wiki

ZÜNNUN-I MISRÎ,

Evliyanın büyüklerinden. Adı
Ebûl Feyz Sevban bin İbrahimdir. Doğum tarihi bilinmemektedir.
860 (H. 245) senesinde Mısır’da vefat etti.
Bir deniz yolculuğu sırasında bindiği gemide bir tüccara
ait mücevherler kaybolmuştu. Gemide bulunanlar sen
aldın diyerek Ona iftira edip, hakarete ve işkence yapmaya
başlamışlardı. Suçsuz olduğundan dua ederek
kurtulmak istedi. Zünnun-i Mısri, Allahü teâlâya dua
edince hemen suyun yüzüne ağızlarında birer mücevherbulunan binlerce balık çıkmıştı. O balıkların ağzındaki
mücevherden bir une alıp gemidekilere vererek işkencelerinden
kurtulmuştur. Bu sebeple ismine, balık sahibi,
balıkçı manasında “Zünnûn” denilmiştir.
Mısır’da tasavvuf ilmini ilk defa o açıklamıştır. Yüksek
din ilimlerinin sekizincisi olan Tasavvuf (ahlak)
ilmi, onun açıklamasından ve izahlanndan sonra Mısır’
da yayılmış ve nice kimselerin dünya ve âhiret saadetine
kavuşmasına sebep olmuştur.
Hocası; Maliki mezhebinin imamı, Malik bin Enes’
dir. Onun eseri Muvattayı bizzat kendisinden okumuş
ve fıkıh ilmini ondan öğrenmiştir. Tasavvuf ilmini Şeyh
İsrafil’den öğrenip kemale ulaştı.
Zünnûn-i Mısrî buyurdu ki, “Üç defa sefere çıktım.
Her seferinde bir ilim getirdim. İlk seferde getirdiklerimi,
avâm da, havâs da kabul etti. İkinci seferde getirdiklerimi
havâs, seçkin kimseler kabûl etti, avâm
etmedi. Üçüncü seferde getirdiğim ilmi, avâm da, havâs
da kabul etmedi. Ben de terk edilmiş ve yalnız başıma
kaldım.”
Birgün Zünnûn-i Mısrî’nin yanma birisi geldi ve:
“Borcum var; hiç param yok ki ödeyeyim” dedi. Yerden
bir taş aldı ve o borçluya verdi. O da çarşıya
götürdü, cebinde zümrüd olmuştu. Dörtyüz altına sattı
ve borcunu verdi.
Bir genç Allah adamlarını, velileri inkâr ederdi.
Zünnûn-i Mısrî yüzüğünü ona verip, bunu çarşıya
götür, bir altına sat buyurdu. Götürdü, çarşıdakiler bir
gümüşten fazla vermediler. Genç geri gelip durumu
anlattı. Mücevheratçılara götür, bakalım ne verirler
buyurdu. Bin altına o yüzüğü satın almak istediler.
Genç geri dönüp durumu haber verdi. O zaman gence:
“Senin tasavvuf ehlini anlamadaki ilmin, çarşıdakileriri
bu yüzüğü bilmeleri ve ona değer biçmeleri gibidir”
buyurdu. Genç bu söz üzerine tevbe ederek kalbinden o
inkârı attı.
Vefât ettiğinde, hava çok sıcaktı. Cenâzesini götü­
rürlerken bir bölük kuş da cenâzenin üstünde kanatlarını
açarak birlikte uçuyor ve gölge yapıyorlardı.
Oradaki insanlar o kuşların kanadlarımn gölgesi
altında kalıyorlardı. Fakat hiç kimse öyle kuşlar
görmemişti.
Zünnûn-i Mısrî’ye: Kul hangi sebeble Cennete
girer, diye sorulunca: “Beş şey ile: Eğrilik bulunmayan
bir doğruluk, gevşeklik bulunmayan bir gayret, gizli
aşikar Allahü teâlâyı anmak (murakabe etmek), yol
hazırlığı yapıp, ölüme hazırlanmak, ölümü beklemek,
hesaba çekilmeden önce kendini hesaba çekmek
buyurdu. Allah korkusunun alâmeti nedir denilince:
“Bu korkunun diğer bütün korkulardan kişiyi emin
kılmasıdır” cevabım verdi.
Buyurdu ki: “Öyle birisiyle dostluk kur ki, senin
değişmenle değişmesin.”
“İnsanı arzulardan kurtaran dost ikidir. Gözü ve
kulağı muhafaza etmektir.”
“Kalbi hasta olmasının alâmeti dörttür: Birincisi
Taattan (ibadetten) tad, haz almaz. İkincisi: Allahü
teâlâdan korkmaz. Üçüncüsü: Eşyaya, mahlukata ibret
Zünnun-i Mısrî hazretlerinin Mısır’daki kabri şerifleri
gözüyle bakmaz. Dördüncüsü: Dinlediği ilim ve nasihatten
istifade etmez.”
“Tövbe iki kısımdır: İnabe tövbesi: Kulun Allahü
teâlâdan korkup tövbe etmesi. İsticabe tövbesi: Kulun
Allahü teâlâdan utanıp tövbe etmesidir.”
“Her organın bir tövbesi vardır. Kalbin tövbesi
haram olan arzulara niyyet etmekten vazgeçmesidir.
Gözün tövbesi harama bakmaktan vazgeçmesidir. Elin
tövbesi; yasak olan, haram olan şeylere uzanmaması,
yapmamasıdır. Ayağın tövbesi günah işlenen yerlere
gitmemesidir. Kulağın tövbesi, boş ve asılsız sözleri
dinlemekten korunmasıdır. Midenin tövbesi haram
yememektir.”
“Doğruluk Allahü teâlânm bir kılıcıdır ki, üzerine
konulan her şeyi keser.”
“Doğru kimse dili hak ve gerçek olanı anlatan
kimsedir.”
“Kanaat eden rahat bulur, üstün olur.”
“Tevekkül eden emin ve metin olur. Faideli işleri
ihmâl eden, faidesiz işlerle uğraşır.”
“İnsanların ayıplan ile meşgul olari kendi aybını
görmez.”
“Biz öyle insanlara kavuştuk ki, onlann herbirinin
ilmi arttıkça, zühdü de artıyordu. Dünyaya karşı ihtiyaçsız
olup, onu sevmiyorlardı. Ama siz, bu hâlin tam
zıddına sahipsiniz. İlminiz arttıkça dünyaya kaışı sevginiz
artıyor. Ona kavuşmak için birbirinizi iterek geçiyorsunuz.
Onlar başkaydı. Dünya malını ilim elde
etmek için harcarlardı, onları böyle gördük. Ama siz
şimdi tam tersine: Bir bilginiz varsa, dünyalık sahibi
olmak için, ortalığa saçıyorsunuz.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir