wiki

OSMANLI’DA MAHKUM OLMAK

Kudüs Hapishanesi personeli içtima halinde, 1900-1905

OSMANLI’DA MAHKUM OLMAK

Kudüs Hapishanesi personeli içtima halinde, 1900-1905

Kudüs Hapishanesi personeli içtima halinde, 1900-1905

Sözlükte “alıkoymak, engellemek” manasına gelen habs kelimesi, örfi kullanımda “bir şahsı, bir canlıyı veya eşyayı bir yere kapatmak, belli bir süre alıkoymak”, hukuki manada ise “sanık veya suçluyu belli bir mekânda cebren alıkoyarak kişinin hak ve özgürlüklerini sınırlandırmak” manalarına gelir. İslam Hukuku’nda hapis ceza yöntemlerinden biri olmadığı için Osmanlı Devleti’nde genelde suç işleyen kişiye bedenî (kırbaçlama, falakaya yatırma), teşhir etme (eşeğe ters bindirip şehirde dolaştırma), toplumdan tecrit etme, esnafsa mesleğinden uzaklaştırma veya sürgüne yollama gibi cezalar uygulanırdı.

Osmanlı kanunname ve adaletnâmelerinden öğrendiğimiz kadarıyla günümüz hukuk kurallarındaki “bir kişi suçu ispatlanmcaya kadar suçsuzdur” düşüncesi o zaman da geçerliydi. Ehl-i örfün elinde suçun sabit olduğunu gösterir belge olmadan zanlıya hiçbir cezanın uygulanamayacağı temel kaidelerdendi.

Bununla beraber bir kişi suçu sabit olana kadar veya ihtiyati (borçlu bir kişinin borcunu ödemeden kaybolmaması gibi) olarak hapis cezası uygulanıyordu. Hapishanelere zindan deniyordu. Bunun için de genelde kale kuleleri kullanılıyordu. Mahkûmların ihtiyaçları genellikle halk tarafından karşılanıyordu. Hapishaneler cezaevi olarak ilk kez 1831’de İstanbul’da Sultanahmet’te Hapishane-i Umumi (Genel Cezaevi) adı ile kuruldu. 1858’de yürürlüğe giren yeni bir yasayla suçlar ve cezalar sınıflandırıldı. Bu yasada özgürlüğü bağlayıcı ceza olarak iki ağır ceza vardı. Bunlar kürek cezası ve kalebentlikti. Kürek cezasına çarptırılan suçlular eskiden gemilerde kürek çekerek cezalarını tamamlarlardı. Daha sonra “kürek cezası” deyimi yalnızca “ağır ceza” anlamında kullanıldı. Kalebentlik ise, hapsedilen kişinin bir kalenin içinde çektiği cezaydı. Hafif cezalarda ise, hüküm giyilen süre normal cezaevlerinde geçiriliyordu.

Tanzimat Fermanı’ndan sonra Avrupalı devletler hapishaneleri Osmanlı Devleti’nin iç işlerini müdahale malzemesi olarak kullanmaya başladılar. Devlet’i Aliyye de müdahalelerin önünü alabilmek için yeni bir yapılanma içine girdi. Pek çok vilayet merkezlerinde erkek ve imkân dâhilinde kadın hapishane binaları yapıldı veya kiralandı. Hapishanede dünyaya gelen ya da dışarıda bakacak kimsesi olmayan çocukların topluma faydalı fertler olarak yetiştirilmeleri ve ebeveynlerinin işlemiş olduğu suçun cezasına ortak edilmemeleri için farklı uygulamalar yapıldı. Buna göre çocuğun annesinden ayrı büyümesinin getireceği ruhsal eksiklikler de göz önüne alınarak, 0-6 yaş arası çocukların annelerinin yanında, sonrasında ise Darulaceze’de kendilerine ayrılan bölüme nakledilmeleri uygun görüldü.

Fotoğrafta Kudüs Hapishanesi personeli içtima halinde görülüyor. Soldaki sivil kıyafetli kişi hapishane müdürü olmalı. Dâhiliye Nezareti ülkedeki mahkûmların sayısını, suç çeşidini araştırıp önlem alabilmek ve yıllara göre suç oranlarını belirleyebilmek için istatistiklerin tutulmasını kararlaştırmıştı. Bunu takip vazifesi Umumi Hapishaneler Müdürlüğü’ne verildi. Ortadaki asker de verilen emir gereği elinde mahkûmların yoklama ve vukuat defterini tutuyor. En sağda başında fesi, beyaz üniforması, dize kadar botları, tüfeğine taktığı kocaman süngüsü ile nöbetçi görülüyor. Arkada giriş kapısı önünde nöbetçi kulübesi olmakla birlikte nöbetçi, 15-20 cm. yüksekliğindeki bir sehpa üzerinde duruyor. Sehpanın altında da nöbetçinin kundura ayakkabıları bulunuyor. Nöbetçinin sağında, duvarda mahkûmlara açılan kapının anahtarı asılmış. Daha geri planda ise hapishanenin memurları ve gardiyanlar bulunuyor. Giriş kapısının üstünde mermer bir kitabe, onun altında üzerinde “Tevkif Hapishanesi” yazan cam çerçeve, bir de havagazı feneri duruyor. II

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir