RUH NEYİ ARIYOR

RUH NEYİ ARIYOR ?
Ruhların, madde kalıbına girmeden evvel yaratıldıkları bir gerçektir. Murad-ı İlâhi böyle zuhur etmiş ve insan evvela mânâ (ruh) cevheri olarak halk edilmiştir.

Bu varlığa ilk hitap, “Ben sizin Rabb’ınız değil mi-

yim?”dir. Böylece güzellerin güzeline, gerçeklerin gerçeğine, canların canına kara sevda, bu seyir zevkinde başlamıştır. Bu öyle bir sevda ve muhabbettir ki, madde âleminde “hayır sen yoksun, ben varım” diyerek ilâhlık iddiasında bulunan Nemrut’lar, Firavun’lar ve hatta madde ve mânâ âlemini aydınlatan biricik hakikat güneşi Hz. Muhammed (s.a.v.)’in karşısına çıkan Ebu Cehil bile O “Güzel”e, O “Hüsn-ü Mutlak”a ve “Gerçek’’e, “Evet Sen bizi yaratansın” demiş, O’nun uluhiyetini tasdik, kendi aczini kabul etmiştir.

Vaktaki, Allah (c.c.) murad-ı ilâhi’sine tevafuk olarak bir imtihan sırrı için insanı, denemek üzere bu denî âleme, dünyaya göndermiştir. İnsan ile, kul olmağa söz verdiği Rabb’ı arasına çok muazzam bir perde çekilmiş, O “Güzel”,

O “koku”, O “nida” bir çok perdelerle perdelenmiş, kendini gizlemiştir. Gizlemiştir ama, acaba O’nun vecd sarayından

Elbette altın kafes içine konu-l.ııı ktı*j gibi “ah vatan, ah!” diyerek “Kâlu Belâ”nın liıv.u’llnl çı’kegelmiştir.

Ali.ılı (c.c ), Adil-i Mutlak olduğu için, halk ettiği insanın cVılnü, cevherini yani ruhunu kendi haline bırakmamış, mA^ukuna, sevgilisine kavuşsun diye ona din yolu ile mu-ıi//nın, mutantan, müzeyyen bir cadde açmıştır. O cevherde İtiraz kuvveti nefis olduğu için de; şımarmasın, yanılmasın, düşmesin, kaybolmasın diye yine insan cinsinden ve fiikftt seçilmiş, sevilmiş, takdir ve tasdik edilmiş peygamberlerini, peygamberlerinin yolundan giden velilerini göndermiştir.

Bu sebepten olacak ki, ilk insan aynı zamanda peygamber olarak gönderilmiştir. Zaman içinde, nefis şeytanla anlaşmış, insanı ruhunun yolundan saptırmış; kendine, peygamberine ve kul olmak için söz verdiği Rabb’ına ters düşürmüştür.

Etle kemiğin, zatla sıfatın, gece ile gündüzün birbirinden ayrılmadığı gibi sahibinden ayrılmayan ruh, sosyal plânda sahibinden koparılması karşısında acı acı feryadı basmıştır. Kendi cinsinden olan ve onu “Mutlak Kudret”e götüren peygamberlerin açtığı yolda nefis ve şeytanla işbirliği yapan insan, muazzam bir boşluğa düşmüş, bu terslik devam ettiği müddetçe de bu ızdırap sürmüştür. Peki ne olmuştur? Bir “hak”, bir de “bâtıl” diye iki yol zuhur etmiş, bu iki yol aynı zamanda kâinatın iki ezelî direği haline gelmiştir. Bu iki ezelî direk, tabiat sahnesinde her zaman birbirine ters düşmüşlerdir.

Şimdi meseleye bir de sosyolojik açıdan bakalım:

İnkâr fırtınası ile kendisine gösterilen yolu terk eden insan, tabiat sahnesinde kendine çeşitli çıkış yolları seçmiş; sistemler, rejimler, metodlar geliştirmiştir. Totemizm, feodalizm, kapitalizm ve en sonunda da komünizm… Evet insan, bunları ve daha birçok prensipleri tatbik etmiş ve fakat

hiçbirinde de mutlak huzur ve aradığını bulamamıştır. Her yeni icat ettiğine bir ilâh gibi sarılmış, onun için canını bile vermiş ama karşılığında aradığını bulamamanın hasreti içinde arayışa devam etmiştir.

O halde bugün, fertlerin şahsi bunalımlarından kurtulma çabalan, sosyal plânda olan rejim değişiklikleri, kendinden kaçan insanın bilmeden kendini arama seferberliğidir.

Hemen şunu ifade edelim ki, bu caddeler çıkmaz sokak; mülkün sahibinin yoluna dönülmedikten, caddedeki kılavuzlara gönül verilmedikten sonra bu arayış bitmeyecektir.

Çünkü ruh sahibini arıyor. Onu kafesten uçurup hürriyetine kavuşturmak gerek…»

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*