ŞEKER HASTALIĞININ 1HTİLATLARI
Çok sayıda olan şeker hastalı lan, enfeksiyon ya da yozlaşt likte olabilirler. Bu son duru sistemleri ilgilendirirler. Kal sisteminde göğüs anjini, atar tihabı;böbrekte böbrek araç tihabı nefrit; duyu organlaı siniri körelmesi, sağırlık; si minde sinir ağrıları, yaygın hapları; cinsel organlarda il lık, kısırlık biçiminde kendil li ederler. En büyük ihtilat, te mediğinde ölümcül olan şek sidir.
Hastalığın tedavisi öncelikle şam boyu izlenmesi gereken1 şma hastaların % 20’sind olan şeker alimim kısıtlayıp lenme rejimidir. Olguların °/ deri altına insülin şırınga ed rekir, % 50’sinde de ağızda kan şekerini düşürücü ilaçlf olur.
:erkamışı
k’tebir mısı tarlası.
a’da ürün m bir işçi
Buğdaygiller (Graminaceae) ailesinden, Güney Asya kökenli uzun ömürlü bitki.
Şekerkamışı (Saccharum officina-rum), gövdesi çiğnendiğinde ağızda tatlımsı bir tat bırakan bir bitkidir. Yabani şekerkamışına (Sachharum spontaneum), bazı sıcak adalarda (Cava, Borneo, Yeni Gine) olduğu gibi Hindistan, Çinhindi ve Malezya’da raslanmıştır. Hindistan’da çok eskiden beri bilinen şekerkamışının kullanılması yavaş yavaş öbür ülkelere yayıldı: Çin’de, İ.ö. II. yy’dan başlayarak, Mısır ve Etyopya’da Î.S. I. yy’ın başlarına doğru kullanılmaya başlanmıştır. Ortaçağ’da şekerkamışı Arap-lar tarafından Sicilya ve Endülüs’e götürülmüş, XV. yy’da Madeira’ya ve Kanarya adalarına, XVI. yy’da Brezil-
ya ve Meksika’ya, XVII. yy’da Antil-ler’e girmiştir. Günümüzde, dünyada tropikal bölgelerin çoğunda yetiştirilmektedir.
2-5 mboyunda,kalın ve tatlı bir sıvı(% 13-15 sakaroz) ile dolu 1-2 m uzunluğunda, 3-5 sm enindeki şerit biçimli yapraklı saplarının oluşması için şe-kerkamışının çok miktarda suya ve özellikle yüksek sıcaklığa gereksinimi vardır; büyümesi ve gelişmesi ancak 20°C’m üstündeki sıcaklıkta ve bitkiye zarar veren donların çok az olduğu durumlarda gerçekleşir. Şekerkamışı 12-15 ayda çiçeklenir ve ipek görünümündeki yumuşak bileşik salkım tipinde çiçek durumları meydana getirir. Çiçekler çoğunlukla verimsizdir
ya da çimlenmeleri çok güç olan son derece küçük tohumlar verirler. Tarım alanında şekerkamışı çelikleme yoluyla üretilir; bitkinin yetiştirildiği alan ardışık 2-3 kez ürün alındıktan sonra oluşan sürgünlerden yararlanılarak yenilenmelidir. Kamış çiçeklendikten 3 ay sonra olgunlaşır; o zaman gövdeler toprak düzeyinde kesilir, yaprakları ayıklandıktan sonra hemen şeker fabrikasına gönderilir. Hektar başına 50 000-100 000 kg şekerkamışı elde edilir ve bundan
4 000-5 000 kg kadar şeker çıkarılır; melastan da mayalandırma ve damıtma yoluyla rom elde edilir. Türkiye’de şekerkamışı Çukurova’da sınırlı olarak yetiştirilir. ■
Bilgi kuramında ve ruhbilimde, imge ile kavram arasmda yer alan yalınlaştırılmış tasarımı belirten terim. Sözgelimi Kant’a göre, bir kâğıt üstündeki beş noktanın bütün olarak imgesinden, örneğin sayı kavramına geçme konusunda (burada 5 sayısı söz konusudur) şemalandırma çok önemli bir rol oynar. Yani özne, sayı sayar (1,2,3,4,5) ve bti sayış (y.a da numaralandırma) herhangi bir sayıyı kurmasını ve kavramasını sağlayan genel bir yöntem haline gelir. Öte yandan çocuk, iskambil oynayarak, bütün olarak ve nitel olarak bir beşli grubu öğrenebilir ve bu grubu bir domino taşı üstünde (ortasında bir görüntü bulunur ve kare biçimindedir) yeniden tanıyabilir. Sayılandırmaya ise ancak daha sonra geçecek ve birimden yola çıkarak art arda gelen eklemelerle 5’e ulaşacaktır. Aynı biçimde, çocuğun
çizdiği bir ev ya da adam resmi, duyularla algılanmış bir nesne de, genel bir fikir de olmayan bir zihinsel içeriğe denk düşüyor gibi görünmektedir. Şemalarm oluşumu, temel tasarımların açılmasını, yoğunlaşmasını ve kaynaşmasını; çeşitli seçici etkenler olarak eğilimleri ve duyguları, bir çeşit genel devingenlik ortaya koyan hare-ketsel etkinliği oluşturur. Aynı biçimde, çeşitli görsel, işitsel, hareketse! şemalar vardır. Dans etmesini bilmek, orkestra çalmaya başlar başlamaz melodinin vals olduğunu anlamak, daha önceden edinilmiş işitsel-hareketsel şemalarm varlığım gerekli kılar. Sözdağarcığı ya da sözdizim söz konusu olunca, şemalarm, dilde çok önemli bir rol oynadığı görülür. Şemalar, zihinsel dinamizmde, bir çeşit soyut-somut düzey oluşturur ve ge-. nel bir fikrin ortaya konmasını sağlar.
Bergson, yeniden hatırlama çabasında, şematik öğeleri iç içe geçmiş bir tasarımın, bölümleri yan yana yer alan imgesel bir tasarıma dönüştüğür nü göstermişti. Kavrama ve yaratma çabasında da aynı şey söz konusudur; bunlarda belli belirsin ve biçimlenebilir bir “dinamik şema”, kendi çevresinde toparlanan ve karşılıklı bir uyuşum ile kendisi üstünde etki yapan imgeleri çağırır. Genetik kuramlarda şema, iki düzey arasındaki bir aracı gibidir. Pi-aget, özümleme ve kendine uydurma yoluyla oluşan şemaları incelemiştir. Bunlar, duyusal-hareketsel dönemde, çocuğun çevresine uymasını sağlarlar ve dil ile düşüncenin ortaya çıkmasından önce, ilk bilişsel (ya da bilisel) yapılan oluştururlar. ■
me Primatlar (Primates) takımının insan-sımaymungiller (Pongoidae) ailesinden memeli hayvan. Ruhsal balamdan
en fazla gelişmiş hayvan olan şempanze bir Afrika insansı maymunudur. Şempanzenin (Tan troglodytes) çeşit-
li ırkları, Gine ve Büyük Göller arasmda yayılmıştır. Çoğunun toplam yüksekliği 1,40 m’ye ve ağırlığı 50 kg’a
3907
Son deneyler şempanzenin dilsel bildirişim kurma konusunda olağanüstü yetenekleri olduğunu göstermiştir.
Şemsettin
Sami
3908
erişir. Tüyleri siyahtır; yüzü çıplak ve daha açık renktedir. Gerçek şempanze (P.t. verus) Gine ve Liberya’da yaşar. Siyah yüzlü olan dazlak kafalı şempanze (P. t. troglodytes) daha doğuda, Nijer ve Kongo arasmda yaşar. Schweinfurth şempanzesi olarak adlandırılan üçüncü bir ırk da (P. t. schweinfurthi) Orta ve Doğu Afrika’ da yerleşmiştir. Özellikle Kongo’nun sol yakasında yaşayan dördüncü ırk, boyunun küçüklüğüyle dikkati çeker: Bu, boyu 95 sm’yi geçmeyen cüce şempanzedir (P. t. paniscus). Bu şempanzenin ayrıca iskeleti daha ince yapılı, yüzü de siyahtır. Özel bir tür sa-
yılmaya başlanan bu ırk, yakm bir geçmişte, 1925’te bulunmuştur. Öbür şempanzelerse hayvanbilimciler tarafından çok daha erken tarihlerde tanınmışlardır; çünkü bunların ilk örneği, Avrupa’ya 1641’de getirilmiştir. Şempanzeler, olağanüstü gelişmiş ruhsal yeteneklerinden dolayı doğal ortamlarında olduğu kadar tutsak haldeyken de,birçok araştırmaya konu olmuşlardır. Sözgelimi, bunların çokeşli{poligam)olduklarıbilinir.Top-lumsal gruplarında egemen bir erkek, çok sayıda ve daha aşağı düzeyde erkekler, dişiler ve yavrular bulunur. Beslenme rejimleri değişkendir, özel-
likle bitkilerle beslenirler, aım maymunlara varmcaya kadar hayvanları da yakalarlar.
KÖHLER’İN DENEYLERİ
Şempanzeler geceleri dinlenmel cıyla ağaçlarda yuva yaparla hayvanların en ilginç davranış dan biri de alet kullanmalarıd durum hayvanbilimci jane Va wick – Goodall tarafından farl iniştir. Şempanzeler, termit yuvt dakı termitleri yakalamak içir daygillerin 50-75 sm uzunlukta! larrnı bunların yuvalarına sokar saplar termitlerle örtüldüğünd nu geri çeker ve yalarlar. Bir içindeki durgun sudan içmek içi avuç dolusu yaprak alır, bunla ya batırır, sonra emerler. Tutsai deki şempanzelerin alet kullî sı Alman ruhbilimcisi Wolfgang ler’i derinden ilgilendirmiş ve b lemleri sayesinde şempanzenin r durumuna ilişkin Geştalt kurı kurmuştur. Köhler, deneylerin narya adalarında Tenerife ist nunda 1913-1917 arasmda gerçi tirmiştir. Köhler’in bir deneyi özetlenebilir: Bir kafese kapatılır şempanzenin kafesinin önüne biı konur ve şempanzeye uçlan birb içine geçebilen (birbirine eklene ama her biri muza erişemeyen dar kısa olan iki sopa verilirse, panze muzu almak için her iki sı da sırasıyla dener ve başarıya u mayacağını anlayınca, sopalarl nayarak raslantısal olarak bu birbirine eklemeyi öğrenir, böyle muzu ele geçirmeyi başarır. Hatl sopanın ucunu öbürünün içine gt bilmek için bunu dişleriyle ine Köhler’in bir başka deneyi de b önem taşır: Kendisine gösterile tahtadan küçüğünü seçmeye ahi mış bir şempanzeye, bu iki taht büyüğü, daha büyük bir üçüncü tayla birlikte gösterilirse şemp küçüğünü (yani ilk gösterilen iki tanın büyük olanını) ahr. Şempı lerle daha birçok deney yapı tır. Bu deneylerin kimileri bu ha; larm en azmdan kargacık burgaç olsa resim yapabilme yeteneğim duklarmı göstermiştir.
Türk yazan ve dilcisi (Fraşer, Yanya, 1850 – İstanbul, 1904).
İlköğrenimini Fraşer’de özel dersler alarak yapan Şemsettin Sami, babası ve annesinin ölümü üzerine, ağabeyinin ailesiyle birlikte Yanya’ya göç
etti (1861). Burada bir Rum lisesini bitirdi (1868). Bu okulda, daha sonra yöneleceği sözlükçülük alanında gerekli olacak ramca, eski yunanca ve fran-sızcayı öğrendi.
Daha sonra bir süre Yanya’da Mek-
tubi Kalemi’nde çalıştı, 1871’deİ bul’a gelerek Matbuat Kalemi’m di. Ertesi yıl, fransızcadan çevi Tarih-i Mücmel-i Fransa (Fransı Özet Tarihi) adlı kitapla, ilk Tür mam sayılan Taaşşuk-u Talat w
i
nat’ı (Talat ile Fitnat’m Aşkı) yayımladı. Matbuat Kalemi’ndeki görevi sürerken Sirac ve Hadika gazetelerinde de çalışıyordu. 1874’te Trablusgarp’ ta çıkan Vilayet gazetesinin yönetimini üstlendi, dokuz ay sonra yemden İstanbul’a döndü. Tiyatroyla da ilgilenerek, arka arkaya Besa yahut Ahde Vefa (1875), Şeydi Yahya (1875) ve Gâve (1876) oyunlarım yayımladı. 1876’da Muharrir dergisiyle Sabah gazetesini çıkardı. 1877’de Cezayir Bahr-ı Sefid valisi Sava Paşa’mn mü-hürdarlığını (özel yazman), Osmanlı-Rus savaşı sırasında Sevkiyat-ı Askeriye Komisyonu yazmanlığım yaptı, daha sonra da başyazman oldu (1893).
Bu yıllarda hem sözlük ve dilbilgisi çalışmalarına,hem de çevirilere ağırlık veren Şemsettin Sami, Sarf ve Nahv- i Arabi (Arapça Dilbilgisi) kitabım yayımladı. 1877’de Mihran’ın Terceman-ı Şark gazetesinde yazarlık yaptı, 1879’da Aile, 1881’de Hafta dergilerini çıkardı. Aynı yıl, Teftiş-i Askeri Komisyonu’nda (Askeri Denetleme Kurulu) çalıştı. 1882’de yayımladığı fransızcadan türkçeye sözlük olan Kamus-ı Fransavi, onun daha sonra yayımlayacağı büyük sözlük ve ansiklopedilerin ilki .oldu. Bu yapıtın ardından 1885’te aynı sözlüğün türk-çeden fransızcaya bölümünü, 1888’de yayımı on yıl süren ve altı ciltte tamamlanan Kamus-ül-Âlâm (Evrenlerin Sözlüğü) adlı ansiklopedisinin ilk fasikülünü,1898’de.Kamus-j Arabi’yi (Arapça Sözlük), 1899-1900’de iki cüt olarak Kamus-ı Türki’ yi (Türkçe Sözlük), 1899’da Tatbikat-ı Arabiyye’yi (Arapça Uygulama), vb’ni yayımladı. Yaşamının sonlarına doğru, Teftiş-i Askeri Komisyonu’ndaki görevine karşın, Abdülhamit II tarafından “ikamete memur” (evinde gözaltına alınma) edildi, bu arada sağlığı da bozuldu. Yaşamının son yıllarında, yayımlama olanağı bulamadığı, bir bölümünü de
şerit Bkz. tenya
Türk bestecisi (İstanbul, 1860 – İstanbul, 1891).
Küçük yaşta, Ticaret ve Nafıa Nezar reti kâtiplerinden Necmettin Bey’den müzik dersleri almaya başlayan Şevki Bey ortaokulu bitirince Mızıkai Hü-mayun’a girdi ve Hacı Arif Bey’in öğrencisi oldu. Saray protokolundan sıkılınca görevinden istifa ederek Rüsumat Nezareti’ne (Gümrük) kâtip olarak girdi. Son derece “rint” bir yaşam
tamamlayamadığı Kutadgu Bilig, Orhun Yazıtları, Et Tuhfet-üz-Zekiyye, Lehçemi Türkiyye-i Memalik-i Mısır gibi yapıtları üstünde çalıştı.
TÜRK DİLİ ÜSTÜNE GÖRÜŞLERİ
Şemsettin Sami, genel olarak dilde yalınlaşmayı savunan Tanzimat yazarları arasında, konuya bir dil bilinciyle yaklaşan tek yazardır denebilir. Ona göre, türkçeye osmanlıca denemez, çünkü bu dille konuşan kavmin adı Türk’tür (nitekim, Şemsettin Sami yazdığı Türk dili sözlüğüne Kamus-ı Türki [Türkçe Sözlük] adım bu nedenle vermiştir). Bir dilin zenginliği, yabancı sözcülderden arınmış olmasına bağlıdır; dilimizin genişlemesi için arapça ve farsçadan sözcük almamalı, gerekirse doğu türkçesinin Anadolu’da unutulmuş sözcüklerini kullanım alanına çıkarmalıdır. Çünkü, arapça ve farsça sözcükler, türkçe içinde kaynaşamamış, yabancı kalmıştır. Bu nedenle de dilimize osmanlıca denemez. Osmanlıca yazılmış bir metni, bir İranlı ya da bir Arap anlayamayaca-
sürdü ve içkiye olan düşkünlüğü nedeniyle genç yaşta öldü.
Ağabeyi Tarakçı Servet Efendi de birkaç şarkı besteledi ama hiçbir zaman Şevki Bey kadar ünlü olamadı.
BESTECİLİĞİ
Kısa ömrünün on yılında bestecilik yapan Şevki Bey, bu süre içinde 1000’ den fazla şarkı besteledi. Ancak
BAŞLICA YAPITLARI
Roman: Taaşşuk-u Talat ve Fitnat (1872).
Oyun: Besa yahut Ahde Vefa (1875); Şeydi Yahya (1875); Gâve (1876). Sözlük ve ansiklopedi: Kamus-ı Fransavi (fransızcadan türkçeye, 1882); Kamus-ı Fransavi (türkçeden fran-sızcaya, 1885); Küçük Kamus-ı Fransavi (fransızcadan türkçeye, 1888); Kamus-ül-Âlâm (alta cilt, 1888-1898); Kamus-ı Türki (iki cilt, 1899-1900).
ğı gibi, bir Türk de anlamaz. Çünkü osmanlıca üç dilden alınmış ama bir-birleriyle birleşememiş öğeleri içeren yapma bir dildir. Doğu türkçesi batı türkçesine göre biraz kaba olmakla birlikte, kuralları bakımından, daha yalın ve daha doğrudur. Osmanlıca-daki sözcüklerin yüzde sekseni gereksiz ve konuşma dilinde kullanılmayan sözcüklerdir. Eski ozanların yapıtları arasmda, klasik sayılabilecek ancak birkaç beyit bulunabilir. Başka hiçbir dilde, konuşma ve yazı dili ayrılığı yoktur. Yeni edebiyatımız (Tanzimat edebiyatı) osmanlıcamn süslerinden kurtulmuştur ama, sözcükler bakımından, gereken yalınlığa hâlâ ulaşamamıştır.
Şemsettin Sami, bu görüşlerini hem edebiyat hem de edebiyat dışı yazılarında, çevirilerinde uyguladı. Bu’ bakımdan, onun Taaşşuk-u Talat ve Fitnat romanı ilgi çeldcidir. Konusu, eski mesnevilere benzeyen ve bir ahlak anlayışım sergileyen bu romanın düi konuşma diline yakın yalınlıktadır. Ne var ki, öteki Tanzimat romancıları, dilde yalınlaşmaktan yana oldukları halde, romanda Şemsettin Sami’nin yolunu izlemeyerek, bu görüşlerin roman türünde yerleşmesine yardımcı olmadılar (Bkz. ROMAN). ■
nota bilmeyişi, nota bilenler tarafından da hemen yazılmayışı birçok şarkısının (elde bulunanlardan fazlasının) kaybolmasına neden oldu. Günümüzde elde bulunan şarkılarının sayısı 265-270 kadardır.
Şevki Bey, Hacı Arif Bey okulunun başarılı bir temsilcisi olmakla birlikte, besteciliği bazı araştırmacıların belirttiği gibi “deha” derecesinde değildir. Bazı şarkıları her yönleriyle bü-
3909
BAŞLICA ŞARKILARI
Saba şarla (ağır aksak): Mey içerken düşdü aksin camıma (söz: Reşat Paşa).
Uşşak şarla (aksak): Gülzâre nazar kıldım virâne misâl olmuş (söz: M. Sa di Bey).
Uşşak şarla (curcuna): Esîr-i zülfünüm ey yüzü mâhım (söz: Bahriye Vâsıf Bey).
Bayaü şarkı (ağır aksak [değişmeli]): Bir katre içen çeşme-i pür-hön-i fenâ-dan (söz: Ziya Paşa).
Uşşak şarkı (ağır aksak): Reng-i ruh-sânna gülgûn dediler (söz: Üryânizâ-
de Sait Bey).
Hicaz şarkı (aksak): Bir taraf dan üzüyor gönlümü hicrin elemi (söz: Haffd Bey).
Hicaz şarkı (aksak): Dil yaresini andıracak yare bulunmaz (söz: Hafîd Bey).
Hicaz şarla (aksak): Sen bu yerden gideli ey saçı zer (söz: Recaizade Mahmut Ekrem).
Ificaz şarla (aksak): Kış geldi firak açmadadır sineme yare (söz: Safvet Bey).
Hüseyni şarla (curcuna): Nedir bu hâ-
letin ey meh cemâlim (söz: H Bey).
Hüseyni şarkı (Türk aksağı): H oku sinem deler (söz: M: Bey).
Muhayyer şarla (aksak): Şeb-i j yı hicrân içre kaldım (söz: Bah Vâsıf Bey).
Hüzzam şarkı (curcuna): Küşâd Him hem bahtım uygun.
Yegâh şarkı (aksak): Ahım seni s gibi bîzâr eder elbet (söz: Babı Vâsıf Bey).
yük müzik değeri taşırlarken, bazı şarkıları da tekdüze üslubunun yapıtları olmaktan ileri gitmemişlerdir.
Ama insan ruhuna seslenen, duyarlı, hüzünlü, lirik ve bir o kadar da içten olan şarkıları Şevki Bey’in değerli bir
besteci, olarak Türk müzik taı geçmesinde yeterli olmuştur.
Türk ozanı (İstanbul, 1757-İstanbul, 1799).
Babası tanınmış bir Mevlevi olan Şeyh Galip (asıl adı Mehmet’tir) babasından ve gene bir Mevlevi ozan olan Neşet Süleyman’dan ders alarak yetişti. Ayrıca çeşitli ozanların yapıtlarım, bu arada-Mevlana’nın Mesnevi’ sini okudu. İçinde bulunduğu Mevlevi çevresi nedeniyle tasavvufa ve Mevleviliğe yöneldi. Genç yaşta şür yazmaya başlayınca, kendisine Neşet tarafından verilen Esat takma adını (mahlas), daha sonra bu adı birçok ozanın kullanması nedeniyle bırakarak Galip adını aldı.
Divan-ı Hümayun’a girerek (1781) bir süre kâtiplik yapan Şeyh Galip, bu sırada çok genç yaşta olmasına karşın Divan’mı düzenledi. Memurluk yaşamıyla bağdaşamadığı için, bir süre sonra kimseye haber vermeden Konya’ya giderek, Ebubekir Çelebi’nin başında bulunduğu Mevlana dergâhında çileye girdi (1784), ancak oğlunun özlemine dayanamayan babasının başvurusu üzerine şeyhin verdiği izinle Konya’dan ayrılarak İstanbul’a döndü ve çilesini Yenikapı Mevleviha-nesi’nde doldurdu, şeyhliğe yükselerek “dede” unvanım aldı (1787). Bir süre Sütlüce’deki evinde ailesiyle birlikte inzivaya çekildikten sonra Galata (Kulekapısı) Mevlevihanesi şeyhliğine getirildi (1789), ölümüne kadar bu görevde kaldı. Selim IIFün yakın dostluğunu kazanan Şeyh Galip, sık sık sarayda düzenlenen söyleşilere ve müzik dinletilerine katıldı. Mezarı Galata Mevlevihanesi’nin türbesinde-dir.
ŞEYH GALİP’İN OZANLIĞI
Divan şürinin hemen bütün nazım türlerinde şür yazan Şeyh Galip, çağdaşlarından farklı olarak yeni bir ses ve üslup getirdi. Divan şiirinin biçim ve içerik kurallarına sıkı sıkıya bağlı olmasına karşın, güçlü şür tekniğiyle özgün bir şiir yapışma ulaşmayı bildi. Hüsn ü Aşk adili mesnevisinde şür dilinin yalın olması gerektiğini belirtmekle birlikte, arapça ve farsça tam-
lamalarla yüklü ağdalı bir dil kı dı. Az da olsa, şürlerinde yalın sc miş dizelere, yerel sözcük ve d< lere raslanır. Şiirlerinde kalıpla mazmunlara yer vermekle birlikti ni ve alışılmamış mazmunlar da lanması, üslupçuluk ve özgünlük gısıyla çağrışımlara, mecazlara, gelere dayanan bir şiir diline y mesi, kapalı bir şiir yapışma ula sına yol açtı. Çağrışımların da y mıyla divan şiiriŞEKER HASTALIĞININ 1HTİLATLARI
Çok sayıda olan şeker hastalı lan, enfeksiyon ya da yozlaşt likte olabilirler. Bu son duru sistemleri ilgilendirirler. Kal sisteminde göğüs anjini, atar tihabı;böbrekte böbrek araç tihabı nefrit; duyu organlaı siniri körelmesi, sağırlık; si minde sinir ağrıları, yaygın hapları; cinsel organlarda il lık, kısırlık biçiminde kendil li ederler. En büyük ihtilat, te mediğinde ölümcül olan şek sidir.
Hastalığın tedavisi öncelikle şam boyu izlenmesi gereken1 şma hastaların % 20’sind olan şeker alimim kısıtlayıp lenme rejimidir. Olguların °/ deri altına insülin şırınga ed rekir, % 50’sinde de ağızda kan şekerini düşürücü ilaçlf olur.
:erkamışı
k’tebir mısı tarlası.
a’da ürün m bir işçi
Buğdaygiller (Graminaceae) ailesinden, Güney Asya kökenli uzun ömürlü bitki.
Şekerkamışı (Saccharum officina-rum), gövdesi çiğnendiğinde ağızda tatlımsı bir tat bırakan bir bitkidir. Yabani şekerkamışına (Sachharum spontaneum), bazı sıcak adalarda (Cava, Borneo, Yeni Gine) olduğu gibi Hindistan, Çinhindi ve Malezya’da raslanmıştır. Hindistan’da çok eskiden beri bilinen şekerkamışının kullanılması yavaş yavaş öbür ülkelere yayıldı: Çin’de, İ.ö. II. yy’dan başlayarak, Mısır ve Etyopya’da Î.S. I. yy’ın başlarına doğru kullanılmaya başlanmıştır. Ortaçağ’da şekerkamışı Arap-lar tarafından Sicilya ve Endülüs’e götürülmüş, XV. yy’da Madeira’ya ve Kanarya adalarına, XVI. yy’da Brezil-
ya ve Meksika’ya, XVII. yy’da Antil-ler’e girmiştir. Günümüzde, dünyada tropikal bölgelerin çoğunda yetiştirilmektedir.
2-5 mboyunda,kalın ve tatlı bir sıvı(% 13-15 sakaroz) ile dolu 1-2 m uzunluğunda, 3-5 sm enindeki şerit biçimli yapraklı saplarının oluşması için şe-kerkamışının çok miktarda suya ve özellikle yüksek sıcaklığa gereksinimi vardır; büyümesi ve gelişmesi ancak 20°C’m üstündeki sıcaklıkta ve bitkiye zarar veren donların çok az olduğu durumlarda gerçekleşir. Şekerkamışı 12-15 ayda çiçeklenir ve ipek görünümündeki yumuşak bileşik salkım tipinde çiçek durumları meydana getirir. Çiçekler çoğunlukla verimsizdir
ya da çimlenmeleri çok güç olan son derece küçük tohumlar verirler. Tarım alanında şekerkamışı çelikleme yoluyla üretilir; bitkinin yetiştirildiği alan ardışık 2-3 kez ürün alındıktan sonra oluşan sürgünlerden yararlanılarak yenilenmelidir. Kamış çiçeklendikten 3 ay sonra olgunlaşır; o zaman gövdeler toprak düzeyinde kesilir, yaprakları ayıklandıktan sonra hemen şeker fabrikasına gönderilir. Hektar başına 50 000-100 000 kg şekerkamışı elde edilir ve bundan
4 000-5 000 kg kadar şeker çıkarılır; melastan da mayalandırma ve damıtma yoluyla rom elde edilir. Türkiye’de şekerkamışı Çukurova’da sınırlı olarak yetiştirilir. ■
Bilgi kuramında ve ruhbilimde, imge ile kavram arasmda yer alan yalınlaştırılmış tasarımı belirten terim. Sözgelimi Kant’a göre, bir kâğıt üstündeki beş noktanın bütün olarak imgesinden, örneğin sayı kavramına geçme konusunda (burada 5 sayısı söz konusudur) şemalandırma çok önemli bir rol oynar. Yani özne, sayı sayar (1,2,3,4,5) ve bti sayış (y.a da numaralandırma) herhangi bir sayıyı kurmasını ve kavramasını sağlayan genel bir yöntem haline gelir. Öte yandan çocuk, iskambil oynayarak, bütün olarak ve nitel olarak bir beşli grubu öğrenebilir ve bu grubu bir domino taşı üstünde (ortasında bir görüntü bulunur ve kare biçimindedir) yeniden tanıyabilir. Sayılandırmaya ise ancak daha sonra geçecek ve birimden yola çıkarak art arda gelen eklemelerle 5’e ulaşacaktır. Aynı biçimde, çocuğun
çizdiği bir ev ya da adam resmi, duyularla algılanmış bir nesne de, genel bir fikir de olmayan bir zihinsel içeriğe denk düşüyor gibi görünmektedir. Şemalarm oluşumu, temel tasarımların açılmasını, yoğunlaşmasını ve kaynaşmasını; çeşitli seçici etkenler olarak eğilimleri ve duyguları, bir çeşit genel devingenlik ortaya koyan hare-ketsel etkinliği oluşturur. Aynı biçimde, çeşitli görsel, işitsel, hareketse! şemalar vardır. Dans etmesini bilmek, orkestra çalmaya başlar başlamaz melodinin vals olduğunu anlamak, daha önceden edinilmiş işitsel-hareketsel şemalarm varlığım gerekli kılar. Sözdağarcığı ya da sözdizim söz konusu olunca, şemalarm, dilde çok önemli bir rol oynadığı görülür. Şemalar, zihinsel dinamizmde, bir çeşit soyut-somut düzey oluşturur ve ge-. nel bir fikrin ortaya konmasını sağlar.
Bergson, yeniden hatırlama çabasında, şematik öğeleri iç içe geçmiş bir tasarımın, bölümleri yan yana yer alan imgesel bir tasarıma dönüştüğür nü göstermişti. Kavrama ve yaratma çabasında da aynı şey söz konusudur; bunlarda belli belirsin ve biçimlenebilir bir “dinamik şema”, kendi çevresinde toparlanan ve karşılıklı bir uyuşum ile kendisi üstünde etki yapan imgeleri çağırır. Genetik kuramlarda şema, iki düzey arasındaki bir aracı gibidir. Pi-aget, özümleme ve kendine uydurma yoluyla oluşan şemaları incelemiştir. Bunlar, duyusal-hareketsel dönemde, çocuğun çevresine uymasını sağlarlar ve dil ile düşüncenin ortaya çıkmasından önce, ilk bilişsel (ya da bilisel) yapılan oluştururlar. ■
me Primatlar (Primates) takımının insan-sımaymungiller (Pongoidae) ailesinden memeli hayvan. Ruhsal balamdan
en fazla gelişmiş hayvan olan şempanze bir Afrika insansı maymunudur. Şempanzenin (Tan troglodytes) çeşit-
li ırkları, Gine ve Büyük Göller arasmda yayılmıştır. Çoğunun toplam yüksekliği 1,40 m’ye ve ağırlığı 50 kg’a
3907
Son deneyler şempanzenin dilsel bildirişim kurma konusunda olağanüstü yetenekleri olduğunu göstermiştir.
Şemsettin
Sami
3908
erişir. Tüyleri siyahtır; yüzü çıplak ve daha açık renktedir. Gerçek şempanze (P.t. verus) Gine ve Liberya’da yaşar. Siyah yüzlü olan dazlak kafalı şempanze (P. t. troglodytes) daha doğuda, Nijer ve Kongo arasmda yaşar. Schweinfurth şempanzesi olarak adlandırılan üçüncü bir ırk da (P. t. schweinfurthi) Orta ve Doğu Afrika’ da yerleşmiştir. Özellikle Kongo’nun sol yakasında yaşayan dördüncü ırk, boyunun küçüklüğüyle dikkati çeker: Bu, boyu 95 sm’yi geçmeyen cüce şempanzedir (P. t. paniscus). Bu şempanzenin ayrıca iskeleti daha ince yapılı, yüzü de siyahtır. Özel bir tür sa-
yılmaya başlanan bu ırk, yakm bir geçmişte, 1925’te bulunmuştur. Öbür şempanzelerse hayvanbilimciler tarafından çok daha erken tarihlerde tanınmışlardır; çünkü bunların ilk örneği, Avrupa’ya 1641’de getirilmiştir. Şempanzeler, olağanüstü gelişmiş ruhsal yeteneklerinden dolayı doğal ortamlarında olduğu kadar tutsak haldeyken de,birçok araştırmaya konu olmuşlardır. Sözgelimi, bunların çokeşli{poligam)olduklarıbilinir.Top-lumsal gruplarında egemen bir erkek, çok sayıda ve daha aşağı düzeyde erkekler, dişiler ve yavrular bulunur. Beslenme rejimleri değişkendir, özel-
likle bitkilerle beslenirler, aım maymunlara varmcaya kadar hayvanları da yakalarlar.
KÖHLER’İN DENEYLERİ
Şempanzeler geceleri dinlenmel cıyla ağaçlarda yuva yaparla hayvanların en ilginç davranış dan biri de alet kullanmalarıd durum hayvanbilimci jane Va wick – Goodall tarafından farl iniştir. Şempanzeler, termit yuvt dakı termitleri yakalamak içir daygillerin 50-75 sm uzunlukta! larrnı bunların yuvalarına sokar saplar termitlerle örtüldüğünd nu geri çeker ve yalarlar. Bir içindeki durgun sudan içmek içi avuç dolusu yaprak alır, bunla ya batırır, sonra emerler. Tutsai deki şempanzelerin alet kullî sı Alman ruhbilimcisi Wolfgang ler’i derinden ilgilendirmiş ve b lemleri sayesinde şempanzenin r durumuna ilişkin Geştalt kurı kurmuştur. Köhler, deneylerin narya adalarında Tenerife ist nunda 1913-1917 arasmda gerçi tirmiştir. Köhler’in bir deneyi özetlenebilir: Bir kafese kapatılır şempanzenin kafesinin önüne biı konur ve şempanzeye uçlan birb içine geçebilen (birbirine eklene ama her biri muza erişemeyen dar kısa olan iki sopa verilirse, panze muzu almak için her iki sı da sırasıyla dener ve başarıya u mayacağını anlayınca, sopalarl nayarak raslantısal olarak bu birbirine eklemeyi öğrenir, böyle muzu ele geçirmeyi başarır. Hatl sopanın ucunu öbürünün içine gt bilmek için bunu dişleriyle ine Köhler’in bir başka deneyi de b önem taşır: Kendisine gösterile tahtadan küçüğünü seçmeye ahi mış bir şempanzeye, bu iki taht büyüğü, daha büyük bir üçüncü tayla birlikte gösterilirse şemp küçüğünü (yani ilk gösterilen iki tanın büyük olanını) ahr. Şempı lerle daha birçok deney yapı tır. Bu deneylerin kimileri bu ha; larm en azmdan kargacık burgaç olsa resim yapabilme yeteneğim duklarmı göstermiştir.
Türk yazan ve dilcisi (Fraşer, Yanya, 1850 – İstanbul, 1904).
İlköğrenimini Fraşer’de özel dersler alarak yapan Şemsettin Sami, babası ve annesinin ölümü üzerine, ağabeyinin ailesiyle birlikte Yanya’ya göç
etti (1861). Burada bir Rum lisesini bitirdi (1868). Bu okulda, daha sonra yöneleceği sözlükçülük alanında gerekli olacak ramca, eski yunanca ve fran-sızcayı öğrendi.
Daha sonra bir süre Yanya’da Mek-
tubi Kalemi’nde çalıştı, 1871’deİ bul’a gelerek Matbuat Kalemi’m di. Ertesi yıl, fransızcadan çevi Tarih-i Mücmel-i Fransa (Fransı Özet Tarihi) adlı kitapla, ilk Tür mam sayılan Taaşşuk-u Talat w
i
nat’ı (Talat ile Fitnat’m Aşkı) yayımladı. Matbuat Kalemi’ndeki görevi sürerken Sirac ve Hadika gazetelerinde de çalışıyordu. 1874’te Trablusgarp’ ta çıkan Vilayet gazetesinin yönetimini üstlendi, dokuz ay sonra yemden İstanbul’a döndü. Tiyatroyla da ilgilenerek, arka arkaya Besa yahut Ahde Vefa (1875), Şeydi Yahya (1875) ve Gâve (1876) oyunlarım yayımladı. 1876’da Muharrir dergisiyle Sabah gazetesini çıkardı. 1877’de Cezayir Bahr-ı Sefid valisi Sava Paşa’mn mü-hürdarlığını (özel yazman), Osmanlı-Rus savaşı sırasında Sevkiyat-ı Askeriye Komisyonu yazmanlığım yaptı, daha sonra da başyazman oldu (1893).
Bu yıllarda hem sözlük ve dilbilgisi çalışmalarına,hem de çevirilere ağırlık veren Şemsettin Sami, Sarf ve Nahv- i Arabi (Arapça Dilbilgisi) kitabım yayımladı. 1877’de Mihran’ın Terceman-ı Şark gazetesinde yazarlık yaptı, 1879’da Aile, 1881’de Hafta dergilerini çıkardı. Aynı yıl, Teftiş-i Askeri Komisyonu’nda (Askeri Denetleme Kurulu) çalıştı. 1882’de yayımladığı fransızcadan türkçeye sözlük olan Kamus-ı Fransavi, onun daha sonra yayımlayacağı büyük sözlük ve ansiklopedilerin ilki .oldu. Bu yapıtın ardından 1885’te aynı sözlüğün türk-çeden fransızcaya bölümünü, 1888’de yayımı on yıl süren ve altı ciltte tamamlanan Kamus-ül-Âlâm (Evrenlerin Sözlüğü) adlı ansiklopedisinin ilk fasikülünü,1898’de.Kamus-j Arabi’yi (Arapça Sözlük), 1899-1900’de iki cüt olarak Kamus-ı Türki’ yi (Türkçe Sözlük), 1899’da Tatbikat-ı Arabiyye’yi (Arapça Uygulama), vb’ni yayımladı. Yaşamının sonlarına doğru, Teftiş-i Askeri Komisyonu’ndaki görevine karşın, Abdülhamit II tarafından “ikamete memur” (evinde gözaltına alınma) edildi, bu arada sağlığı da bozuldu. Yaşamının son yıllarında, yayımlama olanağı bulamadığı, bir bölümünü de
şerit Bkz. tenya
Türk bestecisi (İstanbul, 1860 – İstanbul, 1891).
Küçük yaşta, Ticaret ve Nafıa Nezar reti kâtiplerinden Necmettin Bey’den müzik dersleri almaya başlayan Şevki Bey ortaokulu bitirince Mızıkai Hü-mayun’a girdi ve Hacı Arif Bey’in öğrencisi oldu. Saray protokolundan sıkılınca görevinden istifa ederek Rüsumat Nezareti’ne (Gümrük) kâtip olarak girdi. Son derece “rint” bir yaşam
tamamlayamadığı Kutadgu Bilig, Orhun Yazıtları, Et Tuhfet-üz-Zekiyye, Lehçemi Türkiyye-i Memalik-i Mısır gibi yapıtları üstünde çalıştı.
TÜRK DİLİ ÜSTÜNE GÖRÜŞLERİ
Şemsettin Sami, genel olarak dilde yalınlaşmayı savunan Tanzimat yazarları arasında, konuya bir dil bilinciyle yaklaşan tek yazardır denebilir. Ona göre, türkçeye osmanlıca denemez, çünkü bu dille konuşan kavmin adı Türk’tür (nitekim, Şemsettin Sami yazdığı Türk dili sözlüğüne Kamus-ı Türki [Türkçe Sözlük] adım bu nedenle vermiştir). Bir dilin zenginliği, yabancı sözcülderden arınmış olmasına bağlıdır; dilimizin genişlemesi için arapça ve farsçadan sözcük almamalı, gerekirse doğu türkçesinin Anadolu’da unutulmuş sözcüklerini kullanım alanına çıkarmalıdır. Çünkü, arapça ve farsça sözcükler, türkçe içinde kaynaşamamış, yabancı kalmıştır. Bu nedenle de dilimize osmanlıca denemez. Osmanlıca yazılmış bir metni, bir İranlı ya da bir Arap anlayamayaca-
sürdü ve içkiye olan düşkünlüğü nedeniyle genç yaşta öldü.
Ağabeyi Tarakçı Servet Efendi de birkaç şarkı besteledi ama hiçbir zaman Şevki Bey kadar ünlü olamadı.
BESTECİLİĞİ
Kısa ömrünün on yılında bestecilik yapan Şevki Bey, bu süre içinde 1000’ den fazla şarkı besteledi. Ancak
BAŞLICA YAPITLARI
Roman: Taaşşuk-u Talat ve Fitnat (1872).
Oyun: Besa yahut Ahde Vefa (1875); Şeydi Yahya (1875); Gâve (1876). Sözlük ve ansiklopedi: Kamus-ı Fransavi (fransızcadan türkçeye, 1882); Kamus-ı Fransavi (türkçeden fran-sızcaya, 1885); Küçük Kamus-ı Fransavi (fransızcadan türkçeye, 1888); Kamus-ül-Âlâm (alta cilt, 1888-1898); Kamus-ı Türki (iki cilt, 1899-1900).
ğı gibi, bir Türk de anlamaz. Çünkü osmanlıca üç dilden alınmış ama bir-birleriyle birleşememiş öğeleri içeren yapma bir dildir. Doğu türkçesi batı türkçesine göre biraz kaba olmakla birlikte, kuralları bakımından, daha yalın ve daha doğrudur. Osmanlıca-daki sözcüklerin yüzde sekseni gereksiz ve konuşma dilinde kullanılmayan sözcüklerdir. Eski ozanların yapıtları arasmda, klasik sayılabilecek ancak birkaç beyit bulunabilir. Başka hiçbir dilde, konuşma ve yazı dili ayrılığı yoktur. Yeni edebiyatımız (Tanzimat edebiyatı) osmanlıcamn süslerinden kurtulmuştur ama, sözcükler bakımından, gereken yalınlığa hâlâ ulaşamamıştır.
Şemsettin Sami, bu görüşlerini hem edebiyat hem de edebiyat dışı yazılarında, çevirilerinde uyguladı. Bu’ bakımdan, onun Taaşşuk-u Talat ve Fitnat romanı ilgi çeldcidir. Konusu, eski mesnevilere benzeyen ve bir ahlak anlayışım sergileyen bu romanın düi konuşma diline yakın yalınlıktadır. Ne var ki, öteki Tanzimat romancıları, dilde yalınlaşmaktan yana oldukları halde, romanda Şemsettin Sami’nin yolunu izlemeyerek, bu görüşlerin roman türünde yerleşmesine yardımcı olmadılar (Bkz. ROMAN). ■
nota bilmeyişi, nota bilenler tarafından da hemen yazılmayışı birçok şarkısının (elde bulunanlardan fazlasının) kaybolmasına neden oldu. Günümüzde elde bulunan şarkılarının sayısı 265-270 kadardır.
Şevki Bey, Hacı Arif Bey okulunun başarılı bir temsilcisi olmakla birlikte, besteciliği bazı araştırmacıların belirttiği gibi “deha” derecesinde değildir. Bazı şarkıları her yönleriyle bü-
3909
BAŞLICA ŞARKILARI
Saba şarla (ağır aksak): Mey içerken düşdü aksin camıma (söz: Reşat Paşa).
Uşşak şarla (aksak): Gülzâre nazar kıldım virâne misâl olmuş (söz: M. Sa di Bey).
Uşşak şarla (curcuna): Esîr-i zülfünüm ey yüzü mâhım (söz: Bahriye Vâsıf Bey).
Bayaü şarkı (ağır aksak [değişmeli]): Bir katre içen çeşme-i pür-hön-i fenâ-dan (söz: Ziya Paşa).
Uşşak şarkı (ağır aksak): Reng-i ruh-sânna gülgûn dediler (söz: Üryânizâ-
de Sait Bey).
Hicaz şarkı (aksak): Bir taraf dan üzüyor gönlümü hicrin elemi (söz: Haffd Bey).
Hicaz şarkı (aksak): Dil yaresini andıracak yare bulunmaz (söz: Hafîd Bey).
Hicaz şarla (aksak): Sen bu yerden gideli ey saçı zer (söz: Recaizade Mahmut Ekrem).
Ificaz şarla (aksak): Kış geldi firak açmadadır sineme yare (söz: Safvet Bey).
Hüseyni şarla (curcuna): Nedir bu hâ-
letin ey meh cemâlim (söz: H Bey).
Hüseyni şarkı (Türk aksağı): H oku sinem deler (söz: M: Bey).
Muhayyer şarla (aksak): Şeb-i j yı hicrân içre kaldım (söz: Bah Vâsıf Bey).
Hüzzam şarkı (curcuna): Küşâd Him hem bahtım uygun.
Yegâh şarkı (aksak): Ahım seni s gibi bîzâr eder elbet (söz: Babı Vâsıf Bey).
yük müzik değeri taşırlarken, bazı şarkıları da tekdüze üslubunun yapıtları olmaktan ileri gitmemişlerdir.
Ama insan ruhuna seslenen, duyarlı, hüzünlü, lirik ve bir o kadar da içten olan şarkıları Şevki Bey’in değerli bir
besteci, olarak Türk müzik taı geçmesinde yeterli olmuştur.
Türk ozanı (İstanbul, 1757-İstanbul, 1799).
Babası tanınmış bir Mevlevi olan Şeyh Galip (asıl adı Mehmet’tir) babasından ve gene bir Mevlevi ozan olan Neşet Süleyman’dan ders alarak yetişti. Ayrıca çeşitli ozanların yapıtlarım, bu arada-Mevlana’nın Mesnevi’ sini okudu. İçinde bulunduğu Mevlevi çevresi nedeniyle tasavvufa ve Mevleviliğe yöneldi. Genç yaşta şür yazmaya başlayınca, kendisine Neşet tarafından verilen Esat takma adını (mahlas), daha sonra bu adı birçok ozanın kullanması nedeniyle bırakarak Galip adını aldı.
Divan-ı Hümayun’a girerek (1781) bir süre kâtiplik yapan Şeyh Galip, bu sırada çok genç yaşta olmasına karşın Divan’mı düzenledi. Memurluk yaşamıyla bağdaşamadığı için, bir süre sonra kimseye haber vermeden Konya’ya giderek, Ebubekir Çelebi’nin başında bulunduğu Mevlana dergâhında çileye girdi (1784), ancak oğlunun özlemine dayanamayan babasının başvurusu üzerine şeyhin verdiği izinle Konya’dan ayrılarak İstanbul’a döndü ve çilesini Yenikapı Mevleviha-nesi’nde doldurdu, şeyhliğe yükselerek “dede” unvanım aldı (1787). Bir süre Sütlüce’deki evinde ailesiyle birlikte inzivaya çekildikten sonra Galata (Kulekapısı) Mevlevihanesi şeyhliğine getirildi (1789), ölümüne kadar bu görevde kaldı. Selim IIFün yakın dostluğunu kazanan Şeyh Galip, sık sık sarayda düzenlenen söyleşilere ve müzik dinletilerine katıldı. Mezarı Galata Mevlevihanesi’nin türbesinde-dir.
ŞEYH GALİP’İN OZANLIĞI
Divan şürinin hemen bütün nazım türlerinde şür yazan Şeyh Galip, çağdaşlarından farklı olarak yeni bir ses ve üslup getirdi. Divan şiirinin biçim ve içerik kurallarına sıkı sıkıya bağlı olmasına karşın, güçlü şür tekniğiyle özgün bir şiir yapışma ulaşmayı bildi. Hüsn ü Aşk adili mesnevisinde şür dilinin yalın olması gerektiğini belirtmekle birlikte, arapça ve farsça tam-
lamalarla yüklü ağdalı bir dil kı dı. Az da olsa, şürlerinde yalın sc miş dizelere, yerel sözcük ve d< lere raslanır. Şiirlerinde kalıpla mazmunlara yer vermekle birlikti ni ve alışılmamış mazmunlar da lanması, üslupçuluk ve özgünlük gısıyla çağrışımlara, mecazlara, gelere dayanan bir şiir diline y mesi, kapalı bir şiir yapışma ula sına yol açtı. Çağrışımların da y mıyla divan şiiri