SOLUNUM SİSTEMİ VE HASTALIKLARI
NEFES BORUSU (TRAKEA): Nefes borusu, akciğerler ile atmosfer havası arasındaki bağlantıyı kuran yaklaşık 10-11 cm. uzunluğunda bir tüptür. Nefes borusunun üst ucu 6. boyun omuru hizasmdayken, alt ucu da 5. sırt omuru hizasındadır. Vücudun dikey orta hattına yerleşmiş olan nefes borusunun arka yüzü, yemek borusu ile komşudur. Nefes borusunun üst bölümü, hemen önünde bulunan tiroit bezi ile komşu iken, üst ucu ile gırtlağın yapısına katılan ‘Krikoid kıkırdağa’ tutunmuştur. Enine kesiti incelendiğinde nefes borusunun tam yuvarlak bir boru-tüp biçiminde olmayıp, arka yüzünün daha yassı olduğu görülür. Nefes borusu çok hareketli bir organdır. Alt ucu çatallaşarak biri sağ akciğere diğeri de sol akciğere giden iki ayrı dala ayrılır. Sağ akciğere giden dala ‘Sağ ana bronş’, sol akciğere giden dala da ‘Sol ana bronş’ denir. Sağ ana bronş 2.5 cm. uzunluğunda olup
soldakine göre daha geniş, kısa ve daha diktir. Bu nedenle yanlışlıkla solunum yollarına solunan yabancı maddeler, daha çok sağ akciğere doğru kaçarlar. Sol ana bronş 5 cm. boyunda olup daha uzun, daha yatık ve daha incedir. Sağ akciğer, ‘Üst lop’, ‘Orta lop’ ve ‘Alt lop’ olmak üzere üç parçaya ayrılmışken, sol akciğer ‘Üst lop’ ve ‘Alt lop’ olmak üzere iki büyük parçaya bölünmüştür. Gerek* sağ ve gerekse sol akciğerdeki ‘Lop’ denilen bu parçaların her biri birbirinden bağımsız akciğer parçaları gibidirler ve her biri kendisine hava taşıyan bir bronşa sahiptir. Bu bronşlar sağda ve solda esas bronşlardan dallanarak ayrılırlar. Sağ üst lopa giden bronşa ‘Sağ üst lop bronşu’ denir. Bu biçimde sağda esas bronştan ayrılan diğer bronşlara da ‘Sağ orta lop bronşu’ ve ‘Sağ alt lop bronşu’ denir. Sol akciğerde de iki lop bulunduğuna göre sol esas bronştan ‘Sol üst lop
bronşu’ ve ‘Sol alt lop bronşu’ olmak üzere iki bronş ayrılır. Sağ ve sol akciğerlerdeki loplar ise daha küçük lopçuklara bölünmüşlerdir. Loplara gelen bronşlar her bir lopçuğa gitmek üzere daha küçük dallara bölünürler. Lopçuklara gelen bronşlar bu lopçukların adlarıyla tanınırlar. Her bir lopun bağımsız bir akciğer parçası oluşturduğunu söylemiştik. Birkaç akciğer lopçuğu birleşip bir lop kurduklarına göre ve her lopçuğun da kendi bronşu bulunduğuna göre, her bir akciğer lopçuğu başlı başına özerk bir akciğer parçası biçimindedir. Bu durum cerrahi müdahaleler için büyük bir olanak sağlamıştır. Şöyle ki, yalnız tek bir lopçuğu saran bir akciğer hastalığında, yalnız o lopçuğun çıkartılmasıyla diğer akciğer lopları korunmuş olur. Özel bronşu ile birlikte her akciğer lopçuğunun ayrı parçacığına ‘Segment’ denir. Akciğerleri oluşturan lop ve bunların bölünmüş oldukları lopçukları aşağıdaki tablo içinde özetliyoruz. Bu lop ve lopçuklara gelen bronşların, lop ve lopçuklarla aynı adı paylaştıklarını unutmamak gerekir.
SAĞ AKCİĞER
Üst Lop : 1) tepe lopçuk 2) arka lopçuk 3) ön lopçuk Orta Lop : 4) dış lopçuk 5) iç lopçuk Alt Lop : 6) alt tepe lopçuk 7) iç bazal lopçuk 8) ön bazal lopçuk 9) dış bazal lopçuk 10) arka b azal lopçuk
SOL AKCİĞER Üst Lop :1) arka-tepe lopçuk 2) ön lopçuk 3) üst lingular lopçuk 4) alt lingular lopçuk Alt Lop : 5) alt tepe lopçuk 6) iç bazal lopçuk 7) iç-ön bazal lopçuk 8) dış bazal lopçuk 9) arka bazal lopçuk İç boşluğunun çapı yaklaşık olarak 12 mm. olan nefes borusu, kendisinden kaynaklanan iki esas bronş aracılığı ile akciğerlere gereken havayı iletir. Esas bronşların akciğerlere girdiği bölgeye ‘Akciğer hilus’u denir.
18.2. NEFES BORUSU VE ESAS BRONŞLARIN YAPISI: Nefes borusu, kıkırdak yapısındaki 16 halkanın belli bir mesafeyle üst üste dizilip birbirlerine “Fibroz” (lifsel) bir doku ve düz kaslarla bağlanmaları sonucu oluşan bir organdır. Kıkırdak halkalar için ‘Eksik halka’ deyimini kullandık.. Çünkü bu halkaların arka bölümleri kesiktir. Kesik olan iki uç, düz kas lifleri ile birbirlerine bağlanırlar. Bu kas liflerinin kasılması sonucu elastik bir yapıya sahip olan kıkırdak halkalar büzülürler ve böylece nefes borusu daralır. Büyük bir bölümü kıkırdaktan, arkadaki küçük bölümü de düz kaslardan kurulmuş olan bu halkalar ‘Fibroz’ (lifsel) bir doku ile hem birbirlerine bağlanmışlar hem dş yüzleri bu doku ile örtülerek tam bir boru oluşturmuşlardır. Arkası düz olan bu borunun, yani nefes borusunun iç yüzü ‘Mukoza’ ile örtülmüştür. Mukoza tabakasının yapısına katılan epitel “Çok katlı silialı epitel” yapısındadır. Nefes borusunun boşluğuna bakan epitel hücrelerinin yüzeylerinde bulunan “Silia”lar (titrek tüyler) rüzgarda dalgalanan buğday tarlaları gibi hareketlidirler. Bu hareketler sonucu titrek tüyler üzerine düşen tozlar ve diğer yabancı cisimler nefes borusundan gırtlağa doğru sürüklenip balgam içinde atılırlar. Titrek tüylü epitel hücreleri arasında bol miktarda “Goblet” hücresi bulunur. Bilindiği gibi bu hücreler tek tek bağımsız olarak çalışan salgı hücreleridir ve “Mukus” denilen bir salgı üretirler. Mukus salgısı nefes borusunun iç yüzünü örten epitel tabakasının nemliliğini sağlar. Diğer yandan mukus IgA yönünden de çok zengindir. Bilindiği gibi IgA nefes borusunu ve daha geniş bir yaklaşımla solunum sistemini çeşitli mikropların hastalandırıcı etkilerine karşı korur. Mukoza tabakası lenfositlerden de çok zengindir. Mukoza tabakasının hemen altında ‘Submukoza’ tabakası bulunur. Gevşek bağ dokusu yapısında olan bu tabaka damarlar ve sinirler yönünden çok zengindir. Submukoza içinde salgı bezleri de bulunur. Bu salgı bezleri hazırladıkları salgıyı kanalcıklar aracılığıyla nefes borusunun iç yüzeyine boşaltırlar.
18.3.PLEVRA (AKCİĞERZARI): Her iki akciğer, “Plevra” denilen iki yapraklı bir zar ile örtülmüştür. Bu zarın iç ve dış yaprakları arasında bir miktar hava ve sıvı ile dolu küçük bir boşluk bulunur. Bu boşluğa “Plevra boşluğu” denir. Plevranm iç’ yaprağı, buna “Viseral plevra” denir, akciğer dokusuna ondan ayrılmayacak biçimde sıkıca tutunmuştur. Visaral plevra aynı zamanda akciğer dokusunun derinliklerine lopçuklar arasına uzantılar gönderir. Plevranm dış yaprağına “Parietal plevra” denilir. Parietal plevra ağrıya duy arlıdır halbuki viseral plevra ağrı duymaz. Akciğere damar, sinir ve esas bronşun girdiği “Hilus” bölgesinde plevra bulunmaz.
18.4. AKCİĞERLERİN YAPISI: Akciğerler çok sayıda hava keseciğinin belli bir düzen içinde birbirleriyle birleşmesiyle kurulmuş bir organdır. “Alveol” denilen bu keseciklerin sayısı erişkin bir insanda 300 milyon kadardır. Bu 300 milyon hava keseceği yani alveol, akciğerlere gelen kanın temizlenmesi, yani karbondioksitten temizlenip oksijen yönünden zenginleşmesi için yaklaşık olarak 70 – 100 metre karelik b ir alan, bir havalandırma yüzeyi oluştururlar. Her bir hava keseciğinin çapı 200 – 300 mikron kadardır. Anımsanacağı gibi nefes borusu önce esas bronşa ayrılmaktadır. Daha sonra her esas bronş akciğer loplarına giden dallara, bu dallar da akciğer loplarını kuran lopçuklara giden dallara bölünmektedir. Bu bölünmeleri şöyle sıralayabiliriz. Birinci bölünmede nefes borusundan esas bronşlar ayrılır. İkinci bölünmede esas bronşlardan loplara gidenbronşlarayrılır. Bunlara ‘İkincil bronşlar’ diyelim. İkincil bronşlardan da üçüncü bir bölünme ile lopçuklara giden ‘Üçüncül bronşlar’ ayrılırlar. Üçüncül bronşlar bundan sonra lopçuklara girerler “Bronşiol” (bronşçuk) adını alırlar. Esas bronşlarda, ikincil bronşlarda ve üçüncül bronşlarda kıkırdak bulunur. Fakat üçüncül bronşların lopçuklar içindeki uzantısı olan bronşiollerin yapısında artık kıkırdak dokusu bulunmaz. Bronşioller hava keseciklerine ulaşmak için daha ileri bölünmelere uğrarlar. Bu bölünmeler sırasında gitgide incelmekte olan şu yapılar sırayla ortaya çıkarlar. Terminal bronşiol’, ‘Respiratuar bronşiol’, Terminal respiratuar bronşiol’ ve ‘Hava borucuğu’. Hava borucukları birkaç hava kesesine açılırlar. Hava keselerine çok sayıda ‘Hava keseciği’, yani alveol açılır. Bazı hava kesecikleri hava borucuklarma ve terminal respiratuar bronşiollere de açılırlar. Buraya kadar anlattıklarımıza dayanarak akciğerleri büyük bir çınar ağacına benzetebiliriz. Bu çınar ağacının her bir yaprağı akciğerin her bir hava keseciğine eşittir. Çınar ağacı yaprakları aracılığıyla, insan organizması da akciğerlerindeki hava kesecikleriyle solunum yapar. Ağacın gövdesini nefes borusuna benzetebiliriz. Gövdeden ayrılan büyük dallan ve bunlardan ayrılan çok sayıdaki daha ince dalları bronşlara, bronşiollere ve daha küçük hava iletim kanalcıklarına benzetebiliriz.
18.5. HAVA KESECİKLERİNİN MİKROSKOBİK YAPISI: Hava kesecikleri aslında birbirlerinden ince duvarcıklarla ayrılan hava boşluklarıdır. Hava kesecikleri arasındaki bu duvarcıklara
“Alveoller arası septum” ya da “Alveol septum- lan ” denilmektedir. Alveol septumlarmm içinde çok yaygın bir kılcal damar ağı bulunur. Hava keseciklerinin duvarları içindeki kılcal damar ağma gelen oksijenden fakir karbondioksitten zengin kan taşıdığı karbondioksiti hava keseciği içine verip, yerine kesecik içindeki oksijeni alır ve böylece temizlenmiş olur. Alveol septumlarmm içinde bu yaygın kılcal damar ağı, dışarıdan bağ dokusuyla sarılmıştır. Alveol septumlarmm hava keseciğinin iç boşluğuna bakan yüzeyleri “Alveol epiteli” denilen epitel hücreleriyle örtülmüşlerdir. Başlıca iki eşit alveol epitel hücresi bulunur. “Tip I alveol epitel hücresi” denilen hücreler birbirlerine sıkıca tutunmuşlardır. “Tip II alveol epitel hücresi” denilen hücreler “Sürfaktan” adlı bir madde salgılarlar. Kimyasal olarak fosfolipid yapısında olan bu madde, hava keseciklerinin yüzey gerilimlerini kontrol eder ve onların sönmesine engel olur. Bazı yeni doğan çocuklarda bu madde yeteri kadar bulunmaz ve “Hiyalin membran hastalığı” (respiratory distress syndrome) denilen hastalığa neden olur. Bu çocuklar solunum güçlüğü çekerler ve bazıları bu nedenle yaşamlarını yitirir. Hava keseciklerinin iç yüzünde “Alveol fagositleri” denilen hücreler de bulunur. Bu hücreler kanm ve bağ dokusunun makrofaj hücrelerinin akciğerlerde bulunan çeşitleridir. Diğer makro- fajlar gibi bu hücreler de, yani “Alveol fagositleri” de mikropları, yabancı veya ölü hücre artıklarını yutarlar. Onları bir yandan sindirirken, diğer yandan da lenf bezlerine taşırlar. Bu hücrelerin önemini şu örnekle vurgulayalım. Özellikle kentlerdeki kirli havada yaşamak şanssızlığına uğrayan kişiler, her nefes alışlarında akciğerlerinin derinliklerine kadar soludukları kirli havada bulunan tozların hava keseciklerine kadar ulaşmış olanlarını alveol fagositler yutarak akciğerlerden uzaklaştırırlar. Öyle ki bu hücreler olmazsa akciğerler solunum yapma olanağmı kaybedecektir. Bu da gitgide ağırlaşarak bir solunum güçlüğü biçiminde yaklaşan ölüm demektir. Özellikle sol kalp yetmezliğinde, akiğerlerde bir kan göllenmesi olayı gelişir. Akciğerlerde gölle- nen kanm özellikle alyuvarları, alveol septumla- rmdaki kılcal damarlardan dışarı çıkarlar. Akciğerin alveol fagositleri bu hücreleri yutarlar. Alyuvarları yutmuş olduklarından alveol fagositleri kırmızı bir renk alırlar. Bu hücrelerin bir bölümü daha sonra balgam içinde atılır. Renkleri kırmızı olduğu için de balgama kırmızı lekeli bir görünüm verirler. Alyuvarları yutmuş olan bu alveol fagositlerine “Kalp yetmezliği hücreleri” denilmektedir.
18.6.AKCİĞERLERİN KAN DOLAŞIMI: Akciğerler iki değişik damar sisteminden kan alırlar. Bunlardan ilki akciğerlere sağ kalpten düşük oksijenli kanı getiren “Pulmoner arter” sistemi, diğeri de akciğerlerin asıl besleyici damarları olan “Bronşial arter” sistemidir. Bu iki ayrı artersistemi, yani atardamar sistemi yer yer birbirle- riyle bağlantı kurarlar. Her iki atardamar sistemi kılcal damarlara açılırlar. Bu kılcal damarlar da toplardamarlara açılırlar. Böylece atardamarlarla akciğerlere taşman kan buradaki kılcal damarlara geçer. Daha sonra da kılcal damarlardan toplardamarlara geçer. Akciğerlere gelen iki damar sistemini ayrı ayrı incelemeden önce aralarındaki şu farkı belirtelim. Kalpten gelen pulmoner arter sistemi, sağ kalpteki kirli kanı temizlenmek üzere akciğerlere getirirken, bron- şial arter sistemi de atardamar kanım, yani temiz
kanı akciğerlerin beslenmesi için akciğerlere taşırlar. Bilindiği gibi toplardamarlar vücuttaki kirli kanı, daha bilimsel bir anlatımla oksijeni azalmış buna karşılık karbondioksiti çoğalmış kanı, sağ kalbe ulaştırmak için iki büyük toplardamara boşaltırlar. Sağ kalbin “Sağ atrium” (sağ kulakçık) denilen odacığına boşalan bu iki büyük toplardamara “Vena kava süperior” ve “Vena kava inferior” denir. Sağ atriuma (sağ kulakçık) biriken kan, bu odacığın kasılması (sistol) ile sağ kalbin “Sağ ventrikül” (sağ karıncık) denilen bölm esine geçer. Sağ karıncık ise k asılarak , bu kasılm aya “ Sistol’ denir, içindeki kanı h er iki akciğere gönderm ek üzere “T runkus pulm onalis” denilen büyük b ir d am ara pom palar. U zunluğu 5 cm . olan bu d am ar d ah a so n ra iki d ala ayrılır. Bu d a lla rd a n b iri sağ akciğere, diğeri de sol akciğere gider. T urunkus pulm onalisten ay rılan bu d am arla ra “Pulm oner a rte rle r” denilm ektedir ve sağ k alp ten ak ciğ erlere po m p alan an kirli kanı taşım ak tad ırlar. Sağ ve sol pulm oner a rte rle r ilgili oldukları akciğerlerin “ H ilus” denilen giriş-çıkış k ap ısın d an geçip ak ciğ erlere g irerler. Pulm oner a rte rle r akciğere girdikten so n ra b ronş, bronşiol ve diğer h av a iletim y o llan boy u n ca o n lara ark ad aşlık ed erek d allan a d allan a ve ça p la rı gitgide küçülerek akciğarler- deki h av a k eseleri ve h av a kesecikleri düzeylerine k a d a r gelirler. Bu düzeye ulaşm ış olan a ta rd a m a rla r b u ra d a artık kılcal d am ar sistem ine d ö n ü şü rler. A nım sanacağı gibi bu kılcal d am ar sistem i, h av a keseciklerinin d u v arların ın içine dağılm ıştır. K ılcal d a m a rla ra u laştırılan kan, vücut için fazlası z a rarlı olan karbondioksit gazını h av a kesecikleri içindeki h av ay a verirken, b u n a karşılık h av a keseciklerindeki oksijeni a lırla r ve böylece tem izlenm iş o lu rlar. K ılcal d a m a rla r düzeyinde tem izlenen b u kanın artık te k ra r kalbe geri dönüp, o rad an d a yeniden vücuda dağılm ası gerekir. B unun için tem izlenen kan, hem en kılcal d am a rla rd a n k ay n ak lan an to p la rd a m a rla ra boşaltılır. Tem izlenm iş kanı taşıy an to p la rd am a rlar, birb irleriy le birleşe birleşe b ü y ü rler ve sonunda h er akciğerde iki ta n e büyük to p lard am ar oluşur. Bu iki büyük to p lard am arın h er birine “Pulm oner v en a” denilm ektedir. Sağ akciğerden gelen iki, sol ak ciğ erd en gelen diğer iki pulm oner ven a yani toplam o larak d ö rt pulm oner vena, ak ciğ erlerd en gelen tem iz kanı b irb irlerin d en ayrı olarak sol kalbin ‘Sol kulakçık’, (Sol atrium ] denilen bölüm üne b o şaltırlar. Bu kan d ah a so n ra sol kalbin ‘Sol k arın cık ’ (Sol ventrikül) bölüm üne, o rad a n da “A o rta” d am arın a pom palanır. Bilindiği gibi a o rta d a m a n tem iz kam b ü tü n v ü cu d a d ağ ıtan an a d am ard ır. B u rad a önem li b ir noktaya değinm ek istiyoruz. G enel kanının aksine içinde kirli kan bu lu n an d a m a rla ra to p lard am ar denilm ez. K albe kan g etiren d a m a rla ra to p la rd am a rlar denir. B unların içindeki kanın tem iz veya kirli kan olm ası önem li değildir. A kciğerde tem izlenen kanı sol kalbe taşıy an d a m a rla ra “Pulm oner v e n a la r” yani ‘akciğer to p la rd a m a rla rı’ diyoruz. Bu d a m a rla r taşıd ık ları kanın tem iz olm asına k arşın kalbe doğru geldiklerinden “V ena” yani “T oplard a m a r” adını alıyorlar. K alpten uzak laşan , diğer b ir deyişle kalpten po m p alan an kanı taşıy an d a m a rla ra d a “A rte r” yani “A ta rd a m a r” diyoruz. A tard a m arla rın içinde de m utlaka tem iz kan bulunm ası gerekm ez. Sağ kalbin kirli kanını tem izlenm ek üzere akciğerlere taşıy an d am arlara “Pulm onar a rte r” yani “A kciğer a ta r d am arı” diyoruz. Sağ k alp ten başlayıp akciğerleri geçip sol kalbe
u la şan dolaşım sistem ine “K üçük k an dolaşım ı” sistem i denilm ektedir. K üçük k an dolaşım ı sonucu sağ kalbin kirli kanı akciğerlerde tem izlenip sol kalbe taşın m ak tad ır. Bu kan sol k alpten ao rtay a p o m p alan arak “Büyük kan dolaşım ”m a verilm ektedir. A kciğerlerin besleyici a ta rd a m a r sistem ini oluştu ra n d a m a rla ra “B ronşial a rte rle r” denilm ektedir. Bu a ta rd a m a rla r ya a o rta d a n ya da k ab u rg a lar a ra sı a ta rd a m a rla rın d a n k ay n ak lan ırla r. B ronşial arte rle rin b ir bölüm ü b ro n şlar, bronşioller ve en fazla ‘R esp iratu ar b ro n şio ller’ düzeyine dek inerlerken, bu yollar boyunca kılcal d am ar a ğ la n k u rarak akciğerdeki h av a ileten b o ru cu k larm m h ü crelerin i b eslerler. Bu kılcal d a m a rla r d ah a so n ra pulm onar v e n a la ra açılırlar. B ronşial a rte rle rin b ir b aşk a bölüm ü lop ve lopçukların yüzeyini besledikten so n ra vücudun to p la rd am a r sistem ine katılır. B ronşial a rte rle r ile pulm oner a rte rle r sistem i a ra sın d a yer yer b ağ lan tı kurulm uş olduğundan bu iki sistem b azen b irb irin e kan verir.
18.7.SOLUNUM OLAYI: N efes alm a ve b ir ölçüde de nefes verm e olayı aktif o laylardır. Bilindiği gibi ak ciğ erler göğüs kafesinin içine y erleşm işlerdir. Göğüs kafesi, göğüs d u v arların ın kem ik ve kıkırdak iskeletini k u rark en bu kafesin kem ik ve k ık ırd ak ları ara sın d a kalan boşlukları bazı k aslar dold u ru r. Bu k asların büyük b ir bölüm ü kafesin kem iklerine tutunm uştur. “ Solunum k a sla rı” denilen bu k asların kasılm ası sonucu göğüs kafesinde bazı şekil değişiklikleri oluşur. Bu şekil değişiklikleri kafes içindeki hacim ve b asın ç değişikliklerine neden olurlar. Bu b asın ç değişikliklerine göre soluk alm a ve verm e olayları o rtay a çıkar. Solunum k asların d an en önem lisi “D iyaf – rag m a” adlı k astır.B u kas göğüs kafesinin alt açıklığına göğüs kafesi ile k arın boşluğu a ra sın a yerleşm iştir. Bilindiği gibi, akciğerler “P lev ra” denilen iki yap rak lı b ir zarla sarılm ıştır. “V iseral p le v ra” denilen içteki zar sıkıca akciğer dokusuna tu tu n m u ştu r. “P a rie ta lp le v ra ” denilen dış zarla iç za r ara sın d a, içi b ir m iktar h av a ve b ir m iktar sıvı ile dolu kapalı b ir boşluk b ulunur. Bu kapalı boşluğa “P levra boşluğu” denilm ektedir. P arietal p lev ra, yani dış zar birçok bölgede göğüs d u v arın a tutunm uştur. B u rad an an laşılacağ ı gibi akciğer zarının iç y ap rağ ı sıkıca akciğere tutunm uşken, dış y ap rak d a göğüs d u v arın a tu tu n m u ştu r. B una göre p lev ra boşluğunu ak ciğ erler ile göğüs d u v arları a ra sın d a düşünebiliriz. Göğüs kafesini b ir körüğe benzetebiliriz. Bu körüğü h arek et ettiren güç solunum k aslarıd ır. A kciğerler bu körüğün içine yerleşm iştir. N efes b o ru su körüğün ağzını akciğerlere b ağ lam ak tadır. A kciğerler ile körüğün d u v arları a ra sın d a k alan kapalı boşluğa (bu boşluğa kapalı diyoruz, çünkü atm osfer havasıyla bağlantılı değildir) p lev ra boşluğu diyeceğiz. Solunum k asları kasıldıklarında göğüs genişler. Bu, körüğün açılm ası dem ektir. K örüğü açarken ağzını kapam ış olduğum uzu düşünelim . Bu d u ru m d a p lev ra boşluğu için d ek ib asın ç düşecektir. Y ani körük içindeki b asın ç, atm osfer b asın cın a göre negatifleşecektir. G azların yüksek b asın ç ta n alçak b asın ca doğru h are k et ettikleri b ir fizik k u ralıd ır. B una göre ağzı tıkalı b ir körüğün ağzını açtığım ızda, h av a atm osferdeki pozitif b asın çtan körük içindeki n eg atif b asın ca doğru ak acak tır. Bu olay nefes alm a işlem i sırasın d a aynen yinelenm ektedir. Solunum k asları kasıldıklarında göğüs kafesinin hacm i genişlem ektedir. Bu, körüğün açılm asın a uy ar. Göğüs kafesi genişlediğinde akciğer zarın ın dış y ap rağ ın ı (p arietal plevrayı) d a b era b erin d e sürükler. Böylece göğüs kafesinin genişlem esi p lev ra boşluğunun d a genişlem esine n ed en olur. P levra boşluğu bilindiği gibi kapalı b ir boşluktur. D ışarıd an h av a alm az. Bu du ru m d a genişleyen p lev ra boşluğu içindeki h av an ın b asın cı, atm osfer b asın cın a göre d ah a düşük olur. Bir k arşü a ştırm a yapüdığm da p levra boşluğu içindeki düşük b asın ca “N egatif b asın ç” denir. A tm osfer b asıncının kendisi bu sıra d a p lev ra b asın cın a göre ‘P ozitif değerdedir. P levra boşluğu içindeki negatif b asın ç, ak ciğ erlerdeki h av a keseciklerine ve h av a iletim yollarına d a y ansır. Böylece göğüs kafesinin genişlem esiyle yani körüğün açılm asıyla solunum sistem inin içinde atm osfere o ran la n eg atif b asın ç diğer b ir deyişle alçak b asın ç o rtay a çık ar. Bu d u ru m d a b ir b aşk a fizik k u ralı çalışm aya b a şla r. Bu k u rala göre h av a yüksek b asın çtan yani pozitif b asın çtan alçak b asın ca doğru, yani neg atif b asın ca doğru ak ar. Böylece ak ciğ erler h av a ile dolar. B una nefes alm a “İn sp irasy o n ” diyoruz. N efes verm e “E kspirasyon” olayı d a b en zer b ir olayla gelişir. Göğüs d u v arı elastik b ir yapıya sah ip tir. Solunum k asların ın kasüm ası sonucu genişleyen göğüs kafesi b u k asların gevşem esiyle esneklik özelliğinden dolayı b ir m iktar büzülür. Bu, körüğün kapatılm asına benzer. Göğüs kafesi büzülünce iç hacm i küçülür, iç b asın cı d a yükselir. Bu b asın ç artışı p lev ra boşluğunda kendini belli eder. P levra boşluğu b asın cı yükselince, b u b asın ç artık atm osfer b asın cın ı aşac ak b ir ölçüye ulaşm ıştır, akciğer ve solunum yollarındaki b asın ç da yükselir. Bu d u ru m d a ak ciğ erler içindeki yüksek b asın çlı h av a, b u n a göre d ah a düşük olan atm osfer h av a sın a doğru ak a r ve böylece soluk verm e işlem i gerçekleşm iş olur.
18.8.SOLUNUM KASLARI: Solunum olayını g erçek leştiren k aslar şu n lard ır: 1)D iyafragm a kası 2) K aburgalar a ra sı dış k aslar 3} K ab u rg alar a ra sı iç k aslar 4) Skalen k asları 5) Sternokleidom astoid k aslar. D iyafragm a kasıgöğüs boşluğunu k arın boşluğund an ay ıran b ir k astır. Bu kas, göğüs kafesinin alt açıklığının k en arların a, b u açıklığı ö rtecek b ir biçim de tutunm uştur.D iyafragm a kası,çu k u r yüzü karın boşluğuna b ak an b ir kubbe biçim indedir. “ N ervus fren ik u s” denilen b ir sinir lifi aracılığı ile oynatıcı (motor) u y arılar aldığında kasılır.
N efes alm a sırasın d a diyafrag m ak asın ın kurm uş olduğu kubbenin tepe noktası, aşağ ı k arın boşluğuna doğru h arek et eder. Böylece kubbe düzleşm iş olur. Bu göğüs kafesi içindeki hacm in artm asın a neden olur. Y ani körük açılır. D iy afrag m an m tep e noktasının bu biçim de aşağı doğru h arek eti 1.5 – 7 cm. k ad a r olabilm ektedir. Ne denli d erin nefes alın ırsa, h arek et o denli büyük olur. K ab u rg alar a ra sı dış k aslar kom şu iki k ab u rg ay a tu tu n m u şlard ır. Bu k aslar ü st k ab u rg an ın alt k en arın a, alt k ab u rg an ın d a ü st k en arın a tu tu n m u şlard ır. K aslar iki k ab u rg a ara sın d a dikey değil, eğih birbiçim de u zan ırlar.B u k asların ü st k ab u rg ay a tutunm a n oktaları, alt k ab u rg ay a tutunm a n o k taların a göre b ir m iktar ark ay a düşm ektedir. Dikey doğrultuda olm ayan tutunm a nedeniyle k ab u rg a lar a ra sı dış k aslar kasıldıkların d a, göğüs kafesi öne doğru çıkm akta ve göğüs boşluğunun ön-arka çapı büyüm ektedir. Böylece
d iy afrag m a ve k ab u rg alar a ra sı dış k asların kasılm aları sonucu göğüs kafesinin iç hacm i büyüm ekte, y u k ard a anlattığım ız fiziksel k u rallara bağlı olarak da göğüs kafesinin iç b asın cı düşm ekte ve b u n la ra bağlı o larak soluk alm a olayı b aşlam ak tad ır. K ab u rg alar a ra sı iç k aslar d a k ab u rg a lar a ra sı dış k aslar gibi iki kom şu k ab u rg ay a tu tu n m u şlardır. Ne varki bu k asların eğikliği ark a d an öne değil, önden ark ay a doğrudur. Böylece bu k asların kasılm asıyla göğüs kafesinin büzülm esi denetlenm iş olur. D olayısıyla k ab u rg alar a ra sı iç k aslar, soluk verm e işlem inde görev alm ış olurlar. Skalen ve sternokleidom astoid k asları solunum a yardım cı k aslard ır. Bu k aslar ad eta göğüs kafesini boyun bölgesine a sa rla r. Skalen k asları üst u çlarıy la boyun om urlarının üçü n cü d en yedinciye k ad a r o lan ların a tu tu n u rlark en , alt u çlarıy la d a birinci ve ikinci k ab u rg a lara tu tu n u rla r. Sternokleidom astoid k asları d a üst u çlarıy la şak ak ve oksipital kem iklerine tu tu n u rlark en , alt u çlarıy la d a göğüs kem iği ve kaval kem iğine tu tu n u rla r. D erin solunum sırasın d a bu k asların kasılm asıyla, göğüs kafesi yukarıya çekilir.