Bu kapının tam karşısında Davutpaşa ve Takkeci Caddeleri’nin birleştiği noktada Sultan Abdülmecid’in annesinin kethüdasının mermer bir çeşmesi vardır. Ayrıntılı kitabesinin altında ve ayine taşında, üst tarafta şu
beyit yazılıdır:
Topkapı’da çeşme inşâ eyledi Mîr Haşan İç bu dil-cû çeşmeden mâi’l-hayât oldu revân 1267
Topkapı dışında Davutpaşa yolu üzerinde210 Takkeci Camii adında küçük, kârgir bir mabet vardır ki, çinilerinin çok güzel olmasıyla meşhurdur. Caminin üstü ahşap, basık bir kubbe tarzındadır. Kubbe, ortasından dairenin çevresine doğru uzanan ışınlarla bölünmüştür. Bu şekil koyu mavi, kırmızı ve yeşil boyalarla süslüdür.Mihrapla aynı hizada olup, direklere oturmuş olan müezzin mahfilinin tavanı da eski Türk renkleriyle süslenmiştir. Mihrap tarafı, pencerelerin yan ve üst tarafları, velhasıl pencereler hizasına kadar her tarafı çinilerle kaplıdır. Bu sebeple bu cami, marifet sahiplerinin gözünde büyük kıymet ve öneme sahiptir.211 Üzülerek söylemeliyim ki, çinilerden bir kısmı rumî 1330 yılı içinde çalınmış ve yapılan araştırmalara rağmen ne çalan yakalanabilmiştir, ne de çalınan parçalar bulunabilmiştir. Topkapı yakınlarında İstanbul’un fethiyle alâkalı önemli bir yer daha olduğunu Hadîkatü’l-Cevâmi”nin 92. sayfasında okumuştum. Bu tarihî yer Harbi Mescidi’nin bulunduğu yerdir. Bu mescit hakkında adı geçen eserde şu açıklamalar vardır:
Topkapı Yakınlarındaki Harbî Mescidi Kıllı Yusuf Ağa tarafından yaptırılmıştır. Fatih’in şatırıymış.* Kabri bilinmemektedir. Caminin bu şekilde isimlendirilmesine sebebi, Fatih Sultan Mehmed’in burada bir defa sabah namazı kılmış olmasıdır. Fatih’in İstanbul’u fethettiği gün şehre girdiğinde Topkapı yakınlarında ilk olarak namaz kıldığı yerde yapılmıştır. Namaz kıldıktan sonra kale kapısına yakın büyük yolun sağ tarafında bir çeşme yapılıp su getirilmesini emretmiş, bunun üzerine hâlâ Çukur Çeşme ve Çarşı Çeşmesi denilen çeşme yapılmıştır. Zamanla çeşmenin suyu kesilince civardaki Kürkçü Camii karşısına Kâtip Mehmed Efendi bir çeşme yaptırmış ve ayrı bir su getirterek Çukur Çeşme’den akmasını sağlamıştır. O zamanın şairlerinden Hatîbî’nin çeşme kemerinde bulunan kitabesi, okuyanların hoşuna gideceği düşüncesiyle buraya alındı:
Ebû’l-feth’e târih düşmüş Kostantin âhirûn Şüd-âhir bu çeşmeye cümle âlem şâkirûn
Yüz kırk beş sene içinde içen âbidûn Bânîsine senâlar ede Zü’l-celâle hâmidûn
Ey Hatîbî fukarâ ve sulahâ ve âlimûn Târih düştü ümidimiz oldu dua ede şâribûn 1002
Müze-i Hümayun Kütüphanesi müdürü Mistakidis Efendi’nin tekrar uyarması üzerine millî tarihimizin yüce bir safhasını hatırlatan bu mescidi aramak üzere Topkapı’dan başlayıp civardaki ihtiyarlardan, hatta şehrimizin çeşitli yerlerini görevleri gereği çok iyi bilmeleri gereken polis memurlarından bir hayli araştırıp soruşturdum, fakat maalesef hiçbirinden tatmin edici bir cevap alamadım. Yalnız Takkeci Camii’nde bir cuma namazı vaktinde rastladığım Rumeli muhacirlerinden Mustafa Dayı isminde biri, Takkeci Camii’nden üç yüz adım ötede ve Davutpaşa Caddesi üzerinde ‘namazgâh’ diye bilinen yerin Harbî Mescidi olduğunu söylemiş, ben de başlangıçta bunu doğru kabul etmiştim. Fakat bu arada Evkâf Nezareti tarafından araştırılmasını da gerekli gördüm. Bu gibi işlerden iyi anlayan ve özellikle araştırma arzusunu çok iyi bildiğim Hayrat-ı Şerîfe Başmüfettişi Emin Bey’e müracaat etmiştim. Kendisinden aldığım cevabî yazıda, “Harbî Mescidi hakkındaki yazınız alındı. Topkapı dışında, Bektaşî ocağı bitişiğindeki namazgâh, Harbî Mescidi değildir. Orada Midhat Paşa Bağı olduğundan diğer bahçe sahipleriyle beraber bahçeler arasından patika bir yol açılmış ve bahçelerde çalışan ameleler için namazgâh yapılmış. Harbî Mescidi’nin nerede olduğunu bilmeyen kişiler bu na- mazgâhı Harbî Mescidi zannetmişlerdir. Bundan dolayı adı geçen set, ne Bektaşi ocağına ne de bahçe sahiplerine aittir. Arz olunduğu üzere halk için yapılmış bir namazgahsa da izleri yavaş yavaş kaybolmaktadır. Harbî Mescidi, Hadîkatü’l-Cevâmi”de de görüldüğü gibi, sur içinde Beyazıt Ağa Mahallesi’ndedir. Ordudan Fatih’in şatırı Kıllı veya Kıyılı yahut Kanlı diye bilinen Yusuf Ağa, padişahla Davutpaşa’dan dönerken orada Sultan Mehmed (sabah değil) ikindi namazını kılmış, Yusuf Ağa da bunu güzel bir vesile sayarak padişahın secde ettiği yer mihrap olacak şekilde bir mescit yaptırmıştır. Ağanın bu dinî gayreti padişah tarafından takdir edilmiş ve Turunçlu Suyu’nun bir kısmını ihsan ederek bir de çeşme yapılmasını emretmiştir. Bu da, orada kendilerine gereken suyun o anda bulunamamasından kaynaklanmıştır (Çeşmenin durumu yukarıda bildirildi). Ancak adı geçen mescit daha sonraları Rıfaî tarikatı şeyhlerinden Osman Efendi tarafından dergâha çevrilmiştir. Bugün bakımlı bir hâlde olup şeyhi Reisülkurra Hafız Cemal Efendi’dir…” denilmesinden dolayı yerinde araştırmaya gerek duyulmuştur.
Mescidin Şimdiki Hâli Bu mescit, bugün Topkapı’da tramvay makasının sol, yani güney tarafında Beyazıtağa Mahallesi’ndedir ve Cumartesi Tekkesi adıyla bilinir. Yalnız duvarlarının bir kısmı kalmış, çatısı yıkılıp bir tarafı tahta perde ile çevrilmiş, çerçöp karışmış bir virane hâlindedir. Mescit semahaneye çevrilmiş, bitişiğine bir de ev yapılmıştır. Şimdi bu evi kiraya veriyorlar. Mescidin burası olup olmadığı noktasında başlangıçta tereddüt ettiysem de semahanenin mihrabı önünde, terk edilmiş ve düzensiz durumdaki mezarlıkta yatan kişiler arasında bir zatın mezar taşındaki “Vedâ’-ı âlem-i fânî eden tarîkat-ı Rifâiye’den Berberler Şeyhi vekili Kıllı Yûsuf zâviye- darı post-nişîni merhûm ve mağfûrü’l-muhtâc ilâ rahmeti Rabbi’l-gafûr eş-Şeyh es-Seyyid el-Hâc Osman Efendi’nin rûhu için el-fatiha, 8 Cemaziyelahir 1237” yazısı, burasının Harbi Mescidi olduğunu kesin olarak çözümlemiş oldu. Bu mezarlıkta işaret olunan kişiden başka “Şehzade imaretinde aşçı el-Hâc Mustafa Ağa’nın oğlu tarîk-ı Rıfâiyye’den es-Seyyid Derviş Ahmed, 1253”, “Kırk yedi sene Topkapı Dergâhı ile Şerbet-dâr dergâh-ı şerîfi post-nişîni tarîk-ı Rıfâî-i aliyyeden el-Hâc es-Seyyid Süleyman Niyazi Efendi 1310” ve diğer bazı kişilerle birlikte birkaç tane de kadın medfun bulunmaktadır. Şeyh Ahmed Efendi’nin mezar taşı toprağa fazlaca gömülmüş olduğundan kitabesini okuyabilmek için toprağı bir hayli kazdımsa da tarih yazılı olan kısmını meydana çıkaramadım. Yukarıda sözü edilen çeşme, Topkapı’da camii bulunan Ahmed Paşa’nın mektebi ve türbesinin karşı sırasında ve sol tarafında, tramvay makası yerindeki Çukur Çeşme’dir ve suyu hâlâ akmaktadır. Zamanla bu çeşme harap olup muhtemelen eski tarih taşı da yıkılmış olduğundan Bezm-i Âlem Valide Sultan’ın kethüdası tarafından yaptırılan tamirden sonra kemerinin üstüne şu tarih taşını koymuşlardır:
Hudâ âb-ı hayât-ı ömr-ile Abdülmecid Hân’ı Müebbed eylesin bulsun safâlar mâderi her ân
Mukaddem Hazret-i Fâtih Muhammed Hân bu aynı Edip icrâ bu semtin ahâlîsin eylemiş şâdân
Mürûr-ı ezmineyle râh-ı âbı bozulup kalmış Susuzluktan ahâlî-i mahalle nice dem hayrân
İnâyetler edip suyun getirdi çeşmenin şimdi Cenâb-ı Bezm-i Âlem Vâlide Sultân-ı âlî-şân
Bu üç târîhi bir beyt ile zîver kıldı cevher-sûd Edince kethüdâsı kulu âb icrâsını i’lân
Ebû’l-feth-i magâzî Hân Mehmed çeşmesi için Getirdi hayr edip bak âb-ı sâfî Vâlide Sulta 1267
Heyecan verici parlak bir hadisenin canlı ve aziz bir hatırası olan Harbî Mescidi’nin şimdiki durumunu görünce çok üzüldüm. Dünya tarihinin pek yüce ve ibret verici bir safhasını hatırlatan bir yer hakkındaki ilgisizliğimize karşı millî tarihimiz adına ne kadar üzülsek yeridir. Gariptir ki, biz hâlâ bu yerleri kendimize mal edemiyoruz. Sırf araştırmamaktan ileri gelen bu zihniyet, bu ülkede milliyet hissinin yerleşmesine engel olmaktadır. Bu gibi vakıf işleri için para alan, ekmek yiyen memurlarımızın diğer işlerle beraber biraz da bu gibi millî hatıraları yaşatmaya çalışmaları milliyetseverliğin gereklerindendir. Beşinci Askerî Kapı (Porte militaire Pempti 5): Bayrampaşa Deresi’nin içeri girdiği212 yerden iki burç sonra beşinci askerî kapı gelir. Bizans zamanında Pili to Pempti ismiyle şöhret bulmuştu. Surların üzerindeki Lâtince kitabelerin İkincisi de bu kapı üzerindendir:
Bu kitabe, yapının yukarı levhası üzerinde, iki satır hâlinde kazınmıştır. Son cümleler o zaman düzgün bir şekilde kazınmamış olduğundan zamanla havanın da tesiriyle fazlaca bozulmuş olup okumada pek çok zorlukla karşılaştım. Bereket versin ki, kapının iç tarafında bulunan Neslişah Sultan Camii’nden getirdiğim merdivenleri birbirine bağlayıp yukarı çıkarak abidelerin üzerindeki kitabelerin kopyasını almak için kullanılan kâğıtlar vasıtasıyla kitabeyi kısmen kopya edebildim. Bozulan ve bundan dolayı okunması mümkün olmayan kısım için Mordtmann’ın eserine müracaat ettim ki, tercümesi şöyledir: “Küçük değil büyük, yani meşhur Anthemius’un213 rakibi ve düşmanı olan Pusaeus askerî kapıların surlarını dayanıklı bir eşik yaptırarak sağlamlaştırdı.” Gerçekten bütün askerî kapılarda bazalt (basalte) denilen tek parça taştan çerçeveler vardır ki, dünyanın bin türlü belâsına rağmen günümüze kadar varlığını ve dayanıklılığını korumuşlardır. Kapının üzerinde bulunan yukarıda bahsettiğimiz Lâtince harfler ve özellikle Valido kelimesindeki ‘d’ harfi İkinci Theodosius zamanında (408-450) kullanılan harflerin aynısı olup, bunlara o zamanın kurşun mühürleri üzerinde de rastlan- maktadır. Bazı manzum eserlere göre bu kapı yakınında Ste. Kyriaki adına bir kilise varmış.21*» Cananas, bu kitabe, yapının yukarı levhası üzerinde, iki satır hâlinde kazınmıştır. Son cümleler o zaman düzgün bir şekilde kazınmamış olduğundan zamanla havanın da tesiriyle fazlaca bozulmuş olup okumada pek çok zorlukla karşılaştım. Bereket versin ki, kapının iç tarafında bulunan Neslişah Sultan Camii’nden getirdiğim merdivenleri birbirine bağlayıp yukarı çıkarak abidelerin üzerindeki kitabelerin kopyasını almak için kullanılan kâğıtlar vasıtasıyla kitabeyi kısmen kopya edebildim. Bozulan ve bundan dolayı okunması mümkün olmayan kısım için Mordtmann’ın eserine müracaat ettim ki, tercümesi şöyledir: “Küçük değil büyük, yani meşhur Anthemius’un213 rakibi ve düşmanı olan Pusaeus askerî kapıların surlarını dayanıklı bir eşik yaptırarak sağlamlaştırdı.” Gerçekten bütün askerî kapılarda bazalt (basalte) denilen tek parça taştan çerçeveler vardır ki, dünyanın bin türlü belâsına rağmen günümüze kadar varlığını ve dayanıklılığını korumuşlardır. Kapının üzerinde bulunan yukarıda bahsettiğimiz Lâtince harfler ve özellikle Valido kelimesindeki ‘d’ harfi İkinci Theodosius zamanında (408-450) kullanılan harflerin aynısı olup, bunlara o zamanın kurşun mühürleri üzerinde de rastlan- maktadır. Bazı manzum eserlere göre bu kapı yakınında Ste. Kyriaki adına bir kilise varmış.21*» Cananas, bu mabedi olduğu gibi tarif ediyor.