RABİAT’UL ADEVİYE

RABİAT’UL ADEVİYE (r.a.h.)Hicrî 95 – Milâdî 713 yılında Basra’da dünyaya gelen Râbiat’ul Adeviye (r.a.h.), Hicrî 185 – Milâdî 801 yılında yine Basra’da irtihâl-i dâri beka eylemiş, cemâl âlemine göçmüştür. Doksan yıl muammer olan Râbia Sultan, İslâm dünyası içinde yaygın bir şöhrete sahiptir. Zâhid, dindar ve fazîlette örnek, asrının numune-i misâlî denilebilecek seviyede kâmil bir hanımdı.Râbia Sultan’ın muhterem pederi İsmail Efendi, Basra’da bir kulübede oturmakta idi. Basra’lılar bu kulübeyi “Âbid’in kulübesi” olarak tanıyorlardı. Çünkü bu zât, seçilmişlerdendi. Dünya malından mahrumdu. Fakat Allah dünyalık yerine kendisini, imân, rızâ, daimî ibâdet ve şükran nimetleri ile donatmıştı. İşte Râbiat’ul Adeviye Sultan, bu kulübede dünyaya geldi. O gece bu kulübede, ne kandile koyup yanacak bir yağ, ne de yavruyu saracak bir şey vardı. Baba mütevekkildi; anne ağlıyordu.Râbia, Rabb’in himâyesiyle büyüyen bir çocuktu. Henüz çocukluktan çıkarken önce babası, sonra annesi vefat etti. Bu suretle Râbia, yetim, öksüz ve yoksul olarak, dünyanın dertlerini yüklendi. Râbia’nın kardeşlerinin kimi evlendi, kimi zengin ailelerin yanına hizmetçi olarak girdi. Akrabaları, Râbia’yı da Basra’da bir tüccarın hizmetine verdiler. Râbia çalışkan ve sabırlı idi; ama ekmek için namusunu verecek bir yoksul kız değildi. Tüccar, evin efendisi olmak sebebiyle onun, her türlü hakkını çiğnemek arzusu duyduğu için, Râbia daima uyanık davranırdı.Bir gece tüccar:- Git, testi ile soğuk su getir! dedi.O hiç itirazsız kalktı, geceleyin soğuk su doldurmaya gitti. Ama değil soğuk su bulmak, su bulmak meseleydi. Çaresiz arandı; ama aradan epey bir zaman geçtikten sonra su bulamadan, elindeki boş testi ile geri döndü. Tüccarın hakaretine uğramamak için, Allahü Teâlâ’dan yardım istedi. Boş testiyi evin kapısına bırakıp, içeriye girdiğinde tüccar hiddetle:- Nerede kaldın? Suyu getir bakalım! dedi.Kapının yanında boynu bükük bir vaziyette, Cenâb-ı Hakk’a niyazda bulunan Râbia, korkudan cevap veremedi.418RABİAT’UL ADEVİYE (r.a.h.)Tüccar:- Ne söyleniyorsun, kendi kendine? Haydi, suyu çabuk getir! diyegürleyince,Râbia:- Efendim, her yeri aradım su bulamadım. Testi kapının yanında duruyor.Kusurumu bağışlayınız! dedi.Tüccar:- Dur bakayım. Belki de testiyi kırdığın için, korkudan yalan söylüyor­sun, dedi.Kapının yanına giden tüccar testiyi boş değil, dolu olarak buldu. Bu duruma çok kızan evin efendisi Râbia’ya, o hırsla bir tokat attı. Fakat eli taşa çarpmış gibi, bileğinden zedelendi. Aslında dindar bir adam olmadığı için, mânevî dünyanın bu örnek manzarası onu korkuttu. Kıza dikkatle baktı; bir fevkalâdelik göremedi. Ona göre saf, aptal, ürkek ve sessiz bir kız idi. Hayretler içinde kaldı. Kızı sık sık, belli etmeden denemeye başladı. Pazara, çarşıya gönderiyor, dolu kapları taşıtıyor, boşalanları doldurtuyor, başucunda ayakta uyanık beklemesini tembihliyor; velhâsıl olmadık işler yaptırtıyor; hepsinde de ayrı bir ibretle karşılaşıyordu.Hz. Râbia bu hizmetçilik devresinde, gündüzleri işte, geceleri niyazda idi. Niyâzlarında Rabb’ine şöyle yalvarıyordu:- “Ya Rabbi! Zorluklar içinde yaşayan bir öksüzüm. Kölelik zinciri ilebağlıyım. Her üzüntüye sabrederim. Ancak bu azâblardan daha şiddetli bir azâbiçinde kıvranmakta ve korkmaktayım: Benden razı mısın, Rabb’im? Bütüngayem senin rızândır.”Râbia’nın tek arzusu bu; bütün gece yana yakıla istediği gene bu idi. Böyle münâcaat esnâsında, başının üzerinde bir kandil asılı bulunurdu. Bu kandil, hiç bir yere takılı olmayan bir zincire bağlı idi; göz kamaştırıcı bir ziyâ saçmakta idi. Bunu gören efendisi; isterse evin hanımı olabileceğini, isterse kendisine küçük bir ev alıp, azât edeceğini söyledi. Râbia hürriyeti tercih etti.Râbia Sultan, zamanın meşhur mutasavvıflarının meclislerine katılırdı. Kendisini Allah’a öylesine vermişti ki, bütün izdivaç tekliflerini reddederdi. Attâr (k.s.) bu sebepten onun için: “Sanki ikinci bir Meryem idi. Sâfı musaffa bir bâkire idi” buyurmaktadır. Hiç evlenmemiştir, ama ona âşık olanlar, sayısızdır.Aynı çağda yaşamış Hasan-ı Basrî hz. ile, çok ârifane dostlukları olmuştur. Bazı yazarlar bunu değişik ifadelerle dile getirmişler; bunun cismânî bir âşk mânâsında anlaşılmasına da yol açmışlardır. Oysa böyle birşey yoktur.HZ. MUHAMMED (S.A.S.)’IN VARİSLERİ419Hasan-ı Basrî hz., Râbia Hatun’u nerede görse, ona manevî dünyadan sorular sorardı. O da ona hikmetler saçar; sonra karşılıklı bu yaptıklarına gülüşürlerdi. Bir gün Hasan-ı Basrî hz. sordu:Cenneti mi istersin, yoksa cehennemi mi? Hz. Râbia:Cehennemi! Hasan-ı Basrî hz.:Olur mu böyle şey? Cümle ibâdeti, cehennem için mi yapıyorsun? Hz. Râbia:Evet, deyince, Hasan-ı Basrî hz.:O hâlde, sen bir şaşkınsın Râbia!Râbia Sultan gülümsedi ve ciddiyetle şu cevabı verdi:- Hazreti Allah (c.c.) yalnız cennette midir? O’nun yalnız cennetteolduğunu sanarak ibâdet ediyorsan, vay hâline! Hazreti Allah (c.c.) her yerde­dir. Buna inanıyorum. Keşke herkes cennete girse de, sadece ben cehennemdekalsam!Muhammed bin Süleyman el Haşimî’nin günlük geliri, seksen bin dirhem idi. Basra ileri gelenlerine yazıp, kendisine zevce olarak bir kadın bulmalarını istedi. Onlar da Râbia’yı tavsiye ettiler. El Haşimî, Râbia’ya yazdığı mektupta şöyle diyordu:- Allah bana günde, seksen bin dirhem irâd vermiştir. Bir mislini dahasana vereyim; tek ricamı kabul et!Râbia’nın cevabı şu oldu:- “Selâm, kelâmdan sonra diyorum ki; dünyada zühd, beden rahatlığıdır.Dünyaya rağbet, üzüntü ve derde sebep olur. Gelecek dünyayı kazanmaya bak!Kendi kendine vâsi ol! Kimseyi kendine vâsi kılma; çünkü onlar, mirasınıbölüşmeye bakarlar. Dünyaya bağlanma! Ölümü, din gibi telâkki et! Banagelince, Allah sana ihsan ettiklerinin bir kaç mislini bana ihsân etse, sevinmemve bir lâhza bile Allah’ın zikrinden fariğ olmam vesselâm!”Râbia Sultan’a sordular:- Ya Râbia, sen bu yolda nasıl ilerledin? Nasıl buldun hakikati?Şöyle cevap verdi:- Bir gün, kedi tekmeleyen bir kadın gördüm. Kedi, kadının etini yemiş.Kadına sordum: “Bütün suçu bu mu?” “Evet” dedi. “Peki, kendi suçların neoldu? Onların hesabını sana soran olmadı mı?” dedim. Kadının aklı başındangitti. Sonra o gece bir rüya gördüm. Rüyada, “Temiz kalmasını öğren!”dediler. İşte böyle, hem zor hem de çok kolay olan yola saptım.402AZIZ MAHMUD HÜDAİ (K.S.)420RÂBİAT’UL ADEVİYE (r.a.h.)Zamanında bulunan ictihâd sahiplerinden Süfyân-ı Sevrî hz., kendisine rağbet gösterir; duasını taleb ederdi. Bu zât bir gün Râbiat’ul Adeviye’nin yanında, ellerini kaldırıp şöyle duâ etti:- “Allah’ım, senden selâmet dilerim!”Râbia ağlamaya başladı. Süfyân-ı Servî hz. sordu:- Niçin ağlıyorsun?Râbia Sultan:- Sen ağlattın! Bilmiyor musun ki dünyada selâmet, onu terketmekleolur. Halbuki sen, onunla dopdolusun!Süfyân-ı Sevrî hz. bir gün ona sordu:Allah’a yakınlık arayanların en ilerisi hangileridir? Râbiyet’ul Adeviye:Dünyada ve âhirette, Allah’tan başka dost ve gaye edinmeyenlerdir.Bir gün kendisine Süfyân-ı Sevrî hz.’nin:- “Vah, perişan hâlime!” dediğini söylediler. Şöyle cevap verdi:- Vah, senin çektiğin az vah’a! Tam gönülden vah deyip, mahzunolabilseydin; bu âlemde işin neydi? Yaşayabilir miydin ki?Hasan-ı Basrî hz. bir gün Râbiat’ul Adeviye Sultanı, Dicle nehri kenarı­na, sohbete davet etti. Postunu Dicle’ye attı, bağdaş kurup üzerine oturdu. Karşıdan gelen Râbiat’ul Adeviye bu manzarayı gördü. O da postunu Hasan-ı Basrî’nin üzerine, havaya koyup oturdu ve söze başladı:- “Ya Hasan senin yaptığını, balıklar, kurbağalar yapar; benim yaptığımıise kuşlar, sinekler! Yaradılmışların en şereflisi olarak vazifemiz; aslımızıbulmak, özümüze ermek, insan olmaktır.”Savm-ı salât hac ile sanma zâhid biter işin, Lâzım olan insan imiş, lâzım olan irfan imiş!Bir gün yine Râbia Sultan’in evinin avlusunda oturmuş, sohbet ediyor­lardı. Hasan-ı Basrî bir sırasını bulup, dedi ki:- Erkeklerin bir nefsi, dokuz aklı vardır. Kadınların ise dokuz nefsi, biraklı vardır.Râbia Sultan güldü. Hasan-ı Basrî sordu:Peki, ne gülersin?Şunun için gülerim ki; biz bir aklımızla dokuz nefsimizi idare edebiliriz, ama siz dokuz aklınız varken bir nefsinizle başa çıkamazsınız.Bir günde-geceli gündüzlü-bin rekât namaz kılan âbid ve zâhidler içinde örnek bir hayat yaşayan Râbia Sultan, ibâdeti için şöyle derdi:- Ben bu ibâdetimle, hiç bir sevap istemiyorum. Yalnız Resûlullah’ınHZ. MUHAMMED (S.A.S.)’IN VARİSLERİ421(s.a.v.) sürür duymasını ve diğer peygamberlere, “Benim ümmetimden olan şu kadına bakınız ki, bu onun bir günlük amelidir” demesini arzuluyorum.Râbiat’ul Adeviye çok ağlardı, çok mahzundu, güldüğünü gören olmadı. Ansızın cehennem lâfını duysa bayılırdı, uzun zaman öyle kalırdı.”Tezkiretü’1 Evliya” sahibi Ferideddin Attâr, bu eserinde: “Biri çıkıp ta, “Râbia’yı niçin erkekler safında zikrettin? diye sorarsa, derim ki: “Hâce-i Embiyâ (s.a.v.): “Allah sizin suretlerinize bakmaz! “buyur­muşlardır. Amel surete göre olmayıp, iyi niyete göredir. Şayet dinimizin üçte birini Âişe’yi Sıddık’tan (r.a.h) almak câiz ise, aynı şekilde onun câriyelerinden (yani halefleri olan velîyye hanımlardan) dinimizi öğrenmek ve feyz almak da câizdir. Bir kadın Allahü Teâlâ’nın yolunda er olursa, artık ona kadın denemez. Nitekim Abbase-i Tûsî:- “Yarın Arasât meydanında, “Ey erler!” diye nidâ edildiği vakit, ricâlsafına ilk önce ayağını basacak olan Hz. Meryem’dir” demiştir.Hakikat açısından bakılırsa, bu zümrenin bulunduğu makamda herkes, tevhîdde-İlâhî Vahdet’te- fâni olmuştur. Tevhîdde, “ben” ve “sen” nâmına birşey kalmadığından, “erkek” ve “kadın” ayırımından söz edilemez. Nite­kim Ebû Ali Fermedî (r.a.):-‘ ‘Nübüvvet izzet ve şerefin ta kendisidir; orada büyüklükten, küçüklük­ten söz edilemez” demiştir. Velâyet de aynen öyledir; hele bahis konusu olan Râbia olursa! Zira muamele ve mârifet itibariyle çağında onun bir eşi daha yoktu. O zamandaki büyükler nezdinde muteber olup, çağdaşlarına karşı sözü kat’î bir hüccet idi.”Hakk’ın bu sevgili kulunun eski bir hasırı, başının altına koyduğu bir tuğlası vardı. Bundan başka bir çulu vardı ki, hem seccâdesi hem de örtüşüydü. Bütün geceyi uyanık, namaz ve niyâzla geçirir; gün ağarırken biraz uykuya dalardı. Kısa bir müddet sonra kalkar ve kendine çıkışırdı:- “Ey nefis! Uyuyup durursun, ne zaman uyanacaksın?”-‘ ‘Allah’a ne cehennem ateşi korkusundan, ne de cennetine tamah ederek ibâdet ettim!” diyebilen bu insan kırk yıl, sabah namazını yatsı namazı abdesti ile kılmıştır. Aşk sözüyle, âşktan yanmış varlığı ile dünyaya ışık saçmıştır. Allahü Teâlâ’nın ağyâr kullarından olduğu için, kendi evliyâlığını bilmemiştir. O kendini devamlı kusurlu bulmuş ve ömrünün sonuna kadar Allahü Teâlâ’ya günahlarını bağışlatmak yolunda koşmuştur.Öleceği sırada, etrafındakilere artık çekilip gitmelerini ve Rabb’inin Elçisi için, yolu açık bırakmalarını istedi. Yanındakiler çıkarken, Râbia Adevi­ye Hatun’un “Âmentü” okuduğunu ve bir sesin ona,” Ey sükûnet bulmuş422RABIAT’UL ADEVIYE (r.a.h.)nefis! Kendin râzı ve kendinden razı olmuş bir halde Rabb’ine dön ve cennete gir!” dediğini, duyduklarını söylediler.Ölümünden sonra dostlarından biri, onu rüyasında gördü:Ya Râbia, kabirdeki ilk gecende sana suâl soruldu mu?Evet soruldu, dedi. Münker ve Nekir önüme geldiler.Peki ya Râbia, sen onlara ne dedin?Rabb’im! Bana meleklerini niye gönderirsin? Seni şimdiye kadar bilmedimse, şimdiden sonra da bilemem! dedim.Râbiat’ul Adeviye Sultanın hikmetli sözleriAllah’a yaklaşmanın en âlâsı, sâhib-i muhabbet ve sâdık-ı muhabbet olmak, dünyada ve ukbâda Allah’tan gayrîyi dost edinmemektir.Dünyayı sevmesen, onu, bu kadar zem etmezdin!Ben Hz. Ali (r.a.) misâli dünyanın yalnız haramından değil, helâlinden de geçmişim!Cennetine nazar ediyorum, bana arzu vermiyor; cehennemine nazar ediyorum, ateş ateşi yakmaz ki, bana korku versin!Cemâl denizinde garkolup, kaybolmaktan gayri bir dileğim yok!
Senden sana geliyorum; Seni kendimde, kendimi Sende aramakta devam ediyorum.Allah muhabbeti gönlümü öyle doldurdu ki, orada artık şeytanın düşmanlığına yer yoktur.Azâd olalı beri, iyilik eğirir satarım. Doğduğumdan beri daha bir kere bile, iki akçeyi bir elime almadım. Korktum ki, ikisi bir araya gelir de beni Allah yolundan ve âşkından geri bırakır.Allah’ım senden istiğfar ederken, doğruluğumun azlığından istiğfâr ederim.Bâki cihandan geldim, bâki cihâna giderim!İstiğfâr etmekle kurtulduk sanırız. Halbuki o istiğfârımız da başka bir istiğfara muhtaçtır.- Benim dünyalığa ihtiyacım yok! Dünya malını, onun sahibindenistemeye utanırken, aslında dünyadaki hiçbir şeyin sahibi olmayanlardan nasılisteyebilirim?- Allah’ım! Beni senden uzaklaştıran herşeyden, seninle arama giren herhâlden sana sığınırım!Rahmetullahi aleyh rahmeten vâsia.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*