İslamm ilk yıllarından beri kılınan namaz, Mîraç’ta Rabbimiz tarafından Peygamberimize (s.a.v.) perdesiz ve doğrudan bildirilmiş, beş vakit olarak kesinleşmiştir. Biz Müslümanlar, “Namaz, mü’minin miracıdır” hadisinin hakikatini tam anlayamıyoruz. Namazın binler güzelliğinden sadece bu özelliği bile tek başına ona sarılmamız ve onu vazgeçilmez kabul etmemize yeter. Çünkü okunan her ezan, Allah’ın namaz emrini hatır-
Bir ayağın sadece fani âlemde yok edilmesi, bir kimsenin tam 25 yıl çalışmasını gerektirirse, acaba bütün bir vücudu, hatta akıl, kalp, ruh, sır ve duyguları ebediyen mahvetmenin cezası ne olmalıdır?
Rabbimiz, sonsuz nimetler vermesine karşılık bizden çok az, çok hafif, çok kolay ve çok rahat bir ibadet olan namaz kılmamızı istiyor. Beş vakit namaz sadece bir saatimizi alıyor. Üstelik Rabbimiz namaz kılana sonsuz bir saadet yurdu olan Cennette yaşama mükâfatı veriyor. Oysaki bizim yaptıklarımız, bir ayağın bile tazminatına kâfi değil.
İsterseniz bırakalım ayda 233 bin lira gibi hayalî hesaplan da gerçeği anlatalım. Ülkemizde (2009’da) ayda bin yeni lira kazanmak çok iyi paradır. Bu hesapla yılda 12 bin lira kazanan bir kimsenin, 70 milyon lirayı kazanabilmesi için tam 5833 sene çalışması gerekir. Bir bakıma tek bir
ayak için, Adem Aleyhisselâmdan bu yana çalışmak icap eder. Bununla sadece bir ayağın beşerî hukuka göre, dünyevî ve maddî karşılığı kazanılmış olacak.
Kabaca 25 alet ve organımız için 145 bin yıl çalışmak gerekecek. Tabiî buna ruhumuz, hayal yeteneğimiz, duygularımız dâhil değil. Ayrıca vücudumuza ihsan edilen ayrı ayrı sayısız maddî ve manevî nimetleri de saymıyoruz. Bu durumda Allah’ın verdiği nimetlerin beşerî adaletle bile karşılığını vermek için dünyadaki hiçbir zenginin parası kâfi gelmez.
Şunu da unutmayalım: Bir göz, bir ayaktan çok daha gerekli ve önemli. Bir kalp ve beyin ise, gözden ve kulaktan değerli. Akıl ve ruh ise hepsinin üzerinde. Hele ebedî hayatı bize kazandıran iman nimetinin değerini hiçbir şeyle ölçebilir miyiz?
İşte biz böylesine muhteşem nimetlerle kuşatılmışız. Bir hadiste anlatıldığına göre, bütün hayatını ibadetle geçiren bir zat vefat edince Cenab-ı Hak şöyle sormuş:
— Ey kulum, sana merhametimle mi muamele edeyim, yoksa ibadetlerinle mi?
Adam bütün hayatını ibadetle geçirdiği için şu cevabı vermiş:
- İbadetlerimle Ya Rabbi!
Melekler yaptığı ibadetleri bir bir hesaplamışlar. Bir de ne görsünler? Adamın ibadetleri bir gözünün şükrü için bile yeterli değil ve Cehenneme gitmesi gerekiyor. Fakat pişman olup yalvarıyor ve Cenâb-ı Hak affederek Cennete götürmelerini emrediyor. Allah bizi böyle ucubdan, yani kendi ibadetlerine güvenmekten korusun.
Rabbimizin verdiği vücut ve sağlık nimetiyle ilgili birkaç örnek daha vereyim. Boy ve ayak Allah’ın bir nimeti. Askerde iken bir ayağı üç santim kısa olan bir arkadaşa üç ameliyat uyguladılar. Her ameliyattan sonra üç ay yatıyordu ve 6 ayda bir ameliyat oluyordu böylece her ameliyat
ancak bir santim uzatabiliyordu. Boyumuzun her santimi için ameliyat masasına yatsak, ömrümüz kâfi gelir mi dersiniz? Söz gelişi, 1.70 santim boyu olan bir kimsenin, tam 170 kez ameliyat olması ve 42 yıl yatakta yatması gerekirdi.
Bir tanıdığımın 24 yaşındaki oğlunun beyin ameliyatı Türkiye’de yapılamıyor ve ABD’ye gitmesi için yoğun bakım donanımlı uçak gerekiyordu. Ailesi varlıklıydı ve her türlü masrafı yaptı. Yaklaşık bir milyon dolarlık masrafın sonucu maalesef ölüm oldu.
Boyu posu yerinde, organları sağlıklı, bütün hormonları ve enzimleri doğru çalışan insanlar ne büyük bir nimet içindeler ve bunun için gece gündüz şükretmeleri gerekmez mi?
Bir de bu güzel organlarımızın rızıkları var. Midemiz için binlerce çeşit yiyecek ve içecek, dilimiz için binlerce tat, kulağımız için birbirinden güzel sesler, burnumuz için sayısız koku, gözümüz için sınırsız güzel manzara yaratılmıştır.
Verdiğimiz örnekler sadece maddî varlığımızla ilgili. Oysa bu organlar, insandaki kadar gelişmemiş de olsa, hayvanlarda da var. Bizim asıl zenginliğimiz, aklî, ruhî, kalbî ve hissî derinliğimizde gizli. Bunların her birini sayfalarca anlatmak gerekir.
Özetle, içinde bulunduğumuz şartlar ve sahip olduğumuz nimetler “mükteseb haklar”, yani kendi kazançlanmız değildir. Bunlar bize ihsan edilmiştir ve devam etmesi için her an o nimet elinin üzerimizde olması gerekir. Yani bir kere ihsan ettiği için “Artık bunlar bizimdir” diyemeyiz. O nimetlerin Allah tarafından her an korunması ve devam ettirilmesi gerekir. Bu yüzden her zaman şiddetle duaya, şükre ve ibadete ihtiyacımız var. Şu ayet meallerine bakın:
“Beni zikredin ki, Ben de sizi rahmetimle anayım. Bana şükredin; sakın nankörlük etmeyin. Ey iman edenler! Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin. Şüphesiz ki Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Bakara: 152-153) ■ v. ^
Bir başka ayette ise yine sabır ve namazla yardım istemek emredilir ve “Fakat bu, Allah’tan korkanlardan başkasına pek ağır gelir” buyrulur. (Bakara:45) Demek ki, “namaz kılmamak” bir bakıma Allah’tan korkmamak demektir. Hangi mü’min, her şeyin yaratıcısı ve sonsuz güç sahibi Allah’tan korkmaz? Eğer bütün zerreleriniz bu ifadeden ürperiyorsa, hemen namaza ciddiyetle ve coşkuyla sanlın.
İşte namaz, ayetlerde emredilen şükrün en güzel ifadesidir. Bize verilen nimetleri hatırlayıp, ahiretteki hesap vermeye işaret eden, “O gün bütün nimetlerden sorgulanacaksınız” (Tekâsür: 8) anlamındaki âyeti aklımızdan hiç çıkarmamak gerekir. Bilhassa namazı, isteksiz ve baştan savma değil, severek ve büyük bir itinayla kılmalıyız.Gelmesi kesin olan “o gün” henüz gelmeden Önce tedbirimizi alalım. Ahiretteki pişmanlık fayda vermez. O gün ömürlerini boşa tükettiklerini apaçık gören bazı insanlar, “Ne olur, bizi tekrar dünyaya gönder de hayırlı işler işleyelim” diye Rabbimize yalvaracaklar. Ama bu imkân verilmeyecek. Çünkü dünya imtihanının tekrarı yoktur.