Osmanlı Devleti’nin karışıklık döneminden yararlanmak isteyen başka bir devlet daha vardı. O da Safevi Devleti’ydi. Artık onlara bir ders vermenin de zamanı gelmişti. Çünkü çok şımarmışlardı. 10 Mart 1635 günü İstanbul’dan hareket ettik. Halk, beni ve ordumu sevgiyle alkışlıyordu. “Padişahım çok yaşa!” haykırışları gök kubbeyi çınlatıyordu. Bir yanda mehter, zafer marşları çalıyor, asker kahramanlık türküleri söylüyordu. Herkes çok mutluydu. Sanki savaşa değil, bayrama gidiyorduk. Asker, yine eski asker olmuştu. 26 Temmuz 1635, Perşembe günü, Revan Kalesi önüne geldik; İki gün sonra da kuşatma başladı.
Düzeni bozanları, fitne çıkaranları cezalandırmak halkımı korumanın tek yolu, diye düşünüyordum. Verdiğim cezalar belki caydırıcı olabilirdi. Bunun için ümitle bekliyordum. Ben bunlarla uğraşırken Lehistan hükümeti de topraklarımıza yine akınlar düzenlemeye başlamıştı. Birkaç kez onları uyardık ama sonuç değişmedi. Öyle ise biz de Lehistan üzerine yürüyecektik. 15 Nisan 1634 tarihinde ordu hareket etti. Yola çıktığımızdan haberdar olan Lehistan hükümeti anlaşma yapmak istediğini söyleyince kabul ettik. Buna göre, Lehler bir daha bizim isteklerimiz dışında hareket edemeyeceklerdi.ve tütün ise İstanbul’daki büyük yangınlara sebep oluyordu. Evlerin çoğu tahtadan yapılmıştı. Sigarasını söndürmeden atanlar ya da nargilesini devirenler yangınlara sebep oluyorlardı. Mahalleler alev alev yanarken atılan çığlıklar, daha dün gibi aklımda. Yersiz yurtsuz, aç ve açikta kalan insanların durumu da yürekler acısıydı. Evler, köşkler, saraylar yanıyor; minarelerden gökyüzüne alevden diller uzanıyordu.Sık sık baskınlar yaptırıyordum. Sigara ve içki içenler yakalanıp cezalandırılıyordu. Bazen de ben kıyafet değiştirip halkın arasına karışırdım. Kimse beni tanımaz, istedikleri gibi hareket eder, rahat davranırlardı. İşte o zaman yakayı ele verir ve ağır cezalar alırlardı. Akşam olunca elde fener olmadan dolaşılmazdı. Kimin nerede ve ne yaptığını bilmeliydim. Her şey aydınlık içinde olmalıydı. Çünkü gizli kapaklı işlerden ve onları yapanlardan nefret ediyordum.18 Mayıs 1632 günü düşündüğüm şeyi gerçekleştirince yeniçeriler, yandaşlarını kaybetmiş oldular. Onları koruyup yaptıkları zorbalıkları görmemezlikten gelecek biri yoktu artık. Şimdi güçlü olan bendim ve kimse buna engel olamazdı. İlk yaptığım iş, bütün yeniçeri ve sipahileri bir araya toplamak oldu. Tek tek yemin edeceklerdi. “Dinime, devletime, milletime ve padişahıma sadık kalacağıma, gerektiğinde canımı bile esirgemeyeceğime, zorbalık etmeyeceğime yemin ederim. Hem Vallahi, Hem Billahi, Hem Tallahi…” Yemin töreninden sonra biraz rahatlamıştım. Artık iktidar benim elimdeydi. Ne annem ne de onun yandaşlarından tek kelime duymak istemiyordum. Böylece devletimizin taht şehrinde, düzeni kurmuş olduk. Daha sonraki günlerde bu bütün yurtta uygulandı. Sonunda ben de halk da biraz huzur bulmuştuk. Şimdi de sıra dış düşmanlara gelmişti. Yaptığım ilk iş, yeniçerilerin işlettiği kahvehaneleri kapatmak oldu. Oralarda neler döndüğünü, padişah ve devlet aleyhine yapılan toplantıları biliyordum.
© 2007 Eserin her hakkı anlaşmalı olarak Timaş Basım Tîcaret ve Sanayi Anonim Şrrketi’ne aittir. Kaynak gösterilerek almtı yapılabilir