ÖLÜM; Aim. Tod (m), Fr. Mort (f), İng. Death.
Bir canlı varlığın (insan, hayvan ve bitkinin) hayâtî
faaliyetlerinin kesin olarak sona ermesi. Canlı
varlıkların herhangi bir dokusunun canlılığını
kaybetmesine de ölüm denir. Canlının ölümünden
bahsedebilmek için, hayâtî faaliyetlerin bir
daha geri gelmemek üzere sona ermesi şarttır. Zîrâ
boğulma, donma, zehirlenme tehlikesi geçiren
ve kalbi duran kişilerde sun’î teneffüs ve kalp masajı
yapılarak, durmuş gibi görünen solunum ve dolaşım
fonksiyonlarının tekrar başlatılması çok kere
mümkün olmaktadır. O halde kalp ve solunumun
bir süre durması ölüm demek değildir.
Biyolojik ölüm: Ölümden evvel, kısa veya
uzun olmak üzere agoni ismi verilen bir can çekişme
devresi sözkonusudur. Bu devre, müzmin
hastalıklarda uzun, âni ölümlerde ise kısa olur.
Bu devrede, dolaşım ve solunum sistemlerinde
iyileşmesi mümkün olmayan değişiklikler meydana
gelir. Agoni devresi birkaç dakikadan, birkaç
güne kadar uzayabilir. Bu devredeki bir şahıs, tam
olarak sessizlik ve hareketsizlik içinde bulunur, dış
uyarılara karşı tepki çok azalmış veya kaybolmuştur.
Bütün sistemlerin çalışması bozulmuştur.
Bâzan, bozukluklar düzelir gibi olur, şahıs kendini
çok iyi hissettiğini bile söyleyebilir. Bu durum,
ölüm öncesi görülebilen geçici bir iyilik hâlidir. İlk
önce görme, sbn olarak işitme duyusu kaybolur.
Gözler yukarı ve dışa tavana bakıyormuş gibi bir
hâl alır, gözbebekleri genişler. Göz akı ve göz kenarlarında
yapışkan bir sıvı toplanır. Göz parlaklığını
kaybeder, arkaya doğru çöker. Refleksler
ortadan kalkar. Alından soğuk iri tâneli terle birlikte
son bir gözyaşı damlası gelebilir, şahıs ağlıyor
gibidir. Nabız oldukça zayıflar. Kalp sesleri
güçlükle ve çok hafif duyulur, el ve ayaklar soğur,
fakat şahsın iç harâreti bâzan 42-43° dereceye kadar
yükselir. Salya, sümük, idrar, pislik, meni dışarı
çıkar ve neticede ölüm husûle gelir. Bâzı agoni
durumlarında şuur kapalı olmakla birlikte aklî
melekeler, zekâ ve şuur bozulmaz.
Ölümün birinci dönemi, fonksiyonel, klinik veya
formatik ölüm dönemidir. Bu dönemde kişilik
kaybolur. Ölümün ikinci dönemiyse hücrelerin
ölümü veya moleküler ölüm dönemidir.
Kalp nakli ameliyatlarından önce klinik ölüm;
dolaşım, solunum ve sinirle ilgili organların faaliyetlerinin
son bulması şeklinde kabul ediliyordu.
Kalp nakli ameliyatlarından sonra ölümün târifindeki
fikir ve araştırmalar değişik bir yön almıştır
ve neticede beyin ölümü terimi ortaya çıkmıştır.
Beyin ölümü yâni klinik ölüm, beynin bütün
faaliyetlerinin durması ve bütün tedâvilere
rağmen geri dönmeyecek şekilde kesilmesidir. Bu
ölümde, dolaşım ve solunumu çalıştıran cihazlar çıkarılınca,
solunum ve dolaşımın durmaları da esasalınmaktadır. Beyin faaliyetlerinin durması, elektroansefologramda
düz bir çizginin görülmesiyle
anlaşılır.
Ölüm teşhisinde kullanılan çeşitli metodlar
sözkonusudur. Hekimlerce göz önünde bulundurulan
ölüm belirtilerinden bâzıları şunlardır:
1. Solunumun durması: Ölünün göğsüne bir
bardak su konur. Canlıda solunum dolayısıyla su
yüzeyi titrer. Ölünün ağzına ayna tutulur. Solunum
varsa ayna buğulanır; fakat bu yol, eski bir usuldür.
Cesetteki kokuşma dolayısıyla da ayna buğulanabilir.
2. Kalbin durması: Vücudun hiçbir yerinden
nabız hissedilemez, kalp sesleri işitilmez, elektrokardriyogramda
düz bir çizgi görülür ki, ölüm
teşhisi metodlarının en doğru netice vereni budur.
Kan dolaşımının durduğu da çeşitli deneylerle
tespit edilebilir.
3. Kanın tetkiki: Uzun süren hastalıklarda
ölümden sonra pıhtılaşma olur, boğulma şeklinde
ve âni ölümlerde ise, kan sıvı halinde kalır. Canlıda
kan bazik reaksiyon verir. Ölümden 2-3 saat
sonra ise, kan asidik reaksiyon verir.
4. Ölümden sonra deri elastikiyetini kaybeder,
soluk beyaz ve sarımtrak bir renk alır. Deride yara
açılırsa, yaranın dudakları genişlemez, yakılırsa
kan ve su toplanması görülmez.
5. Gözdeki bütün refleksler kaybolur. Gözbebekleri
genişlemez olup, ışığa cevap vermez.
ABD’deki bir kânun maddesine göre ölümün
târifi:
1. Dolaşım ve nefes alma fonksiyonları, geriye
döndürülmez bir şekilde durduğu zaman,
2. Beyindeki (beyin sapı dâhil) bütün fonksiyonlar
durduğu zaman ilgili şahıs ölü kabul edilir.
Bitkisel hayatta ise beynin kortikol faaliyeti
durmuş, ama beyin sapı faaliyetleri devâm etmektedir.
Yâni şahıs görmez, konuşmaz, işitmez,
hareket edemez, fakat dolaşım, solunum ve bâzı
otomatik hareketler (uyuma, sindirim…) devâm
etmektedir.
Ölünün yüzünde, durumunda, ölümünden sonra
görülebilen değişiklikler başlar. Ölünün yüzünde,
ölüm halindeyken gördükleri sebebiyle,
korkunç veya gülüyormuş gibi bir şekil husûle
gelebilir. Ölümden sonra bütün kaslarda gevşeme
olur. Göz kapakları kasları gevşediğinden kapaklar
arası açık, yan açık veya kapalı olabilir. Bâzan
bu açıklık devamlı kalır, bâzan açık olan gözkapakları
arası birkaç saat sonra daralır. Ölümden
hemen sonra ağız açılır, çene aşağıya düşer, ölü
katılığı husûle gelince, ağız bir santimetre kadar
kapanır. Ölümden sonra kişi, yer çekimi kânununa
uyarak yere düşer. Ölüm nerede vukû bulursa kişi
orada kalır. Ölü katılığı hâlinde ise kişi, ölüm
ânında bulunduğu pozisyonu muhâfaza eder. Mevaziyette bulunabilir. Ölü katılığı çözülünce bu
durum da bozulur.
Isısı 5-15 derecede olan bir yerde, yeni ölen bir
şahıs saatte 1 derece soğuyarak 24 saat sonra bulunduğu
yerin ısısıyla aynı dereceyi bulur. Ölen
şahıs, çevre ısısına bağlı olarak su kaybeder ve neticede
ağırlığı azalır. Gözün üstünde göz salgısı
toplanmasından dolayı örümcek ağı meydana gelir.
Ölümden sonra yer çekimi etkisiyle damarlardaki
kan, cesedin alt kısımlarında toplanır ve koyu
mor renkte ölü lekeleri meydana gelir. Ölü lekeleri
vücudun yere dokunan kısımlarında husûle gelmez.
Ölümden sonra kaslarda sertleşme olur ki, buna
ölü katılığı ismi verilir. Ölü katılığı halk arasında
iyi bilindiğinden cesedin çenesi ve iki ayağı
biçimsiz şekil almasın diye bağlanır. Ölü katılığı
bâzan hafif ve kısa zamanda geçen şekilde
olmak üzere her ölende meydana gelir. Çok nâdiren
görülmeyebilir. Ölü katılığı, genellikle önce alt
çenedeki adalelerden başlar. Sonra sırasıyla boyun,
yüz ve gövdedeki adalelerde meydana gelir. Ölümden
genellikle 2-3 saat sonra başlar, ölü katılığı 30
saat içinde tam bir şekilde meydana gelip, kokuşmanın
başlamasıyla 48-72 saat sonra çözülür.
Yalancı ölüm: Hayâtî faaliyetlerin durması
âniden olmayabilir. Bir veya birkaçı yavaş yavaş
durabilir ki bu durmada gerçek ölüme benzeyen yalancı
bir ölüm durumu sözkonusu olabilir. Yalancı
ölümler, iç ve dış kanama, zehirlenmeler, kafa
travmaları, donma, yıldırım, elektrik çarpması ve
sinir sistemiyle ilgili durma hallerinde görülebilir.
Yalancı ölüme karşı korunmak ve kişiyi canlı olarak
gömmemek için; 1900 senelerinde İngiltere’de
eski Roma âdetlerinde olduğu gibi, ceset kokuşuncaya
kadar birkaç gün bekletilip sonra gömülüyordu.
Yalancı ölümler en çok yeni doğan çocuklarda
görülür. Ölüme kanaat getirdikten sonra,
cesetler bir an önce kaldırılır.
Hukuktaki ölüm: İnsan hayâtının tamâmen tükenmesi
olan ölümle hukûkî şahsiyet (kişilik) sona
erer. Ölen kimse herhangi bir borç altına giremez
ve hak sâhibi olamaz. Ölen kimseye karşı
veya onun adına dâvâ açılamaz. Kâide olarak ölümün
ispatı, nüfus sicilindeki kayıtlarla yapılır. Bir
kimse nüfus sicilinde ölü görünüyorsa, bunu ileri
süren tarafın sırf bu kayıtları delil olarak göstermesini
adlî makamlar yeterli görüyor. Aksini iddia
eden kimse çeşitli delillerle iddiasını ispat etme
hakkına da sâhiptir.
Ölüm sicilleri nüfus memurluklarınca tutulur.
Ölen her kimsenin ölüm sicilinin tutulması
için, en geç on gün içinde nüfus memurluğuna
bildirilmesi lâzımdır. Bundan başka hâkim tarafından
gâib kararı verilmiş veya ölümüne muhakkak
nazarıyla bakılan bir tehlike içinde kaybolanve ölüsü bulunmayan kimse de (mahallin en büyük
mülkiye âmirinin emriyle) ölüm siciline ölü olarak
kaydedilir.
Hukûkî bir delil olarak kullanılan ölüm karnesi,
bir kimsenin ölümüne muhakkak gözüyle
bakılacak bir tehlike içinde olması ve cesedin bulunmaması
demektir. Meselâ kayalara çarparak
düşüp parçalanan uçağın yolcularından hiçbirisi
kurtanlamadığı taktirde karneye göre ölmüş olduğu
kabul edilir.
Ölümün hakîkatı: Ölmek, yok olmak değildir.
Varlığı bozmayan bir iştir. Ölüm, rûhun bedene
olan bağlılığının sona ermesidir. Rûhun, bedenden
ayrılmasıdır. Ölüm, insanın bir hâlden,
başka bir hâle dönmesidir. Bir evden, bir eve göç
etmektir. îmânı olan ve akıllı ve bâliğ olan erkek
ve kadınlara (mükellef) denir. Mükellef olanların,
ölümü çok hatırlaması sünnettir. Çünkü ölümü
çok hatırlamak, emirlere sarılmaya ve günâhlardan
sakınmaya sebep olur. Haram işlemeye cesâreti
azaltır. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem
buyurdu ki: “Lezzetleri yıkan, eğlencelere son
veren ölümü çok hatırlayınız!” Tasavvuf büyüklerinden
bâzıları, hergün bir kere hatırlamayı
âdet edinmişti. Muhammed Behâeddîn-i Buhârî
rahmetullahi aleyh her gün yirmi kere, kendini
ölmüş, mezâra konmuş düşünürdü.
Allahü teâlânın emirlerine uyan bir mümine,
ölümden daha sevinçli birşey olmaz. Allahü teâlâya
kavuşmayı seven mümin, ölümü ister. Ölüm, dostu
dosta kavuşturan bir köprüdür. Kavuşmak şevki,
büyük ve yüksek derecedir. Bu dereceye yükselen
mümin, ölümün gecikmesini istemez. Rabbine
iştiyakından dolayı, O’na kavuşmayı, O’nu
görmeyi sever. Cenneti seven ve ona hazırlanan insan
ölümü sever. Çünkü ölüm olmayınca, Cennete
girilmez.
Bir kimsenin îmânı son nefeste belli olur. Bir
insan, bu saâdete kavuşunca, Allahü teâlânın ihsânları
başlar. Bu anda, elbette sevinir. Saâdet sâhibi
o kimsedir ki, Azrâil aleyhisselâm gelip;
“Korkma, Erhamürrâhimîne gidiyorsun. Asıl vatanına
kavuşuyorsun. Büyük devlete erişiyorsun!”
der. Böyle kimseye, bundan daha şerefli bir gün
yoktur. Bu dünyâ, bir konaktır. O cihana bakınca
zindandır. Bu geçici varlık, bir görünüştür. Gölge
gibi, yavaş yavaş çekilmekte, geçip gitmektedir.
Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “insanlar uykudadır,
ölünce uyanırlar.” Dünyâ hayâtı, rüyâ gibidir.
Ölüm uyandırıp, rüyâ bitecek, hakîkî hayat
başlayacaktır. Müslümanın ölümü, hayattır. Hem
de sonsuz hayat!
Her Müslümanın, ölüme hazırlanması gerekir.
Bunun için de, tövbe etmeli ve kul hakkı altında
kalmamaya dikkat etmelidir. Yâni, hakları sâhiplerine
verip halâllaşmalıdır. Allahü teâlânınhaklarını da ödemek lâzımdır. Bu hakların en mühimi,
İslâmın beş şartını yerine getirmektir. Borçları
ödeyerek, emânetleri sâhiplerine vererek ölüme
hazırlanmak lâzımdır.
Hastanın yatağı, çarşafı ve çamaşırları temizlenir.
Sık sık değiştirilir. Çünkü temizliğin kalbe ve
rûha büyük tesiri vardır. Ölüm zamânında ise, kalbin
ve rûhun temiz olması, başka zamanlardan
daha mühimdir. Tedâvi olmak lâzımdır. Fakat, şifâyı
halk eden, devâda tesiri yaratan, Allahü teâlâdır.
Allahü teâlâ, isterse kullanılan ilâçta tesir yaratmaz.
Eğer öyle olmasaydı, her tedâvi edilen
hasta, iyi olurdu.
Ağır hastalara, evde, âilesinin, sâlih kimselerin
yanında, Kur’an-ı kerîm okuyarak ve kelime-i
şehâdet telkin ederek, îmânla can vermesine çalışılmalıdır.
Hastalıktan ve dünyâ sıkıntılarından kurtulmak
için ölümü istemek uygun değildir. Dinde sıkıntı
ve fitnelerden korkarak, Allahü teâlâdan ölümü istemek
sünnettir. Allah yolunda şehit olmayı istemek
de böyledir. Mekke-i mükerremede ve Medîne-
i münevverede olduğu zamanda ve evliyâ
türbelerinin yanında ölümü istemeye izin verilmiştir.
Allahü teâlâya kavuşmayı sevdiği için ölümü
istemek müstehaptır. Hadîs-i şeriflerde buyuruldu
ki:
Bir kimse, Allahü teâlâya kavuşmayı severse,
Allahü teâlâ da ona kavuşmayı sever.
Gece gündüz ölümü hatırlayan kimse, kıyâmet
günü şehitler yanında olacaktır.
Ölmeden evvel ölünüz. Hesâba çekilmeden
önce kendinizi hesâba çekiniz.
Ölümü çok hatırlayınız. Onu hatırlamak,
insanı günah işlemekten korur ve âhirette zararlı
olan şeylerden sakınmaya sebep olur.
ÖLÜM
21
Eki