Genel

Yaratıcı Güç Olarak Doğa

YARATICI GÜÇ OLARAK DOĞA

Doğayı kendiliğinden var olan, kişisel özellik taşımayan yüce ve yaratıcı bir güç olarak algılamak, özellikle «doğa güçleri»yle sürekli mücadele içinde olan insanlar için kuşkusuz ilk akla gelen anlayıştır. Bununla birlikte ta MÖ VI. yy’dan itibaren Eski Yu-nan’da «Doğa Üstüne» (Peri Fizeos) art arda birçok kitap yazıldı: Anaksimandros, Klazomenesli Anaksagoras, Elealı Parmenides, Efesli Heraklitos, sonra Agrigentolu Empedokles ve Sisamlı Epi-kuros her türlü fani ve ölümlü nesnede bulunan sonsuz ve bozulmaz ilkeye fizis (doğa) diye adlandırdılar.

Ama doğa fikri en geniş şekilde Aristoteles tarafından sistemleştirildi. Aristoteles’in kozmoloji çerçevesinde ortaya koyduğu doğa fikri, sistem olarak Galilei fiziğinin, özellikle Newton fiziğinin ortaya çıkmasına kadar düşünce dünyasına rakipsiz olarak hâkim oldu. Başka dillere «doğa» olarak çevrilen, sonra Batı dillerinde «fizik» biçiminde yer alan Yunanca fizis kelimesi «fetus» (dölüt) kelimesiyle aym köktendir ve her ikisi de «gelişmek», «büyümek», «geliştirmek» anlamına gelen fuein fiilinden gelir. Aristoteles, «insan fizis kelimesini telaffuz ettiğinde, canlı bir gelişmenin varlığını hissedermiş gibi olur» diyordu. Ona göre «doğa, kendi hareket ilkesini barındıran içkin bir durumdur»; «Tanrı ve doğa yaptıkları hiçbir şeyi boş yere yapmaz». Bu doğa dört basit kurucu unsurdan meydana gelmiştir: su, hava, toprak, ateş. Merkezde toprak bulunur (mutlak sert ve kuru); onun çevresinde ateş vardır (kuru ve mutlak hafif); ikisinin arasındaysa hava (nispeten hafif ve nemli) ve su (nemli ve nispeten ağır) bulunur. İnsan, bu dört kurucu unsurun bir karışımıdır ve bu karışımı oluşturan unsurlar kozmos içindeki «doğal yerleri»ne dönerler: yerküre (toprak), su-küre (su), havaküre (hava), ateşküre (ateş). Einstein, bu antik nitel kozmoloji karşısında duyduğu hayranlığı saklamıyordu. Bu kozmolojinin bugün kullandığımız dilde ve düşünce tarzımızdaki canlı izleri, Bachelard’ın da gösterdiği gibi, hâlâ sürmektedir.

Demokritos’un ve Epikuros’un mirasçısı olan Latin Lucretius da kendi hesabına «Doğa Üzerine» (De Natura Rerum) adlı şiirinde bir tanrıçayı anlatır. Bu tanrıça, «özgür, kendisinden üstün efendilerin buyruğundan kurtulmuş, ülkesini tanrıların baskısı ve yardımı olmaksızın yöneten» bir tanrıçadır. Sürüp giden nesillerin ve çürümelerin sahnesi olan, hiçbir şeyin hiçbir şeyden doğ-mayıp her şeyin bir başka şeye dönüştüğü bu doğa düşüncesi, bütün tümtanrıcı, maddeci ve tanrıtanımaz «doğa sistemleri»ni etkilemiştir. 1616’da Giulio Cesare Vanini, «Ölümlülerin Kraliçesi ve Tanrıçası Olan Doğanın Harikulade Sırları Üzerine» (De Admiraudis Naturae Reginae Deaque Mortalium Arcanis) adlı diyalogları yayımladı ve bu yüzden din mahkemesi önüne çıkarıldığında kendini şöyle savundu: «Tanrı, varlığım bize her an belli eder; bunu, çoğu zaman tartışılan ender mucizelerinden çok, adına doğa dediğimiz, hiçbir biçimde tartışılamaz, sürekli ve her zaman kendini yenileyen en büyük mucizesiyle gerçekleştirir». Bu açıklama dine aykırı bulundu ve yakılma cezasına çarptırılan Vanini 9 şubat 1619’da Toulouse’da, yakılarak öldürüldü.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir