SULTAN-ÜL ULEMÂ BAHÂÜDDİN VELED

SULTAN-ÜL ULEMÂ BAHÂÜDDİN VELED (K.S.)Sultan-ül ulemâ lâkabıyla mâruf Belh’li Muhammed Bahâüddin Veled hz.’in (k.s.) babasının adı Hüseyin Celâleddin Hatibî’dir. Annesi Harzemşah hanedânına mensup olup, Sultan Alaeddin Muhammed Harzemşah’in kızıdır. Nesebi, Ebû Bekir’e ( r.a.) varan Bahâüddin Veled, Mevlâna Celâleddin-i Rumî’nin babasıdır.Bahâüddin Veled hz., Şeyh Necmeddin-i Kübra hz.’nin hulefâsından-dır. Babası ve büyük babası Belh şehrinin en büyük âlimleri idi. Çok genç yaşta, bütün bâtınî ve zâhirî ilimleri öğrendi. Pek çok bilgin ve seçkin halk, Horasan’­dan Belh’e kadar gidip, kendisinden ilmî ve dinî konular hakkında bilgi alırlar, büyük istifadelere mazhar olurlardı. Sabah namazı vaktinden, ikindi namazına kadar dinî dersler verirdi. İkindiden sonra da tekkesine çekilerek halka yol gösterir, irşâd ederdi. Kendisine ilmine ve kerâmetine izâfeten “Sultan-ül Ulemâ – Bilginlerin sultanı” lâkabı verildi.Bir gece, Belh’in ileri gelen üç yüz bilgini hep birden şu rüyayı görmüşlerdi: Bir sahrada kurulan ulu bir çadırın ortasında Hz. Muhammed (s.a.v.) sahabe ile oturmaktadır. Tam bu sırada Belh’li Bahâ Veled, edep ve hürmetle selâm verip çadıra girer. Peygamberimiz, Bahâ Veled’e iltifat ederek sağ yanına oturtur, orada hazır bulunan müftü ve imamlara hitâben:- Bugünden itibaren Bahâ Veled’e “Sultan-ül Ulemâ” deyiniz ve öylehitâbediniz” buyurur.Sabah olunca rüyayı gören bilginler, doğruca Bahâ Veled’ in medresesine gitmişler. Onlar daha rüyayı anlatmadan Bahâ Veled hz. rüyayı aynen anlatınca, bilginler:- Allah ve Resûlullah şahittir. Biz de şahitiz ki; sen Sultan-ül Ulemâ’sın.Bu günden itibâren de bu nâm ile anılacaksın, demişlerdir. O günden sonra”Sultan-ül Ulemâ” olarak tanınmıştır.Bahâüddin Veled hz.nin iki yakın dostu ve müridi Semerkand’lı Şerâfed-din Lâlâ ve Tirmiz’li Seyyid Burhâneddin, küçük Celâleddin’in terbiye veeğitimini üzerlerine almışlardı. Mevlânâ Celâleddin henüz altı yaşlarında iken, babası Bahâüddin Veled hz., bir takım kötü niyetli kimselerin dedikodusuna dayanamıyarak, çoluk çocuğu ve üç yüz müridi ile Belh şehrinden ayrıldı. Niyeti, o zaman Rum diyarı denilen Anadolu’ya geçmek idi. Nişabur’a vardığı zaman, yanına oğlu Celâleddin’i alıp devrin büyük mutasavvufu Feridüddin hz.’ni ziyaret etti. İki seçkin kişi birbirlerinden çok hoşlanıp, uzun uzun sohbette bulundular. Feridüddin-i Attâr “Pentnâme” adlı eserini o gün, küçük Celâleddin’e hediye ederek, onun ileride nasıl bir deha olacağına işaret etmiştir. Nitekim Celâleddin-i Rumî Mesnevi’yi yazdığında, bu eserin pek çok hikâye­lerinden istifade etmiştir.Oradan Bağdat’a geldiklerinde, şehrin muhafızları dört nal kafileye doğru at sürmüşler ve kafileyi durdurmuşlardı. İçlerinden bir muhafız:Nereden gelip, nereye gidiyorsunuz?, diye sordu. Bahâ Veled başını mahfesinden (devenin sırtına konulan çadırlı oturak) çıkararak şu cevabı verdi:Rabb’imden geldik, Rabb’ime gidiyoruz. Rabb’imden başka kimsede kuvvet ve kudret yoktur ki, bizi durdursun. Biz mekânsızlıktan gelip, mekâns-ızlığa gidiyoruz.Bu cevap, Arap muhafızları şaşırtmıştı. Dört nal geri dönerek, durumu ve işittiklerini Halife’ye bildirdiler. Halife, Bağdat’ın tanınmış bilginlerinden Şeyh Şehabeddin Sühreverdî’yi sarayına davet ederek, bu sözün hikmetini sordu. Sühreverdi:- Bu sözleri ancak, Belh’li Bahâüddin Veled hz. söyleyebilir. Çünkü buasırda ondan başka birisi, ne bu çeşit söz söyler, ne de bu tarzda bir dilkullanabilir, cevabını vererek, hemen müridleri ile birlikte Bahâ Veled hz.nikarşılamak üzere şehrin dışına çıktı. Karşılaştıkları zaman Sühreverdî hz., BahâVeled hz.nin dizini öptü ve kendi konağına davet etti. Fakat Bahâ Veled hz.kalabalık olduklarını belirterek, Müstansariye medresesine indi. Ünü buralarakadar yayılmış olan bu göçmenlere halk, çok yakınlık gösterdi. Alıp, evlerinegötürdüler. İzzet ve ikramda bulundular. Mümkün mertebe feyz almaya çabagösterdiler. Bahâüddin Veled hz., Bağdat’ta kısa bir süre kaldı. Buradanhareketle Mekke-i Mükerreme’ye giderek, hacı oldu. Medine-i Münevvere’yeuğradı. Cenâb-ı Peygamber Efendimizin kabr-i saadetlerini ziyaret edip, Hâk-i Pây’ine yüz sürdü. Dönüşünde Şam-ı Şerife uğradı. Bu sırada Şam’ın en ilerigelen siması, ilmin serdârı Muhiddinî Arabî hz. idi. Onunla uzun uzun sohbetleryaptı. Şam’dan Haleb’e, oradan da Erzincan, Sivas, Kayseri ve Niğde yoluylaKaraman’a geldi. Selçuklu Emiri ve Karaman valisi Emir Musa, Bahâ Veled hz.için, şehrin ortasında bir medrese inşa ettirdi. Bahâ Veled hz., ailesi ve müridleriile oraya yerleşti.1225 yılı baharında oğlu Celâleddin’i, Semerkand’lı Şerâfeddin Lalâl’ın kızı Gevher Hatun’la evlendirdi. Kısa bir süre sonra, tek zevcesi Mümin Hatun vefat etti. Onu Mevlâna’nın ağabeyi Muhammed Alâeddin takip etti. 1228 yılında, yedi yıllık bir konaklamadan sonra, Selçuklu Sultanı Alâeddin Keyku-bad’ın ısrarlı davetleri üzerine, Konya’ya göç ettiler. Sultan Keykubad, kafileyi Konya dışında karşıladı. Yaya olarak, Bahâ Veled’ in atının dizginlerini çekerek Konya’ya girdiler. Şehrin en büyük medresesi olan Altunabâ hazırlandı, oraya misafir edildiler. Bahâ veled, derslerine ve vaazlarına başladı. Çevresine öğrenciler ve sâlikler toplandı.Bir kaç gün sonra Sultan Alâeddin Keykubad, Bahâüddin Veled hz.’nin baş davetli olduğu bir törende, Bahâ Veled hz. ‘ne saltanat tacını uzattı ve şöyle dedi:Ey din padişahı! Düşündüm ve karar verdim. Bu günden itibaren, dedelerimden bana miras kalan bu tahtı, size terkediyorum. Siz Sultan, ben ise bir kul… Zira bütün zâhir ve bâtın sultanlığı sizindir. Bahâ Veled hz., Sultan’ın bu sözleri karşısında ayağa kalkarak onu kucakladı, gözlerinden öptü ve:Ey melek huylu, mülk sahibi hükümdar! Dünya, âhiret mülkünü kendine mâlettin. Bunda şek ve şüphe yok. Tahtında rahatça otur. Biz dünya malına gözlerimizi, çoktan kapamışız. Şimdi Rabb’ime kulluk ediyor, O’nun emirlerini yerine getirmeye çalışıyoruz, deyince, bütün davetliler göz yaşları ile Bahâ Veled hz.’nin müridi oldular. Daha sonra Bahâ Veled hz., Emir Bedred-din’in şehrin en mutenâ yerinde yaptırdığı medreseye yerleşip, ömrünün sonuna kadar orada kaldı.Bir gün, Sultan Alâeddin Keykubad, yeni yaptırdığı Konya kalesini Bahâ Veled hz. ile birlikte gezerken şöyle sordu:- Ey Sultan-ül Ulemâ, kaleyi nasıl buldunuz?Bahâ Veled hz., şu cevabı verdi:- Sellere ve düşman süvarilerine karşı çok güzel ve sağlam bir kale yaptın.Fakat mazlumların âh’larına ve dua oklarına karşı ne yapabilirsin? Adalet veihsan kalesi de yapmaya ve hayırlı dualardan askerler vücuda getirmeye çalışıpgayret et!.. Çünkü bu, böyle binlerce kuvvetli surdan, senin için, daha iyidir.Halkın ve dünyanın emniyeti ve amanı ondadır.Sultan-ül Ulemâ Bahâüddin Veled hz.nin dersleri, vaazları ve öğütleri, talebeleri tarafından yazılarak, “Maarif adlı eser meydana geldi. Bahâüddin Veled hz., bu eserinde, filozoflara çatarak şöyle diyordu:- Siz dengeli ve huzurlu gönülleri bırakıyor, şüphe ve vesveseleredüşüyorsunuz. Hakikat sizlere, şah damarınızdan daha yakın olduğu halde,HZ. MUHAMMED (S.A.S.)’İN VÂRİSLERİ 341göremiyorsunuz ve boşuna çırpınıp duruyorsunuz. Acırım sizlere… Ve ilâve ediyordu:- Peygamber’in (s.a.v.) yürüyüşünden daha iyi bir yürüyüş, yolundan daha doğru bir yol göremedim. O yokken, varlık da yoktu. Ne fikir, ne his, ne madde, ne yıldız, ne de felsefeyle hikmet!… O geldi, Kur’an-ı Kerim indi ve herşey O’nda cem oldu.Sulan-ül Ulemâ Bahâüddin Veled hz., kısa bir hastalığı müteakip, Hicrî 628 yılı Rebiülâhir ayında, Milâdî 12 Ocak 1231 Cuma günü irtihâl-i dâri bekâ eyledi. Kabr-i şerifi, Konya’da Mevlâna türbesindedir.Rahmetullahi aleyh rahmeten vâsia.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*