wiki

DİLBİLGİSİ

Aim. Grammatik (f), Fr. Grammaire
(m), İng. Grammar. Dilleri bütü n cepheleriyle konu
edinip inceleyen ilmin adı. Arapçada sarf ve nahv ilmi,
batı dillerinde ise gramer olarak adlandırılır. Bir diliseslerden cümlelere kadar, ihtivâ ettiği bütün dil birliklerini,
geniş bir şekilde mânâ ve vazife olarak inceleyen
ilme dilbilgisi denir.
Dilbilgisi incelediği dil unsurlarına göre kendi içinde
bölümlere ayrılır. Dilin seslerini inceleyen kısmına “ses
bilgisi” (fonetik), yapı yönünden kelime ve şekilleri konu
edinen kısmına “şekil bilgisi” (morfoloji), kelime ve
şekillerin çıkış yerlerini, yani menşelerini araştıran kısmına
“menşe” veya “türeme bilgisi” (etimoloji), kelime
ve şekillerin aralarındaki münâsebetler ile cümleleri
inceleyen dalına ise “cümle bilgisi” (sentaks) denmektedir.
Dil ancak bu saydığımız unsurlarla tamamlandığı
gibi, dilbilgisi de bu unsurlardan teşekkül etmektedir.
Bu bölümlerin hemen hepsi dil bilgisi içinde ayrı ayrı
incelenmelerine rağmen, birbirlerinden k a t’î çizgilerle
ayrılmazlar ve dâimâ birbirlerine karışırlar. Bu itibarla
dilbilgisi “ bir dili bütün cepheleriyle bir bütün olarak ele
alıp inceleyen ilmin adıdır.”
İnsanoğlu tarihî akış içinde, zamanla biriken bilgiler
sâyesinde hemen her şeyi inceleme ve araştırma m evzuu
yapmış, dillerin sırrını çözmeye çalışmış ve böylece yeni
bir ilim dalı ortaya çıkarmıştır. Dillerin incelenmesi;
Eski Yunan ve Hintlilerden başlayarak dillerin bağlı
olduğu kâideler tesbit edilmeye çalışılmış ve bu kâidelerin
ortaya çıkardığı bilgiye de gramer bilgisi denmiştir.
Buna paralel olarak her dilin kelime hâzinesi toplanmış
neticede sözlükler vücûd bulmuştur. Grame r sâyesinde
dillerin doğru okunup yazılması gerçekleşmiş, düşünce
ve duygular bu şekilde zapt-u rabt altına alınmıştır.
Dil bilgisi çok eski ilimlerdendir. Grekçeden, Latinceyeo radan diğer dillere yayılmıştır. En eski gramercilerin
Hintliler olduğu bilinir. (M.Ö. Birinci asırda)
batıda dilbilgisinin kurucusu Aristotales kabul edilir.
Aristo grameri mantığın aynası haline getirmiştir.Dionysois
M.Ö. Birinci asırda Dilbilgisi sanatı adıyla ilk
dilbilgisi kitabını yazmıştır. M.S. Dördüncü asırda
Romalı Donatus’un yazdığı dilbilgisi kitabı, batıda
yıllarca okutulmuştur. Türkiye’de 1858 yılında rüştiyelerin
açılması ile okutulmaya başlanır. Onsekizinci asra
kadar filozofların elinde kalan dil, onlar tarafından
şekilci mantık’ın sözdeki şekli olarak mütâlaa edildiği
gibi, düşüncenin de değişmez kanunlarına bağlılığı şeklinde
değerlendirilmiştir. Böylece dil bilgini yalnız gramerin
değil, aklın d a temsilcisi olmuştur. Fakat
Ondokuzuncu yüzyıldan sonra dilin ap-ayrı bir müessese
olduğu, kendi kanunlarına bağlı, canlılığa sahip
bulunduğu fikri ortaya çıkmıştır. Yine bu asırda diller
arasındaki akrabalıklar tesbit edilirken, dillerin ayrı
âileler meydana getirdiği keşfedilmiştir. Böylece dilleri
inceleyen karşılaştırmalı gramer ortaya çıkmıştır.
Ayrıca gramerin; bir dilin tarihîni ve zaman içindeki
değişme ve gelişmesini inceleyen tarihî gramerin
yanında, bir dilin veya lehçenin belirli bir zamandaki
durumunu konu edinen tasvirî gramer gibi çeşitleri vardır.
Bunun yanında bütün dilleri karşılaştırarak, sınıflara
ayıran, onların iç ve dış kanunlarını araştıran bilgi
koluna da “ umûmî lengüistik” denmektedir. Ayrıca
dillerfe uğraşan ve bir dil üzerinde araştırmalar yapandil bilginine de “lengüist” adı verilmektedirdaima bu yolu izlemiştir. Dilin gramer hususiyetlerini
sadece aydın kesim edebiyatının eserlerine dayandırdığımızdan.
Osmanlıca hep eserler dili olarak hesaba
çekilmiştir. Böylece aydın kesimin eserlerindeki Osmanlıca
Türkçesi, Ortaasya Türkçesine göre “ yabancı
kelime ve terkiplerle doludur” diye gösterilmiştir. Halbuki
Ortaasya Türkçesine (Eski Türkçeye) hâkim olan
kültürün başka, Osmanlıcaya hâkim olan kültürün
başka, nihayet Türkiye Türkçesine hâkim olan kültürün
daha başka olduğu gözden kaçmıştır. Dil bilgisi
(gramer) ise. bir dili bütün cepheleriyle inceleyen bilgi
koludur. Dilin yapısındaki gramer hususiyetlerini
sadece kelime bilgisi (morfoloji) teşkil etmez. Kelimelere
bakarak o dili “yabancı unsurlar istilâsı” içinde
görmek dilin diğer ses bilgisi (fonetik), türeme bilgisi
(etimoloji), mâna bilgisi (semantik) ye cümle bilgisi (sentaks)
cephelerini görmemek olur. Ayrıca “ istila” da bir
zorlama, istenmeme, baskı vardır. Halbuki biz Türk
diline hâkim’olan “Ortaasya, İslâm ve Avrupa” kültürlerini
zorla, baskı ile almadık. Bu bakımdan beş asırlık
Osmanlıca devresinde kullanılan kelimeleri, önceki
Eski Türkçe devresine göre veya sonraki Türkiye T ürkçesi
devresine göre “yabancı unsurların istilası” şeklinde
saymak Türkçeye hâkim olan kültürleri birbirine karıştırmak
demektir. Her kültür önce lisanı ile kabul edildiğine
göre, Türkçede mevcut yabancı kelimeleri bir
“ yabancı kelimeler istilası” olarak değil de, T ürk cemiyetinde
bu kültürlerin çok tesirli olmalarını dikkate alarak
“Ortaasya kültür unsurları, İslâmî kültür unsurları,
Batılı kültür unsurları” diye isimlendirmek daha doğrudurO halde Osmanlıca, -Eski Anadolu Türkçesini bir
geçiş devresi kabul edersek- Ortaasya ve Batılı kültür
unsurları arasında yer almış olan İslâmî kültür unsurları
tesirindeki Batı Türkçesinin bir devresidir.
Türk cemiyetine o rtak İslâmî kültürün yeni k avramlarını
öğretmek maksadıyla Arapçadan; edebî yazı
dilinde sanat yapmak maksadıyla da Farsçadan alınan
kelime ve terkiplerin yazı dilinde kullanılması OsmanlIların
İstanbul’a yerleşmesi ile başlar. İstanbul ve
Anadolu’da İslâmî kültür unsurlarının Türkçeye tesiri
16. asrın sonlarında artık en ileri safhadadır. Zamanla
aydınların sun’î olarak öğreticilik ve sanat maksadıyla
kullandığı bu dil; yeni vatanda, yeni Türk-İslâm cemiyetinde,
yeni kültür ihtiyacıyle,yani kavramlarıyla tabiileştirilerek
kullanılır olmuştur.
Bu bakımdan Osmanlıca; bilhassa aydınların eserlerindeki
yazı dilinde görülen, Osmanlı cemiyetinde tabiileşmiş
olarak sözlü biçimde kullanılan, İslâmî kültür
unsurlarının (kelimeler, kelime grupları, kavramlar, terkipler,
fiiller, isimler v.b.) kullanıldığı Türkçedir.
Osmanlıca yazılmış İlmî ve didaktik (öğretici) eserlerde
nesir dili tabiî, sade ve basittir. Edebî nesir dili ise
sun’î, secili ve sanat yapmak maksadıyla terkipli ve kelime
guruplarıyla yazılmıştır.
Osmanlıcada nazım dili de nesir dili gibi hem sade,
hem de sanatlı olarak yazılmıştır. Nazım dili ile nesir
dili arasında görülen fark İslâmî kültür unsurları bakımından
değil, cümle yapısı bakımındandır. Klâsik Türk
şiirinde (Divan şiirinde) rtıâna bir beyitte biter. Beyitindışına, diğer beyite taşımadığından divan nazmındaki
cümle en çok bir beyit uzunluğundadır. Bu sebepleOsmanlıca şiirde cümleler daima kısa, unsurları yerli
yerinde ve sâde Türk cümlesi olarak yapısını muhafaza
etmiştir. Nesirde ise belirli bir ölçüye sığmak mecburiyeti
olmadığı için Osmanlıca nesir unsurları, istenildiği
kadar geniş, uzun tutulabilmiştir. Bu itibarla ehil olmayan
ellerde nesir cümleleri gelişigüzel uzatılmış, çok
defa yanlış bağlar kurularak bozulmuştur. Halbuki
cümle uzadıkça, ona hâkim olmak güçleşir. Bu arada,
İslâmî kültür unsurlarını, Arapça, Farsça kaideleri iyi
bildiğini sananların kendilerine göre kaideler ortaya
koyarak yazı yazmaya kalkışmalarının ve tercümeler
yapmalarının tesiri de oldukça fazladır.
Osmanlıcanın son devresinde uzun, bozuk Türkçe
nesir yapısı tekrar sade ve kısa cümleli biçimini kazanmıştır.
Nazımda ise yeni edebiyatla birlikte mânanın bir
beyitte tamamlanması mecburiyeti ortadan kalkınca
uzun cümleler ortaya çıkmıştır. Osmanlıca, nesir ve
nazım cümleleri bakımından Türk cümlesini sağlam bir
yapı ile Türkiye Türkçesine devretmiştir.
Türkiye Türkçesi
Türkiye Türkçesi, Batı Türkçesinin son ve bugünde
devam eden devresidir. 1908 M eşrutiyetinden sonra başlar.
Cumhuriyete kadar süren ilk devrede Osmanlıca
henüz sahneden çekilmemiştir. Osmanlıca ile yeni dilin
cümleleri beraber kullanılır. D aha Tanzimatla girmeye
başlayan Batılı kültür unsurları, Osmanlıcaya hâkim
olan İslâmî kültür unsurlarıyla yer değiştirme mücadelesine
başlamıştır.
Bir dil, bir başka dile sadece dil hususiyetleriyle
doğrudan tesir etmez. Kültürün değişmesi, dilin dışyapısının, yani kelimelerinin değişmesidir. Dilde kelime
yapısını kuvvetle sarsan hadise, kültür ve medeniyetin
şiddetidir. Dile hâkim olan kültür ve medeniyetinin
şiddeti azalınca veya değişmesi söz konusu olunca dilde
mutlaka yeni bir kültürün tesiri başlamış demektir. Yeni
kültür; dili kendi kelimeleriyle, kavramlarıyla canlı tutmaya
çalışır; dilin cümle yapısına hemen karışmaz,
belki hiç karışmaz. Bazen, Osmanlıcada olduğu gibi
kültür, dilin cümle yapısına da tesir eder. Ancak kültürün
cümle yapısına tesiri Osmanlıca bölümünde izâh
edildiği gibi, kültürün dil ve kullananlar üzerinde artık
hâkimiyeti zayıflamış demektir.
İşte Türkiye Türkçesi de, İslâmi kültür unsurlarının
Türkçe üzerinde hâkimiyetinin zayıfladığı devrede,
Batılı kültür unsurlarının girmesiyle ortaya çıkmıştır.
Türkçe artık Batı dillerinden girecek olan kelimelere,
yeni kavramlara kapısını açmış olur.
Bu devrede Türk cümlesi kısalmış, cümle unsurları
yerli yerine oturmuştur. Osmanlıcadan Türkiye Türkçesine
geçiş, yazı dilinin konuşma diline yaklaştınlmasıyla
başlamıştır. Türkiye Türkçesinde bugün kullandığımız
Türk yazı dili, İstanbul konuşma dilidir, İstanbul
Türkçesidir.
Kısaca toparlayacak olursak; her dil üzerinde bir
kültürün hâkimiyeti mevcuttur. Bu hâkim kültür, dilin
içinde bulunduğu kendi kültürü olabileceği gibi, kuvvetini
hissettiği yabancı bir medeniyetin kültürü de olabilir.
Kültürün dile tesiri daha ziyade dış yapıda kelimeler
üzerindedir. Yabancı kültürün, cümle yapısına tesiri iseo kültürün artık onu kullananlar tarafından yozlaştırıldığı
mânasında ele alınmalı ve düşünülmelidir.Kuzey Türkçesi, Kıpçak Türkçesidir. Doğu Türkçesi
r(Çağatayça) de 15. ve 16. asırlarda en parlak devrini
yaşayarak bugün modern Özbekçe olarak yazı dilini
sürdürmektedir.
Batı Türkçesi: 12. ve 13. asırlarda teşekkül etmiştir.
13. asırda ve Selçuklulardan itibaren de metinlerini
bugüne kadar takip edebildiğimiz vazı dilidir. Hazar
Denizinden Balkanlara kadar uzanan sahada yer alır.
Esasını Oğuz şivesi teşkil ettiği için Oğuzca Türkçesi
(Oğuzca) de denir.
Oğuzca, 17. asırda doğu ve batı Oğuzca dairelerine
ayrılır. Doğu Oğuzcası Azerî ve Doğu Anadolu sahasında,
batı Oğuzcası Osmanlı sahasında yer alır, ancak
aralarında iki yazı dili olacak kada r bir fark mevcut
değildir. Her ikisi de aynı şiveyi (konuşmayı) kullanır,
bir yazı dilinin kardeş iki dairesidir. Ayrılık sebeplerini,
doğu Oğuzcasına bilhassa Kıpçak unsurlarının tesirinde
ve bazı Moğol izlerinde aramalıdır: Kelime
başında b-m, t-d, ilk hecede e-i değişmeleri, bazı fiil
çekimleri gibi.
Batı Türkçesinin Gelişmesi: Batı Türkçesi, altı-yedi
asırlık uzun hayatı içinde iç ve dış gelişmesiyle bazısafhalar geçirir. İç yapısında kök ve eklerde bazı ses ve
şekil değişmelerine uğrar. Bu tabiî değişmesi ile ilgilidir.
Batı Türkçesinde dış yapı değişmesinin temel, iki ana
unsuru, Türklüğün;
a. Sadece dilinde değil bütün hayatında derin tesiri
olan bir başka “ kültür ve medeniyet” dairesine girmesi;
b. “ coğrafya” değiştirmesi “ yeni bir vatan”
edinmesidir.
Ancak burada Türkçenin, Ortaasya’da (Eski Türkçede)
kazandığı tabiîliği ile İslâm kültür ve medeniyeti
tfcsiri ile Anadolu’da giderek kazandığı tabiîliği birbirinden
ayırmak gerekir. İslâmiyet öncesi Ortaasya T ürkçesi
Orhun kitabeleriyle tabiîdir; İslâmiyet sonrası Batı
Türkçesi Dede Korkut Hikâyeleri ile tabiîdir. Her yeni
kültür ve medeniyet önce lisanı ile kabul edildiğine göre
Batı Türkçesi içinde yer alan ve “ yabancı” sayılan
unsurlar, İslâm kültür ve m edeniyetinin ortak unsurlarıdır.
Ortaasya Türkçesinin kültür ve medeniyet anlayışında
ilâh “ tengri”dir, yeryüzü “ ajun”dur; Batı
Türkçesinin kültür ve medenî anlayışında ilâh “Allah”
tır, yeryüzü “ dünya”dır. Bu kelimeler Türklüğün iki
farklı kültüründe yer alan tabiileşmiş kavramlardır.
Dil, din, ö rf ve âdetler, dünya görüşü, sanat, tarih
gibi unsurlar kültür unsurlarıdır. Gü n ümü z cemiyetleri
de, “ kültürler devrini” yaşadıklarına göre, hâkim olan
kültürü ve bu kültürün unsurlarını benimsemişlerdir.
“Ortak İslâm kültür ve medeniyeti” ne giriş ve “ yeni
vatan edinme” sebepleriyle Batı Türkçesinde öncelerisun’î sayılan “ yabancı” kültür unsurlarını Osmanlıca ve
bugün için tabiî saymak gerekir. Bu tabiileşmiş yabancı
kültür unsurları, “o rtak İslam kültür ve medeniyeti”
devrelerinde Arapça ve Farsça unsurlar; “Avrupa kültür
ve medeniyeti” devrelerinde Batılı unsurlardır.
İşte 13. asırdan günümüze kadar süregelen Batı
Türkçesini iç ve dış gelişmesi bakımından şu üç devreyeayırabiliriz:
1. Eski Anadolu Türkçesi,
2. Osmanlıca,
3. Türkiye TürkçesiEski Anadolu Türkçesi
Eski Anadolu Türkçesi, 13. ve 15. asırlar arasında
kullanılan Türkçedir. Bu devre, sonraki iki devreden
oldukça farklıdır. “Ortaasya kültür ve medeniyeti” tesirindeki
“ Eski Türkçe” ile, “ ortak İslâm kültür ve
medeniyeti” nin tesirindeki “ Batı Türkçesi” arasında
yer alan ortak bağların henüz çokça hissedildiği devredir.
Yani, Batı Türkçesini, Eski Anadolu Türkçesi ve
Osmanlıca-Türkiye Türkçesi diye ikiye ayırmak da
mümkündür. Osmanlıca ile Türkiye Türkçesi arasında
bariz bir ayrılık yoktur. Eski Anadolu Türkçesinde
“ yabancı unsurlar” henüz sun’îdir, tabiîleşmemiştir.
Bu sun’îlik, Ortaasya kültürü unsurlarının, yerini
“ yeni vatan Anadolu” da henüz İslâmi kültür unsurlarına
bırakmamasıyla ilgilidir. Türkler Anadolu’ya
gelince, Arapça ve Farsçadan İslâmi kültür gereği olarak
kelimeler almışlardır. Bu bakımdan Anadolu Türkçesini
Ortaasya Türkçesiymiş gibi görmek ve yeni giren
kelimeleri yeni kültürün gereği saymayıp “ yabancı” saymak
doğru olmaz.
Bu devrede Batı Türkçesine geçen Arapça ve F arsça
kelime ve terkipler fazla değildir, ancak devrenin sonlarında
yavaş yavaş artmıştır. Böylece 15. asrın sonlarında
Osmanlıcanın doğuşu hazırlanmış olur.
Türkler, artık yerleştikleri yeni vatanda, yeni şartların
Türkçesini, Anadolu Türkçesini konuşacaklardı. Bu
dönemde gittikçe artan İslâmi kültür unsuru olan kelimeleri
daha çok nazımda görürüz, nesir dilinde henüzrastlayanlayız.
Eski Anadolu Türkçesinde cümle yapısı, Türkçenin
başlangıcından günümüze kadar hiç değişmeyen normal
cümle yapısını muhafaza eder. Cümle unsurları
yerli yerindedir. Bir dilde yer alan “ yabancı unsurlar” ı
sadece kelime ve kelime grupları olarak bilmek yanlıştır.
Çünkü dil, kelimelerden ibaret bir “ sözlük” yığını
değildir. Öyle olsaydı birkaç yüz İngilizce kelime bilmekle
İngilizce bildiğimizi iddia edebilirdik. Batı Türkçesinin
Eski Anadolu Türkçesi, Osmanlıca ve Türkiye
Türkçesi devrelerinde sık sık karşılaştığımız “yabancı
unsur” ifadesinden Türk “ cümle yapısına karışmış
yabancılık” anlaşılmalıdır. Bu bakımdan Türkçeye girmiş
her Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca, Rumca,
hatta Ortaasya dilleri kelimelerini ayıklamak maksadıyla
“ yabancı unsur” saymak yanlış ve dar mânada bir
ifade şeklidir.
Osmanlıca
Osmanlıca, Batı Türkçesinin ikinci devresidir. 15.-
20. asırlar arasında kullanılmış bir yazı dilidir. Dil bilgisi
(gramer) bakımından Osmanlıca ile Türkiye
Türkçesi arasında belirli ayrılıklar vardır. Aslında Türkçede,
Osmanlıcanın da içinde yer aldığı 16. asırdan
günümüze kadar, belirli bir gelişme görülmez.
Osmanlıcayı Türkiye Türkçesinden ayıran tek şey,
onun dış yapısındaki gelişmelerdir. Osmanlıca dış yapısı
ile hem Eski Anadolu Türkçesinden, hem Türkiye
Türkçesinden ayrılır.
Aydın kesim sanatkârları, hem yeni kültürü kendikavramlarıyla tanıtmak, hem de sanat yapmak maksadıyla
İslâmî kültür unsurlarını kullanmışlardır. Türkçenin
her yeni kültür devresinde aydın kesim, yeni
kavramları tanıtmak ve sanat yapmak maksadıylada, daha çok, kök içinden kırılarak değişik şekiller k azanır,
hatta kök tanımaz hale gelir, kökten hiç bir iz
kalmaz. Fransızcada aller- vais; İngilizcede to go-wentgone
olması gibi; veya Sâmi dillerinden Arapçada
olduğu gibi.
Konuşma dili ve yazı dili
Dili, konuşmayla ve yazıyla olmak üzere iki cephesiyle
kullanırız. İnsanların karşı karşıya sesli olarak
görüşürken kullandıkları dile konuşma dili; insanların
söylemek istediklerini yazıyla anlatırken kullandıklarıdile yazı dili deriz.
Konuşma dili ve hususiyetleri
1. Tabiîdir; 2. yazı dilinden önce vardır; 3. yazıda kullanılmaz;
4. bu bakımdan yapısındaki değişme ve
gelişmeler hemen yazı diline aksetmez; 5. konuşulduğu
gibi yazılmaz; 6. aynı dil sahası içinde kelime, ses ve
şekil ayrılıkları gösterir; 7. bu sebeple aynı dil sahası
içinde ayrı konuşma dilleri bulunabilir; 8. aynı dil sahasındaki
ayrı konuşma dilleri muhtelif, şiveleri ve ağızları
meydana getirir: Lehçe, bir dilin bilinen tarihinden önce
karanlık bir devirde kendisinden ayrılmış çok büyük
ayrılıklar gösteren kollardır. Çuvaşça ve Yakutça gibi.
Şive, bir dilin bilinen tarihî seyri içinde ayrılnjış ses ve
şekil ayrılıkları gösteren kolları, bir kavmin ayrı kabilelerinin
farklı k o n u şm a la rıd ır. A n ad o lu , Azeri,
Kazakça, Kırgızca, Özbekçe gibi. Ağız, bir şivenin içindeki
söyleyiş farkından doğan küçük kollara veya bir
memleketin çeşitli bölge ve şehirlerinde kelimeleri söyleyiş
bakımından ayrılan konuşmalara denir. Karadeniz,
T ıakya, Konya, İstanbul Türkçeleri gibi; 9. ancak içlerinden
yalnız birisi yazı diline esas teşkil edebilir; 10.
canlı dildir; İ l. seslidir, can ve söyleniş halinde vazife
görür; 12. vurgulardan, ses tonundan istifade eder; 13.
yüz ve vücut hareketlerinden, el ve baş işaretlerinden
faydalanır; 14. anlaşılmadığı zaman, tekrarlanabilir,
açıklanabilir; 15. iyi, kötü kullanıldığına fazla dikkat
edilmez; 16. gelişi güzel bir dildir; 17. evde, sokakta,
hergünkü hayatta kullanılan dildir; 18. nesillere, fertlerebağlıdır; nesillerle ortad an kalkar.
Yazı dili ve hususiyetleri
1. Eserlerde, kitaplarda, kısacası yazıda kullanılır; 2.
medeniyet ve kültür dilidir; 3. edebî dildir; 4. aynı dil
sahasında tek yazı dili kullanılır, halbuki aynı sahada
ayrı ayrı konuşma dilleri vardır; 5. bütü n bir ülkeyi içine
alır; 6. müşterektir; 7. konuşulduğu gibi yazılır, yazıldığı
gibi konuşulur; 8. uydurma bir dil değildir! 9. yalnız
bir konuşma dilinden doğmuştur; 10. yalnız bir
konuşma dilinden doğmuş olmakla birlikte; yazı dili
olarak yurdun diğer konuşma bölgelerine de yerleşir;
1 1 . bu sebeple, diğer konuşma dilleri için sun’îdir.; 12.
aynı dil sahasının çeşitli kaynakları ile beslenir; 13.
yabancı dillerin ortak kültür değerlerini alarak veya
kuvvetini hissettiği yabancı bir kültürün tesirinde kalarak
sun’î bir dil haline gelir; 14. ve bu hâkim kültürün
tabiileştiği sürece tabiileşir, hâkim kültürün dejenere
edildiği zaman da tekrar sun’îlik kazanır; 15. muhafazakârdır,
16. tek taraflıdır, yüz-yüzelik yoktur, bir gıyabilik
vardır; 17. hususî bir dikkat gerektirir; 18. ses, kelime
ve cümle unsurlarının yerli yerine konulmasını ister; 19.
dilin tam bir ifade kabiliyetine sahip olan cephesidir; 20.dillerin tarihî gelişmesini, mâzisini takip edebilme
imkânı verir; 2 1 . dilin gerçek aynasıdır.
Türk yazı dilinin tarihî gelişmesi
Eski Türkçe: Eski Türkçe devresi, Türk dilinin bilinen
ilk devresidir, ana Türkçe devresidir. Türkçenin
bütün yapısı bu devre ile izah edilir. Öncesi, Türkçenin
karanlık devresi olup Çuvaşça ve Yakutça ile, daha
ileride Moğolca ile birleşir.
Milâdî 8., 12. ve 13. asırlar arasında kullanılmıştır.
Türk yazı dilinin ilk yazılı örnekleri olan Orhun kitabeleri
her ne kada r 8. asra ait olsa da bu kitabelerde yazı
dilinin çok işlenmiş bir yazı dili olduğunu görmekteyiz.
Bu sebeple T ürk yazı dilinin başlangıcının çok daha
öncelere, belki de milâdî ilk asırlara götürmek
mümkündür.
Eski Türkçe devresi, Türklüğün müşterek bir yazı
dili devresidir. Bu müşterek yazı dili devresinde kullanılan
Türkçe, Kaşgâr Türkçesi (Hakaniye Türkçesi)
olup, Uygur yazısı ile yazıldığından Uygurca ismini de
almaktadır.
12.-13. asırlarda, Türkler büyük kitleler halinde
kuzeye ve batıya yayılmış; yeni kültür merkezleri meyd
ana gelmiş; İslâm kültür ve medeniyeti Türkler arasında
yeni kavramlarıyla, yeni bir yazının kabulüyle
yerleşmiştir. Ayrılan Türklük kolları, yeni kültür merkezleri
etrafında kendi şivelerine dayanan yeni yazı dillerini
kullanır olmuşlardır. Böylece bu asırlarda KuzeyDoğu Türkçesi ve Batı Türkçesi meydana gelmiştir.
Kuzey Türkçesi, Doğu Türkçesi: 13. ve 14. asırlarda
da kullanılan Kuzey Doğu Türkçesi 15. asırda Kuzey
Türkçesi ve Doğu Türkçesi adıyla iki yazı diline ayrılır.Dilin mânâları
Dilin, ilmî mânâlı geniş tarifleri yanında ifade kabiliyetleri
d a h a sınırlı diğer m ân â la rın ı da şöyle
sıralayabilriz:
Dilin meram mânası: Çeşitli hareketler, renkli bayraklar,
şekil verilmiş bazı cisimler, kokular, yakaya
takılmış çiçekler meram anlatmak için dil karşılığı olarak
kullanılabilir.
Dilin ses mânası: Dilin, ses mânası olarak muhtelif
mânaları vardır. Bir ırkın, cemiyetin anlaşma vasıtası
(Türk dili), bir akımın, bir devrin kelime hâzinesi
(Servet-i Fünun dili, Divan dili), meslek guruplarının
konuşma, anlaşma tarzı (Özel dil: d o k to r dili, şoför
dili, gemici dili, argo), bir yazarın veya bir yazının
ifadesi, üslubu (Yahya Kemal’in dili, sade dil, süslü dil)
gibi. Ayrıca; dili tutuldu, dili kolay anlaşılmaz, çok acı
konuştu, güç bir dil gibi cümle guruplarındaki konuşma
kabiliyetini, konuşmadaki düzgünlük ve grameri ifadede
kullanılan ses mânaları da vardır.
Dilin yapı, teşekkül tarihî, gelişimi, coğrafya sahası,
kullanış yeri ve çağı, kullanan zümreleri bakımından
mânaları: Alçak dil (aşağı dil), amelî dil, an a dil, benimsenmiş
dil, câri dil, çocuk dili, anormaller dili, arkaik
dil, avam dili, bayağı dil, devlet dili, dış dil, din dilidiplomatik dil, divan dili, duygu dili, dünya dili, edebiyat
dili, ergin dili, eski dil, fakir dil, gazete dili, genel dil,
gizli dil, halk dili, havandaki ıslık dili, insan dili, ibadet
dili, iç dil, ihtisas dili, ilim dili, kakafon dil, kardeş dil,
karışık dil, klâsik dil, konferans dili, konuşma dili,
mahallî dil, meslek dili, millî dil, modern dil, nazarî dil,
ortofon dil, ölü dil, özel dil, resmî dil, saf dil, sahne dili,
şiir dili, tabiî dil, teklifsiz dil, teknik dil, tiyatro dili,
uluslararası dil, yabancı dil, yapma dil, yaşayan dil, yazı
dili, yeni dil, zengin dil.
Dilin dünya dilleri mânası: Dil, ses, hece, kelime ve
cümlelerden meydana gelir. Dildeki meram, kelimeleri
meydana getiren unsurla ifade edilir. Dış yapı, kelimenin
işitilen ses unsurudur; iç yapı kelimenin anlamıdır,
îçle dış birbirini bütünler. Kelimelere verilen ses yakıştırmadır,
iğretidir. Yani sesle, anlam arasındaki ilgi tam
değildir. Eğer sesle, anlam arasında tam bir alâka
olsaydı, dünya dilleri (lisanları) hep aynı sesle karşılanır
ve bugünkü dil çokluğu d a olmazdı. Türkçe, İngilizce,
Çinçe gibi. Ayrıca kelimenin mânası da zamanla değişir
(yavuz, evlat), kısaltılır (vb., PTT), daraltılır veya genişletilir
(kuşluk, salatalık, dil, yüz gibi).
Dile tesir eden sosyal değişiklikler
Dile tesir eden İçtimaî değişikliklikleri de şöyle sıralayabiliriz:
ihtilal, inkılap, göç, komşuluk, aynı kültürve medeniyet dairesinde bulunma. Sosyal değişme dilde
ses ve kelime kaybına sebep olduğu gibi, gramer kaidelerinde
ve hatta düşünme sisteminde bile tesirli
olmaktadır.
Dillerin sınıflandırılması
Her kavmin dili (lisanı) ayrıdır. Dünyada 2796 dilin
varlığından söz edilir. Dil isimleri kavmin isimlerinin
sonuna -ca- ce, -ça, -çe eklerinin getirilmesi ile yapılır,
Türkçe, Almanca, Arapça, Çince gibi.
Dil bilimcileri, yeryüzündeki dillerin yakınlıklarını
menşe ve yapı bakımından olmak üzere iki koldasınıflandırmışlardır:1- Menşe Bakımından Yakınlık
Bu diller, bir dil ailesidir, aynı kaynaktan çıkmış,1
akraba dillerdir. Ailedeki dillerin kaynağı, bir ana dile
dayanır. Ancak, bu ana dile ait metinler elde pek bulunmaz,
ama ak rab a diller eskiden böyle bir dilin var oldu-;
ğunu gösterir. Yeryezünde başlıca dil aileleri şunlardır:
Hint-Avrupa dilleri ailesi
A- Hint kolu: 1. Hint dilleri (Sanskritçe, Hintçe,
Avestçe), 2. İran dili (Farsça), 3. Afgan dili (Afganca).
B- Avrupa kolu: 1. German dilleri (Almanca, Felemenkçe,
İngilizce, İskandinav dilleri), 2. Roman dilleri
(F r a n s ız c a , İ s p a n y o lc a , P o rte k iz c e , İ ta ly a n c a ,
Rumence), 3. Slav dilleri (Rusça, Bulgarca, Sırpça, *
Lehçe, Çekçe, Litvanca, Slovakça, Çingenece, Ermenice
ve Yunanca).H âmi-Sâmi dilleri ailesi
(Arapça, Aramca, Akadca, Habeşçe, İbranice.)
Bantu dilleri ailesi
(Sudan dilleri, Bantu dilleri, Çat dilleri.)
Çin-Tibet dilleri ailesi
(Çince, Siyamca, Birmanca,Tibetçe.)
Ural-Altay dilleri grubu (ailesi)
Ural-Altay dilleri, yukarıda sıraladığımız diğer dil
aileleri gibi bir ana aileden geldiği kuvvetli bir ihtimalse
de, sağlam bir aile meydana getirmezler. Aralarındaki
yakınlık aynı kaynaktan gelmekten çok bir yapı birliğine
dayanır. O halde, bu dilleri bir aileden çok bir dilgurubu saymak daha doğru olur.
A- Ural kolu: 1. Fin-Ugur dilleri (Fin kısmı: Fince,
Estçe, Livce, Karelce, Lapça, Votyakça, Züryence,
Çeremisce, Mordvince (permce); Uğur kısmı: Osty
ak ç a, Vogulca, M a ca rc a), 2. Semoyed dilleri
(Semoyedce).
B: Altay kolu: 1. Türk dilleri (Bütün T ürk lehçeleri),
2. Moğol dilleri (Buryatça, Oyratça, Kalmukça, Kalkac
ca ), 3. Mançu dilleri (M an çu c a , L am u tç a ,
Tunguzca).
Şu halde Türkçe, Ural-Altay dillerinin Altay koluna
bağlı bir dildir. Türkçeye en yakın dil ise Moğolcadır.
2- Yapı Bakımından Yakınlık
Bu dilde şekil ve mâna olmak üzere iki kısım bulunur.
Bu kısımların birbirleriyle münasebetleri bakımından
diller üçe ayrılırlar:
1. Tek heceli diller: Bu dillerde her kelime tek hecelidir.
Kelimelerin çekimli halleri yoktur. Cümlelerdeki
mâna daha çok kelimelerin sırasından veya vurgularından
anlaşılır. Tek heceli olduklarından birbirlerine çok
benzeyen kelimeleri ayırabilmek için zengin bir vurgu
sistemi vardır. Ana, paylamak, at gibi anlamları olan
“ ma” kelimesinin hangi mânâsının kullanıldığı vurgularla
belirtilir. Çin-Tibet dilleri bu şekildedir.
2. Eklemeli diller: Kelime kökü ile eklerden meyd
an a gelen eklemeli dillerde, her değişik mânalı kelimeyi
y apmak için köklere ekler eklenir. Bu diller ön ekli
veya son ekli olabilir, bak-ı-ş-tık-ları-n-da kelimesinde
görüldüğü gibi eklemeler sırasında kök değişmez.
Türkçe, Ma tarca , Fince gibi diller eklemeli dillerdenolup, Türkçe son ekli eklemeli bir dildir.
3. Çekimli diller: Bu dillerde de kök ve bazı ekler
vardır. Ancak, ‘kökler, yeni bir kelime yaparken çok
defa değişir. Yani, bazen a z sayıdaki ekler kullanılırsaAğır enfeksiyon hastalıklarında, özellikle tifoda
dilde koyu kahverengi bir mukoza tabakası oluşur ki,
bu tabloya paslı dil denir.
Dil iltihabına glossitis denir. F azla sigara içmek, çok
sıcak veya yakıcı yiyecek ve içecekler, ya da ihmal edilmiş
çürük diş ve mikroplu diş etlerinden olur. Düzensiz
çıkmış veya kırılmış dişlerden ileri gelen dil iltihapları
bulunduğu gibi, frengiden, vitaminsizlikten ileri gelen
dil iltihapları da vardır. Dilde görülen ülserler sathî
yaralar, herpes enfeksiyonundan dolayı oluşabildiği
gibi dil kanserinin belirtilerinden biride olabilir. Dil
yüzeyinin kronik tahrişi sonucu, lökoplaki denen beyaz
renkte bir kalınlaşma görülür. Kansere yol açabilir. Dil
kanserlerine o ldukça sık rastlanır ve genellikle bakımsız
dişlerle ilgilidir.
p ilin aşırı derecede gelişmesine makroglossi, aşın
derecede küçük olmasına ise mikroglossi denir. Bu
anormallikler doğuştan veya sonradan olma olabilir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir