NİÇİN SEVİYORMUŞ?
Şöyle anlatılır: İbn-i Hafifin iki talebesi vardı. Bunlardan birinin ismrAhmed-i Mih, diğerininki Ahmed-i Kih idi. İbn-i Hafîf daha çok Ahmed-i Kih’i severdi. Sohbetine katılanlar bünu kıskanmışlardı. Bu durumu öğrenen İbn-i Hafîf, Ahmed- i Kih’in daha üstün-olduğunu onlara göstermek istedi. Dergâhın kapısının önünde bir deve uyuyordu. İbn-i Hafîf “Ey Ahmed-i Mih! Şu deveyi dergâhın damına çıkar” deyince, Ahmed-i Mih; “Hocam deve dama nasıl çıkarılır?” dedi. İbn-i Hafîf “O hâlde bırak kalsın.” deyip, diğer talebesine “Ey Ahmed-i Kih) Şu deveyi dama çıkar.” buyurdu. Bunun üzerine Ahmed-i Kih, peki efendim diyerek hemen dışarı çıktı ve iki elini devenin altına sokarak kaldırmaya çalıştı, fakat kaldıramadı. İbn-i Hafif; “Ey Ahmed-i Kih, iş tamam olmuş ve hâlin öğrenilmiştir.” deyip, sohbetinde bulunanlara dönerek; “Ahmed-i Kih, Ahmed-i Mih’den daha iyi hareket etti, emre itâat etti ve îtiraz etmedi. Bu iş yapılır veya yapılmaz diye mütâlaa yapmadı. Ahmed-i Mih ise, uzun uzadıya detilier getirmek istedi ve münâkaşaya tutuştu. Zâhir hâlden tjâtın hâl açıkça anlaşılır.” dedi.
geldik. Ben çocuktum, acıktım diyerek ağlardım. Babamı çok üzdüm. Babam dayanamadı. Hüc- re-i seâdete gelip; “Yâ Resûlallah! Bu gece sana misâfiriz.” dedi. Bir yana oturdu. Gözlerini kapadı. Biraz sonra, başını kaldırıp güldü. Sonra ağladı. Gözünü açıp; “Re- sûlullah elime para verdi.“ dedi. Avucunu açtı. Paralan gördüm. Bunları hem kullandık, hem sadaka verdik. Rahatça Şirâz’daki evimize geldik.
Kendisi rüyâlarından birini şöyle anlatır: Bir gece rüyâmda Peygamber efendimizi gördüm.
Yanıma geldiler ve mübârek ayağının ucuyla beni uyandırdılar. Kendisine bakınca; “Bir kimse Al- lahü teâlâya giden yolu öğrenir, sonra bu yoldan ayrılırsa, Allahü teâlâ bu kişiyi, âlemde hiçbir kimseye vermediği bir azap ile cezâ- landırır.” buyurdular.
Vefât etmeden önce on yedi gün hiçbir şey yemedi. Ağzından misk gibi güzel bir koku yayılıyordu. Huzûrunda bulunanlar; “Böy- lesine güzel kokuya hiç rastlamadık.” dediler.
Ahmed bin Muhammed şöyle
anlatmıştır. Bir defasında kulunç hastalığına yakalanmıştım. Sıhhatime kavuşmak için tabiblere gidip ilaç aldım. Ne kadar uğraştıy- sam hastalıktan bir türlü kurtula- madım. Bir gece rüyâmda İbn-i Hafîf hazretlerini gördüm. Bana; “Sana ne oldu?” diye sorunca; “Bu hastalık beni âciz bıraktı. Ta- bibler de çâre bulamadı.” dedim. Bunun üzerine; “Üzülme. Yarın o hastalıktan kurtulacaksın. Artık acı çekmeyeceksin.“ buyurdu. Uyanınca, üzerimde hastalıktan eser kalmamıştı. Tam sıhhate kavuştum.”
İbn-i Hafifin rivâyet ettiği ha- dîs-i şerifte Peygamber efendimiz; “Eğer Allahü teâlânın katında, bütün dünyânın bir sinek
kanadı kadar kıymeti ota kâfirlere bir yudum su ver di.” buyurdu.
İbn-i Hafîf buyurdu ki: sin kırılması, Allahü teâlânın ne hizmet etmek ile olur.11
“Dört şey talebeye zarûrfj zımdır: “Birincisi; bir binek I nıdır, bu sabırdır. İbâdetlere” nelmede, günahlardan sakınn ta ve musibetlere tahammül ona binilir. İkincisi; oturup ra edebileceği ve korunup barına ğı bir evdir, bu akıldır. Önui şeytanın vesvesesinden ve nefı helâk edici muhâlefetinden runmak mümkün olur. Üçüncüs görenin beğeneceği güzel bir bisedir, bu hayâdır. Bununla kö
iş ve sözlerden korunulmuş olur ve nefsi terbiye etmek mümkün olur. Dördüncüsü; aydınlatıcı bir kandildir, bu da faydalı ilimdir. Bu, talebeyi doğru yolda hidâyet nû- runa ulaştırır.”
“İnsanlara vasiyetim, şu altı şeyi muhâfaza etmeleridir: Birincisi; ahdi (anlaşmayı) muhâfaza etmektir. Ahde uymamak alçaklıktır. İkincisi; söz verince tutmaktır. Üçüncüsü; Allahü teâlâdan gelen bütün belâ ve musibetleri, nefsine lâzım bilip tahammül etmektir. Dördüncüsü; her hâlde, ve her durumda, Allahü teâlâyı unutmamak ve O’na ibâdet etmektir. Beşincisi; fakirliğine sabredip, gizlemektir. Altıncısı; Allah yolunda, O’na kulluk etmek için bulunmaktır.”
“Sâlih bir insana en zararlı şey, nefsine kolaylık göstermesidir.”
“Takvâ, seni Allahü teâlâdan uzaklaştıran her şeyden uzaklaşmandır.”
“Tevekkül; olan şey ile yetinmek ve olmayan şeye râzı olmaktır.”
“Kalbin olgunlaşması, Allahü teâlânın zikri ite olur.”
“îmân, Allahü teâlânın gayba âit bildirdiği bütün şeyleri, kalbin tasdîk etmesidir.”
“Tasavvuf, Allahü teâlâya giden yolu bulmaktır.”
“Riyâzet, nefsi hizmetle kırıp,
Allahü teâlâya ibâdette gevşeklik göstermesine mâni olmaktır.”
“Kul, ancak dünyâdan yüz çevirmekle Allahü teâlâya ulaşır.”
İbn-i Hafîf hazretlerinin talebelerine yaptığı vasiyeti şöyledir: “Bir hocaya talebe olmaya karar vermiş bir kimse, bildireceğimiz hasletlere uyarsa ve onları mühâ- faza ederse, nefsin isteklerinden kurtulup, kulluk vazifesini tam yaparak Allahü teâlâya kavuşur. Bu da Allahü teâlânın ihsânı ve muvaffak kılması ile mümkündür. Bu hasletler yirmi beş tâne olup şunlardır:
İlk haslet nedâmettir. Yâni, gaflet ve günahlarla geçen vakitlerine pişmân olup, Allah ve kul haklarından borcu olanlara ödeyip tövbe etmek.
İkincisi; kullanacağı faydalı ilimleri öğrenmek.
Üçüncüsü; sükût, halvet ve zikre devamdır. Sükût (susmak), nefsin konuşmasını (vesveseyi) önler. Halvet (yalnızlık), hislerin dağılmamasını sağlar. Zikir, kalbin tasfiyesini (saflaşmasını, temizliğini) temin eder.
Dördüncüsü; ayakta durma, oturma ve bütün hâllerinde Allahü teâlânın emir ve yasaklarını düşünüp, hareketlerini ona göre düzeltmek.
Beşincisi; her işine, meşveret etmeden (danışmadan) başlamamaktır. Böylece, işin bozuk ve kötü olmasından korunur.
Altıncısı; bir din kardeşi ile birlikte bulunup, vesveselerden kurtulmak gerekir.
Yedincisi; her işinde ve sözünde doğru olmaktır.
Sekizincisi; mîde ve dili korumaktır. Çünkü, talebe şehvet sevgisine mübtelâ olursa, günleri gaflet ve tenbellik ile geçer. Böylece, Allahü teâlâya ulaşmaktan mahrûm kalır. Dil konuşmaya meylederse, gönlü zikre alışmaz. Zîrâ dilin günahı (isyânı) diğer bütün günahlardan daha çoktur.
Dokuzuncusu; bütün â: ile, içten ve dıştan edebli ol” tır. Susmalı ve ancak lüzum ca konuşmalıdır.
Onuncusu; üç şeye riâye^ melidir: İlki, çok acıkmayınca memelidir. İkincisi, çok susar* dıkça su içmemelidir. Böylece ku basmasından korunulmuş ■ Üçüncüsü, çok uyku bastırı dıkça uyumamalıdır.
On birincisi; kadınlarla s bet etmekten ve bilhassa şeh.’ uyanmasına sebeb olacak yeı”
DELİLİNİZ NEDİR?
Kendisi anlatır: “Ebü’l-Abbâs bin Süreyc’in huzûrunda fi. kıh dersi öğreniyorduk: “Allah sevgisi farz midir, yoksa far değil midir?” diye sordu. “Farzdır.” diye cevap verdik. Ib Süreye; J,Delîliniz. nedir?” diye sorunca; “Tevbe sûresi 24,s âyetinde Allahü teâlânın meâlen: “Ey Resûlüm, o hfcretli terk edenlere de kİ: Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz,, hanımlarınız, akrabâlannız, kazandığınız mallar, geçersiz of- – masından korktuğunuz bir ticâret, hoşunuza giden meskenler, size Allah ve Resûlünden ve O’nun yolunda cihad- dan daha sevgili ise, artık Allah’ın azâbı gelinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.”. buyurduğu delîlimizdir. Allahü teâlâ burada, kendi sevgisini ve Habîbinin sevgisini diğer sevgilere üstün kıldı. Kendi sev-1 gisîne ve Resûlünün sevgisine ortak bir sevgiye karşı azap ^ vâd etti. Allahü teâlânın azâbı, ancak farzı terk etmek üzeri- nedir.” diye cevap verdik. Ayrıca; “Resûlullah’ın sevgisi de I farzdır. Bunun delîli de, Resülullah efendimizin şu hadîs-i şe- f rîfidir: “Sizden birisi beni kendi nefsinden, âiiesinden, ma- 1 lından, çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevme- dikçe kâmil îmân etmiş olmaz.” buyruldu.” dedik.
de onlarla beraber bulunmaktan sakınmalıdır. Ancak böyle yapmakla nefsin ve şeytanın şerrinden korunabilirsin.
On İkincisi; lüzumsuz veya zararlı yerlere bakmaktan gözü korumaktır. Hadîs-i şerifte; “Müslümanların odalarına, gizlice ve kötü gözle bakanlar münâfık- tır.” buyrulmuştur.
On üçüncüsü, yemek ve uyku öncesi dâhil olmak üzere, devamlı abdestli bulunmaktır. Bunun faydalan çok olup, bundan gâfil olmamak lâzımdır.
Ön dördüncüsü; zarûret hâli hâriç, gaflet ehli, yâni Allahü teâ- lâyı hatırlamıyanlar ile berâber bulunmamalıdır ki, onların gafletleri bulaşmasın.
On beşincisi; sâliha bir hâtûn bulup, bir an önce onunla evlenmektir. Evlenmekte acele edin ki, akıllarınız bununla meşgûl olup Allahü teâlâdan uzaklaşmayasınız.
‘ On altıncısı; boş sözleri dinlemekten sakınmalıdır. Kalbin fesat ve dağınıklığı, çoğu zaman bundan doğar. Boş sözleri çok dinleyenin, dünya sevgisine mübtelâ olup, helâk olmasından korkulur.
On yedincisi; “Şöyle yapsaydım, böyle olurdu. Şöyle yapma- saydım, böyle olmazdı…” gibi sözlerden’sakınmalıdır. Bunlar münâfıkların sözlerindendir. “Hakkın dilediği oldu, dilemediği olmadı. Takdir ettiği olacak. Sâdece
Allah bize kâfidir. O ne iyi vekildir.“ diye söylemelidir.
On sekizincisi; kaçınılmaz durumlar hâriç, bozuk fırkalar ve bid’at ehli ile münâzara etmemelidir. Bunların îtikâdlarını değiştirmeleri, normal olarak mümkün değildir. İlmi ve aklı az olan biri, bu münâzara yüzünden sapıtabilir.
On dokuzuncusu; kimseyi azarlamamalıdır. Çünkü Hak yolun tâliplerine bu iş yakışmaz. İnsanlara Allah için iyi davranılırsa, insanın tabiatı iyi ahlâklara alışır ve gadablardan yâni olur olmaz şeylere kızmaktan kurtulur.
Yirmincisi; nefsin vesveseye kapılıp, kendisini başkalarından hayırlı (daha iyi) veya başkalarının bilmediğini biliyor olarak gbsme- sini önlemelidir. Böylece nefsin, işlerin en hayırlı olanları ile meşgûl olması sağlanır.
Yirmi birincisi; kibirden sakınmalıdır. Kibrin alâmeti; kendini yüksek veya başkalarını aşağı görmektir. Çok büyük bir kusurdur.
Yirmi İkincisi; ucubdan (kendini beğenmekten) sakınmalıdır. Ucbun alâmeti; kendini, kendi aklını ve fikrini beğenip, kimseden nasîhat kabul etmemektir. Ucub sâhibi, çok bildiğini sandığından çok yanılır.
Yirmi üçüncüsü; hasetten sakınmalıdır. Hasedin alâmeti; Allahü teâlânın bir kuluna verdiği nî-
metlerin, o kuldan gitmesini istemektir.
Yirmi dördüncüsü; kalbini, Allahü teâiâyı unutturacak hiçbir şeyle meşgul etmemelidir.
Yirmi beşincisi; kalbini, diline uygun hâle getirmek ve dünyâ sevgisini kalbinden uzaklaştırmaktır.”
İbn-i Hafif hazretleri buyurdu ki:1 “Akıllı insan, önce îtikâdını düzeltir ve Rabbine ulaşmaya hazırlanır. Niyetini hâlis yapar, işlerini temiz kılar. İbâdetini güzel yapar ve âhiret azığı toplar. Kendisinin başıboş yaratılmadığını bilir.
İlkönce tevhide, yâni Allahü teâlânın birliğine ve şerîki (ortağı) olmadığına inanmaktır. İnanır ki’: Allahü teâlâ birdir. Fakat bu birlik rakam cinsinden değildir. O birdir, fakat diğer şeyler (mahlûk olan varlıklar) gibi değildir. Yarattıklarından hiçbirine benzemez. Mülkünde hiçbir şey O’nun zıddı değildir. Yarattıklarının hiçbiri O’nun aynı değildih Cisim ve cismânî değildir. Hiçbir hadis (sonradan, yoktan var olanlar) veya hâdise O’nu kaplayamaz ve kaplayama- yacaktır. Eşyâya hulûl etmez. Eş- yâ da O’na hulûl edemez. Olmuş ve olacak her şeyi bilir. Henüz olmamış bir şeyin, nasıl olacağını bilir. Öncelik, sonralık ve zaman, mekân mahlûklar içindir. O, zamansız ve mekânsızdır.
Allahü teâlâ vardır. O, aiîmdir (bilici), mâlum (bilinmiş) değildir.
O, kâdirdir (gücü yeten), makdûr
(güç yetirilen) değildir. O her ş< görür, kendisi görülmez. Rızıklâ”
O verir. Yaratandır, yaratılmış de u ğildir. , *
Allahü teâlâ, ilim sıfatı ilet âlimdir. Kudret sıfatı ile kâdirdir^ O’nun isim ve sıfatları mahlûk de-* ğildir. Kıyâmet gününde müminler, Allah’ı göreceklerdir. İnsan, amelleri sâyesinde değil, yalnız Allah’ın ihsânı ve takdiri ile Cen- net’e girecektir.”
İbn-i Hafîf’in yazdığı kitapların bâzıları şunlardır: El-İstizkâr, El-Fusûl fil-Usûl, El-Münkatiîn, Kitâb-ül-Lübs-il-Murakkât, Ki- tâb-ül-İ’âne, El-Mi’râc, Kitâb- ül-İ’tikâd, El-İktisâd, El-Levâmîr El-Müfredât, Kitâb-ül-Belvâ, El- Enbiyâ, Ma’rifet-üz-Zevâl, El- Meşâyih, Şerh-ül-Fedâil.
1) Tabakât-üs-Sûfiyye; s.462 .2) Hilyet-ül-Evliyâ; c.10, s.385
3) Risâle-i Kuşeyrî; s.116
4) Tezkiret-ül-Evliyâ; c.2, s.105
5) Kıyâmet ve Âhiret; (5. Baskı) s.116
6) Nefehât-ül-Üns; s.222
7) Sefînet-ül-Evliyâ; s.110
8) Tabakât-(il-Evliyâ; s.290
9) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.105
10) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; o.4,
8.164