İslam

ZEKÂT VERMEK

ZEKÂT VERMEK
Zekât ve uşr f-arzdır. Dört dürlü zekât malı vardır:
1 — Altın ile gümüş,
2 — Ticâret için alınan her dürlü eşyâ,
3 — Kırda ve çayırda otlayan dört ayaklı hayvanlar,
4 — Toprak mahsûlleri.
Ebû Hanîfe “rahime-hullahü teâlâ” buyuruyor ki:
Yağmur veyâ nehr ile sulanıp yerden çıkan ekinin, meyvanın
ve sebzenin ve balın mikdârı ne kadar olursa olsun, mahsûlü alır
almaz, önda birini fakirlere vermek farzdır. Buna uşr denir. Uşrunu vermeden yimek harâmdır.
Altm ve gümüşün ve ticâret eşyâsının zekâtını vermek
için, Nisâb mikdârı olmaları lâzımdır. (Nisâb) zenginlik ile
fakîrlik arasındaki sınır demekdir. Nisâb mikdârı, altın için
— 547 —
yiap mikaldir Cgûmüf için ikiyiz dirhemdir» Ataa para?®
eşff ve kadın zlnetlerinm ve diş’ üzerindeki altm kapl;
âM^îuiîpiB toplama yirmi Miskal olursa, gümüş ise,
c ^ p ö ‘^ ırs a ve bundan sonra ter hicrî sene, ya’nî aî
elde kalırsa, o zeman ağlrliklarınm kırkda biri ayrılıp K4ö||
k£§$mde büdirdep se&ız sınıf insandan birine veyâ;.
veriİecekdir Bir Mıskal yirmi kırâtdur Bir knât-ı şerl S ^j
ya’ni yirmidört sant^ramdır Bir Mıskal, dört on<W se İ|||
gam olur. Yirmi Miskal, doksanaltı [96}gram oluyor Dok
tı gram altını oto, bâr arabî sene sonra, ikibuçuk £2,5]
altını, zekât myyetıile ayınp, istediği zeman,
verecekdir Bir dirhem-» şer’î ondört kırât-r şer’Idk
gram ve üçyüzaltmışbeş miligram [3,365 gram] ölüp, j
ftteâbf ^lyfizyetatişiki gram [672 gram] veyâ yirmiseniz’i
dnedir. Bir tne<Sdiyye, yttz kırât-ı şer’î veyâ yiruAtört ı
â ş . 9 6 gftra ahin ve 672 ggŞğa götmüş» aynı hişâb ö
ngı gösterdikleri î#r,kıymetlen birbirinin aynı dehieMk
dan, altının aynı ağırhkdakı gftmüşden yedi defa dahâ ki j
ariteşı|riwkötdir TörÖye’de kullanılan bir liraBk î
rın her çeşidi birbuçük Mıskal, ya’nî otuz kırât [7 gram
ş*$j^prarol #dfcj$imdâB altta aislbı, [20:1 ,5 = 1333] onüç a 4
tüî lim ve bir liraiim üçdebiri olmakdadır. Ya’nî, bu kadar a
liralık altındır.Dirhem-i ürfi, dirhem-i şer’îden dahâ küçük i
tâfo üç gram idi. Çünki, dirhem-i urfî onaltı kırât-ı urfî iifel
kırftt-ı urfl ise, dört arpa idi. Âbidtn}. Osmanlılan» » ||r
zemanlannda kullandığı bir kırât, yirmi santigram, bir dirhem
de 3,207 gram idi.
Ticâret eşyâsının alış fıyâtmın, para olarak kullanılan damgalı altma veyâ gümüşe nazaran kıymetleri nisâb mikdân olunca,
bu ticâret eşyâsmm zekâtı, altın veyâ gümüş yâhud, ticâret eşyasından verilir. Şimdi, alışverişde kullanılan kâğıd paralar altın
lira karşılığı olan senedlerdir. Bunun için bir gram gümüşün
altına nazaran kıymeti, islâmiyyetdekinden, ya’nî yedide birden
çok düşük olduğu için, zekât hesâblannın yalnız altın lira ile
kıymetlendirilmesi lâzımdır. Gümüş liralar para olarak kullanılır ise ve bunlara piyasadaki gümüş kıymetinden çok fazla kıymet damgalanmış ise, bu i’tibârf kıymetleri kâğıd liraların
kıymetleri gibi olup, nisâb için kıymet takdirine esâs olmaz.
Yataız,^ üzerlerinde yazılı kıymete göre, zekât hesâbuıa kişölır
[(tbni Âbidîn) 1271 Bulak baskısı, cild 4, sahîfe 28 ye 182|.
— 548 —

Alacağı olan bir insanın, elinde senedleri varsa, zekâtını
vermesi lâzımdır. Fekat, senedlerin kırkda birini veremez.
Çünki senedler (deyn) olan, ya’nî elde bulunmıyan malı gösterir. Deyn olan malın zekâtını vermek lâzımdır. Fekat, zekât,
(ayn) olarak verilir. Deyn olan mal verilmez. Ya’nî elde bulunan maldan verilir. Fakîre malı teslim etmek lâzımdır. Sened,
ayn olan mal değildir, kâğıd parçasıdır. Senedde yazılı olan
altın ise, altın vermesi, gümüş ise gümüş vermesi lâzımdır.
Kâğıd liralar da ayn olan mal değildir. Deyn olan malı
göstermekdedirler. Hükümetlerin imzaladığı bir deyn senedidir ve altın karşılığıdırlar. Gümüş karşılığı değildirler. Elinde
onbin liralık kâğıd parası bulunan bir kimse, bunun karşılığı
olan altını bankaya veyâ sarrafa ödünç vermiş kimse demekdir.
Elindeki kâğıd para, o altınların senedi demekdir. O hâlde, bu
kimsenin, o altınların zekâtını ayn. olarak vermesi, hem de altıp
olarak vermesi lâzımdır. Nitekim, flûsun, ya’nî bakır paranın
zekâtı kıymetinden verilir. Fİûs olarak verilmez. Bir malm
kıymeti, piyasaya göre karşılığı olan altm lira adedi demekdir.
Bunun için, kırkbin kâğıd lirası olan, gazetede yazılı altın
fiyatlarından fiyatı en az olan altm lira üzerinden, nisâbı hesâb
eder. Fiyatı en az olan Hamîd altını ise ve bir Hamîd altınının
karşılığı binbeşyüz kâğıd lira ise, o gün için, kâğıd paranın
zekât nisâbı: 13,3 X 1500 = 19950 lira olup, kırkbin liranın
zekâtını vermek lâzım gelir. Bunun zekâtı bin liradır. Fakîre
bir yarım altm lira ile bir çeyrek altın veyâ bir altının üçde ikisi
kadar, ya’nî yaklaşık beş gram ağırlığında bir altın parçası,
meselâ bileyzik veyâ yüzük verir.
Libya hükümeti sosyalist kâfirlerin eline geçmeden evvel,
Evkaf müdirliğindeki ilm heyeti tarafmdan çıkarılan aylık
(Hedy-ülislâmî) mecellesinin 1393 Ramezân [m. 1973] târîhli
sayısmda, şeyh Milâd Celâsî imzası ile diyor ki, (Evrâk-i mâliyyenin ya’nî kâğıd paraların da zekâtını vermek lâzımdır. Kâğıd
paraların nisâbı, zekât verecek kimsenin bulunduğu yerdeki
hükümetin çıkardığı altm lira karşılığındaki kıymetleri ile altm
olarak hesâb edilir. Gümüş ile hesâb edilmez. Kâğıd paraların
nisâbı, yalnız altın lira ile hesâb edilir. Çünki kâğıd paralar,
altm karşılığı değerlenmekdedir). Mısrdaki islâm âlimlerinden
şeyh Abdürrahmân Cezîrînin dört mezhebe göre yazdığı
(Kitâb-ül-fıkh alel-mezâhib-il-erbe’a) kitâbı beş cild olup, basılması 1392 [m. 1972] de temâmlanmışdır. Hakîkat Kitâbevi
tarafından îstanbuldâ ofset baskısı da yapılmışdır. Kâğıd paraların altın karşılığı borç senedi oldukları, bu kitâbda da uzun
– —549 —
yazılıdır.
Hulâsa, hükümetin çıkarmış olduğu altın liralardan,
sadaki geçer değeri en aşağı olanından onüç altın ve üç
aftllıkarşıîığı kadar veyâ daha fazla kâğıd parası olanın^
a4|W sonra, bu kâğıd paranın kırkda biti değerinde;
zekât olarak vermesi lâzımdır [Bu kâğıd paraların. a|
lıklarinm mıkdarı, borsaya tâbi* olarak, zemanla T ‘
dır}. Çtifiki, zekât fakîrlere olan borçdur HerdürM
nâm dan vedBr. Zekİt borcu, ayn obn malın kern^a^î
teM§k etmekte, yâ’riî ftkîrin veyâ vekilinin eline v ö p d f’
:.]Çiğtd para olarak verilmez ve kabûl olmaz. Ejv^fcil
o$ftk verâeö zekâtları, altm olarak devr süı^lyl^jl^z^’
lâiündır Mülkünde gümüşü de bulunan btr k lı^ , fa‘
fâideli olmak için, nisâbı gümüşden hesâblıyabıtirse
takdirde, kâğıd paranın zekâlım da, gümüş olarak ve
lâ&m olur ki, bu kadarğümüş para bulunsa da, fu la ^ A
yt*amazP Bir kimse yaşmdakifte söylîyerek v e y â u ^ t|tt|^ ”
ntöktûblâ yâhud birisi ite haber göndererek (BehiınC|ç^|
kadar altm zekât ver Ben sana sonra öderim) dese,;
altınları fakirlere verse, câiz olur Kendisine onbin kâğM f
verilip veyâ gönderilip, (Bu benim zekâtımdır Bunu ıslâi
yete uygun olarak, falanca hayr müessesesine [derneğine] ’
diye emr alan kimse, o günkü piyasaya göre, değeri en az<
aJön lirayı öğrenir. Değeri en az olan altın lira meselâ Ha
altmı ise ve bunun o günkü fiyatı binbeşyüz kâğıd lira
onbin liranın karşılığı, 6,6 adet Hamîd altın lirası olur İÜ
kimse, yedi adet, herhangi bir cins altın lirayı veyâ bunlardı
ağırlığı kırkyedi buçuk gram veyâ dahâ fazla yüzük, bileyzÜ
gibi altını bu bir müesseseden veyâ sarrâfdan satın alır. Sunişttİ,
bu işleri bilen, güvendiği fakîr bir şahsa verir. Fakır bu altınlân
teslim aldıkdan sonra, bu kimseye hediyye eder.Böylece, zülşt
altın olarak verilmiş olur. Bu kimse sonra, bu altınları emredilmiş olan hayr müessesesine verir. Hanefi mezhebini
büyük âlimlerden İbni Ntieeym zeyotil-Âbidîn-i Mısrî, i
kitâbmın son kısmında buyuruyor ki, (Elindeki malın:
ayrıca vermeyip, fakirdeki alacağını buna karşılık yapmak 1
yort kimse, fakire zekâtını [altın olarak] verip, sonra boıw j
bunu tekrâr geri alır. Çünki, ayn olan malın zekâtı, deyn i
maldan verilmez. Bunun gibi, bir fakirdeki alacak veyâl
bir kısmı başkasındaki alacaca zekâtı olmaz. Bir
fakirde olan alacağını, ona vereceği zekât yerine sayamaz.
— 550 —

Ya’nî fakîr, borcunu ödemiş olmaz ve zengin, bu fakîre o
kadar zekât vermiş olmaz. Zenginin bu kadar zekâtı fakîre
teslim etmesi, fakirin de bu aldığı zekâtı zengine geri vererek
borcunu ödemesi lâzımdır. Fakîr, aldığı zekâtı geri vermezse,
zengin bundan zor ile alır. Zor ile alamazsa, mahkeme vasıtası
ile alır. Yâhud, borçlu, zekâtını almak ve bunu alacaklısına
vererek borcunu ödemek için, zenginin gösterdiği birini vekîl
yapar. Vekîl, zekâtı alınca, fakîrin mülkü olur. Bununla fâkirin
zengine olan borcunu öder. Fakîrin başkasına da borcu varsa,
zengin verdiği zekât ile, onun borcunun ödenmesinden korkuyorsa, fakîr aldığı zekâtı zengine hediyye ederek geri verir.
Zengin hediyyeyi alınca, alacağını borçluşuna helâl eder, bağışlar). (Fetâvâ-ı Hindiyye) nin altıncı, ya’nî son cildinde de bunlar
yazılıdır. Yâhud (Fakîr başka birinden, zengine olan borcu
kadar altm ödünç alıp, bunu zengine hediyye eder. Zengin,
bunu zekâtı niyyeti ile fakîre geri verir. Sonra, alacağını fakîre
halâl eder). Kâğıd parasının zekâtını kâğıd para olarak dağıtmak istiyen zengin de böyle yapar. Bunun için, bir tanıdığından,
dağıtacağı kâğıd liraların karşılığı kadar altm ödünç alıp, bunları tanıdığı ve güvendiği bir fakîre zekât niyyeti ile verir. Fakîr
teslim aldıkdan sonra zengine hediyye ederek geri verir. Sonra
zengin dağıtacağı kâğıd parasının bir kısmını bu fakîre hediyye
eder. Geri kalanı dilediği hayr ve hasenâta sarf eder. İslâmiyyete
uymağa mâ’ni, fesâd bulunduğu zeman, bu vazîfeyi yapabilmek
için, kolay olan bir çâre aramağa (Hîle-i şer’ıyye) denir. İslâmiyyete uyabilmek için, Hîle-i şer’ıyye yapmak lâzım olduğu
(Hadîka) ve (Hindiyye) kitâblarında yazılıdır. İslâmiyyete
uygun olması için, zekâtı altın olarak vermek ve fakirlere kolaylık olmak için kâğıd lira olarak dağıtabilmek niyyeti ile, yukarda
bildirilen hîle-i şer’ıyyeyi yapmak lâzımdır. Fekat, fakirden
veyâ vekilinden altınları geri aldıkdan sonra,zekât verilmiş oldu
diyerek fakirlere, islâma hizmet eden yerlere kâğıd para vermemek, böylece islâmiyyete uymakdan kaçmak için hîle-i şer’ıyye
yapmak harâmdır. Büyük günâhdır. Müslimânlara, böyle
harâm olan (Hîle-i bâtıla) yapmağı öğreten, fıkh kitâblannı
öğrenmeyip,. kendi düşüncelerini din bilgisi olacak söyliyen,
müslimânlan mezhebsiz yapan câhil din adamına (Müftî’yi
nıâcin) denir. Müftî-yi mâcini hâkimin ta’zîr etmesi, cezâlandırması lâzım olur. Ticâret yapan, zekâtını altm olarak da, ticâret
nvalından da verebilir.

Fekat karşılığı verilmiş ve kabz edilmiş ise, verilen şey çoğalmış
ise yâhud ikisinden biri ölmüş ise veyâ verilenin mülkünden
çıkmış ise, geri alınamaz. Hayvanın yaşlanması, büyümesi,
nebâtın büyümesi, kuıriaşın boyanması, kesilip biçilmesi,
çoğalması sayılır. Verilen şeyin mikdânnın veyâ kıymetinin
azalması, geri alınmasına mâni’ olmaz. Karşılığı bir başkası da
verebilir. Karşılık olduğu söylenmiyerek verilen şey karşılık
olmaz. Karşılık az veyâ çok olabilir. [Hibeyi alanın verdiği
makbûz karşılık olur]. Belli bir şeyi karşılık vermesi şartı ile
hibe etmek câizdir. Karşılığı kabzdan önce herhangi biri vazgeçebilir. Kabz edildikden sonra, ancak ikisinin rızâsı ile vazgeçilebilir. Birisine (Ölünciye kadar evimde otur!) demek câizdir.
Ölünce ev, sâhibine, ölmüş ise vârisine geri verilir. »(Evimde
otur. Birimiz ölünce, ev kalanm olsun) demek bâtıldır. Biri
birinin ölmesini bekleyeceği için, buna (Rukbî) denildi. Mülk
sâhibi olmağı ölüme ve başka tehlükelere bağlamak sahîh
değildir. [Yangın, ölüm, kazâ gibi sigortalar, bu bakımdan câiz
olmadıkları gibi, kumar oldukları içindeharâmdırlar]. Sadaka
verilen şey, hiç geri alınamaz. Malından bir mikdârım sadaka
vermeği adayan kimse, bu sadakayı zekât malından verir.
[Ticaret malı yoksa, altm veyâ gümüşden geçerli olanı verir].
Başka mallardan veremez. Mikdar bildirmedi ise, her cins
zekât malından mâlik olduklarının hepsini verir. [Kâğıd ve her
metal para, zekât malı değildirler. Altın ve gümüşden para
olarak geçerli olanın karşılığı olarak kullanılan senedlerdir.
Bunların yerine, kıymetleri kadar, altın, gümüş verilir]. Evini
[veyâ belli bir malını] sadaka etmeği adayan kimse, bunu veyâ
kıymeti kadar altın, gümüş sadaka verir. (İhtiyâr) dan terceme
temâm oldu.
Aşağıdaki yazılar, (Metalle) kitâbmdan almmışdır:
833) Bir malı, karşılıksız olarak başkasına vermeğe
(Hibe) denir. Malı teslîm aldığı zeman, onun mülkü olur.
834) Hibe etmek için birisine getirilen veyâ gönderilen
mala (Hediyye) denir. [Birisine hediyye göndermek, ona olan
sevgiyi bildirmek olur. Hadîs-i şerîfde (Bir din kardeşinizi seviyorsanız, sevdiğinizi kendisine bildiriniz!) buyuruldu. Bunun
için, hediyye vermek ve hediyye kabûl etmek sünnetdir].
835) Sevâb kazanmak için fakîre hibe olunan mala
(Sadaka) denir.
836) Birşeyi karşılıksız yimesi için birine izn vermeğe
(İbâha) etmek denir.
839) Birşey demeden karşılıklı vermek, hibe olur.
— 553 —
&İ$ Birpdo göndermesi, ötekinin kabzı hibe otar,
Bu malt şu u hibe etdûn dese, öteki de, orada kâbzŞi|-
se, yavgf; alsa hibe temim ç i m ^
&##}. Müşteri, malı teslim almadan başkasına hıfUr
edebil^.’
847) Alacağını borçluya hibe etse veyâ borçhıyu
etse, ya’nî alacağım yokdur dese, borç kalmaz. s#
Kabz olunmadan önce, ikisinden birisi ölse, « 8$.’.
bâtıl olur _
8SİD Âkil, bâliğ olan çocuğuna hibe edince, kabz etıaM
lâzımdır >İ;
853) Bllig olmamış, âkd çocuğun da kabza lâzımdır
854) Gelecek ay başında, şu malı sana hibe etdim demek
sahîh o|«tfiz. .
853) Bir kimse, kendi borcunu edâ etmek şartı ile fenne
birşey hibe etdikde, borç ödenince, hibe lâzım olur.
hibeden vazgeçebilir Olûöciye kadar nafakasını vermfefe|||
k^JİpB hifinet etmek ş®rtı fle evini birine hibe ve teslîırt
rtdâj&k-, hiiftfete baştoa, evi’feri alamaz.
856) Hibe ederken malın mevcûd olması şartdır. Hâzır
olması şart deldir.
857) Başkasının malı, ondan iznsiz hibe edilmez.
S5B)Mat ma’lûm ve mu’ayyen olmalıdır
859) Hibe edenin âkd ve bâliğ olması şartdır. [Bundan dc
meyyitöı günâhlarını, borçlarının iskatı için devr yapılırken, fa
ler arasına çocuk oturtulmaz].Fekat, çocuğa hibe etmek sahî
860) Cebr ve ikrâh ile hibe sahîh değildir.
861) Hibe kabz edilince mülk olur. Satın alman mal ise, söz
kesilince, kabz edilmeden evvel mülk olur.
862) Kabz edilmemiş hibe geriye alınabilir
873) Alacağını borçlusuna veyâ başkasına hibe eden, vazgeçemez.876) Düpnlerde getirilen hediyye, getirilen kimse belli değil
ise, memleketin âdetine bakılır.
879) ölüm hastası, vârislerinden bir kısmına hibe edemez
Malının üçde birini vârislerinden başkasına hibe ve vasıyyet edebilir
[Bir kimse, birkaç kişi arasından dilediğine hibe yapabileceği
gibi, bunlar arasında (Kur’a) çekerek isabet edene de hibe yapabilir Kur’a, başkası tarafından yapılan ikrâmiyyeye, yardum kavuşmak istiyenler arasında çekilir. Kur’aya katılacaklardan hiç&ir
karşılık istememek şartdır. Birşey alırsa, aldıklarını dağıtmış olur
Aldıkları kendinde emânet olup, bunları sâhiblerine vermesi lâzım
— 554 —

idi. Kullanması harâm idi. O ise kullandı ve çoğunun haklarını
ödemeyip, diğerlerine verdi. Hârâm olarak verdiklerine kendi malından da ekledi.
Birşey satan kimsenin, akd yaparken, ya’nî sözkesilirken,
müşteriye hediyye vereceğini şart eylemesinin câiz olmadığı, fakat
fasid şartı akdden evvel söyleyip, akd yaparken söylemezlerse, câiz
olacağı (Seâdet-i ebediyye) kitâbmın (Fâsid olan satışlar) maddesinde yazılıdır. Buna göre, ba’zı müşterilerine ayrıca hediyye vereceğini ve hediyye vermenin kaç satış devâm edeceğini ilk satışdan
evvel haber verip, akd esnâsmda şart etmez ise, akdden sonra bu
va’dini söylemesi ve yerine getirmesi câiz olur. Çünki hediyyeyi
böyle şart etmesi, akdden sonra, semenden bir mikdârım tenzîl
etmek olup câizdir. Semen kabz edilmiş ise, bu tenzîl, yeniden akd
olur. Tenzîl edilen mikdârı müşteriye geri verir. Semen kabz edilmemiş ise, birinci akd, tenzîlli semen ile yapılmış olur. Her iki halde de, hediyye müşterinin malı, mülkü olmakdadır. Müşteriler
arasında piyango çekerek, hediyyeyi yalnız kazananlara vermesi
harâmdır. Çünki kazanmayanların malını gasb edip, bunları kazananlara vermiş olur.
İbnî Âbidîn “rahime-hullahü teâlâ” (Redd-ülmuhtâr) dördüncü cildi, Mısır baskısının yüzyirmibirinci sahîfesinde diyor ki,
(Bey’in icâbı olmıyarak, satıcıya veyâ müşteriye fâidesi olan bir
şart ile yapılan satış fâsid olur. Bâyı’den buğdayı un yapdıkdan
veyâ meyveyi topladıkdan sonra teslîm etmesini veyâ peşin olarak
pazarlık edince, semeni [parasını] vermeden önce malı teslîm etmesini yâhud semeni başka köyde vermeği veyâ bâyı’in müşteriye
birşey hediyye etmesini, mebî’i belli bir zeman sonra teslîm etmesini şart etmek, bey’i ifsâd eder. Fâsid satış yapmak harâmdır. Fesh
etmeleri [vazgeçmeleri] vâcibdir. Başka yerdeki birine, falanca
malımı sana şu kadara satdım veyâ seni nikâh etdim yazsa, veyâ
haberci gönderse, o da, teklîf olunanı anlayınca, kabûl etse, sahîh
olur). Görülüyor ki, satıcının, alıcılara bir mal hediyye edeceğini
gazete ile önceden ilân etmesi, okuyanların da, bu malı bunun için
satın almaları, fâsid satış olmaz. Meselâ, satın alınan mal arasından çıkan kâğıdda (size şu hediyemiz verilecekdir. Gelip alınız!)
yazılı ise bunu alması câiz olur. Gazeteci önceden bildirip, gazete
satın alınırken söylenmezse alması câiz olur. Tüccârm ve gazetecinin şart eylediği hediyyeler, ilm kitâbı ise, emr-i ma’rûf da olur.
(Hindiyye)de diyor ki, (Falandan alacağım para ile diyerek
satın almak fâsiddir.) Borçlusundan almış olduğu (Bono) denilen
senedi vererek birşey satın almanın câiz olmadığı, buradan da anlaşılmakdadır.
Birkaç kimse, aralarında para, mal toplıyarak piyango çekip,
— 555 —
1
isâ fe eriyenlerin, isâbet edenlere mal, para vm n^toi.’söiM î.’
-Osuib, yarış, torbada» isim,
mek, içinde kendi ismi yazıh birşeye kavuşmak veyâ bir zarara, ^
l^ p e yakalanmak, bir süâiin cevâbını bulabilmek gibi şa« İ# |t 1
hŞ^’olması şekillerinde piyangolar vardır ‘Satıcıların y9pd$$fi:
piyangolar ve ziyâ® ve felâket sigortalan, mükstîeri, fakîrteç^ *
tefeşimüftne vâsıtalarıdır Çünki, ziyân ve felföcet sigort#aö^^
mçEhteder ve bankerler, birçok kimsenin mâlını elinden aâğ0i
bunu kumar ve fâiz ile başkalarına vermekde, başkalarında!^- I
dikten harâm paranın arslan payı da piyangocunun, bankacınsa,
edelerine girmekdedir İşçi sigortalan yukardaküer gibi d ü ş ii^
me$öelıdir Bu sigortalarda ve emânetcıde toplanan ve’jepj^ |
âşjşıtlan kesilen tnaüann, paralan» (Lukata) hükmüncJe
lariŞp, bâyük âlim Abdülhakîm efendi, va’zlannda biWlriTö^fe;
Lultata, yerde bulunan mal demekdir. Bunlar ve mtl-ı 1
sâhiblerine geri verilir. Sâfeibleri bulunamazsa, fakirlere verilir
Eline geçen fakîrin mülkü olurlar.
İbni Âbidîn “rahime-hullahü teâlâ” beşinci cildde
ok atmak ile, ât koşusu Be yarışmak câizdir, Yarışan iti
yalnız birinin, (teni geçersen, sana şunu vereceğim Ben
seaden birşey istemem) demesi veyâ yarışmaya kanşmıyan
(İkinizden kazanana şua» yereceğim Kazanmıyan birşey v.
ae|> demesi câizdir. (K*zanamıyan, kazanana şunu verecek)
nifse, kumar olur. Harân? olur Kumar sözü, kamerden ge’
dir. Kumarcılardan herbirirtin malının artmak ve azalmak
vatdır. Birinin malının yalnız artması, ötekinin yalnız azalması
timili varsa, kumar olmaz, Eğer, üçüncü bir kimse, ikisimn aiîaîi
m geçmesi şübheli olan bir at ile yanşa katılıp, (Sizi geçersem ık>
bizden de alırım. Siz beni geçerseniz, size birşey vermem, hanginiz
ötekini geçerse, ondan alır) demesi de câiz olur. İki ilip adamı»,.mr
süâia farklı cevâb verdiklerinde, mal üzerinde sözleşmeleri de böyledir. Evkaf idâre meclisi reîsi Kemâl Âtıf beğ “rahime-hullahtl teâlâ” , 1330 [m. 1912] târlhli (Mecdie serM), 1151 maddesinde diyor ki, (Kur’a üç nev’dir. Ortaklardan ba’zısımn hakkını ibtâl etmek, bunu hakkından mahrûm etmek için olur ki, bâtıldır. Haramdır. Aynı vasflan, şartlan hâiz kimseler arasından birini seçerken, kalbieri kırılmasın diye aralarında kur’a çekmek câizdir. Mr
ırala müşterek m8Hk olanlardan her birinin hissesini ayırmak için
de, kur’a çekmek câizdir),}
, 210 — Büyük fıkh âlimi îbni Âbidîn “rahime-hullahü teöâ”
(Uk&d-ed-düroyye) fetvâ kitâbmda diyor ki:
Bir mescide vakf veyâ hediyye edilen mumun yarıdan azı katsa, imâmın, müezzinin alıp evine götürmesi âdet olan yerlerdeal-
— 556 —

II
maları câiz olur.
Tarladan alacağı mahsûlün belli kısmını Ömere vereceğini
va’d edince, vermesi lâzım olmaz. Verirse, iyi olur.
Yabancı kadınla bir yerde yalnız kalmağa (Halvet) denir ki,
harâmdır. Fekât, borçlusu kadm kaçarsa, arkasından evine’girip,
borcunu almak, ihtiyâr kadınla kalmak ve aralarında perde olunca kalmak câiz olur.
Erkeğin, nikâh ile alması ebedî harâm olan kadınların,
meselâ zevcesinin annesinin ve büyük annelerinin ve kendi
halasının, teyzesinin ve anası, babası halalarının, teyzelerinin
başlarına, kollarına ve bacaklarına şehvetsiz bakması câizdir.
Süt ile akrabâ da, neseb ile akrabâ gibidir. [Âhiret kardeşi
böyle, akrabâ değildir].
Çalgı ve oyun âletlerini satmak, satın almak ve bunlan ve
çalgıcı, şarkıcı insanları ve zinâ eden kadını kirâ ile tutmak câiz
değildir.
Evliyânm kabrlerine örtü, sarık koymak, üzerlerine türbe
yapmak, câhilleri, gâfîlleri edebli, terbiyeli yapacağı için câizdir. Onların mübârek rûhları, kabrlerinde hâzır olurlar.
Burada edebli, terbiyeli bulunanlar, rûhlarından feyz, bereket
alırlar. [Sanduka, türbe yapmak, örtü, sarık koymak, ölüler
için değildir. Dirilerin edebli olarak feyz almaları, fâidelenmeleri içindir. Görülüyor ki, bunlar, ölü için değil, diriler için
yapılmakdadır].
Dirilerin yapdığı düâların ölülere fâide vereceğini, âlimler
sözbirliği ile bildirmişlerdir. Kur’ân-ı kerîm okuyup da sevâbını ölülerin rûhlarına gönderince, onlara fâide vereceğini üç
mezheb âlimleri bildirmişdir.
Kandil, bayram gecelerinde minârelerde ve başka yerlerde
fazla ışık yakmak câiz değildir.
Kadının güzelliğini ve başka harâm şeyleri bildiren şarkı,
bunlan tegannî harâmdır.
Âlimin, delillerini bilerek [dîne hizmet niyyeti ile] mezheb
değişdirmesf câizdir. Câhilin, dünyâlığa, şehvetine kavuşmak
için başka mezhebi taklîd etmesi câiz değildir, mekrûhdur.
Alimin böyle yapması harâmdır. Bulunduğu mezhebin fıkh
bilgilerini öğrenmesi güç olan kimsenin, öğrenmesi kolay olan
mezhebe geçmesi vâcib olur. Zîrâ, dört mezhebden birinin fıkh
bilgilerini öğrenmek, câhil kalmakdan hayrlıdır.
Fena kokulu şey yiyenlerin ve üstü, başı, yarası fena
kokanların câmi’lere ve toplantılara girmeleri câiz’ değildir.
— 557 —
……………………….Nifsâfel eeeİjı^M. iefiıl l# İ|« rs
hizmet da ayrılıp g^ifc», I fİ t 8 j j ( j ^ a
îgrsfnHÎan bir j^ ‘jg ıfe Ey benim katam, yata»
mezarda, seniyrafeıpgit#Ieir Bunlar, seiîntdostfariH, .
nîi ve ca«d^ adan.£am idi. Hâlbuki infesaaâ
yhfer^ılt^’ îfvSâjBKİfc . â l t n ^ ^ # 9 U £ İp iilf SCSI «HfHta <^Sf”‘VlWlwM*’?y V İ» » W ^ I i U l l ^ ^ i l I l j ÎU^, tW
Şâ|e«l, 8ten IdîRse ftnân tfe ölmüşse umatar kî, cettâfe
s f p j i . m u ^ ‘ ‘ t & r v e der l i , e j r a i P ^ – t ı i k M ; Ş W t
edeyim ki, dostfarm şaşsın, sana Mr şefkat edeyim ki, ı
olan şefkâtioien ziyade oban. LutM kereminden oH
afv edip, kabri Cennet bağçesi olur ve Cennet hMleri
dolar. Allaha teâlâ öyle rahmetlidir ki, günahkâr kullara»
katlar merhametlidir ki, gönde kaç kerre kullaman ayfai«TW|
y a rin e vurmaz. O hâlde, böyle bir hâlıkuı emrlerini yâ
dan kaçnunalt, ber gün aroel-i sâlih işleyip, yar
kşr^ibraâiİlr).
Mü’mınlerin günahlı ve giinâhsız hepsine, kabr suâli vardir
nız günâhları afv edilmiyenlenne ve cümle kâfirlere kabr
vardır Maskmanlar arasında lâf taşıyanlara ve haJfida -Öterti
sıçratânlara kabrdeazâb olacakdır [Kabr azâbı yalnız Hife [İ
rûha ve hem de cesede olacakdır Aklın ermediği şeyleri akftleç
kalkışmamalıdır,j
Şâyed o kimse îmânsız ölmüşse, şiddetli azâblarla mahşer ğin^^-
kadar azâb görür ‘*■
212 — Bilmiş ol ki, şu (Ey Oğul) kitâbmda yazılı olan
hadîs-î şerifler ve kelâmlar sahîhdir Şübhe edilecek hiçbir
yokdur [Lâtin harfleri ile basılırken ilâve edilen tenbıhier de
sünnet) âlimlerinin kitâblanndan alınmışdır Bu kitâbı kalbine;
dir! Müslimânlığı. mezhebsizlerin kitâblanndan öğrenmiş
terin sözlerine ve yazılarına ve yurd dışındaki Vehhâbl kitâbiaS^-
dan yapılan tercemelere aldanıp da îmânını ve amelini zâyi’ eylaoeJ]
Bu eseri tasnîf ederken, müellif fakîr Süleyman ibni Cezâ’ıiı
“rahime-hullahü teâlâ” istifâde eylediği kitâbları teker teker sana
beyan edeyim: 1) İhyâ-ı Ulûm, 2) Câmi-ül-Usûl, 3) Resûl-i Enva:,
4) Bostantil ârifîn, 5) Mesâbih, 6) Meşârık, 7) îrşâdüssâbirîn, 8)
Kâtül kulûb, 9) Câmi-i Tirmüzî, 10) Câmi-ül-Cinân, 11) Behcet-ül
Envâr, 12) Mev’izâ-i Mûsâ, 13) Vasıyyet-i Ebû Hüreyre.
Bu onüç kitâbdan ihtisâr edip çıkardığım şu eseri, müslimânlann çocuklan okuyup, dînî vazifelerini yapsınlar-diye
hâzırîayıp emek sarf eyledim. Hak teâlâ, bütün mü’minleri hayrh
işlerde muhafaza buyursun. Âmin!
Birinci tab’ târihi Kitâbın te’lîf târihi
1302 [m. 1895] 960 [m 1553]
Hicrî şemsi: 1273 _ 554 __ Hicri şemsi: 931

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir