YUNUS EMRE

YUNUS EMRE (K.S.)Yunus Emre (k.s.) yani Türkmen oğlu âşık Yunus’un, hangi tarihte yaşadığı ve nerede doğup, nerede vefat ettiği kesin olarak bilinmemekle beraber, son zamanlarda bulunan bir kayda göre: Hicrî 638 – Milâdî 1240 -1241 yıllarında doğduğu; Hicrî 720 – Milâdî 1320 – 1321 yıllarında vefat ettiği ifade edilmektedir.Âşık Yunus’un Anadolu’da dokuz yerde makamı vardır. Eskişehir ile Karaman, bu türkmen dervişini paylaşamamıştır. Halbuki Yunus Emre hz., ne bunların ne de onların; hepimizin sevgilisi, hepimizin dostu, hepimizin Yunus-‘udur. Muhtelif yerlerde makamlarının oluş sebeplerinden biri; bazı büyükle­rin, “Buradan Yunus kokusu geliyor” dedikleri yere, bir türbe yapılma-sındandır. Bir başka rivâyete göre; vefatını duyan her kasaba ileri geleni, cenazenin bulunduğu yere gelmiş, her biri kendi kasabasına götürmek için sahip çıkmışlar. Bu ihtilâfı önlemek için, kaç temsilci gelmiş ise, o kadar tabut hazırlanmış. Birine Yunus, diğerlerine Yunus kadar ağır bir cisim konmuş. Namazın edâsından sonra, her biri bir tabut almış ve götürmüş. Defni, tabutu ile yapılmış. Böylece bir çok yerde türbesi olmuş. (*) İşte âşık Yunus’un da dokuz yerde makamı olmakla beraber, en kuvvetli ihtimâl Eskişehir’de oldu­ğudur. Eskişehir’in Sarı köyünde doğduğu söylenen, az konuşan çok düşünen Yunus, çiftçilikle meşguldü. Ama o iş için hâlk olunmamıştı.Cenâb-ı Hak onu aslına kavuşturdu. Taptuk dergâhına derviş oldu. Burada vazifesi dergâha, nice yıl dağdan, sırtında veya merkep ile odun taşımak oldu. Göz nurunu kaybeden Yunus Emre’nin şeyhi Taptuk Emre, kışın ocak başında oturur, Yunus’un getirdiği odunları ocağa atarmış. Rivâyet olunur ki; Taptuk Emre, Yunus’un taşıdığı odunları eliyle yoklar, bunların düz ve muntazam kesilmiş olduğunu anlayınca Yunus’a sorarmış:(*) Bir çok yerde, aynı şahsın türbesi olabilir. Bu türbeler, Allah dostlarının daha sık anılmasına vesile olmak suretiyle, hem ziyaret edene, hem milletimize mânen yararı vardır.Yunus! Ormanda eğri odun tükendi mi?Tükenmedi şeyhim.Ama senin getirdiklerin hep düzgün ve bir çırpıda. Yoksa seçiyor musun?Seçiyorum şeyhim. Odunların doğru ve düzgünlerini seçip, dergâha getiriyorum.Bu davranışın sebebi ne ola?Sebebi şu ki; ben sağlığımda, bu dergâhdan içeri eğri sokmam.Bir gün Yunus, uzun bir yolculuğa çıkmış. Yolda giderken önüne çıkılması zor bir yokuş gelmiş. Çok da yorulmuş; dağın eteğinde, Cenâb-ı Hakk’a irticâlen:- Ya Rabbi! Bana bir binecek ihsân eyle de, şu yokuşu selâmetle çıkayım,demiş.Hemen arkasından bir ses yükselmiş:- Derviş, bu beygir yavruladı. Şu yavruyu da sırtına alıp, yukarıya çıkarmısın?Yunus ne yapsın? Tayı da sırtlanmış ve şöyle mırıldanmış:- Ya Rabbi! Mâruzâtımı her halde anlatamadım, duâmı tersine kabulettin? Ben senden, “Yorgunum bir binek ihsân et!” dedim; sen ise banabindirecek verdin.Bu yolculuktan sonra bir kasabaya gelen Yunus, burada parasız konak-lanacak bir yer olup olmadığını sormuş. Sorduğu kimse:- Derviş, şurada bir konak var. Lâkin, ayrılırken misafirlerine dayakatmadan salmazlarmış, demiş.Yunus rıza gösterip, o konağa gitmiş. Selâm ve hoşbeşten sonra yemek yenmiş, kahveler içilmiş. Ev sahibi:- Bir kahve daha arzu edilir mi? demiş.Yunus’umuz, derviş işi bir “Eyvallah” çekmiş ve ikinci kahveyi de içmiş.Bu konak sahibinin saralı bir oğlu varmış. Oğlan babasına:- Yunus Emre isminde bir derviş varmış. O okursa, benim bir şeyimkalmaz der, dururmuş.Adamcağız oğlunun tekrarladığı bu sözleri, misafirine söyledikten son­ra:- Kardeş, o Yunus denilen dervişi nerede bulayım? O Yunus senmişsingibi yapıver de, şu bizim oğlana bir nefes ediver! Çocuğun inancı yer bulur dainşallah iyi olur diyerek Yunus’u, çocuğun olduğu odaya götürmüş. ÂşıkYunus, çocuğa nefes etmiş ve tekrar misafir odasına dönmüşler.364YUNUS EMRF, (K.S.)Nasıl, iyi olur mu? suâline Yunus:Ölür inşallah, demiş.Adamcağız şaşırmış; fakat hayretle neticeyi beklemiş. Az bir zaman sonra çocuk iyi olmuş, gelip misafirin elini öpmüş. Anne ve baba, sevinç ve sürür içinde kalmışlar. Sabah olunca, Yunus izin istemiş. Ev sahibi:- Yok, kat’iyyen olmaz, bir gün daha misafirimiz ol, demiş.Yunus “Eyvallah ” deyip, o gece de kalmış. Ertesi gün, aynı teklife yine “Eyvallah” demiş. O gece de kaldıktan sonra, üçüncü gün izin çıkmış. Evin kapısından çıkarken kapıda, pehlivan yapılı iki kişinin, ellerinde sopalarla beklediklerini görmüş. Bunlar, ev sahibinin hizmetçileriymiş. O zaman, konağı tavsiye edenin söyledikleri aklına gelmiş. Ne yapsın, çare yok, herkesin geçeceği köprüden geçecek; üzüle büzüle kapıdan geçmiş. Dışarıya selâmetle çıkınca, bu işi merak edip tekrar konağa dönmüş. Hâne sahibini çağırıp:Biz buraya gelirken, bu konakta misafir edilenlerin sopa ile teşyî edildiğini duyduk. Bu usûl bize tatbik edilmedi. Sebebi nedir? demiş. Ev sahibi:Derviş efendi! Bu konağa gelen misafirlerin hepsi, benim yapacağım hizmete mani olurlar; “Aman efendim zahmet oluyor, bu hizmetleri biz yapmalıyız, biz buna çok üzülüyoruz, sizinle yemek yemek bize yakışmaz, sizinle kahve içemey iz” derler. Bu kusurlarından ötürü dayak yer, öyle giderler. Sizden ise böyle bir şey südûr etmedi. Herşeye “Eyvallah” dediniz. Dayak size göre değil, demiş ve ilâve etmiş:Böylelikle sizin gönlünüzdeki istihfâm çözüldü, bizimki ise duruyor: Niye benim oğluma “Ölür inşallah” dediniz?Yunus, yolun başındaki kıssayı anlatmış ve:Benim duâmın, aksi yapıldığına kaniim de onun için böyle duâ ettim, demiş.Allah aşkına, bir de isminizi bahşedin! Size bunları sormaya çekinmiş­tim. Siz, bu fırsatı verdiniz deyince:Yunus Emre, demiş ve sarmaş dolaş olmuşlar.Yunus Emre her ne kadar kimsesiz ve garip ise de, efendisi katında kıymeti çok büyük olduğundan, bazı ham ervâh:Efendi, kızını Yunus’a verecek de, onun için bu ikrâm! diyerek, dedikodu çıkarmışlardı. Taptuk Emre hz. bir gün, müridânını toplamış; Yunus-‘un odundan dönmesini beklemeye başlamış. Yunus gelir gelmez, Efendi, odunları önüne yıkmasını emretmiş; eliyle bütün odunları yoklamış. İçlerinde hiç eğri bulamayınca:Yunus, bunların içinde neden hiç eğri yok? demiş. Yunus:Bu kapıdan eğri girmez, efendim. Bu kapı, doğrular kapısıdır, demiş.HZ. MUHAMMED (S.A.S.)’IN VARİSLERİ365Bu söz üzerine müridân, Yunus’un niçin sevildiğini idrâk etmiş. Fakat o Sultanlar Sultanı Taptuk, bu kadar kimsenin sözü yalan çıkmasın diye, kızını Yunus’a nikâh etmiş. Kızını, hâne-i saadetlerinin içinden akan derenin karşı tarafına geçirmiş ve :Burada dur, kızım! Yunus buraya gelince, bir hatim okursun. Ondan sonra odanıza çekilirsiniz, diye tembih etmiş. Gayet sâliha, abide ve afîfe olan sultan hanım:Peki, babacığım! demiş.Ve beklemeye başlamış. Yunus gelmiş; Eûzü Besmeleyi çeker çekmez, dere durmuş. Fatihâ-ı Şerife’den Kuleûzü Birabbinnâs’a kadar, Yunus da dere de-bu kıymeti ölçülemiyecek kadar yüce olan-hatm-i şerifi dinlemişler. Hatm-i Şerif bitince, odalarına girmişler. Yunus’un hanımına ilk sözü:- Hanım sultanım benim, sizin makamınıza çıkmama imkân yoktur.Buna binâen, ben size dokunamam. Beni, ne olur bir köle olarak, huzurunuzakabul edin, demiş.Ve üç gün bu minvâl üzere devam etmiş. Şeyhi Taptuk Emre hz. bu işe agâh olunca, Yunus’u huzuruna çağırmış ve:- Sen, Peygamberlerden de mi büyüksün? Onlar bu emr-i İlâhî’yi icrâettiler sözü üzerine, Cenâb-ı Hakk’ın lûtfu erişmiş ve saâdete ermişler.Yunus bir gün ormana merkep ile giderken, önünde giden merkep dile gelip, konuşmaya başlamış. Yunus kendi kendine:”İlâhi Şeyh’im, bu merkebe himmet ediyorsun da; şu kadar senedir hizmetinde bulunan bu kuluna himmet etmiyorsun” demiş ve dergâhdan uzaklaşmayı düşünmüş.(*) Yunus bu ateşle, dayanılmaz şüphe, tereddüt ve vehim ile boğuşarak yola koyulmuş. Bir köyden başka bir köye giderken, önüne üç yolcu çıkmış; birlikte yol almaya başlamışlar. Vaktâ ki karınları acıkmış. İçlerinden birisi duâ etmiş; gaibden üç türlü yemek gelmiş. Yemişler, içmişler, duâ edip yola koyulmuşlar. Ertesi gün, yemek vakti, bu sefer başkası duâ etmiş; yine üç çeşit yemek gelmiş. Yenilmiş, içilmiş ve tekrar yola çıkılmış. Üçüncü gün de iş, aynı minvâl üzere tecellî eylemiş. Dördüncü gün, vazife Yunus’a gelmiş. İçlerinden birisi:Üç gün bizim misafirimiz oldun, kardeş! Bu gün misafirlik bitti. “Hû” çek de, Allah (c.c.) nafakamızı göndersin, demez mi?”Ben duâ bilmem” dediyse de anlatamamış; çaresiz gözlerini kapaya­rak, şöyle yalvarmış:- “Allah’ım, güzel Allah’ım! Onlara, kimin yüzü suyu hürmetine(*) Bu gibi hâller; bu yollarda olağan görülmüştür, geçici devrelerdir.36oYUNUS EMRE (K.S.)lütfediyorsan, beni utandırma; bana da onun yüzü suyu hürmetine, lütfet!” Sofra aynen zuhura gelince, arkadaşları:- Sen de yabancı değilmişsin. Söyle bakalım, sen nasıl duâ ettin demâidemiz geldi?, demişler.Yunus durumu olduğu gibi anlatmış ve:Şimdi de siz söyleyin, bakalım! Siz, ne duâ edersiniz de nafakanız gelir? demiş. Üç arkadaş:Allah’ın sevgili bir kulu vardır: Adı Yunus; onun adına yalvarır, “Yunus kulunun hatırı için” deriz. Allah da bizi boş çevirmez, demişler.Bu söz üzerine Yunus Emrem, o üç arkadaşına:- Bizim yolculuk burada bitti, haydi eyvallah! diyerek, yüzünü şeyhindenyana çevirmiş ve yana yakıla dergâha doğru koşmaya başlamış.Ne varlığa sevinirim Ne yokluğa yerinirim Aşkın ile avunurum Bana seni gerek seniEğer beni öldüreler Külüm göğe savuralar Toprağım anda çağıra Bana seni gerek senidiye feryat ederek; ne ölmeyi, ne de olmayı düşünmüş. Bu nefesle, bu hevesle dağları, belleri aşmış ve mürşîd eşiğine varmış. Karşısına, hacı annesi çıkmış:- Geldin mi oğlum? Efendi Babanın gözleri görmez. Az sonra gezmeyeçıkacak. Eşiğin önüne yat! Üzerine bassın. “Kim bu?” dediğinde; ben de”Yunus” derim. Şayet “Bizim Yunus mu?” derse; ellerine kapanır, öpersin.Yok “Hangi Yunus?” derse; buralarda hiç durma oğlum, al başını git!, demiş.Herşey denildiği gibi olmuş. Taptuk Emre hz.’nin: “Yâ! Bizim Yunus mu?” sözüyle, her şey yoluna girmiş. İşte bundan sonradır ki, Taptuk Emre hz.:- “Evlât, o himmet merkebe değil, sana idi. Biz seni, kapalı bir kutuolarak Hakk’a teslim etmek isterdik ama kısmet böyle imiş” demesiyle,Yunus’un dilinin bağı çözülmüş; söylemiş de söylemiş. Bize bu söyledik­lerinden, sadece üçte biri kalmış. Bir gün, el yazısı divânını eline geçiren Molla Kâsım isminde biri, su kenarında Yunus’un şiirlerini okurken, kendi ölçülerine uymadığı için bin adedini suya atmış; daha çok kızarak, bin adetini de yakmış; üçüncü bine başlayacağı zaman:Yunus, sen bu sözleri eğri büğrü söyleme Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelirHZ. MUHAMMED (S.A.S.)’İN VÂRİSLERİ367beytine rast gelince, işin aslını anlamış ve dövünmeye başlamış. Ama, iş işten geçmiş. Bu sebeple şiirlerin bin tanesini gökteki kuşlar, bin tanesini sulardaki balıklar, kalan bin tanesini de bizler, mırıldanmaya çalışıyoruz. Anlamaya gayret ediyoruz. Ne kadar gayret, o kadar himmet inşallah!Yunus, yine bir seyahatinde Konya’ya gider ve o beldeyi aydınlatan Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî hz.’nin sohbetine ulaşır. Birbirlerini mânâda tanırlarken, böylece maddede de buluşurlar. Mevlânâ Yunus’u nasıl ağırlaya­cağını bilemez.Büyük bir mecliste Mevlânâ, büyük bir velîden söz eder. Saatlerce, onu öylesine meth-ü senâda bulunur ki; boynu eğri bir vaziyette, huzurda gaşyolmuş Yunus: “Ah! o er kişiyi bir kez görsem, ayağına yüzümü sürsem, sevgi ve muhabbetine iltizâm etsem” diyerek, sevgi izhâr etmekten kendini alamaz. Sohbetin sonunda, yüce Mevlânâ: O büyük insanın içlerinde olduğunu, muhab­betine iltizâm edilmesini ihvâna söyler ve Yunus’u işaret eder. Bunun üzerine Yunus, mahcubiyetinden ne yapacağını bilemez.Böyle iki denizin bir araya gelmesiyle, her ikisi de takdir edilemiyecek bir sevinç duyarlar. Yunus, bu muazzam manzarayı ve o büyük ummânı, bize şöyle terennüm eder:Evliyaya münkîr olan Hak yolunda da asîdir O yola asî olan Gönüllerin pasıdır.Çektik bu aşk cefasın Tâ erince mâşuka Zira ki, o dost benim Derdimin devâsıdırMevlânâ Hüdavendigâr Bize nazar kılalı Onun güzel nazarı Gönlümüz aynasıdırBuna karşılık olarak Mevlânâ, Yunus’un iltifat dolu kalbine mukabele eder ve:- “İlâhî mertebelerden her hangisine sür’at edip ulaştımsa; bu türkmen kocasını, izim önünde buldum ve onu geçemedim” der.368YUNUS EMRE (K.S.)Mevlânâ, Yunus’a Mesnevî’den şiirler okur. Yunus hayran ve nüktedân, der ki:- Güzel ama uzun olmuş. Ben olsam:Ete kemiğe hüründüm Yunus oldum göründümderdim, olur biterdi, demiş. Olup bitmedi tabiî! Mevlânâ ile Yunus, bu iki kutb-u cihân; bir müddet sessiz sedâsız, gönülden gönüle söyleşirler, görüşürler!Yunus Emre’de canlı varlıklara olduğu kadar; açan çiçeklere, renk veren yapraklara da büyük bir sevgi duygusu vardı. Her çiçekte Allah’ın yüksek kudretini görüp, temâşâ etmeye çalışırdı. Bir gün, ormandan kesip getirdiği odunlar arasında bir çiçek, ter-ü tâze duruyordu. Ocağı yakarken gözü ona ilişti. Hayran hayran çiçeğe bakıp, düşüncelere daldı ve:- “Ya Rab! Varlığının bir belgesi, kudretinin bir işareti gibi karşımdaduran bu çiçeğe nasıl kıyılabilir? Onu koparmak ve soldurmak ne kötü şey! Ya,bir de senin nazargâhın olan bir kalbi kırmak! O daha kötü değil midir? Ben buduygu ile nasıl evlenebilirim? Onun gönlünü kırmaktan çok korkarım” diyekendi kendine söylendi.Âşık Yunus Emre hz. ‘nin Sarıköy’deki türbesinde yazan şu kitâbe, hayat hikâyesini özetlemektedir:Hak’dan gelen şerbeti içtük elhamdülillâh Şol kudret denizini geçtük elhamdülillâh Derildük pınar olduk, irküldük ırmağ olduk Akduk denize dolduk, taşduk elhamdülillâhRahmetullahi aleyh rahmeten vâsia.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*