Genel

Orada Kimse Var mı?

Orada Kimse Var mı?

Aynı sistemde yer alan iki komşu gezegende birden yaşam bulunması olasılığı oldukça dikkate değer bir olaydır. Bunun yanında, bir de pek çok yakın yıldızın çevresinde keşfedilen gezegenleri düşünecek olursak, galaksimizin “hayat dolu” bir yer olduğunu varsayabiliriz. Ancak, hemen akıllara gelen bir soru var: Eğer, yaşam bu kadar yaygınsa, SETİ (Search for ExtraTerrestial Intelligence) olarak bilinen, Dünya dışı varlıkları araştırma programı neden başarılı olamıyor? Herkes nerede?
GEÇTİĞİMİZ Ağustos ayından önce, Dünya dışı yaşamın yaygın olamayacağını, hatta hiç olmadığını söylemek kolay gelebilirdi. Ancak, Mars’tan geldiği düşünülen bir göktaşının, bir takım mikroorganizma fosillerini içermesi, her şeyi değiştirdi. Mars’ta yaşam olduğu iddiası bir tartışma konusu olsa bile, bir zamanlar üzerinde devasa nehirler akan ve kalın bir atmosfere sahip olan gezegende, ilkel mikroorganizmaların ortaya çıkmış olabileceğine dair pek az şüphe var.

New Orleans’taki Tulane Üniversitesi’nden Frank Tipler, yukarıdaki soruların cevabını bildiğini dü-
şünüyor. Ona göre, eğer Mars’taki yaşam gerçekse, evrende, ilkel yaşamın yaygın olduğuna inanabiliriz; ancak, ne var ki, bizim gibi akıllı canlıların gelişme olasılığı çok az. Aslında, Tipler olasılığın akıl almaz derecede düşük olduğunu, Büyük Patlama’dan bugüne, galaksimizde varolan tek akıllı varlıkların biz olduğumuzu düşünüyor.

Bu alışılmadık yaklaşım, galaksimizin yaşının ve yıldızlararası yolculuk yapabilecek kapasitedeki bir uygarlığın onu ne kadar zamanda keşfedebileceğinin bir karşılaştırması sonucu ortaya çıkmış. Tipler’e göre, böyle bir kolonileşme, en etkin olarak, yıldızlara kendiliğinden iıreye-bilen “sonda”lar gönderilerek ger-
çekleştirilebilir. Bu kendiliğinden üreyebilen sonda fikri, bir Macar-Amerikan matematikçi, John von Neumann tarafından 1950’lerde geliştirildi. Bir yıldıza doğru yolculuk ederken, von Neumann sondalan, mevcut kaynakları kullanarak, kendi benzerlerini yaparlar ve fırlatırlar. Bir sonda iki tane olur; iki sonda dört olur ve bu çoğalma işlemi böylece üssel olarak devam eder.

Tabii ki, canlı varlıkların keşfiyle ilgisi olmayan bu sondaların galaksimizde varolabilecekleri fikrine katılmayabilirsiniz. Bununla beraber. Tipler Dünya dışı uygarlıklarla onların robot ajanları arasında bir ayırım yapmıyor. Bu sondalar, ancak çok gelişmiş oldukları takdirde, çevrele

iki maddeyi ve enerji kaynakla-„ ğalmak için kullanabilirler. Ya-: bakıma, kendi çaplarında bir m şekline sahip olmalılar ve gende yaşayan bir uygarlığın başa–3 uzayda temsil edebilmeliler. :\er’c göre, von Neumann .-innı yaratırken karşılaşılabile-;n büyük engel, bilgisayar teklidir. Tipler’in söylediğine gö-n Jalar en azından bir insan ka-e.-îi olmak durumundalar. Aynı „-¿a çok hızlı olmalılar; ancak,

* .xnın yüzde 90’ı hıza ulaşabilmişmiş bir uygarlık için bile îmasa gerek.

■ -S bir hızla yol alan sondanın, •yılı uzaklıktaki bir yıldıza

– .nsş’in en yakın komşusu olan …entauri’nin uzaklığıdır) ulaş-ıklaşık beş yıl sürecektir. Di-

– ki. sondanın kendi kopyasını .¿sı için gereken süre 100 yıl ol-Bu durumda, bütün sondaların >:nin her bir köşesine yayılmacı ortalama hız, ışık hızının : olacak ve bu hızla, yaklaşık

“il ışık yılı çapındaki galaksinin ? milyon yıl sürecektir. Şu an-*: ketlerin hızıyla yol alındığını .■ ıısak, galaksimizin her yerini .-rmek ve her yıldızın etrafında

– -lunmak 300 milyon yıl alacak-

aksiyi keşfetmek için gere-Galaksinin yaklaşık 10 lın yaşma kıyasla çok çok

■ 7:ı>3er. “Eğer Dünya dışı

– _• Tirsa. bugün şu anda bu-.. – sistemine de gelmiş 5 vüe bir şeyin olmadığı göre, yoklar.” rinm adamları, anlaşılabi-evrende yanlız oldu–irini kabul etmek istemi-r ‘ Tipler’in Dünya dı–..inn olmadığı fikrini ol-■■ – “.ıİJNorlar. Massachu-

– r*i_:esi’nden Edward li^nva dışı uygarlıklara … – : – £• kyüzünde boydan bo-… – – ^bileceğini ve bizim ■. •-ışımıyor olabileceğimizi

çok araştırmacı da, ■_ -.r kanı t görülememesi-.:’.;-ır=r. de kanıt olmadığı -. ¿r.meyeceğini söyleyen

■ . /.yoriar. Prince-

— ‘ Anıştırmalar Enstitü-
sü’nden Freeman Dyson, “İşin gerçeği, onların oralarda bir yerlerde olup olmadığı konusunda herhangi bir fikrimiz yok.” diyor.

Bazı bilim adamları ise, Dünya dışı uygarlıkların, bize hiç belli etmeden, buralarda olduğunu belirtiyorlar. SETİ Enstitüsü’nden Seth Shostak, “Güneş sisteminde çok küçük sondaların dolandığını varsayalım.” diyor ve devam ediyor: “Nereden bilebiliriz ki?”

Buna karşı, Tipler’e göre eğer Güneş sistemi ziyaret edilmiş olsaydı, bunun izlerini kesin bir şekilde görebilecektik. “Kuyrukluyıldızlardan oluşan Oort Bulutu ve astreoid kuşağı bugün varolmaya-
caktı; çünkü, bütün mevcuı kaynaklar, yeni yapılar oluşturulmakla kullanılacaktı.”

Tipler’in bu düşüncesine göre, bir von Neumann sondası, yeni bir yıldız sistemine ulaştığında, sadece kendi kopyasını yapmakla kalmayacak, bunun için gereken tüm mevcut kaynakları kullanacaktı. Örneğin Güneş sistemindeki Oort bulutu ve asteroid kuşağı, gerekli mineral kaynakları olabilecekleri için, tüketile-ceklerdi. Tıpkı Romalılar’ın geçmişte, kumun bir gün bilgisayarlarda kullanılabileceğini akıllarının ucundan bile geçirmiş olamayacakları gibi, gelişmiş Dünya dışı uygarlıkların da nasıl bir teknoloji kullandıklarını bilemeyiz. Tipler’in “biyolojik” yıl-dızlararası kolonileşme modelinde, Dünya üzerindeki yaşamın mevcut kaynakları başarılı bir şekilde kullanması gibi, gelişmiş Dünya dışı varlıklar, bu olayı çok daha geniş bir arenada, evrenin tamamında gerçekleştiriyor olabilirler.

Harrison gibi diğerleri de, Tipler’in biyolojik modelinin temelinde bir hata olduğunu düşünüyorlar. Onlara göre, Tipler’in modelinde, Dünya dışı varlıklar, aynı insanlar gibi hareket ediyorlar; halbuki, oradaki yaşam, bizim hayal gücümüzün ötesinde, çok daha farklı bir biçimde gelişmiş olabilir. Tipler ise, gelişmiş yaşam biçimlerinin, Dünya’daki gibi bilindik özelliklere sahip olduğunu

düşündüğünü kabul etmiyor. Ona göre, artık astronomların Dünya dışı uygarlıkların da Dünya’dakine benzer evrim aşamalarından geçtiklerini kabul etmeleri gerekiyor.

Öte yandan, Shostak, Güneş sisteminin çok sönük bir yer olduğunu düşünüyor. Hatta, insanların Dün-ya’nın her yerine değil de belli yerlerine dağılmış oldukları gibi, bu Dünya dışı uygarlıkların da Saman-yolu’nda, yaşanabilecek, ilgi çekici bölgelere yerleşmiş olabileceklerini varsaymış. Shostak’a göre bu da bir olasılık…Tipler’e göre ise, insanlar Dünya üzerinde her yere eşit dağılmamış olsalar bile, etkilerini her yerde görmek mümkün; en azından mikroorganizmalar her yere yayılmış durumda.

Dünya dışı uygarlıkların çevremizde neden bulunmadıklarına dair diğer olası açıklamalar, “kendi kendini yok etme hipotezi”ni ve “düşünme hipotezi”ni içeriyor. Kendi kendini yok etme hipotezine göre, uygarlıklar kendilerini, henüz diğer yıldızlara yolculuk edemeden yok ediyorlar. Düşünme hipotezine göre ise, gelişmiş uygarlıklar, kolonileşe-rek bir arada yaşamak yerine, evde oturmayı, kendilerini sanata ya da hayatın anlamım düşünmeye adıyorlar.

Ancak, Tipler’e göre, bir uygarlık ne kadar kendi kendini yok etmeye ya da evde oturup göbeğini seyretmeye eğilimli bile olsa, her zaman istisnalar çıkacaktır. Tipler’e
göre, uzun vadede, Dünya dışı uygarlıklar bile bulundukları yerleri terketmek zorunda kalacaklar. Örneğin, Güneş bir kırmızı dev haline geldiğinde, eğer hâlâ kendi kendimizi yok etmemişsek, Dünya’vı terketmek zorunda kalacağız.

Eğer, Güneş Sistemi’nin neden yıldızlararası turist haritasında yer almadığını açıklamaya çalışan, yukarıda sözü edilen ve diğer pek çok düşünce, çeşitlilik ve üssel yayılma gibi düşüncelerle çürütülüyorsa, onları göremememizin asıl sebepleri nelerdir?

Shostak’a göre, diğer bir olasılık, uzaya ışık hızıyla kıyaslanabilir hızda bir yıldızlararası sonda göndermek için çok fazla enerji gerekiyor olması. Tipler buna karşı çıkıyor ve ekliyor: “Herkese hatırlatırını ki, 1904 yılında, ünlü Amerikalı astronom Simon Newcomb da, havadan ağır araçların uçmak için, pratik olmaktan öte, çok fazla enerji gerektirdiklerini “kanıtlamıştı”.

Tipler, ileri düzeydeki bir uygarlığın, yıldızlararası yolculuğu mümkün hale getirmiş olmasının bekleneceğini söylüyor. Hatta bizim bile Pioneer 10 ve 11 gibi, Plüton’u geçerek yıldızlararası boşluğa ulaşan uzay araçlarımızın olduğunu ve bunların en yakın yıldıza ulaşmalarının yaklaşık 80 000 yıl süreceğini belirtiyor.

Tipler’in düşünceleri, yakın yıldızlardaki uygarlıklardan kaynaklanabilecek bir takım radyo dalgalarına ulaşmayı amaçlayan SETİ proje-
si üzerinde de bir takım tartışmalara yol açıyor. Eğer Dünya dışı uygarlıklar herhangi bir radyo sinyali gönderiyorlarsa, bir başka yerde, binlerinin bu sinyali gerekli alıcıyla ve sabırla dinlediğine inanıyor olmalılardır. Tipler’e göre, çok daha etkili bir strateji, bir uzay gemisi göndermektir.

Tipler’e göre, neresinden bakarsak bakalım, SETİ zamanın boşa harcanmasıdır; çünkü, Dünya dışı uygarlıklar, radyo dalgaları yerine, kütleçekimi dalgalan ya da notrino-lar gibi farklı yöntemler kullanıyor olabilirler.

Hiçbir şey, Tipler’i evrende yalnız olduğumuz fikrinden vazgeçire-cek gibi görünmüyor. Hatta Tipler daha da ileri giderek, “Eğer evrende herhangi bir yerde ileri seviyede bir uygarlık gelişmiş olsaydı, üssel genişleme mantığına göre, bugüne dek Güneş sistemine de ulaşmış olurlardı.” diyor ve devam ediyor: “Biz sadece Samanyolu’ndaki tek gelişmiş uygarlık değil, aynı zamanda tüm evrendeki en gelişmiş uygarlığız, yani tamamen yalnızız.”

Eğer Tipler haklıysa, yüzyıllardır süren, uzayın karanlıklarına yönelişimiz sona erecektir. Kopernik’in, Dünya’nın Güneş’in çevresinde döndüğünü söylemesiyle keşfetmeye başladığımız gökyüzü, Samanyo-lu’nun evrendeki milyarlarca galaksiden birisi ve Güneş’in de Samanyolu galaksisindeki çok sıradan bir yıldız olduğunun keşfiyle devam etti. Tipler ise, çok özel olduğumuzu ve eğer kendimizi yok edecek olursak, evrende yaşam kalmayacağını iddia ediyor.

Ancak pek çok astronom, “özel” olduğumuza katılmıyorlar. Harrison. yalnız olduğumuz görüşünün çok aceleci ve hayal gücünün ötesinde bir görüş olduğunu söylüyor.

Kendi kendimizi yok etmeyeceğimizi varsayarak, Tipler, insan ırkı için aydınlık bir gelecek görüyor ve evrendeki biyosferin kaynağı olacağımızı söylüyor. Tipler’in kafa karıştıran bu mantığına göre, ilk hücrenin Dünya’da yayılıp gelişmesi gibi, bizim torunlarımız da evrene yayılacak ve yerleşecekler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir