İlk oiarak, her ne kadar büyüklüğünün hakkı karşısında çok kü
çük düşerse de. her hamd edenin hamdi gibi, ben de Allahu Teâlâ’ya
dâimâ ve sonsuz hamdler ederim.
İkinci oiarak, diğer peygamberler de dâhil olmak üzere, sor Resülüne
salât u selâm ederim.
Üçüncü olarak, telifine azm etmiş olduğun: İhyâu ‘ülûm i’d-dîn
kitâbını yazmakta Allahu Teâlâ’dan hayır ve yardım dilerim
Dördüncü olarak, ey levm ediciler arasında en ziyâde taşkınlık
gösteren; gâfil ve dalgın münkirler arasında inkâr ve yermekte aşın
giden çekiştirici! Bir ân önce senin taaccübüne [kendini beğenmene]
son vermek isterim
Gerçekten, dilimden sükût düğümünü çözüp konuşma gerdanlığım
boynuma geçirten ve beni konuşmaya sevk eden husus, senin,
cehaleti beğenip bâtıla yardımdaki inâdm ve açık gerçeği görmemekte
direnmen ile sâhib-i şerfat Peygamber Efendimizin (S.A.), haklarında
:
«Kıyamet gününde, en ağır azabı görecek olan, Allahtı Teâiâ nm<
ilminden kendisini faydanlandırmadığı âlimlerdir.» (1)
buyurduğu kimselerden ayrılarak, her ne kadar tamâmını telâf.
mümkün değilse de, ömründen boşa geçen bâzı eksikleri tedârik etmek,
kalbini ıslâh, nefsini tezkiye gibi, Hak Teâlâ’nın emrettiği kul•
(1) Taberâni «Sagir» inde Bevhskî <Şu’öbü’Mmanx da Ebû Hüreyre’den rivetmişlerdirluk mertebesine yükselebilmek ümidi ile halkın merasiminden azıcık
ayrılmayı tercih ve bu merasimlerden bir parça uzaklaşarak ilminin
mûcibiyle amel etmek isteyenleri ayıplaman olmuştur.
Ömrüme yemin ederim ki, inkârda direnmenin tek sebebi, cemm-i
gafîri kaplayıp ekseriyette olan bir hastalıktan başka bir şey değildir.
Bu hastalık, dâvânm sonunu düşünmekteki kusûr ile, büyüklüğü
nü ve ehemmiyetini idrâk etmemek, dünyânın arkada kalıp âhiretin
bize yöneldiğini, ecelin yaklaştığını, yolculuğun uzun, azığın az, tehlikenin
büyük, yolun kapalı bulunduğunu, Allah için olmayan ilmi ve
ameli, hakîkî sarraf olan Hak Teâlâ’nm reddedeceğini, büyük tehlikeler
ile, rehber ve yoldaşsız âhiret yoluna girmenin çok güç olacağını
bilmemektendir.
Hak yolunun kılavuzları, peygamberlerin vârisi olan hakîkî âlimlerdir.
Halbuki bu zamânda böyle âlimler hemen hemen kalmadı. Ancak
taklîdcileri kaldı. Onlara da Şeytân nüfûz ederek çoklarını azdırdı
ve her biri maddî menfaat sevdâsma kapıldı. Bu sebebden m a ’ r û f
[iyilik] münker [fenâlık]; münker [fenâlık] m a’ruf [iyilik]
sanıldı. Hattâ dinin alâmeti bile gölgede kaybolarak hidâyet ışığı yeryüzünden
kalktı. Böylece ilmi, insânlara, yalnız kargaşalık çıkaran
âdi kimselerin arasını bulmakta Kadı ’larm baş vurduğu fetvâ hü
kümlerinden veya kendini beğenenlerin hasımlannı ilzâm ve onlara
karşı üstünlüklerini i’lân için büründükleri c e d e 1 ’den, veyâhut
avam tabakasını aldatmak için vâizlerin muzahref [yaldızlı] s e –
c î ‘li sözlerinden ibâret imiş gibi göstermeğe çalıştılar.
Çünkü harâmı avlamak ve bunun için şebeke kurmakta bu üç
şeyden başka çâre bulamadılar.
Allahu Teâlâ’mn Kur’ân-ı Kerîm’de, fıkıh, hikmet, ilim, ziyâ, nûr,
hidâyet ve rüşd diye adlandırdığı, Selef-i sâlihîn’in [İlk İslâm büyükleri]
tâkîb ettikleri âhiret yolu ilmi, insânlar arasından dürülüp kaldırıldı
ve tamâmen unutuldu.
Vaktâ ki bu hâl, dîn nâmına zararlı bir gedik ve karanlığa götü
ren korkunç bir tehlike oldu, dînî ilimleri yaşatmak, ilk imâmların
yollarını açıklamak, İslâm büyükleri ve Peygamberimiz katında faydalı
olan ilimleri anlatmak için bu kitâbı yazmayı mühim bir vazifebildim.