12 Haziran 1640 Pazar günü, İstanbul’da yine büyük şenliklerle karşılandık. Atalarımızın emanetini geri almış, yine Osmanlı’nın gücünü düşmana göstermiştik.
Artık 28 yaşıma geldim. Devletime ve ulusuma faydalı olmak için çok çalıştım. Yüce Allah şahi- dimdir. Kimseye isteyerek haksızlık yapmadım. Beni zalim bir padişah olarak görenler, acaba bazı şeylere mecbur olduğumu bilirler mi? Daha yapılacak çok şey var. Ülkemin topraklarını daha da genişletmek ve düşmana verdiğimiz yerleri geri almak istiyorum. Halkımın mutluluğu benim de mutluluğumdur. Mutluluk dedim de aklıma geldi. Bir gün Top- kapı Sarayı bahçelerini gezerken denize bakan yüksek bir yere çıktık. Buradan deniz ve karşı sahiller o kadar güzel görünüyorlardı ki oradan hiç ayrılmak istemedim. Sonra yanımdakilere döndüm ve “Burada öyle güzel bir köşk yapılsın ki bana tekrar yaşama gücü versin. Ağrılarım ve dertlerim orada son bulsun.” dedim. Ağrılar, o hiç bitmeyen ağrılar… Dedelerimden bana miras kalan o ölümcül dert! Bu hastalıktan nasıl kurtulacağımı bilemiyorum. Ne doktorlar bir çare bulabildiler ne de ilaçların faydası oldu. Artık ata binmekte bile zorlanıyorum. Ah eski güzel günlerim, şimdi neredesiniz?…
Sultan IV. Murad, “gut” diğer adıyla “damla” hastalığına yakalanmıştı. Bu hastalık aslında bütün Oâmanlı hanedanının ezeli dertlerinden biriydi. Pek çok padişahın hayatı bu illetle son bulmuştur. “Bağdat fatihi” olarak nam salan bu büyük hükümdar da 8/9 Şubat Perşembe günü hayata veda etti. Sultan Murad, tam 16 yıl, 4 ay, 13 gün padişahlık yapmıştır. Ancak bunun 8 yılı çocukluk yıllarına rastladığı için devlet idaresi annesi ve bazı vezirlerin ellerinde kalmıştır. Kendi yönetimi zamanında ise çok büyük işler yapmış, orduyu düzene sokmuştur. İç ve dış düşmanlara gereken ders verilmiş, ülke büyük bir karışıklıktan kurtulmuştur. IV. Murad’ı çok sert bulup onu zalimlikle suçlayanlar da vardır ama Osmanlı Devleti, ancak bu“Ne var, niye böyle üzgün durursun? Bilmez misin, bugün bayram günüdür?” dediğimde, “Padişahım, Sadrazam Tayyar Mehmed Paşa…” dedi ve sustu. Ben, ayağa fırladım ve hiddetli bir sesle sordum: “Ne oldu Tayyar’ıma?” “Şehit oldu Padişahım.” Kulaklarıma inanamıyordum. Başım döndü. Ayakta durmakta zorlandığımı hissettim. Gözlerime hücum eden yaşları göstermemek için başımı çevirdim. “Ah Tayyar’ım!” diye mırıldandım. “Sen Bağdat gibi bin kaleye bedeldin.” 24 Aralık 1638 Cuma günü, büyük bir camide adıma hutbe okundu. Bundan sonra ben IV. Murad, “Bağdat Fatihi” olarak anılacaktım. 22 Ocak l639’da ise Safevi elçisi Maksut Han’ı huzuruma kabul ettim. Elçiye, “Şahına söyle, er ise meydana gelsin ki ona topraklarımıza akın etmenin ne demek olduğunu gösterelim!” dedim. Fakat o bizim karşımıza çıkmaya cesaret edemedi. Sadece bize elçiler gönderip anlaşma yapılmasını istedi. Kasr-ı Şirin Antlaşması, 17 Mayıs 1639 tarihinde imzalandı. Böylece, Osmanlı-İran Sınırları kesin olarak tespit edilmiş oldu.
Savaştan ve güçten hoşlanan biri olduğum için bana kızan insanlar, acaba edebiyat ve şiirden çok hoşlandığımı bilirler mi? Çevremde her zaman şairler, bilim adamları ve âlimler bulunurdu. Onlarla sohbet eder, şiirler okur ve ilimden, fenden söz ederdik. Ama devletimizin geleceği söz konusu olunca savaşmak bir mecburiyet oluyordu. İşte o günlerden birini yaşıyorduk. Tarihler 8 Nisan 1638’i gösterdiğinde Bağdat seferine çıktık. Ordumuz mehter eşliğinde, dualarla fethe uğurlanıyordu. Halkım bizden zafer haberleri bekliyordu ama daha birkaç gün geçmişti ki Sadrazam Bayram Pa- şa’nın ölüm haberi geldi. Onu çok severdim. Çocukluğumuz, gençliğimiz birlikte geçmiş, iyi ve kötü günde birlikte olmuştuk. Sadrazam Bayram Paşa vefat edince yerine Tayyar Mehmed Paşa’yı getirttim. Yeni Sadrazam da işini iyi bilen, devleti için canını esirgemeyen biriydi. Savaşta büyük yararlılıklar göstermiş ve askere güç vermişti. Uzun, zor ve kanlı bir savaştan sonra zafer bizim oldu. Bağdat fethedilmişti ve hepimiz sevinç içindeydik. Artık bu güzel şehre girebilirdik. Çadırıma döndüm, atımı getirmeleri için emir verdim. Bu sırada içeriye giren bir komutan yere diz çöktü. Üzgün bir hâli vardı, “Padişahım, Allah ömrünüzü uzun ey İçsin.” dedi.
Adamın ne sövlemek istediğini anlamamıştım.
© 2007 Eserin her hakkı anlaşmalı olarak Timaş Basım Tîcaret ve Sanayi Anonim Şrrketi’ne aittir. Kaynak gösterilerek almtı yapılabilir