İslam

CENÂB-I ALLAH’IN ŞANINDA CAİZ OLAN ŞEYLER

CENÂB-I ALLAH’IN ŞANINDA CAİZ OLAN ŞEYLER
Allah Teâlâ hakkında vâcip ve mümteni’ olan sıfatları gördükten sonra bu konuyu bağlıyabilmek için O’nun hakkında câiz olan şeyleri de kısaca görmemiz lâzımdır.
Allah Teâlâ’da câiz olduğuna itikad olunması lâzım gelen şeyler altıdır. 1 — Ne kadar büyük, ne kadar dakik ve san’at bakımından ne kadar ince olursa olsun aklen mümteni’ olmıyan her şey’i yaratmak vâcip Teâlâ hakkında câizdir.

«Cenâb-ı Allah her şey’e kaadirdir.» (69) nazm-ı celîli buna delildir. Aklî delil olarak da kâinat ve yaradılışını söyliyebiliriz.
2 — Her hayrın ve şerrin hâlikı Zülcelâl hazretleridir. Şerri yani kötülüğü kesbetmek kabih yani çirkin ise de onu yaratmak böyle değifdir. Bir kısım fiillerin ve hallerin kötü olması bizlere nisbetledir. Onu kesbetmemiz sebebiyle muaheze ve mücâzat olunmaktayız. Bizlere şer gibi görünen bazı şeyler aslında güzeldir Zira belki bunda umumun menfaati vardır. Bu itibarla bunların halkolunması bize şer gibi görünmektedir.
3 — Allah Teâlâ için, itaat edeni azablandırma ve isyan edeni nimetlen- dirme kabih sayılmayıp aklen câizdir. Çünkü Cenâb-ı Hak mutlak mâliktir ve dilediğini yapan varlık olduğundan mülkünde tasarrufu hiç bir veçhile kabul etmez.
Allah Teâlâ’nın bir kulu mükâfatlandırması ilâhî bir ihsandır. Azablan- dırması da adaleti icabıdır. Müşriklerin azablandırılacağı kafidir. Günahkâr mü’minlerin bir kısmı Allah Teâlâ’nın dileğine bağlı olarak mağfiret edilecek tyr kısmı da ta’zib edilecektir. Bu husus:

«Allah, kendisine ortak koşmayı afvetmez; bundan başka günahları dilediği kimselerden bağışlar.» (70) âyet-i kerîmesinde açıkça belirtilmektedir. 4 — Cenab-ı Hakk’ın, bir kulun hakkında aslah ve menfaatine muvafık olmıyan şeyleri yaratması câizdir. Zira, herkes hakkında Cenâb-ı Hak aslah olanı yaratsa idi, dünya ve âhirette azâba uğrayan kâfir ile akıl ve idrâkten yoksun hiç kimse kalmazdı.
5 — Allah Teâlâ hazretlerinin gözle görünmesi câizdir. Nezih bir itikada sahip her mü’minin bütün gayesi Allah Teâlâ’yı görmesidir. Bir mü’mirç için Allah Teâlâ’nın cemalini görmekten daha ulvî bir ruhânî zevk tasavvur olunamaz.
Cenâb-i Hakk’ın görünmesini gaibi şahide kıyas ederek düşünmek doğru değildir,. Onun görünmesini ulûhiyyetine lâyık olacak bir şekilde düşünmek lâzımdır. Zira görünmenin cisim ve hâdis olması şart değildir. Varlığı olan her şey göründüğü gibi, Cenâb-ı Hak da varlığı kat’î olduğu için görünecektir. Bizim Cenâb-ı Hakk’ı göremememiz, Cenâb-ı Hakk’ın bizde zâ

tını gösterme sebeblerini yaratmamasındandır. Nitekim, geceleyin bir sineği, yarasanın görmesi mümkün olduğu halde bizim görmemizin mümkün olmaması görme ve gösterme sebeblerini taşımamamızdan dolayıdır. O halde görme ve gösterme imkânları yaratılınca her varlık görülebilir demektir. Bununla beraber Cenâb-ı Hakk’ın, dünyada gözle göründüğünün subûtu ihtilâf- lıdır.
Mi’racda Resûl-i Ekrem (S.A.V.) hazretlerine vukû bulan müşâhede-i İlâhîye kalb gözü ile olmuştur, baş gözü ile olması kat’iyyen tahkik etmemiştir.
Âhirette ise mü’minler Cenâb-ı Hakk’ı görebileceklerdir. Bu görüşün keyfiyeti, vasfı ve tahdidi yoktur. Bu görüşün subûtuna delâlet eden âyet-i kerîmelerden biri:
«O gün (âhirette) güzel yüzler Rab’larına bakacaktır.» (71) âyej-i celîlesidir. Bu görüş peygamberimizin bildirdiği gibi:
«Mehtaplı bir gecede birbirinize hâil olmaksızın kameri gördüğünüz gibi Rabbinizi de göreceksiniz.» (72) şeklinde olacaktır.
6 — İnsanlara peygamber göndermek de Şân-ı İlâhîye muvafık olup aklc câizdir. insanlara peygamber göndermek bir ihsân-ı İlâhîdir. Bunun bir çok hikmet ve maslahatı vardır. Birincisi, Cenâb-ı Hakk’ın vücudu, ilmi ve kudreti gibi aklen malûm olan itikadî hükümler te’yid edilir. İkincisi, cis- manî varlıkların sonu ve Allah Teâlâ’nın görünmesi gibi akıl ve idrâk olun- mıyan itikadî hükümlerin öğrenilmesi bu sayede olur. Üçüncüsü, iyi ve kötü işler, ibadet şekilleri ve insanlar arasındaki muamelât, âhirete ait ahval ve dünyadaki nizam ancak p e y g a m b e r le r vasıtasiyle öğrenilir. İnsanların saadete eriştirilmesi bu şekilde tahakkuk eder.
ALLAH’ın İSİMLERİ (Esma-i Hüsnâ):
Bir şey’in ismi, zâtını bildirmek için bir alâmettir. İsim, tahsis edildiği bir mânayı başlı başına ifade eden bir kelimedir. Burada mânâ, müsemma demektir. Mysemma birkaç çeşit olur.

Histerimizle bilinen eşya, 2 Histerimizle bilinmeyip aklen İdrâk olunan eşyadır.
Hislerimizle bilinen haricî eşyaya medlûl denir. Medlule hissen veya vehmen işaret olunur. Medlûlün haricî bir sureti vardır.
Zihinlerimiz ile bilinen eşyaya mefhum denir. Aklen ve zihnen tasavvur olunur. Bu itibarla mefhumun suret-i zihniyesi vardır.
Allah ise ne medlûldür, ne de mefhumdur. O Zât’tır. Zât, his ile, akıl ile doğrudan doğruya idrâk olunmaz. His ve akıl vasıtasiyle eserlerinden bilinir. Buna binâen zât, medlûl ve mefhum olamaz, ancak ismin müsemmâ- sı olur..
Buraya kadar isim ve müsemmâ arasındaki münasebeti zikretmemizin sebebi, ism-i İlâhînin hissî ve aklî bir delâlete muhtaç olmadan müsemmâ- yı ifade edebileceği nokta-i nazarını belirtmek içindir. Bu halde Allah’ın ismini zikr ve teşbih, müsemmâyı zikr ve teşbihin aynıdır. İsimler değişebilir, bir şey hâli ve vasfı bakımından birçok adlarla adlandırılabilir amma bu, zâtı her bakımdan bir olan Allah Teâlâ için müsemmânın değişmesini icap ettirmez. Bu sebepten dolayı Esmâ-i Hüsnâ’nın çokluğu müsemmânın zâtı itiba«Bütün güzel isimler O’nundur. Yerde ve göklerde ne varsa O’na teşbih eder. O azîz ve hakîmdir.» (73) âyet-i kerîmesi bunu gösterir. Diğer bir âyet-i kerîmede:«O Allah’tır ki O’ndan başka tapacak yoktur. En güzel* isimler O’nundur.» (74) buyurulmuştur. Bu âyet-i kerîmeler iktizasınca Allah Teâlâ’ya verilecek isimler, O’nun büyüklüğünü ve kutsal varlığını ifade edebilmelidir. Bunun için de onu iyi tanımak ve bilmek lâzımdır. Halbuki, Allah Teâlâ’nın zâtına ve hakikatına ait bilgilerimiz yeteri kadar değildir. Bu itibarla O’na herhangi bir ismi vermek hududumuzu aşmak olur. Bundan dolayı Allah Teâlâ hazretleri kendi adını kendisi koymuştur. Bu isimler, O’nun azamet ve yüceliğini arzu ettiğimiz gibi belirtecek derecededir.Allah Teâlâ, güzel isimlerinin hepsini kullarına bildirmemiştir. Bildirilenler sayılacak nisbette olup bunların sayısını Resûl-i Ekrem’in (S.A.V.) bir hadîs-i şeriflerinden ancak bilebiliyoruz. Bu hadîs-i şerif’de Esmâ-i Hüsnâ’- nın sayısı hakkında:

Allah Tebâreke ve Teâlâ için yüzden bir eksik doksan dokuz ism-i şerif vardır. Her kim onları sayarsa cennete girer.» (75) buyurulmuştur. Bir rivâyete
gore:

Allah Teâlâ, bizlere bildirmiş olduğu esmâ-i hüsnâsı ile dua ve niyazda bulunmamızı emreder. Kur’an-ı Kerîm’de bu hususta:«Allah’ın güzel isimleri vardır, onlarla dua ve niyaz ediniz.» (76) buyurmuştur. Bu âyet-i kerîmedeki duadan maksadın, ibadet olduğuna kail olanlar ekseriyettedir. Çünkü dua lügatte ibadet mânasınadır. Nitekim, Hazret-i Seyyid-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz bir hadîs-i şeriflerinde:«Dua ibadettir.» (77) buyurmuştur. Namazda > . ^ lügat bakımından dua demek olup bundan alınmıştır. Bu itibarla dua, şeriat-i Mustafaviyyede Hak Sübhanehu ve Teâlâ’ya tazarrû’ ile yalvarıp murad talep etmek olarak kabul edilir. , » Esmâ-i Hüsnâ’nın birincisi, Allah ismidir. Bu isim, Allah Teâlâ’nın yüce zâtını, kutsal sıfatlarını ve yüksek işlerini içine alır. Bu cihetle ona Lâfza-i Celâl veya İsm-i Celâl tâbir olunur. Allah Teâlâ’nın her ism-i şerif-i söylendiği

vakit, arkasından Celle celâlühu (O’nun azameti pek büyüktür.) demek lâzımdır.
Bazı İslâm âlimleri, bazı hâdis’î şeriflerde, zikredilen doksan dokuz tane Esma-i Hüsnâ’dan fazla olarak bir takım isimler de tesbit etmişlerdir. Bu sayılan doksan dokuz isim, zuhur ve tecellîyatına binâen tâyin olunmuş olup diğer ismi- şeriflerin mânaları bunların içindedir. Bunları okuyan kimse, bütün Esma-i İlâhiyyeyi okumuş gibi olur.
Bir kısım İslâm âlimleri de mübârek isimlerin yüz tane olduğunu ve Resûl-i Ekrem’in (S.A.V.) bir tanesini halka açıklamadığını iddia ederler. Ayrıca, bu ism-i şeriflerin her birinin, kişileri bir dereceye ayırdığını ve peygamberimizin derecesinin derece-i Vesile olduğunu zikrederler.
Allah Teâlâ’nın güzel isimleri şunlardır:
1 — Allah (C.C.) Allah Teâlâ öyle bir Allah’tır ki O’ndan başka ibadete lâyık hiçbir şey yoktur. 2 — Rahman (C.C.): Dünyada mü’min ve kâfir ve bütün yaratılmışlara çok rahmet ve merhamet edici demektir. 3 — Rahîm (C.C.): Âhirette yalnız mü’minlere rahmet edici demektir. 4 — Melik (C.C.): Emirleri her şey’e geçer. 5 — Kuddûs (C.C.): Zâtı noksan sıfatlardan berî olup hissin duyduğu şeylerden münezzehtir. 6 — Selâm (C.C.): Ayıblardan sâlimdir. 7 — Mü’min (C.C.): Peygamberlerini kelâmı ile tasdik edici, mü’minleri azabdan, mahlûklarını zulümden koruyucu, dünyada kullarını çalışmaları sebebiyle şerden emin edicidir. 8 — Müheymin (C.C.): Yarattıklarının her türlü hallerini gözeticidir. 9 — Azız (C.C.): Kuvvet ve galebe sahibidir. Fakat hikmeti icabı çok defa zâlimleri cezalandırmakta acele etmez, bazısını da âhirete bırakır. 10 — Cebbar (C.C.): Dilediğini zorla yaptırmağa muktedirdir. 11 — Mütekebbir (C .C ): Büyüklük kendine mahsustur. 12 — Hâlık (C.C.): Yoktan yaratıcıdır. 13 — Bârî (C.C.): Muhtelif şekillerle halkı ayırıcı ve noksansız yaratıcıdır. 14 — Musavvir (C.C.) Her şeyi bir suret ile ayırıcıdır. 15 — Gaffar (C.C.): Günahları örtücü, afvedicidir. 16 — Kahhâr (C.C.): Küfür ve isyan ederek karşı geleni, tevbe etmiyeni kahredicidir.

Vehhâb (C.Q.): İsteyen ve istemeyen her canlı yaratığa karşılıksız vericidir. 18 — Rezzâk (C.C.): Rızıkları yaratıcı ve vericidir. 19 — Fettah (C.C.): Hayır kapılarını açıcıdır. > 20 — Âlim (C.C.): Gizli ve âşikâr her şey’i bilicidir. 21 — Kaabız (C.C.): Ölümde ruhları kabzedicidir. 22 — Bâsit (C.C.): Bazılarının ömrünü uzatıcı, bazılarının rızkını çok verici, bazılarına mal ve sevap verici, bazılarına bast ile hayra rd§- betli kılıcıdır. 23 — Hâfız (C.C.): Kâfiri mânen alçaltıcı, mü’mini âhirette yükseltmek için bazan dünyalık bakımından zayıflatıcıdır. 24 — Râfi’ (C.C.): Mü’minleri yükseltici ve hakları alıvericidir. 25 — Muizz (C.C.): Tâat sahibini aziz edicidir. 26 — Müzill (C.C.): İsyan ehlini zelil edicidir. 1 27 — Semi’ ve Basîr (C.C.): Nihayetsiz işitici ve sonsuz görücüdür. 28 — Hakem (C.C.): İyiyi kötüden, hakkı bâtıldan ayırıcıdır. 29 — Adi (C.Ç.): Adaletle hükmedicıdir. 30 — Lâtif (C.C.): Kullarına çok lütfedicidir. 31 — Habîr (C.C.): Gizli olan şeylerin hepsini bilicidir. 32 — Halîm (C.C.): Cezada ne acele ve ne de ihmal edicidir. 33 — Azîm (C.C.): Zâtında ve sıfatında kâmildir. 34 — Gafûr (C.C.): Pek çok mağfiret edicidir. 35 — Şekûr (C.C.): Az hayra, çok sevap vericidir;. 36 — Âliyy (C.C.): Mütevâzileri yükseltici ve kibirlileri alçaltıcıdır. 37 — Kebîr (C.C.): Allah Teâlâ’nın ilmi, rahmeti, kudreti, mağfireti ve ibadete istihkakı büyüktür. 38 — Hafîz (C.C.): Her şey’i hıfzedici ve koruyucudur. 39 — Mukît (C.C.): Ruhun ve bedenin kuvvetlerini yaratıcı, rızıkları halkedicidir. 40 — Hasîb (C.Q.): Hesaba çekici ve ceza vericidir. 41 — Celîl (C.C.): Celâl sıfatı İle mevsuftur. 42 — Kerîm (C.C.): İstemeden ve vesilesiz vericidir. 43 — Rakîb (C.C.): Muhafaza için gözeticidir. 44 — Mucîb (C.C.): Duaları kabul edicidir. 45 — Vâsi’ (C.C.): İlmi ve rahmeti her şeyden geniştir. 46 — Hakîm (C.Q.): Her şey’i hikmet üzere yaratıcıdır. 47 — Vedûd (C.C.): Mü’minleri sevicidir. 48 — Mecid (C.C.): Kadri yüksek, zâtı şerefli, işleri güzeldir. 49 — Bâis (C.C.): öldükten sonra dirilticidir. 50 — Şehîd (C.C.): Her şey’i bilici ve her şey’e şâhid olucudur. 51 — Hakk (C.C.): Allah Teâlâ’nın varlığı muhakkaktır.Allah Teâlâ hazretlerine iman etmek insanın ruhunu yükseltir. İnsanı, insanlık hürriyet ve lezzetine kavuşturur. İnsanhğın varabileceği en yüksek mertebeye ulaştırır. Allah Teâlâ hazretlerine iman, mü’mini her türlü kötülüklerden ve kötü düşüncelerden uzaklaştırır. Mü’minin gönlüne fenalık girmediği gibi kötü şeyleri de yadırgatır. Allah Teâlâ hazretlerine inanan bir kimse, gönlüne ve zihnine gelen her şey’i gören ve gözeten bir varlığın bulunduğunu ve bunların her birinden bir gün hesap vereceğini düşünerek kötülüklerin her birinden elini, dilini ve gönlünü uzaklaştırır. Hiç kimsenin olmadığı ve kendisini görmediği bir yerde Allah Teâlâ’nın emirlerine aykırı ve ahlâka uymayan her şeyden sakınır. Kendisinin kontrol altında bulunduğunu düşünerek yolundan sapmaz. Mü’min, ruhunu ve kalbini dünya ve âhirete faydalı olan her çeşit bilgi ile süsleyerek yalan, riyâ gıybet ve cahillikten kendisini korur. Allah Teâlâ hazretlerine iman eden bir kimse, Onu sevdiği gibi O’nun yarattıklarını da sever. Onlara sevginin dışında hiç bir şekilde bir muamele etmez. Allah Teâlâ’ya inanan bir kimse, insanların eşit olarak yaratıldığını kabul ettiği için, kendisini başkalarından üstün zannederek kibirlenmez. Başkalarından aşağı olarak yaratıldığını da düşünemez. Bu itibarla kimseye kul, köle ve dalkavukluk yapmaz. Allah Teâlâ’ya iman eden bir kimse, yaratana ve yaratılmışlara karşı olan vazifelerini eksrksiz olarak hakkıyle yapar. Böylece insana ve insanlığa yakışan güzel huyları kendinde toplayarak imanı kâmil bir mü’min olur. Allah’ın kavuşurken vazifesinin yapan insanların huzurunu duyar. Allah Teâlâ’ya inanan bir kimse, başkalarını putlaştırmaktan, paraya, rütbeye, dünya malına tapmaktan, Allah ile insan arasına bir aracı koymaktan şiddetle kaçınır. Mü’min bir kimse, başkalarının hayatını, namusunu, malını ve şeref ve haysiyetini kendisininki kadar korur. Kendisi için istemediği bir şey’i başkalarının yapmasını da arzu etmez. Allah Teâlâ’ya imanın içinde, insanlığın en ciddî zevki ve heyecanı vardır Gayb âleminin bütün güzellikleri iman penceresinden seyredilir. Âlem denilen bu ülkeden âhiret dediğimiz gayb âlemine sırtımızda beyaz bir kefenle ölüm yolculuğuna çıkacağımızı unutmamak lâzımdır. Bu yolculukta yanımızda, önümüzü aydınlatacak ve bize refakat edecek tek şey altı koilu iman avizesidir. Ona sahip olan herkesin önünün aydınlanacağında şüphemiz yoktur

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir