wiki

SÂBİT BİN EŞLEM EL-BENAn I,

Tâbiî-
nin, zâhid (dünyâya önem vermiyen), âbid
(çok ibâdet eden) ve müttekilerinden
(haramlardan sakınanlarından). Künyesi
Ebû Muhammed’dir. 120 (m. 737) senesinde
vefât etti.
Hadîs ilminde sika ve emîn (güvenilir
ve itimâd edilir) bir âlimdir. Basra’nın en
büyük âlim ve râvilerindendir. Sâbit elBenânî,
bir çok Sahâbîden (r.a.) hadîs-i
şerif rivâyet etmiştir. Enes bin Mâlik, îbn-i
Ömer, îbn-i Zübeyr, Şeddâd (r.a.) bunlardandır.
En çok, Enes bin Mâlik’den rivâ­
yet etmiştir. Atâ bin Ebî Rebâh, Katâde,
Eyyûb, Yûnus bin Ubeyd, Süleyman
Teymî, Humeyd, Dâvûd bin Ebî Hind, Ali
bin Zeyd bin Ced’ân, A’meş ve başkaları
da (r.a.) ondan hadîs-i şerif bildirmişlerdir.
Hadîsleri Kütüb-i sitte diye meşhûr olan
altı hadîs kitabının hepsinde vardır.
Enes bin Mâlik’in (r.a.) Basra’da bulunduğu
zamanlardaki sohbetlerinde çok
bulunmuştur. Hakkında söylenenler
Enes bin Mâlik (r.a.) onun için der ki;
“Her şeyin bir anahtarı vardır. Hayrın
anahtarı da Sâbit’tir.”
Bekir bin Abdullah (r.a.) “Zamanının
en âbid olamna bakmak isteyen Sâbit elBenânî’ye
baksın.”
Şu’be (r.a.); “Sâbit el-Benânî, Kur’ân-ı
kerimi bir gün ve gecede okuyup bitirir, çok
oruç tutardı.”
îbn-i Şevzep: “Berâber yola çıkardık.
Bir mescide rastlayınca, orada mutlaka
namaz kılardı.”
Humeyd (r.a.); “Biz, yaramızda Sâbit
el-Benânî de olduğu halde, Enes bin Mâlik’e
giderdik. Fakat Sâbit, rastladığı bir mescitte
namaz kılarken geride kalırdı. Biz Hz.
Enes’in yanına vardığımızda O’nu
göremeyince,
“Sâbit nerede, Sâbit nerede. Çünkü ben
onu çok seviyorum” buyururdu.
Ahmed bin Hanbel (r.a.): “Enes bin
Mâlik (r.a.) Sâbit el-Benânî’ye, senin gözlerin,
Resûlullahın gözlerine ne kadar da çok
benziyor, der ve Resûlullahı hatırlayarak
ağlamaya başlar, gözlerinden yaşlar
akardı.”
Câmi-ü kerâmât-il-evliyâ kitabı “Sâbit
el-Benânî hazretleri için şöyle der: “Vefât
ettiği zaman kabrini kerpiçle ördüler. Kerpiçlerden birisi kaydı. Kabrin içinde onu
namaz kılarken gördüler. Kabrinin civarından
geçen kimseler, içerden Kur’ân-ı
kerîm sesi duyardı.”
Sâbit bin Eşlem el-Benânî’nin rivâyet
ettiği hadîs-i şeriflerden ba’zılan:
Peygamber efendimize (s.a.v.), falan
adam çok kibirlidir diye arz olununca,
“ ö n ü n d e ö lü m y o k m u d u r ? ”
buyurdular.
Enes bin Mâlik’den rivâyet etti. Peygamber
efendimiz (s.a.v.) müslümanlardan
birini ziyâret etmişti. Fakat o zât, o
kadar zâyıftı ki, çok fazla küçülmüştü.
Bunun üzerine Peygamber efendimiz
(s.a.v.) ona “Senin, hiç Allahü teâlûdan
bir şey istediğin, onun için duâ ettiğin
oldu mu? buyurdular. O zât da, “Evet, Yâ
Resûlallah! Allahım! Beni âhırette ne ile
cezâlandıracaksan, onu dünyâda ver,
diyordum” dedi. Peygamber Efendimiz
“Sübhanallah! Senin buna tûkatm
gücün yetmez. K eşk e “Allahümme
âtinâ fiddünyâ haseneten ve filâhı-
reti haseneten. Ve kınâ azûbennâr
(Allahım! Bana dünyâda ve âhırette iyilik
ver. Bizi azâbından koru), deseydin”
buyurdular.
“Kim beni rü ’yâsında görürse,
gerçek ten beni görm üştür. Çünkü
şeytan benim suretim e girem ez. ”
“Müslümanın rü ’yâm, nübüvvetin
(Peygamberliğin; kırk altı parçasından
bir parçadır.”
“Â hir zamanda, câhil âbidler (çok
ibâdet edenler; ve fâsık kurrâlar (Kur’
ân-ı kerîm okuyucuları) olacaktır.”
Eshâb-ı kirâm “Yâ Resûlallah! Biz
senin huzûrunda dünyâyı unutuyoruz,
kendimizden geçiyoruz. Kalblerimiz hep
Allahü teâlâmn zikri ile meşgûl oluyor.
Senden ayrıldıktan sonra dünyâ işlerine
dalıyor, bu hâli hissedemiyoruz. Bunun
nifak, münâfıklık alâmeti olmasından korkuyoruz,
dediler. Bunun üzerine Peygamber
efendim iz “ S iz in , R a b b ın ız
h a k k ın d a i ’tik â d ın ız n a s ıld ır ? ”
Eshâb-ı kirâm, “Gizlide de, aleniyette de
(açıkta) Allahü teâlâ bizim Rabbımızdır.”
dediler. “P eygam beriniz hakkında,
durumunuz nasıldır?” “Sen, gizlide ve
açıkta bizim Peygamberimizsin” dediler.
Bunun üzerine Peygamber efendimiz “Bu
nifak değildir” buyurdular.
Enes bin Mâlik’ten rivâyet ettiği hadîsi
şerifte Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdular
ki: “Kıyâmet günü kuln ameli
getirilir. Bizim bilmediğimiz ve oraya
mahsus olan terâzinin bir gözüne
konur. Fakat ağır gelm ez. Tâ ki,
Allahü teâlâ tarafından m ühürlenm iş
bir sahîfe getirilir, am ellerin bulunduğu
k efeye konur ve ondan sonra da
bu göz, ağır gelir. Getirilen bu sahîfedeki
lâ ilâhe illallah’dır.”
Sâbit-i Benânî hazretleri namazı şöyle
anlatırdı: “Allah katında namazdan daha
değerli bir amel yoktur. Böyle olmasaydı,
Allahü teâlâ Zekeriyya’yı (a.s.) “M elekler
ona nidâ ederken, O mihrapta durmuş
namaz kılıyordu” diye buyurmazdı.
“Yirmi yıl çok sıkı bir şekilde namaza
kalktım. Bütün bu yirmi yıl boyunca, onun
ni’metini topladım.”
“Allahü teâlâmn anıldığı yere dağlar
kadar günah ile girseler, çıktıkları zaman
üzerlerinde zerre kadar bir günah kalmaz
(kul hakkı dışında).”
Elli yıl, bütün gecelerini ibâdetle
geçirdi. Her seher vakti $u duâyı yapardı:
“Allahım, kullarından birine, kabrinde
namaz kılmağı nasîb edeceksen, o kulun
ben olayım.”
“Kendisinde şu iki haslet bulunmayan
kimse, diğer bütün hasletleri toplasa da,
gerçek ma’nâda âbid (ibâdet eden) bir kul
olamaz. Bu iki özellik, namaz ve oruçtur.
Bunlar, o kulun et ve kanı mesâbesindedir.”
Hastalığında, Sâbit bin Eşlem hazretlerinin
ziyâretine gittiler. Yanındakilere bir
şeyler anlatıyordu. Ziyâretçiler, huzûruna
girip oturunca, “Sevgili kardeşlerim!
önceki gibi, namazlarımı kılamıyor, oruç­
larımı tutamıyor, Allahü teâlâyı zikredemiyor,
sizlerin yamna inemiyorum” dedi
\e şöyle duâ etti “Allahım! Bu üç şeyi istediğim
gibi yapamadığım zaman, beni bu
dünyâda bir saat bile bırakma!
Sâbit bin Eşlem hazretleri gözlerinden
rahatsızdı. Bunun için tabibe gitti. Tabib,
“Bir husûsa dikkat edersen, gözlerin iyi
olur” dedi. Sâbit (r.a.) “O nedir?” diye
sorunca tabib “Ağlama” dedi. Bunun üzerine
Sâbit (r.a.) “Ağlamayan gözde hayır
yoktur” buyurdu.
“Sizden birisi, günün bir miktarında
Allahü teâlâyı anarsa, o günü kazançlı,
demektir.”
O anlatıyor: “Sinirli bir gence, annesi
sık sık öğüt verir ve “Ey oğlum, senin için
öyle bir gün vardır ki, sen hep o günü
hatırla” derdi. Oğlunun ölümü yaklaşınca,
annesi üzerine kapamp “Ey Oğlum, seni
bugün için ikaz ediyor, uyarıyordum” dedi.
Oğlu; “Anneciğim, benim, mağfireti,
bağışlaması, affı ve ihsâm bol olan Rabbim
vardır. Bugün, o lütuf ve ihsânlanndan
birinden beni uzak tutmayacağına
ümidim, tamdır” diye cevâb verdi. Allahü
teâlâ, o gence merhamet eyledi. Çünkü
Allahü teâlâ hakkında zanmnı iyi yaptı.
Ya’nî O lütuf ve ihsân sâhibidir. Bağışlayı­
cıdır, diye kalben inanmıştı.”
“Mü’min, kıyâmet gününde, Allahü
teâlâmn huzûrunda durur. Allahü teâlâona: “Ey kulum! Sen, dünyâda iken bana
ibâdet eden kullarımla berâber ibâdet ediyor
muydun?” diye sorunca, o mü’min
“Evet, onlarla birlikte ben de ibâdet ediyordum
yâ Rabbî”, der. Yine Allahü teâlâ, “Ey
kulum, dünyâda iken bana duâ edip yalvaran
ve beni zikredip ananlarla beraber, sen
de yalvarıp beni andın mı?” diye suâl
buyurur. O mü’min yine “Evet yâ Rabbi”
diye cevap verir. Bunun üzerine Allahü
teâlâ “İzzetim hakkı için, beni zikredip,
andığın her yerde ben de seni andım.
Nerede dua edip yalvardınızsa, o duânı
kabûl ettim” buyurur.” Sonra Sâbit-i
Benânî (r.a.) şu hadîs-i şerifi bildirdi: Mü’
minin hiçbir duâsı red edilip, g eri çevrilmez.
Karşılığı ya dünyâda verilir.
Ya, âhırete ertelenir. Veya günahlarına
keffâret olur. ”
Sâbit-i Benânî (r.a.) sâlih zâtlardan
birisi için şöyle buyurdu: “Bir gün bu zât,
arkadaşlarına, “Rabbimin beni andığı
zamanı biliyorum” dedi. Arkadaşları buna
hayret ettiler. “Pekâlâ, nasıl olur bu?” dediler.
O da, “Ben, Allahü teâlâyı andığım
zaman. Çünkü Allahü teâlâ, kul kendisini
anınca, O da, kulunu anacağını, bildiriyor”
.dedi.
O sâlih zât, tekrar arkadaşlarına “Ben
duâ ettiğim zaman, Allahü teâlâmn duâmı
kabûl ettiğini bilirim” dedi. Arkadaşları,
buna da hayret edip, nasıl bildiğini sordular.
Onlara bunu: “Duâ ederken kalbimde
bir korku, vücûdumda ürperti, gönlümde
bir açılma ve ferahlık olduğu zaman, duâ-
mın kabûl edildiğini anlarım” diye
açıkladı.
“Mü’min, kabre konduğu zaman, dünyâda
yapmış olduğu sâlih ameller, onu
kuşatırlar.”
“Bir kimsenin, ölümü çok hatırlaması,
amellerinde kendisini gösterir.”
“Bir saat (bir an, bir miktar) ölümü
hatırlıyan kimseye ne mutlu.”
“Yirmidört saat olan gece ve gündüzde
hiçbir an yoktur ki, Azrâil (a.s.) her ruh
sâhibine uğnyarak, başında beklemesin.
Eğer o kimsenin ruhûnu almakla emrolunursa
alır, emrolunmazsa gider.”
“Dâvûd (a.s.) Allahü teâlâmn azâbını
hatırladığı zaman, mafsalları gevşer
tamamen kendisini salıverir, Allahü teâlâ­
mn rahmetini hatırlayınca, eski hâline
dönerdi.”
“Mus’ab bin Zübeyr’in duvarının
yamnda, hayvanların geçmediği bir yerde
idim. Mü’minûn sûresinden “Hâ mîm. Bu
kitâbm indirilişi, Aziz, Alîm olan
Allahdandır. O, günah bağışlayan,
tövbe kabûl eden, azâbı şiddetli olan,
ihsân sahibi olan Allahdırki, O’
ndan başka hiçbir ilâh yoktur, dönüş,
ancak O’nadır.” âyetlerinin olduğu sahifeyi
açtım. O anda, yanımda bir kişi pevdâ
olup göründü. Bana, âyetin “Gâfiri-z-zenbi
(günahları bağışlayan)” kısmını okuyunca
“Ey günahları bağışlayan Allahım!
Günahlarımı bağışla” “Kâbile-t-tevbe
(tövbeyi kabûl eden)” kısm ını
okuyunca, “Ey tövbeyi kabûl eden Allahım!
tövbemi kabûl et” “Şedid-ül-ikâb
(azabı şiddetli olan)” kısmını okuyunca,
“Ey azâbı şiddetli olan Allahım! Beni azabından
muhâfaza eyle” de, diye söyledi.
Sonra yanımdan kayboldu. Sağıma,
soluma baktım göremedim.”
“Yahyâ (a.s.) birgün îblis’i (şeytanı)
gördü. Üzerinde asılı halde bulunan ciğerler
gördü. “Bunlar ne?” diye sordu. Şeytan,
“İnsanların şehvetleri (arzu ve istekleri)”
dedi. Şeytan bunlardan birisini şöyle bildirdi;
“Ben, insanlara çok yemek yedirir,
ağırlık yapanm. O zaman onlarda gevşeklik
ve tenbellik meydana gelir. Böylece
onlan namazdan ve Allahü teâlâyı
anmaktan alıkoymaya çalışırım dedi”Enes bin Mâlik’den (r.a.) nakletti:
Uhud savaşında bir ara miislümanlar ara•
sında dağınıklık başgösterdi, “Muhammed
(s.a.v.) öldürüldü” dendi. Medine
tarafından sesler geliyordu. Bu sırada,
Ensar’dan bir kadın çıkıp, babası, oğlu
kardeşleri ve zevci ile karşılaştı. Fakat
onları tanımamıştı. Oradakilere bunlar
kim diye sordu. Ona, baban, kardeşin,
zevcin ve oğlun, dediler. Fakat o Resûlullah
(s.a.v.) ne yaptı, diye soruyor. Resûlullahı
arıyordu. Ona, Resûlullahın hemen yakı­
nında olduğunu söyledikleri zaman,
hemen Resûlullahın yanına geldi ve
“Anam, babam sana fedâ olsun yâ Resû-
lallah, sen hayatta olduktan sonra hiçbir
şeye aldırmam” dedi.
Sâbit-i Benânî, Fussilet sûresindeki
Hâmim’i, otuzuncu âyetinde “Şüphesiz,-
“Rabbımız, Allahdır” deyip de sonra
seb&t gösterenlere (ve sâlih amel işliyenler
var ya) onların üzerine (ölüm
âmnda veya dehşet hâlinde) “K orkm ayın,
mahzun olup, üzülmeyin. Va’d
olunduğunuz C ennetle n e ş ’elen in ”
diye m elekler inecektir. ” kadar okuyup
durdu. Sonra mü’min, kabrinde diriltildiği
zaman, dünyâda iken kendileriyle berâber
olduğu, iki melek onu karşılar. Ona,
korkma, ve üzülme deyip, onu, dünyâda
iken vadolunduğu cennetle müjdelerler.
Allahü teâlâ, o mü’minden korkuyu giderir
ve sevindirir. Kıyâmet gününde insanlar,
çok sıkıntı ve darlıkta iken, dünyâda
îmân edip sâlih (iyi) ameller yapanlar
sevinç içerisinde olacaklardır” buyurdu.
“Dâvûd (a.s.), gece ve gündüz, bütün
günü âilesi arasında bölüştürmüştü. Hiç­
bir saat yoktu ki, çoluk çocuğundan, o
sırada ibâdet eden birisi bulunmasın. Böylece
onun âilesi, günün yirmidört saatini
ibâdetle geçirirdi. Kur’ân-ı kerimde Sebe’
sûresinin onüçüncü âyet-i kerîmesinde
Dâvûd’un (a.s.) âilesi hakkında şöyle
buyurulmaktadır: “E y Dâvûd âilesi,
şükredin. Kullarım içinde (gereği gibi
Allaha bol bol; şükreden azdır.”
“Mü’min, bir ihtiyâcından dolayı
Allahü teâlâya duâ ettiği zaman, ihtiyâcı­
nın temini için, Allahü teâlâ Cebrâil’i(a.s.)
vekil kılar. Sonra Allahü teâlâ Cebrâil’e
“Bu kulumun ihtiyâcını yerine getirmekte
acele etme. Çünkü ben, mü’min kulumun
sesini duymayı severim” buyurur. Duâ
eden kötü bir kimse ise, Allahü teâlâ, onun
ihtiyâcım gidermesi için, yine Cebrâil’i
görevlendirir. Fakat “Onun isteğini
hemen yerine getir. Çünkü fâcir, kötü kimsenin
sesini işitmeyi sevmem” buyurur.”
Bir topluluk, bir yerde oturur da, Allahü
teâlâdan Cenneti istemeden ve kendilerini
Cehennemden korumasını dilemeden, o
meclisten, o yerden kalkarlarsa, melekler,“Bu kişiler çok mühim olan iki şeyden gâfîl
olup, onları terkettiler” derler.
Anlatılır kı: Biri vardı. Babasım bir
yerde dövüyordu. Ona babam niçin dövü­
yorsun, o senin babandır, ayıp, günah
değil mi? dediler. Bunun üzerine babası:
O’nu bırakın, beni dövsün. Çünkü aym
yerde ben de babamı dövmüştüm. Şimdi
ise oğlum beni dövüyor, eden buluyor, dedi.
“Biz ilme bir şeyi kastederek, niyet
sâhibi olarak başlamadık. Fakat Allahü
teâlâ bize iyi niyeti ihsân etti. Çünkü fâideli
ilim, insanı iyi niyet ve ihlâsa kavuş­
turur.”
Sâbit el-Benânî hazretleri gecelerini
ibâdetle geçirir ve çoluk çocuğuna “Kalkın
Allahü teâlâya ibâdet edin. Şunu hiç unutmayın
ki, gece kalkıp ibâdet yapmak, kıyâ-
metin şiddet ve dehşetinden daha hafiftir”
derdi.
“öyle insanlara yetiştim ki, çok namaz
kılmaktan başlarını yastığa koyacak
vakit bulamazlardı.”
Bana, Enes bin Mâlik (r.a.) şöyle
buyurdu: “Ey Sâbit! Benden alacağını al.
Benden daha güvenilir kimse bulamazsın.
Ben aldıklarımı, öğrendiklerimi Resûlullahtan
(s.a.v.) aldım. Resûlullah (s.a.v.)
Cebrail’den (a.s.) aldı. Cebrâil de Allahü
teâlâdan aldı.”
1) Tabakât-ül-kübrâ cild-1, sh-36
2) Tehzîb-üt-tehzîb cild-2, sh-3
3) Câmiu kerâmâl-H-evliyâ cild-1, sh-376
4) Hilyet-ül-evliyâ cild-2, sh-318
5) Kıyâmet ve Âhiret sh-127, 128

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir