Ben Osmanlı Devleti tahtına çıkalı dokuz yıl.olmuştu. O zamanlar henüz bir çocuktum. Üstelik ağabeyim Sultan Osman’ın nasıl öldürüldüğünü duymuştum. Sonra Sultan Mustafa’nın taht uğruna başına gelenleri biliyordum. Aynı şeyleri yaşamaktan korkuyordum ama bu böyle devam edemezdi! Padişah olduğum bir gerçekti ama bu sürede benim istediğim hiçbir şey yapılmamıştı» Yanlışlarla doğrular birbirine karışmış ve devlet zorbaların eline kalmıştı. Artık bir şeyler yapmalıydım. Ben devletin selameti. için bu tahtta oturuyordum ve görev beni bekliyordu. Önce bu devleti kendi hırsı yüzünden yok oluşa sürükleyen sadrazamı ortadan kaldırılmalıydım.
Onun oracıkta şehit edilmesi dayanılacak şey değildi. Hızla ayağa fırladım. Gözlerim kocaman açılmış yumruklarım sıkılmıştı. “Cenab-ı Allah bana kudret verirse hepinize göstereceğim!” diye bağırdım. Birkaç gün sonra yine saraya saldıran yeniçeriler sevdiğim bazı dostlarımı da aldılar elimden. Bütün bu olanlar yüreğimi yakıyordu ama kimse acımı paylaşmadı. 10 Şubat 1632 tarihinde, Recep Paşa’nın sadrazamlığını mecburen kabul ettim. Devlet içindeki bu karışıklıklara onun sebep olduğunu biliyordum. Annem Mahpeyker Kösem Sultan da onun yandaş- larındandı. Ama ben bir gün her şeyin değişeceğinden emindim. Asker, Recep Paşa’nın yanındaydı. Halk ve esnafsa benden yanaydılar. Bir gün İstanbul halkı toplanıp asi yeniçerilerin karşısına çıktı. Onlar, “Padişahımız isterse onun uğruna ölmeye hazırız!” diye bağırınca zorbalar korkup seslerini kestiler.deyince annem, “Olmaz Aslanım. Sadrazamlığa Recep Paşa layıktır. Hem sana da destek olur.” deyip kestirip attı. İyice sinirlenmiştim; “Hayır, o olmayacak! Ben o adama hiç güvenmiyorum. Hem niye bana itaat edilmez? Neden benim emirlerime uyulmaz!” diye bağırdım. Ama annem hâlâ inat ediyordu; “Sen ne dersen de, bu iş olacak. Recep Paşa, yiae en iyisidir.” diyordu. Recep Paşa ikinci vezirdi. Ama bu mevki ona yetmiyor, sadrazam olmak istiyordu. Benim bu iş için Hafız Paşa’yı düşünüyor olmam da onu çileden çıkarıyordu. Yeniçeri Ocağı’nda taraftarları çoktu. Hiç ummadığımız bir gün, bu adamları saraya sal- dırttı. Bana gönderilen elçiler, başta Hafız Ahmed Paşa olmak üzere on yedi kişinin kendilerine teslim edilmesini istiyorlardı. Onlara ne yapacakları belliydi. Elbette böyle bir şeyi kabul edemezdim. Hemen Hafız Ahmed Paşa’ya haber gönderip kaçıp kurtulmasını istedim ama o kaçmayı gurur meselesi yaptı. “Padişahım, bırakın da beni götürsünler. Bu kargaşa başka türlü düzelmez. Devlete ve size daha büyük zarar vermelerinden korkarım. Ne yapalım, dünyadan nasibimiz bu kadarmış.” dedi. Sonra da Kur’an-ı Kerim’den ayetler okuyarak askerin arasına daldı.Irak’taki başarısızlık yüzünden, Hafız Ahmed Paşa sadrazamlıktan uzaklaştırıldı. Onun suçlu olmadığım biliyor ama gücümü yeterince göstere- miyordum. Oysa, “Hafız Ahmed Paşa yerinde kalacak.” diyebilirdim. Ama üzülerek onu görevden aldım. Onun yerine Halil Paşa getirildi ama o da başarılı olamadı. İkisinin de bir takım oyunlara kurban gittiklerini biliyor ama sesimi çıkaramıyordum. Çünkü ne kadar itiraz edersem edeyim güç yine annem ve bazı vezirlerin elindeydi. Sonra da Hüsrev Paşa sadrazamlığa getirildi. Hüsrev Paşa ordusunu toplayıp bu kez isyan eden Abaza Paşa üzerine gitti. Erzurum kuşatılınca Abaza Paşa mecburen bize teslim oldu. Ordunun büyük bir kısmı Bağdat önlerindeydi. Bağdat Kalesi’ne saldırılıyor ama zafer hâlâ kaza- mlamıyordu. Artık Hüsrev Paşa’dan da ümidi kesmiştim. Şanlı devletimin zaferlerle dolu tarihi sanki yerle bir oluyordu. Ülke karışıklık içindeydi. Sadrazamlardan biri gidip biri geliyor ama sonuç değişmiyordu. Bir gün anneme, “Hafız Ahmed Paşa’nın hiç kusuru yokken sadrazamlıktan aldınız. Yerine getirdiğiniz Hüsrev Paşa da Bağdat’ı alamadı. Ben Hafız Ahmed Paşa’yı tekrar sadrazam görmek isterim.”Ayrıca Irak’ın büyük bir bölümü de elimizden çıkmıştı. Doksan yıldan beri bizim idaremizde olan Irak, şimdi İran’ın elindeydi. Halk bunu duyunca sokaklara döküldü. “Cennet mekân Kanuni Sultan Süleyman Han’ımızın hatırası Bağdat, nasıl İran’a teslim edilir?” diye bağırıp çağırmaya başladılar. Sadrazam Hafız Ahmed Paşa, hemen sadrazamlığa getirildi. Sonra da ordusunu toplayıp Irak üzerine yürüdü. 13 Kasım 1625 tarihinde Bağdat kuşatılmıştı. Bu habere çok sevindik. Paşanın niyeti, Irak’ta kaybettiğimiz bütün toprakları tekrar ele geçirmekmiş ama yeniçeriler, “Biz savaş istemeyiz!” diye isyan etmişler. Bu durumda Bağdat ve çevresi yeniden Safevilerin eline geçti. Asker, şimdi sadece parayla ilgileniyor, sonra da yan gelip yatıyordu. Devletin durumu artık onların umurunda bile değildi. Sık sık bir yerlere baskınlar yapıyor, bazen de zenginleri kaçırıp fidye istiyorlardı. Bütün bunları düyunca ağabeyim Sultan Osman’ın ne kadar haklı olduğunu düşündüm. Yapılacak en doğru şey, Yeniçeri Ocağı’nı dağıtıp yeni bir ordu kurmaktı ama bu çok zordu. Ağabeyim bunun için öldürülmüştü ve benim de sonum onun gibi olabilirdi.