NEDEN MEZHEP ve MEŞREP ?
Tartışmaya gerek duyulmayan mevzulardan biri de, bugün insanlığın içinde bulunduğu bunalımdır.
Evet, günümüzde acil çözüm bekleyen içtimâî, iktisâdî, hukukî, ahlâkî pekçok mesele yok değildir. Hatta, özellikle gündemde tutulan İktisadî problemlerin sebep olduğu birçok çıkmazın içinde bulunduğumuz da muhakkaktır. Bu çıkmazlardan elbette çıkış çareleri bulmak zorundayız.
Fakat sıhhatli bir teşhis ve tesbit için sıhhatli bir ortam analizi yapmak gerekir ki, tedbir ve tedavi müsbet neticeler verebilsin. Nitekim, günümüzde tahribatı hat safhaya ulaşmış buhranların kaynağı saptırılmaktadır. Yukarıda sıraladığımız meseleler, buhranlara yol açan tâli sebepler olabilir, fakat asıl mesele bunlardan başkadır.
Maddî doyumluluk içindeki ve hatta maddî doyumda kusma noktasına gelmiş insanlar da zikri geçen bunalımı yaşamakta ve bu konuda doyumsuz insanlara nisbetle daha ileri bir buhran safhasında bulunmaktadır. O halde ne maddî doyumla insan tatmin edilebilir, ne de madde, insanı tatmin edebilir. Mesele, vasıta olan madde değildir;
asıl mesele ‘iman’ ve ‘insan’ meselesidir.
İnsanı iç âleminde gerçek anlamda tatmin etmeden yapılan bütün gayretler yokluğa mahkumdur. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi ‘maddeten doydum’ diyen veya maddeten doyurulan insan tatmin nedir bilmemiştir. Bu itibarla insanı, ruhî-manevî bir huzur ortamına çekmek gerekir. Çünkü her an Yaratıcı’sının huzurunda olduğu şuuru, Yaratan’ına hesap vereceği inancı, mükafaat ve ceza endişesi, insanı manevî bir mücadeleye sürükler. Bu mücadele de onu tatmin eder. Mücadelenin en büyüğü ise Allah’ı zikirdir.
Bu sebepten olacak ki, Kur’ân-ı Kerim’in müteaddit âyet-i kerimelerinde insanlar Cenab-ı Hakk’ı zikre çağırıl-maktadır.
Halife olarak yaratılan insanın, Cenab-t Hakk’m bütün tecellilerini yansıtması ve ayna olması bakımından Hz. Âdem’den zamanımıza kadar mahiyeti aynı kalmıştır. Onu çevreleyen dış tabiatın şekillenmesi bu ulvî varlığın değiştiğine delâlet etmez. O, her zaman aynıdır. İnanan, seven, korkan, ümit eden, ye’se düşen, düşünen, hisseden, hayret eden, haya ve iffeti olan bir varlıktır. O, bu hasletleri her devirde taşımıştır. Ancak bunların tezahürü farklı farklı olmuştur. Durum bu olunca, insanın Yaratan’ma kavuşması da belli metodlarla olmuştur. Zamanın değişmesi metod-ların da değişmesini gerektirmez. Gayesi insanı eğitmek, yetiştirmek olan meşrepler, Cenab-ı Peygamber Efendi-miz’den zamanımıza kadar aynı metodları takip ederek gelmişlerdir.
Bir yol, nefsi tezkiye ile insanı eğiterek Rabb’inin rızasına nail etmeyi benimserken, diğeri de ruhu yücelterek bu vazifeyi görmeyi esas almıştır. Başka bir ifade ile âyet ve hadislerle anlatılan Evrâd ve Ezkâra devamla elde edilen, insanın manevi miracını mümkün kılan Emmâre, Levvâ-me, Mülhime, Mutmainne, Râziye, Merziyye , Safiye diye adlandırılan nefis kademeleri veLetâif-i Ruh, Letâ
Kalb, Letâif-i Sır, Letâif-i Sırr-ı Sırr, Letâif-i Ha-fâ, Letâif-i Ahfâ, Letâif-i Nefs, Letâif-i Aradiye, Letâif-i Maiye, Letâif-i Küll, diye bilinen manevî makamlar seyredilir.
Tarihî seyr içinde, inanan insanların vuslatı mezkur yollarla olmuştur. O halde devrimizin insanı aynı yolla terbiye edilemez, huzura kavuşturulamaz mı?.. Elbette ki kavuşturulur. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi insanı mezhep ve meşrepler yönlendirir. Bugünün yönsüz ve gayesiz olan insanı da ancak bu yol ile yönlendirilir. İstikamet dediğimiz zaman, Ehl-i Sünnet meşrep ve mezheplerine bağlılığı anlıyor ve mezhep ve meşrepleri tavsiye ediyoruz. Mezhepler, insanların dış taibatını İslâm’ın zâhirî düsturları ile yönlendirip proğramlarken, meşrep de insanların iç tabiatını İslâm’ın kalbî ahkâmı ile yönlendirip programlamaktadır.
Böylece, gerek iç ve gerekse dış tabiat bakımından insan garanti altına alınmış olur.
Yüzyıllar boyu mezhep ve meşrepler bu ulvî vazifeyi görürken ve de İslâm bu iki ana müessese üzerinde bina edilmişken, “Bunlar İslâm’dan mıdır, değil midir?” tartışmasına girmek zannımıza göre neticesi bulanık bir tartışma olur. “Mezhep ve meşrep önderleri bizler gibi insandır. O halde, biz de aynı içtihat yetkisine malikiz” deyip de mezhep ve meşreplerin inkârına gidenler hiç şüphesiz yanılmışlardır.
Ashab’dan hemen bir nesil sonra, Tabiîn devrinde İslâm’ı, Kur’ân’ı, Peygamberi ve Ashab’ı anlamakla asırlarca sonra bugün anlamaya çalışmak ve hakikatlere nüfuz etmek arasında sıhhat derecesi bakımından büyük farklar mevcuttur.
Mezhep ve meşrep ölçülerini dikkate almadan direkt Ashab devrine yönelerek Kitap ve Sünnet’e muhatap olmak gerektiğini iddia etmek, aslında Edille-i Şer’iyye’nin son iki şıkkı olan İcmâ-i Ümmet ve Kıyas-ı Fukaha’yı
inkâr anlamına gelir. Bu durumda Kitap, şahsî yorumlarla bir müctehid edasıyla ele alınacağı için neticede her yorum indî bir mezhep ve meşrep hüviyeti arzedecektir ki Ehl-i Sünnet mezhep ve meşrepleri son derece sıhhatli ölçüler içinde bunu zaten daha önce yapmışlardı.
Ümmet tarafından ittifakla kabul ve tasdik edilmiş belirli sayıdaki müctehid ve meşrep sahibi üstadları kabulde imtina edenler, Kitap ve Sünnet üzerinde her keyfî yorum sahibini birer müctehid kabul etmek zorunda kalacaklardır.
Kaldı ki, zamanımızda gayr-i İslâmî fikir tohumlarının etkisiyle meşrep ve mezhepler aleyhine üretilen fikirler bir yana bırakılırsa; asırlarca haklarında hiçbir şüphe ve endişe emaresi gösterilmeden ümmet tarafından meşrep ve mezheplere tabi olunup benimsenmesi ve yüzyıllarca müçtehid imamlarla meşrep pirlerinin sarsılmaz merkezi otoriteler kabul edilmesi de meşrep ve mezheplerin itidâli ve doğruyu temsil ettiklerinin tarihi bir ispatıdır.
Kanaatimiz odur ki, bir İmam-ı Azam, bir Şafiî, Maliki, Hanbelî… gibi doruk noktasındaki şahsiyetlerin ortaya koyduğu mantık ve mantaliteyi bugün bulmak çok zor ve imkansızdır.O halde yeni görüşler aramak yerine geçmişi yaşayarak ihya etmek tek kurtuluş yoludur. Çünkü ifrat ve tefritten sâlim olarak; fıtrat, Sırat-ı Müstakim ve itidâli temsil eden Ehl-i Sünnet mezhep ve meşrepleri, hassasiyetle riayeti gerektiren gerçek İslâmî düsturları cem etmiş bulunmaktadırlar.
Günümüzdeki bunalımların ve haksızlıkların yol açtığı meseleler ancak bu yollarla halledilir; yokluklar, facialar ve adaletsizliklerin önüne ancak bu yollarla geçilir