YARASA

YARASA

Mesozoik devirde nesli sönmüş “olan pterodaktil ile bugünkü kuş ve yarasa kanat* lartnın karşılaştırmalı şeması.
kadar derindir. Eski kuşlarla günümüz kuşları arasında da geçiş fosillerine rastlanmıyor. Tersine, mesozoik devirde eski kuşların nesli kesilmekte ve elli milyon yıllık bir kesintiden sonra modern kuşlar, çırpma uçuşuna uygun gelişmiş kanatlarıyla belirmektedir. Aslında bir kuş değil, uçon bir memeli hayvan olan yarasada da, kanatların ani gelişimine tanık oluyoruz. Fosiller arasında önce, yarasanın atası olan, tarla faresine benzer kanatsız bir hayvana rastlıyoruz, sonra yarasalar birden kanatlanmış olarak karşımıza çıkıyor. Öyle arada yarım kanatlı bir yarasa bulamıyoruz! Ayrıca şunu eklemek gerekir ki, Darvvin bile, böyle ancak mükemmel şekliyle işleyebi-len organların oluşumunu kendi nazariyesiyle açıklamakta güçlük çektiğini itiraftan hiçbir zaman çekinmemiş ve bunu yazılarında belirtmiştir.
Bilim adamları, yaptıkları biyofizik, jenetik ve paleontolojik araştırmalar sonucunda, 1970′-lerin başında şu sonuçlara ulaşmışlardı: a) Türlerin ve organların evrimi yavaş mutasyonların yanında, ani sıçramalarla da gerçekleşmiştir,
b) Kalıtsal özelliklerin taşıyıcısı olan jenlet türün biçimini sabitleştirici bir mekanizm ve tesadüfi mutasyonlarla yeni biçimlerin ol ması imkânını geniş ölçüde kısıtlarlar, c) çük tesadüfi mutasyonların ortaya çıkış or ve sıklığı, karmaşık organların oluşumunu aç lamaya yeterli değildir.
1980’e doğru “Yeni biyolojik evrim teoris geliştirilmiş bulunuyordu. Bu teoriye gör 1) Biyolojik biçimlerin oluşumu, tesadüfi muta yonlardan çok, dış çevreden gelen fiziksel v kimyasal etkilere dayanır, 2) Gerek fosil b luntuları, gerekse biyofizik kanunları, sıçram mutasyonların olabileceğini kanıtlamaktadı 3) Çevre, sadece oluşan türü ayıklayıcı deği doğrudan doğruya türün oluşumunu etkileyi rol oynar, 4) Büyük sıçramalı mutasyonlar, çe re şartlarındaki önemli değişikliklerin canlı üz rindeki etkisiyle ortaya çıkar.
1984’ün yaşadığımız bugünlerde, işte b, noktaya erişmiş bulunuyoruz. Muhakkak ki, göz ler ve kanatlar önemli ihtiyaçları karşılayan or ganlardır; türlerin gelişim tarihi, canlıların, or taya çıkan yeni şartlara uyabilmek için çevre-l
BİLİM ve TEKHlto
Jeolojik çağlarda yaşamış uçan kuş ve kertenkeleler
PTERODAKTİL
KAFADAN ÇIKAN BACAK
Basit bir solucandan insana kadar tüm hayvanlar, yaşama tek bir döllenmiş yumurta hücresi olarak başlarlar. Bu tek hücre, benzer hücrelere bölünerek çoğalır. Fakat, yalnızca birkaç bölünme sonrasında; hücreler hayvanın değişik organlarını oluşturmaya başladığında, hücreler arası bir farklılaşma görülür. Hücreler arası bu farklılaşmayı sağlayan nedir acaba?
Colorado Üniversitesi biyologlarından Matthew Scott ve Ailen Laughon, bu farklılaşmanın nedenine yanıt olabilecek ilk ipucunu bulduklarını sanıyorlar. Bu iki bilim adamı denek olarak meyve sineğini (droso-fila) kullandılar ve bir DNA molekülünde oldukça kritik bir parça buldular. Bu DNA, bir genin yapısı içindedir ve bu gen, diğer genlerdeki genetik mesajı değiştirebilmektedir. Bilim adamları, bu DNA üzerinde yaptıkları deneyler sonucunda, yalnızca düşüncelerinin doğruluğunu açık bir şekilde kanıtlamakla kalmayıp, çok şaşırtıcı bir sonuç elde ettiler. Gerçekleştirdikleri küçük bir mutasyon, drosofilaların kafalarında anten yerine bacak çıkmasına ve aynı zamanda, vücuttaki nor-
Genetik değişimle kafasında anten yerine bacaklar oluşturulan bir meyve sineği.
mal bacak sayısının yarıya inmesine neden oldu.
Araştırmacılar, bu genetik değişim sisteminin nasıl işlediğini açıklayamıyorlar. Öte yandan, diğer araştırmacılar, insan DNA’-sında da buna benzer bir parçanın olduğunu buldular. Ama telaş etmeye gerek yok. Çünkü kimse, drosofilalara uygulanan deneyleri insanlar üzerinde uygulamayı düşünmüyor. Zaten Scott, bu parçanın mutasyona uğratılması sonucunda, insanın kafasında bir bacak çıkamayacağını söylüyor.
Discover’dan çev: Başar ÖZARSLAN
sel baskılar altında gerekli organları geliştirdiklerini ve ancak bunları geliştirebilenlerin yaşama savaşını kazandığını göstermektedir. Organları yaratan ihtiyaçtır. Nitekim ihtiyaç ortadan kalkınca, bu ihtiyacı karşılayan organ da körel-mektedir. Örneğin ışıksız mağaralarda ve karanlık deniz diplerinde nesillerce yaşayan balıkların gözü körleşmiş, penguen gibi bazı kuşlar yüzmeye uyum sağladıkça, uçmasını unutmuşlar, kanatları ufalmıştır. Kısacası; ihtiyaç, buluşun anasıdır. İnsanoğlu da çevresine uyabilmek, hatta çevresine hâkim olabilmek için mutas-yonlarla karşılaştırabileceğimiz buluşlar yapmaktadır. Örneğin buharlı lokomotiften dizelli lokomotife geçmek bir “küçük mutasyon” ile karşılaştırılabilir. Buna karşı uçak ya da uzay
gemisini “sıçramalı mutasyon” sayabiliriz; çünkü bu araçlar teknikte gerçekten büyük bir “sıçrama”yı ifade etmektedir.
Şimdi en önemli soruya geliyoruz: Lokomotifler, uçaklar ve uzay gemileri, birer tesadüf değil; düşünen ve bulan insan zekâsının eseridir. Acaba canlı hücrelerinin bir yerinde, dış ortamdan gelen uyanlara tepki gösteren ve doğan ihtiyacı vaktinde tespit ederek, ona göre gerekli göz ve kanat gibi organları yaratan bir “akıllı mekanizma” var mıdır? Görünüşe bakılırsa, böyle bir mekanizmanın varlığını kabul etmemiz gerekiyor. Bu akıllı mekanizmanın nerede olduğunu ve nasıl işlediğini bulan bilim adamı, herhalde Nobel Ödülü’ne hak kazanacaktır! ®
Ekim 1984
29
Hohoba diye telaffuz edilen Jojoba bitkisi, Arizona’da Güney California’da ve Meksika’nın tabii florasında yetişen herdem yeşil çalı karakterinde bir bitkidir. Jojoba bitkisinin esas değeri, meşe palamuduna benziyen üç karpelli meyvesidir. Bu meyvelerden % 50 oranında yağ elde edilmektedir. Yağın çok üstün vasıfta olması ve değişik kullanma özelliklerinden dolayı, dünyaca aranan ve yüksek fiyatla pazarlanan bir yağdır, özellikle, jojoba yağının balina spermlerinden elde olunan yağın kalitesinde olması ve bu yağın değişik yerlerde kullanılabilmesi, bu bitkinin önemini son zamanlarda inanılamıyacak şekilde artırmıştır. Zira dünyada özel maksatlarla kullanılan bu yağ, okyanuslarda amansızca avlanılan balinalardan elde edilmektedir. Nitekim 1975 yılında 20.000 balina balığı bu maksatla avlanmıştır. Ancak son yıllarda dünya çevre sorunları yasası, azalan balina neslinin korunması için konulan sınırlamalar, değerli olan bu yağ istihsalinin azalmasına neden olmuştur. Son yıllarda azalan balina sperm yağının yerini alabilecek ve onun yerine kullanılabilecek yağın istihsali üzerinde ilk çalışmalar, Arizona State Oniversitesi’nde yapılmış ve jojoba bitkisi tohumundan elde edilen yağın kimyasal yapısının, balina sperm yağının özelliğinde olduğu saptandıktan sonra, bu bitkiye olan İlgi artmıştır. Arizona’da tabii florada bulunan bu çalıya büyük önem verilmiş ve Agronomik problemleri üzerinde durularak, istihsalin ekonomik olarak artırılmasına başlanmıştır.
Jojoba Yağının Kullanım Alanları
Jojoba yağı, sıcağa çok dayanıklı ve çok ince bir yağdır. Bu özelliğinden dolayı, hassas maklnaların yağlanmasında kullanılmaktadır. Saat sanayiinde, otomotiv sanayiinde, metalürji sana-
* Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü Başkanı.
Jojoba tohumlarından elde ed! len yağın, balina sperm yağını özelliklerini göstermesi ve bu ni teliğiyle, kozmetik sanayiinde uzay araçlarına kadar pek özel kullanım alanı bulması niyle, bu bitkinin ekonomik ri, son yıllarda inanılmayacak k dar arttı.
yilnde; yağın ısıya ve basınca dayanıklı ol sı nedeniyle roket ve füze gibi uzay araçla da, askeri araçların yağlanmasında geniş ça kullanılmaktadır. Jojoba yağı kozmetik sanayi de de kullanılmaktadır. Yağ esasen sıvı m karakterindedir. Hidrojene edildiğinde katı maktadır. Bu nedenle, kalite ruj imalatında yağ kullanılmaktadır. Hidrojene olmuş joj yağı, mum tabiatında olduğundan, en kali mum olarak bilinen carnauba mumunun özel lerini gösterir.
Carnauba mumu Brezilya’da palmiye ağ larından elle kazınmak suretiyle elde edilme ve yüksek fiyatla pazarlaşmaktadır. Jojoba mı mu cila sanayiinde, fotoğrafçılıkta da kullaıtl maltadır. Yağlı ilaç sanayiinde ve şampua imalinde, ayrıca (Anti-foam) köpüklenmeyi öt leyici madde olarak da kullanılır. Jojoba tou. mundan yağı alındıktan sonra, geri kalan küs pede % 30 oranında protein kalmaktadır. Sığr ların jojoba küspesi ile beslenmesinde bazı ss kıncalar olduğundan, bununla ilgili araştırmala devam etmektedir.
Ayrıca jojoba bitkisinin yerde sürünen formu da rüzgâr erozyonu şiddetli olan sıc yağışı az, kıraç ve meyilli yerlerde, hatta ikliminde yetiştirilmek suretiyle erozyon amansız tahribatını önleyebilen önemli bir b kidir.
Jojoba bitkisinin önemini anlıyabilmek içi sağlıyabileceği ekonomik fayda üzerinde de d rulması gerekir. Her bir çalının tohum (cevi verimi 4-5 kg. arasında değişmektedir. Deka tohum verimini 400-500 kg. kabul edecek olu sak, bu miktar tohumdan 200-250 kg. yağ el edilebilir. 1979 yılı fiyatlarına göre 1 kg. yağı fiyatı dünya piyasasında 20 $’dır. Şu anda dolar kuruna göre 1 kg. yağın fiyatı 7.000 TL’dı Ülkemiz şartlarında dekara 100 kg. yağ alın leceğini kabul edecek olursak, 7.000 x 100
30
BİLİM ve TEKNİ
700.000 TL. gayri safi gelir sağlanabileceği var-sayılabilir. Bitkirtin ekonomik veriminin ise yüz yıl olabileceği tahmin edilmektedir. Bu duruma göre, verimi bu kadar az; fakat bir dekardan elde olunacak gayri safi geliri bu kadar yüksek olabilecek ikinci bir kültür bitkisi düşünülemez.
Jojobanın Botanik Özellikleri, Ekolojik ye Agronomik Karakteri
Bazı araştırıcılara göre, jojoba bitkisi Buaxceae familyasından ziyade, Simmondsiceae familyasının Simmondsia chinensis türüne bağlı herdem yeşil, çok yıllık bir çalıdır. Jojobanın iki formu olup, yerde sürünen form özellikle rüzgâr erozyonu sahaları için ideal bir bitkidir. Dik gelişen formu 3 yaşında 91,5 cm; 8 yaşında 3 metreye ulaşmakta, küçük bir ağaç cesametindeki çalının kazık ¡kökü 9-10 m. kadar derine gidebilmektedir. Tohumundan istifade edilen, dik olarak gelişen formlarıdır. Dört yaşında ¡meyveye yatmaktadır. Uzun ömürlü bir çalı olup, yabani florada 200 yaşında olan jojoba ağaççıkları bulunmuştur. Bu şekilde uzun ömürlü olma bali, çöl bitkilerinin tipik özelliğini teşkil etmektedir. Jojoba bitkisi iki evcikli olup dişi ve erkek çiçekler ayrı ayrı bitkilerdedir. Meyveleri meşe palamuduna benzemekte ve üç kapsülden ibaret olup meyvelerin ortalama ağırlığı 3 gramdır.
Tabii yetişme alanı Amerika Kıtası’nm kuzey yarım küresinde 34 enlem derecesine kadar çıkmakta, güneye doğru tropik iklime kadar uzanmaktadır. Yaz sıcaklığı 4345°C’a Ikadar yükselen yerlerde de yetişebilmektedir. Genç fideler — 5°C’a kadar mukavimdir. Yaşlı çalılar
— WC’a kadar dayanabilmektedir. 650-1300 m. yüksekliğe kadar yetişebilmektedir. Çok zayıf kıraç, volkanik arazilerde, hatta çöl ikliminde kumsal topraklarda da yetişme özelliğine sahiptir. Senelik yağışı 200-250 mm. olan step iklimlerde susuzluk pröblemi göstermediği gibi, bu şartlarda sulama yapmaksızın yetişebilmektedir. Nitekim israilde, 1960 yıllarında Meis Forti A.B.D.’nin güneybatısından getirmiş olduğu tohumları, Negev Çölünde denemeye almış ve bugün Ben Gurion Üniversitesi araştırma ve geliştirme merkezinde 28 araştırıcı, jojoba bitkisinin çölde hatta tuzlu topraklarda yetişebilen hatları üzerinde çalışmaktadırlar.
Jojoba Yetiştirme Tekniği
Jojoba bitkisi genellikle tohumla üretilmektedir. Fakat tohumla yapılan çoğaltmada açınım olduğundan genetik karakteri farklı bireyler elde olunabilmektedir. Tohumla çoğaltmada sıra üze-
li 2,5 m, sıra arası 3,5 m. olacak şekilde düzenlenmekte sıra üzerinde 50-80 cm. çapındaki ocaklar içine 2,5-3,5 cm. derinlikte dört veya beş tohum ekilmektedir. Ekim, toprakta rutubetin fazla olduğu Nisan başında yapılır. Ocaklarda tohumların çimlenmesi 3-5 hafta sonra mümkün olmaktadır. Havaların kurak gitmesi halinde, gerekirse ocaklar, çimlenmeyi artırmak için su-lanmalıdır. Bitkiler 3-4 yaşına geldiğinde çiçeklenme durumuna bakılarak ocakta dişi olan bitkiler bırakılmakta, erkek bitkiler sökülmektedir. Ancak döllenmenin olması için her beş dişi bitkiye babalık yapacak şekilde çapraz olarak bir erkek bitki ocaklarda bırakılmaktadır. Diğer bir
Meyveli Jojoba dalı
Ocak usulü çoğaltılmış Jojoba çöğürleri
Ekim 1984
31
yetiştirme tekniği de; 25-35 cm. uzunluğunda karton veya plastik tüplerde yetiştirilen çöğürler ya ocaklara dikilmekte daha sonra ve çiçek vermeye başladığı yaşta, yukarıda belirtilen şekilde, dişiler bırakılmaktadır.
Aşı ile çoğaltma tekniği de geliştirilmiştir. Elit jojoba çalılarından alınan kalemler 6-12 mm. kalınlıkta olmalıdır. Jojoba herdem yeşil olduğundan aşı dorment durumunda iken, çöğürler üzerine İngiliz dilciksiz aşı şeklinde yapılır. Şubat sonu veya Mart ortasına kadar aşı yapılmaktadır. Aşı tuttuktan sonra, aşıdan süren sürgünün gelişmesini teşvik için alttan süren sürgüler devamlı alınmalıdır.
Diğer bir çoğaltma tekniği de çelikle çoğaltmadır. Bu teknik vegetatlf çoğaitma olduğundan, seçilen k\on\ar önem kazanmaktadır. Tercih edilen husus; bitkinin dik gelişmesi yanında verimi yüksek, tohumları hasat öncesi açılıp dökülmeyen tiplerden çeliklerin alınmasıdır. Temmuz veya Ağustos aylarında 7,5-12 cm. uzunluğunda kesilen çelikler 4.000 ppm. in-dol butyric asit içerisine batırıldıktan sonra köklendirme ortamı olarak vermiculite veya perlit kullanılır.
Mümkünse mist altında ve yastık altlan ısıtılmak suretiyle köklendiril meye çalışılır. Yastıkların direk güneş ışınlarına maruz kalmıyacak şekilde tanzimi gerekir. Köklenme 5 hafta sonra veya baz klonlarda 3 ay sonra olabilmekte; bazılarında % 100 köklenme olduğu halde, bazı klonlarda % 10 veya daha düşük oranda köklenme olmaktadır. Köklenen çeliklerde kökler
5 crn’yl geçtikten sonra, 15 cm’lik saksılara veya teneke kutulara şaşırtılır ve gölgelik yerlerde saksılarda tutularak bitkilerde iyi bir gelişme sağlanır. Fideler odunlaşmaya başladıktan sonra gölgeleme işi azaltılmakta, saksılar sızma güneş gören latalı sundurmalar altına alınmaktadır. Daha sonra sonbahara doğru, saksılar direkt güneş altında tutulmaktadır. Köklü fidanlar İyi bir gelişme göstermiş ise, Mart veya Nisan aylarında araziye dikilirler.
Bu şekilde kurulan plantasyonlarda, erkek ve dişi bitkiler yetiştiricinin bilgisi dahilinde olduğundan tohumla üretmeye nazaran uzun zaman beklemeden planlı bir şekilde dikim yapılabilmektedir.
Dört veya baş yıldan sonra çalı görünümünde olan jojoba bitkilerinden ekonomik olabilecek mahsûl alınmaya başlanmaktadır. Son zamanlarda çoğaltma tekniğinde doku kültürünün geniş çapta kullanılması, özellikle dişi ve erkek çiçekleri ayrı ayrı bitkilerde olan jojoba
32

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*