyılda dînî yapıların yanında, askerî ve sivil yapılarda da önemli bir artış kaydedilmiştir. Kışlalar, hastahâ- neler, saraylar ve zarîf köşkler inşâ edilmiştir. Sultan Üçüncü Selim’in kız kardeşi Hadîce Sultanın Defterdârburnu’nda inşâ ettirdiği saray, on dokuzuncu yüzyıl başmda meydana getirilen eserlerdendir. On dokuzuncu yüzyılda; Gümüşsüyü Kışlası ve Silâhhânesi, Mecidiye Kışlası (Taşkışla), Taksim Topçu Nümûne Alayı Kışlası; köy ve mahallelerde sıbyan (ibtidâî); kasabalarda, rüşdiye; büyük kasabalarda idâdî; vilâyet merkezlerinde sul- tânî mektepleri ve dârülfünûnla harbiye veya kuleli gibi askerî okullar yapıldı. Sultan Abdülhamîd Hanın annesi Bezm-i Âlem Vâlide Sultan 1843’te Yenibahçe’de Bezm-i Âlem Gurâba-i Müslimîn Hastahânesini yaptırdı. 1843’te Yıldız Parkı girişinde Mecidiye Câmii, 1853’te Dolmabahçe Câmii, aynı yıl Ortaköy Câmii, 1870’de Pertevniyal Vâlide Sultan Câmii yapıldı. Eskiye nisbetle daha küçük plânda yapılan câmilerde tek kubbeli ve kare plânlı ibâdet yerinin yanında, Cumâ selâmlığı ve bunun gerektirdiği kalabalık maiyyet için hünkâr mahfili ayrı bir bölüm olarak ilâve edildi. On dokuzuncu yüzyılda yapılan saraylar, OsmanlI mîmârisinin son yapılarıdır. Dolmabahçe Sarayı, Yıldız Sarayı, Cemile ve Münîre Sultan sarayları, Göksu Kasrı, Beylerbeyi Sarayı, Çırağan Sarayı, Kalender Kasrı gibi sarayların büyük kısmı Boğaziçi kıyılarında inşâ edilmiştir. Ihlamur köşkleri, Çağlayan (Kâğıthâne) Kasrı, Alemdağ Köşkü gibi yapılar ise, sayfiye ve mesîre yerlerinde yazlık olarak yapılmıştır. Osmanlı Devletinin son yıllarında tamâmen Avrupaî tarzı benimseyen Osmanlı mîmârisinde bâzı resmî devlet binâları vücûda getirildi. Haydar Paşa Garı ve İstanbul’daki Büyük Postahâne bu dönemde inşâ edildi. Bu asırda ortaya çıkan betonarme inşâ tarzı mimarlıkta yeni bir çığır açtı. Bu sebeple fazla katlı binâlar yapılmaya başlandı. B öylece kendinden önceki İslâm ve Türk mî- mârisini sentez yaparak gelişen, kendine has uslûb ve plânlar ortaya koyarak zirveye ulaşan OsmanlI mîmârisi, on sekizinci ve on dokuzuncu asırlarda Avrupa mîmârisinin tesirinde kalarak, kendi uslûbundan uzaklaşmış, tamâmen Avrupaîleşerek Osmanlı Devletinin yıkılışıyla sön bulmuştur. Hind mîmârisi: Çeşitli din ve ırkların yerleştiği Hindistan için genel bir mîmâri tarzından bahsetmek çok güçtür. Bununla berâber iki husû- siyet yaygın olarak görülmektedir. Birincisi, ahşap mîmârinin kuvvetli tesiridir. Öyle ki, taş malzeme bile kullanılsa ahşap mîmâri tarzı tatbik edilir. İkincisi, mâbedlerin çok süslü yapılmasıdır. Hem kerpiç, hem de tuğlanın kullanıldığı Hindistan’da yontma taştan yapılan duvarlar harçsız inşâ edilir, taşlar birbirine iyice intibak ettirilirdi. Hind mî- mârisinde sütunların yük taşıma vazifesi yoktur. Gelenek olarak yapılırlar. Hind mîmârisinin te- sirlerine^ bütün Güneydoğu Asya’da rastlanmak» taciır. Çin ve Japon mîmârisi: Çin ve Japonya’da kullanılan başlıca inşâat malzemesi ahşaptır. Başka malzeme kullanımı çok az olduğu için, on altmcı asrın başlarına kadar Çin ve Japon mimarisinde fazlaca bir değişiklik görülmez. Ahşap mîmâride çok ileri gidilen Çin ve Japonya’da duvarların inşâ tarzı da dikkat çekicidir. Daha ziyâde tuğla ile inşâ edilen duvarlar çift yapılmıştır. Bu çift duvarlar iç bölmelerle birbirine bağlıdır. Çin’de bu usul, on sekizinci asrın sonlarında terk edilmiştir. Çin’de bugüne ulaşan en mühim mîmâri eser Çin Seddi’dir. Türk ve Moğol akınlannı önlemek maksadıyle yapılan bu sed M.Ö. 3. asırda inşâ edilmiştir. 5000 km uzunluğunda 5-10 metre yük- sekliğindedir. Günümüzde mîmârlık: Geçen asırda ortaya çıkan betonarme inşâ tarzı mîmârlıkta yeni bir çığır açtı. Bu yolla yüzden fazla katlı binâlar yapı-: labildi. Hem teknik, imkânların hem de sanâyinin bu derece gelişmesiyle şehirleşme hızının büyük ölçüde artması, içinde birçok âilenin barındığı apartmanların yapımına yol açtı. Günümüzde mîmârlığın diğer bir husûsiyeti de el işçiliğinin azalması ve fabrikasyon malzemesinin gittikçe daha fazla kullanılmasıdır. Hattâ, bütünüyle prefabrik evlerin yapılışı bununla ilgilidir. Son asırda batıda çeşitli mîmâri akımlar doğdu. Bunlardan, günümüz mîmârlığı üzerinde en tesirli olanlardan birisi, Fransız Le Corbusier’in (1887-1965) öncülük ettiği cereyandır. Le Corbusier, yapının güzelliğinin görevini eksiksiz yapmasında olduğunu savundu ve bu görüşü doğrultusunda çeşitli eserler verdi. Le Corbusier, yurdumuza da gelmiş ve İzmir için şehir plânı hazırlamıştır. Amerikalı Frank Lloyd Wright (1869-1959) ise, bir yapının, çevresiyle uyum sağlamasını ön plâna aldı. Arsada bulunan .bir su akıntısını olduğu gibi muhâfaza eden Wright, yapıyı bu suyun ve kayaların etrâfına yerleştirdi. Günümüz mîmârlığmda binâlann içinde hava şartlarının en uygun şekilde sağlanması yolunda büyük ilerlemeler kaydedildi. Bu maksatla kurulan merkezî sistemler otomatik şekilde kontrol edilerek, sıcaklık, basınç ve nem gibi değerler istenen seviyeler arasında tutulmaya başlandı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir