Kapı dıştan, yani caddeden görünmez; çünkü kapının önündeki Exotichos denilen dış sur bunun görünmesine engeldir. Elimizdeki plânlara göre bu civarda askerî bir kapı bulunması gerekiyorsa da bunu bulmayı bir müddet başaramadım. Mahallelilerden, bahçıvanlardan sordumsa da böyle bir kapının varlığından haberdar olmadıklarını söylediler. Herkesin bildiği Topkapı’yı gösterdiler. Bunun üzerine surların iç tarafından incelemeye başladım. İnceleme esnasında en fazla dikkat çeken, iki burcun birbirine yakınlığıydı, bu durum orada bir kapının varlığını haber verdiğinden Topkapı’ya yakın, yıkık bir yerden aşarak Exsotichos denilen dış surun önüne çıktım ve çok dolaşmadan kapıyı buldum. Kapının bitişik olduğu Esotichos denilen iç sur ile Exsotichos tabir olunan dış sur arasındaki yerin zemini toprakla fazlaca dolmuş olduğundan kapının yarıdan fazlası, hatta kemerine kadar toprak altında kalmıştır. Kapının mermer levhaları başka yerlerde kullanılmak üzere sökülmüştür. Bu askerî kapının önündeki savunma hattının iç tarafında sıra ile yarım kemerli izbeler vardır ki, kuşatma esnasında, asker buralarda istihkâma çekilerek okla, tüfekle savunmada bulunmuştur. Bunun bazı yerleri önündeki hendekle ilişkisi olduğundan asker gerektiğinde bu deliklerden hendek kısmına da geçebilmekteydi. Bu kapının önünde ve iki tarafındaki burçlar arasında bugün yaşlı bir ceviz ağacı vardır. Exsotichos dedikleri dış surda da geridekinin tam hizasında başka bir kapı daha varmış, fakat sonradan örmüşler. Örülen bu kapı, içerideki kapının tam hizasında olması gerekmekle beraber yontma taşlarla belirsiz bir şekilde örülmüş olduğundan yerini bulmak için biraz incelemek lâzımdır. Bu gibi işlerlerde uzman olanlar kapıyı bulmakta fazla zorluk çekmezler. Uzaktan dikkatle bakılırsa kemerinden bir kısmının ve üst levha kısmına destek olan sol taraftaki konsülün hâlâ mevcut olduğu fark edilir. Bu destek diğer kapılarda olduğu gibi uzunla- masınadır. Vaktiyle kapının her iki tarafında her biri üstüne konmuş dört destek varmış. Şimdi yalnız sol taraftaki duruyor. Tıpkı Mevlevîhane Kapısı’nın mil ve desteklerinde olduğu gibi buradaki sol destek üzerinde de kitabe vardır. Fakat, arazinin kaymasıyla bu destek ortasından parçalanmış ve üzerinden ince bir parçası düşmüş olduğundan kitabenin tamamı mevcut değildir. Yalnız az bir kısmı okunmaktadır. Bu da duvarı sarmış olan sarmaşıkların altında kalmıştır. Doktor Dethier bu kapıyı ararken adı geçen parçalanmış konsülü görmüş, orada bir kitabenin varlığından şüphe edip, uzun bir merdivenle duvara çıkarak incelemiş ve bizim de bulduğumuz bu kitabeyi okumuştur. Kitabenin konulduğu yer o kadar yüksek olmadığından uzun merdivene gerek yoktur ve bizim yaptığımız gibi bu iş için kuvvetli bir dürbün yeterlidir. Doktor orada yazılı dört beytin baş tarafını okumuş ve açıklamasına göre, su mecralarıyla, kapının, George isminde biri tarafından tamir ettirilmiş olduğunu anlamıştır. Kapının iç tarafında ve sura bitişik bir yerde gazla çalışan bir pamuk fabrikası vardır. Değişik yerlerden topladıkları paçavraları buraya getirip pamuğa çeviriyorlar. Fabrikanın Topkapı tarafında kemer üzerinde çifte bir merdiven bulunmaktadır. Bütün burçların altında bulunan bu merdivenlerden burçlara çıkılırdı. Büyük bir itina ile yapılmış olan bu kapıların içleri tahminen iki buçuk metre, bazen daha fazla ve dört köşeli odalardır. Bu odalar, şimdi buralardaki emlâk sahiplerinin bahçeleri, bostanları arasında kalmıştır. Civarda Simkeş ve Melek Hatun Mahalleleri bulunmaktadır. Şehremini bu hizada ve daha içerdedir. Doktor Mordtmann eserinde şunları kaydediyor: “Doktor Dethier bu kapının yakınlarında ve ikinci surda bir kitabe parçası bulmuştur ki, bunun yanlış anlaşılması, onu, doğruluğu pek o kadar onaylanmayan birtakım sonuçlara sevketmiştir. Kitabenin yanlış açıklanması hiç şüphe yok ki civarında bulunmuş olan kiliseden dolayıdır ki, loannes Paleologos surların bu kısmını tamir ettirdiği zaman bu mabedin enkaz ve kalıntılarını buralarda kullanmıştır. Kitabenin tercümesi, “Eskiden bu kilise herkesin hürmet ettiği bir yerdi. Burayı takva sahibi biri olan Borkius inşa ettirdi” şeklindedir. İnceleyecek kişilere kolaylık olması için kapının hizasındaki bazı yerleri izah etmek gerekir. Kapının tam hizasında ve yol kenarında bir kuyu, bunun yakınında da Şeyh Sinan-ı Erdebilî’nin türbesi vardır. Bu türbe mermer sütunlara dayandırılmış, araları parmaklıklı ve üstü demir kafes kubbelidir.Meşhur yeniçerilerden Yeniçeri Kethüdası Murtaza Ağa (13 Ramazan 1076) ve Mehmed Halife (H.1070) buraya gömüldükleri gibi, vaktiyle Vefa Lisesi müdürlüğünde bulunmuş olan meslektaşım Hüseyin Saadet Bey ile Kırım hanlarından ve Tatar hanzadelerinden Saadet Giray da buraya defnedilmişlerdir. Memleketimizdeki coğrafya eğitimi ve özel harita çizimi onun uzmanlık alanıdır. Bu kapıdan Topkapı’ya gelirken birinci burç üzerinde mermer bir levha ortasında bir haç ve sağlı sollu arka arkaya ve arka ayakları üstüne oturmuş geyiğe benzeyen iki hayvan resmi hâlâ görünüyor. Mevlevihane Kapısı ile Topkapı arasında sur iki noktada tahrip edilmiştir ki bu noktalardan biri Mevlevihane Kapısı’na, diğeri Topkapı’ya yakındır (Dördüncü askerî kapı civarında). Bu iki savaş yerinin de kuşatma esnasında Fatih’in topları tarafından açılmış gedik yerleri olması muhtemeldir. Son zamanlarda yayımlanan bazı yabancı eserler de bunu onaylamaktadır. Bu iki harap nokta arasında sur kısmının iyi korunmuş olması kuşatma anında Osmanlı topları tarafından döğülmemiş olduğuna atfedilirse, harap yerlerin gedik noktaları olduğuna şüphe kalmaz. Mevlevihane Kapı- sı’ndan Topkapı’ya doğru uzanan surlar Topkapı’ya yakın belli bir kısmı ayrı tutulursa hemen hiç bozulmamış gibidir. Kırım Savaşı’nda Moskoflara karşı Osmanlı ile ittifak etmiş olan Fransız askeri burada çadır kurarak dinlenmiştir. Kanunî Sultan Süleyman Han’ın Fransa Kralı Birinci Fransuva tarafından gelen rica üzerine, Fransızların millî namuslarını kurtarmak için donanma ve ordularını göndererek yapmış oldukları hizmetin derecesi göz önüne alınırsa Kırım Savaşı’nda, Fransızların Osmanlılara uzattıkları yardım elini asla büyütmememiz gerekir. Topkapı (Ayos Romanos, P. St. Romain): Halkın gelip geçtikleri kapılardan dördüncüsü olan Topkapı’nın eski St. Romen Kapısı olduğunu kimse inkar edemez. Diğer kapılar gibi bu kapının da vaktiyle üstü kapalı beşik örtüsü gibi kemerli mermer levhalı muntazam bir kapı olduğu, bazı eski resimler ile Dersaadet Rum Ce- miyet-i Edebîyesi üyelerinden Kara Theodori ve Demetriadi Efendiler tarafından 1881 ‘de İstanbul’da yayınlanan İstanbul Kara Surlarının Arkeoloji Plânı’nda çok iyi fark edilir. Bu kapının üzerinde birbirine mermer konsollarla dayandırılmış bir de cumba varmış. Ortaçağ kalelerinde olduğu gibi bu cumbalar kapılara yapılması muhtemel hücum ve tazyik esnasında yukarıdan ok, tüfek, taş vs. atmak için yapılırdı. Şimdi bu kapının ne kemeri var, ne de sütunları… Ya depremde yıkılmış veya zamanla harap olmuştur. Beş on yıl önceki tamirde şimdiki haline gelmiştir. Onarım esnasında surun iç kısmındaki kapı aralığına denk gelen bir yerine, üzerinde kabartma arslan resimleri işlenmiş mermer parçaları koymuşlardır. Şu anda burası sıradan bir giriştir. Aksaray-Topkapı tramvay hattı bu kapıya kadar gelir. Dışarı çıkarken sağ tarafında vaktiyle yüksek bir burç varmış. Depremde yıkılmış ve tamir edilmemiş olduğundan büsbütün yıkılarak bir eser kalmamıştır. Eski plânlarda bu burca Baccatura Burcu diyorlar. Eski tarihimizde Topkapı ve civarı, Osmanlı kahramanlığının ön plâna çıktığı bir yerdir. Osmanlı askerlerinin ecdat mirası olan kahramanlık eserleri hep bu bölgede meydana gelmiştir. Belde-i Tayyibe’nin fethi esnasında savaşın seyrine ve imparatorun ne tarafta ve ne şekilde savunmada bulunduğuna dair İstanbul’un Kuşatması bahsinde ayrıntılı bilgi verilecektir. İstanbul’un kurulduğu tepelerden yedinci tepe olan Lycus Vadisi’ne Topkapı’dan inilir. Vaktiyle Lycus Deresi denilen ve Sulukule20? altında Beşinci askerî kapının karşısında olan Beylerbeyi Çeşmesi’nin alt tarafından bir dehlizden (ana kemerden) geçtikten sonra Yenibahçe Deresi ismini alan Bayrampaşa Deresi, Yusufpaşa ve oradan Yenikapı taraflarına uzanarak Langa civarında Marmara Denizi’ne dökülürdü. Bu derenin suları Davutpaşa sırtlarından gelmekteydi. Bir kısmı, öncekilerin bildirdiğine göre Bayrampaşa’ya, bir kısmı da Bakırköy ve Çırpıcı taraflarına akar. Suyun bu şekilde akması, arazinin yapısından dolayıdır. İstanbul lağımları yapıldıktan sonra bu derenin suları kısmen bu lağımlar içinden akmaya başlamıştır. Beylerbeyi Çeşmesi’ni Rumeli Beylerbeyliği ile vezir unvanını alan Mehmed Paşa yaptırmıştır (H. 997). Topkapı’dan Edirnekapı’ya kadar olan surlar savunma hattının en zayıf noktasıdır. Çünkü bu iki kapı arasındaki arazi bir vadi meydana getirmek üzere sınırlandırılmıştır. Maltepe dediğimiz tepenin çukur yeri burasıdır. Burada hendeğin derinliği en az sıfır derecede olup bu noktadan itibaren arazi bir taraftan Topkapı’ya diğer taraftan da Edirnekapı tarafına doğru yükseldikçe hendeğin derinliği tabiî olarak artar. Surların durumundan anlaşıldığına göre buradaki hendeğin bir zamanlar derin olduğu hâlde zamanla dolmuş olması muhtemeldir.Topkapı’dan bu tarafa doğru bakılırsa arazinin meyil derecesi çok iyi fark ediliyor. Surların üstünden iç kısımdaki yerler tamamen görülür. Bizanslılar burasını terk ve ihmal etmişlerdir. Bununla birlikte bu bölümün karşısındaki yer, bu kısımlara tamamen hâkim bir vaziyette bulunduğundan son Osmanlı kuşatmasında hücum cephesi olarak seçilmiştir. Fatih Sultan Mehmed’in Maltepe Hastahanesi önündeki Bayrampaşa Dere
si’nden gelerek yukarıda ismi geçen Beylerbeyi Çeşmesi’nin bulunduğu yerde olup, sonradan harap olan bir köprüye geçerek ‘Hücum Kapısı’ dedikleri örülü kapıdan (beşinci askerî kapıdır) içeri girdiği hakkında bir rivayet vardır. Hücum kollarından birinin bu kapıdan, bir diğerinin de Kasımpaşa karşısındaki Odunkapı ve Zeyrek’ten ve üçüncü bir kolun da Balat’taki Hızır Camii tarafından şehre girdikleri rivayetini Feth-i Celîl-i Kostantiniye’de okuyoruz. Hücum Kapısı civarındaki hasar, üç kat surdan müteşekkil olup bu surlardan en önde hendek kenarında bulunan üçüncü sur, bütün sur boyunca sıralı küçük kulelerle doludur. Bu kuleler mazgallı olup, (zira pek çoğu yıkılmıştır) bazısı küçük, birçoğu da büyüktür. Küçük olanlar birer, büyükleri ikişer kişilikse de içlerine daha fazla insan girebilir.
Yedikule civarındaki küçük kulelere benzeyen bu kuleler, arkaları açık ve üstleri örtülü birer yarım silindir şeklinde ve mazgalların ön tarafındadırlar. İkişer kişilik kumkumalar üçüncü hat boyunca uzanmakta olup bir kişilik kumkumalar bunların aralarındadır. Bu civardaki dinî yapılardan Ahmed Paşa Cami- i mimarî tarzıyla, nefis ve zarif çinileriyle, mermer sütunlu revaklarıyla, güzel ve meşhur bir binadır. Mukaddes mabetlerimiz konusunda ayrıca söyleneceği üzere bu camiyi yaptıran, Kanunî Sultan Süleyman’ın damat ve sadrazamı, aslen Hırvat olan Rüstem Paşa’nın kardeşi Ahmed Paşa’dır. Cami civarında yol üzerinde
TOPKAPI
08
Eki