EZÂN BAHSİ
64—Ey Oğul! Resûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem»
buyurdu ki: (Ezân okunurken şu düâ okunsun: «Ye ene eşhedü en
lâ ilâhe illallahü vahdehu lâ şerikeleh ve eşhedü enhe Muhammeden abdühü ve resülüh ve radîtü billahi rabben ve bil islâmi dînen
ve bi Muhanımedin sallallahü aleyhi ve selleme resûîen nebiyyâ»)-
Dînimize uygun olarak okunan ezân-ı Muhammedîyi işitince,
kemâl-i hürmetle dinleyip ezândan sonra bu düâyı okuyan
kimsenin günâhları her ne kadar çok olca yine afv olunur. Yine
buyurdular ki: (Ey benim ümmet-ü eshâbım! Ezân bitince bu
düâyı dahî okuyunuz: «Allahümme rabbe hâzihidda’ vetittâmmeti
vessalâtil kâimeti âti Muhammedenil vesîlete vel fadîlete
veddereceterrefTate veb’ashu mekâmen mahmûdenillezî vaadtehu inneke lâ tuhlifiil mîâd»). Bu düâyı güzelce okuyan kimseye
verilecek sevâb büyükdür.
65—Dînimize uygun olarak okunan ezana karşı ta’zîm ve
hurmetde bulun. Ezân yer yüzünde söylenen sözlerin en
doğrusudur.
Hazret-i Âişe «radıyallahü anhâ» [Elliyedi yılında, Medînede, altmışbeş yaşında vefât etdi.] her zeman ezânı dinlerdi.
Sordular: «Ey mü’minlerin anası, niçin ezân okunurken işini
terk ediyorsun?»- Cevâben buyurdu ki: (Ben Resûlullahdan
«sallallahü aleyhi ve sellem» işitdim, «Ezân okunurken iş işlemek dinde noksanlıkdır» buyurdular. Onun için ezân okunurken işimi terk ederim).
Ebû Hafs Haddâd “rahime-hullahü teâlâ” , [264 de
Nişâpur’da vefât etdi] demircilik yapardı. Her ne zeman ezânı
işitse, çekici yukarı kaldırmış ise, aşağıya indirmez, eğer çekiç
aşağıda ise, yukarı kaldırmazdı. Bir kişi ile konuşuyor idiyse,
hemen sözünü keser, ezânı dinlerdi. Nihâyet t>u zât merhum
oldu. Dostlan, cenâzesini götürürlerken, müezzin minâreden
— 439 —
S
ıâekfaer* diyesek ezâaokutnağa başladı. C t^ e y i ^ 0 –
n omazlanada racvtâ durdu. Cchd ve gayretfttîöe-ra|-
oeoâzeyi götürmek mümkin olmadı. Nihâyet ezân
büütsâe» sorara, cenâzeyi götürmek mümkin oldu. Ezân-ı
Mftftammediye ta’dm ve hürmet edenler ve onu harflerini,
kdfott&ffiai değifdinneden, bozmadan ve tepumf etmeden,
ıdSpteye çdoş sönnete uygun okuyanlar, yüksek derecelere
v*pf ©fecaklardır.
66—Resûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem» buyurdu ki:
(Her kim ezân-ı Muhammedi sesini işitdiği zemân mitezzin ik
berâber hafifçe okusa, her harfine bin sevâb verilir, M gftn&u
afVotar).
67—Ezân-ı Muhammedi, ya’nî sünnete uygun okunan
ezfia büyük bir ni’metdir. Ta’zîm edilmesi lâzım gelen büyM;
lutf-i İlâhîdir. Ezân, îslâm dilinin doğuşunda yokdu. Eshâb-ı
Gtoîn “radıyallahü anhüm ecma’in” , dediler ki, yâ Resûlallah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ! Nemâz vâktlerini bize bildirmek için bir şey olsa. O gece Eshâbdan Bilâl Habeşî “radıyallahü
teâlâ anh” rü’yasında gördü ki, gökden iki kişi inip abdest aldılar.
E
ezân okudu ve kamet getirdi ve biri de imâm oldu. Nemâz kılOndan sonra da, göklere doğru yükselip gitdiler. Bu rü’yâyı
«eÖP Resûlullaha ‘‘sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” söyledi.
RÖSÛİ-İ ekrem de, Eshâb-ı kirâm toplu bir hâlde iken, bu rü’yâyı
nakl eylediler ve buyurdular ki, (O gördüğün melek ne dedi?)
Bilâl “radıyallahü teâlâ anh”, cevâben, (O ntefek, iki elini kulağım koyup Allahü ekber, Allahü ekber, Allahü ekber, AlIsM ekber, eşhedü en lft illhe illallah, eşhedü en IS ilâhe illallah,
eşhedü en ne Muh ammeden resûlullah, eşhedü enne Muhammeden
resûlullah, hayyealessalâh, hayyealessalâh, hayyealelfelâh, hayyeaidfelâh, Allahü ekber, Allahü ekber, lâ ilâhe illallah) dedi.
Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” de: (Ben de, bu gece
rü’yâmda böyle gördüm) dedi. Eshâbdan bu rü’yâyı görüp haber
verenler oldu. Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
buyurdu ki, (O gördüğünüz kardeşim Cebrâildir. Nemâzın vaktlerini öğretdi. Diğeri de, Mikâildir. İmâm olup nemâz kıldılar.)
Tenbth: Ta’zîmin birinci derecesi, ezânın şeklini ve kelimelerini değişdirmemek, onu bozmamakdır. İbni Âbidîn “rahimehullahü teâlâ” {1198-1252 Şam’dadır] buyuruyor ki, (Ezân, belli
kelimeleri, belli şekilde okumakdır.) Ezânî çalgı çalarken veyâ çalgı âletleri ile okumak da câiz değildir.
Radyoda ve hoparlör ile ezân okumanın câiz olmadığı, (Se’âdet-i
edebiyy*) kitabında, tegannî bahsinde ve Ceaset Yote îtaaMKtode
— 446—
uzun bildirilmişdi. îbni Âbidîn “rahime-hullahü teâlâ”, nemâz vaktlerini anlatırken diyor ki, (Nemâzın sahih olması için, nemâz
vaktinin girmiş olduğunu iyi bilmek lâzımdır. Vaktin girdiğinde
şübhe ederek kılsa, sonra vakt girdikden sonra kılmış olduğu anlaşılsa, kılmış olduğu nemâz sahîh olmaz. Vaktin girdiği, âdil bir
müslimânın okuduğu ezân ile anlaşılır, Ezânı okuyan âdil değilse,
vaktin girip girmediğini kendi araşdınr. Girdiğini çok zan edince,
kılar. Din işlerinde âdil bir müslimânın sözüne inanılır. Meselâ,
kıbleyi, birşeyin temiz ve necs olmasını, halâl, harâm olmasını
haber verince inanılır. Haber veren fâsık ise yâhud âdil, fâsık
olduğu belli değil ise, doğru söyleyip söylemediğini kendi araşdırıp, zan etdiğine göre hareket eder. Çünki çok zan etmek, iyi
bilmek demekdir. Nemâz vaktinin girdiğini haber vermek ibâdetdir. Burada da, nemâz vaktini bilen, âkil bâliğ, âdil bir
erkeğin ezânına inanılır. Fâsık olan müezzinin, imâmm haber
vermesine de inanılmaz. Ezân, belli kelimeleri, belli şekilde
okuyarak, nemâz vaktinin girdiğini bildirmekdir. Yüksek yere
çıkıp okumak sünnetdir).
Dördüncü cildde şâhidliği kabûl edilmiyenleri şöyle bildiriyor: (A’mânın, mürtedin, çocuğun, yüksek sesle okuyup
sesini yabancı erkeklere duyuran kadınların, çokyemîn edenin,
dünyâ çıkan için mezheb değişdirenin [mezhebsizin], şerâb
içenin, diğer alkollü içkilere devâm edenin, eğlence için çalgı
çalanların, başkalarını eğlendirmek için çirkin şarkı söyliyenin
ve bunu dinliyenin, fısk, günâh işlenen yerde oturanın, avret
yeri açık gezenin, [karısını, kızını, emrinde olanlan çıplak gezdirenin], tavla, kâğıd oynıyanın, her çeşid kumar oynıyanın,
nemâz kılacak vakt bırakmıyan oyuna, işe dalanın, fâiz
yimekle meşhûr olanın, sokakda bevl yapanın, sokakda yiyerek gidenin, müslimânı açıkça kötüliyenin şâhidlikleri kabûl
olmaz. Çünki bunlar, âdil değildirler).
[Mezhebsizlerin bir kısmı, ehl-i sünnet olan müslimânları,
müşrik diyerek kötüledikleri için, diğer bir kısmı da Eshâb-ı
kirâmın “ radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” çoğunu ve üç halîfeyi
ve hazret-i Aişeyi “radıyallahü teâlâ anhâ” açıkça kötüledikleri için, şâhidlikleri kabûl olmaz]. Açıkça bir büyük günâh
işliyen veyâ küçük günâh işlemekde ısrâr eden, âdil olmaz.
Bunun şâhidliği kabûl edilmez. Günâhı gizli olanın adâleti gitmez. Yetmişiki bid’at fırkasının birinde olmak büyük günâhdır.
(Dürrülmuhtâr) m Tahtâvî hâşiyesinde diyor ki, (Yetmişiki bid’
at fırkasından, kâfir olmayanları, ehl-i krbledir. Bu büyük
— 441 —
gŞââMcı kalblennde gizli olduğu için, şehâdetlen kabûl olunöfc.fİfcat, bunlarda» mâcin olanın, ya’nî sapık i’tikâöJîti başklîagım buîaşdırmak çabasında olanın şehâdetı kabûl olmaz).
Yukarda yazılı, adâleti ve mürüvveti gideren gflta&l&rdan
b%ökksrini bir kerre işliyen veyâ küçüklerini işlenmede tsrâr
eden «er müezzinin okuduğu ezâna güvenilmez. Vehj&AbBerfn,
şfflçrin, dinde reformcuların, mezhebsizlerin bildirm^ari,
nemâz vaktlerinin ve ramezâmn başlamasına delil oîomz.
Ezânın, kametin ve nemiz tekbîrlerinin radyo il$ve
îte bildirilmesi de, fıkh kitâblaniKi uy gunde|M r.
ÇUİfedalarda» çakan ses, iman sesi depdk.lm an sesine
ç$rb«jnziyen ve insanın irâdesine tâbi’ olan, başka s ederdir.
miknâtîsm hâsıl etdiği seslerdir. însan sesi, mikrofab içinde yok ohıyer. Bunun yerine, endüksiyon akımı ve
bnpda& ma&ıetik dalgalar ve bundan ses dalgıdan hâsıl oluyor. İbni Âbidîn “rahime-hullahü teâlâ” Tilâvet secdesini anlatırken
difor ki, (Okumanın sa||$ı olması için, okuyanın okuduğunu temyiz
etçpesî, anlaması lâzımdır. Bunun için, delinin, uyuyanın, okuduğunab ne olduğunu temyiz edemiyen küçük çocuğun, kuşun,
ales-ı sadânm sesleri, okumak değildir. Okumak, nemâz kılmak gibidir. [Ya’nî nefiiâz kılması sahîh olan kimsenin söylediğime okumak denir]. Seçde âyetini işitince secde etmesi lâzım
olan insan, secde âyeti okursa, bunu işitenlerin secde etmeleri
lâzım olur. Ya’nî, bundan başka seslere okumak denmez.
Tahtâvî “rahime-hullahü teâlâ” (Meıâkılfdâh) haşiyesinde diyor
ki, (Kuşun ve öğretilmiş maymunun söyledikleri şeyler ve yüksek kubbelerde ve dağlardan aks eden sesler, insan okuması değildir. Okumak
değil, okumağa benzeyen seslerdir. Çünki, bu sesleri çıkaranlarda temyîz yokdur). Görülüyor ki, insan okumasının aksleri,
insanın irâdesine tâbi’ olduğu ve insanın sesine tam benzediği
hâlde, buna okumak denilmiyor. Radyodan, hoparlörden
çıkan Kur’ân ve ezân sesleri de, insanın irâdesi ile söylendiği ve
söyliyenin sesine tam benzediği hâlde, insan sesi değildirler.
Bunlar, Kur’ân okumak ve ezân okumak olmuyorlar. Kur’ân-ı
kerîmi ve ezânı radyoda okumak, hoparlörle okumak, sünnetin terk edilmesine sebeb oluyor. Bid’at oluyor.
Radyodan,hoparlörden çıkan sesler, insanın aynada görülen hayâli gibidirler. Aynadaki hayâl, insana tam benzediği
hâlde ve insanın irâdesi ile hareket etdiği hâlde, insanın kendisi
değildir. Yabancı kadının, ellerinden ve yüzünden başka yerle-
— 442 —
rine bakmak harâm oiduğu hâlde, aynadaki görüntüsüne şehvetsiz
bakmak harâm değildir. İbni Âbidîn “rahime-hullahü teâlâ” beşinci
dldde (Nazar ve lems) faslının sonundaki tenbîhlerin İkincisinde diyor-ki, (Bir insanın aynadaki, sudaki görüntüsü, kendisi değildir,
benzeridir. Cam arkasındaki ve su içindeki insanın ise, kendisi görülmekdedir. Bunun için, yabancı kadının aynadaki, sudaki görüntüsüne şehvetsiz bakmak harâm değildir). Şamdaki Ehl-i sünnet âlimlerinden, Suriye baş kadısı, Ahmed Mehdî Hıdır “rahime-hullahü
teâlâ” , 1382 [m. 1962] baskılı (Fihrist-i İbni Âbidîn) kitabının 127
ve 284. cü sahîfelerinde (kadınların sinema perdelerinde görünen
hayâllerine bakmanın hükmünü, ibni Âbidînin bu yazısında bulmakdayız) demekdedir. Radyodan, hoparlörden çıkan ses, okuyan
insanın sesinin kendisi olmadığı gibi, aksi de, görüntüsü de
değildir. Başka ve metalik bir sesdir. Bu sesleri işiten kimse,
imâmı ve ezânı duymuş olmaz. Bu seslere uyarak nemâz
kılınsa, imâma uymuş olmaz. İmâm ile kıldığı nemâzı sahîh
olmaz. Kur’ân-ı kerîmin ve ezânm benzerlerine de hürmet
etmek, saygı göstermek lâzımdır.
Fıkh ve fetvâ kitâblarının çoğunda, meselâ (Kadîhân) da
diyor ki, (Ezân okumak sünnetdir. İslâmın şi’ârından, alâmetlerinden olduğu için, bir şehrde, bir mahallede ezân terk edilirse, hükümetin oradaki müslimânlara zorla okutması
lâzımdır. Müezzinin Kıble cihetini ve nemâz vâktlerini bilmesi
lâzımdır. Çünki, ezânı başından sonuna kadar Kıbleye karşı
okumak sünnetdir. Ezân, nemâz vaktlerinin ve iftar zemanmın
başladığını bildirmek için okunur. Bu vaktleri bilmiyenin okuması fitne çıkmasına sebeb olur. Aklı olmıyan çocuğun, serhoşun, delinin, cünüb olanın ve kadının ezân okumaları mekrûh
olur. Müezzinin tekrâr okuması lâzım olur. Oturarak, abdestsiz, şehrde hayvan üstünde okumak da mekrûh ise de, bunların
ezânı iâde edilmez. Ezân minârede veyâ mescidin dışında okunur. Mescidin içinde okunmaz. Telhîn, ya’nî kelimeleri bozacak şeklde uzatarak tegannî yapmak mekrûhdur. Arabîden
başka dil ile ezân okunmaz). (Hindiyye) de diyor ki, (Müezzinin, sesini tâkatinden fazla yükseltmesi mekrûhdur). (İbni Abidîn) “rahime-hullahü teâlâ” diyor ki, (Ezânın uzaklardan işitilmesi
için, müezzinin yüksek yere çıkıp okuması sünnetdir. Birkaç müezzinin, bir ezânı birlikde okumaları câizdir). Âlimlerin bu yazılarından
anlaşılıyor ki, ho-parlörle ezân, kamet okumak ve nemâz kıldırmak bid’atdir. Büyük günâhdır. Hadîs-i şerîfde, (Bid’at işliyenin hiçbir ibâdeti kabul olmaz!) buyuruldu. Ho-parlörün sesi,
in ^ rn sesine çok benziyor m dte, inşam sesinin k*İ8#5İ <k^ld& $|Bknâtlsin hareket etdirdiği parçalardan hâsıl olan sesdîr.
Yimek yere çıkıp ayakda duran insanın sesi de$l<fir. Hop|pÖrleri minârenin, çatının sağına, soluna, arka tarafına
koşarak, sesin kıble’ye doğra çakamaması da, ayrıca günâh
olmakdadır. Sesin uzaklara ulaşmasına ve ho-parlörün tırmalamaca, metalik sesine ihtiyâç da yokdur. Çünki, her mahallede
mescid yapmak vâcibdir. Her mahallede ezân okunacak, her
evden, mahallesinin ezânı işitilecekdir. Bundan başfca, (Ezân-ı
Cnk) da câizdir. Birkaç müezzinin, bir ezânı birlikde okumalarına (Ezân-ı Cavk) denir. Bir arada çıkan yanık, hazîn insan
sesleriî uzaklardan işitilmekde, kalblere ve rûhlara tesir
etmekde, insanları vecde getirmekde, îmânlannı tâzelemekdedir. (İbni Âbidîn) “rahime-hullahü teâlâ”, nemâzm sünnetleri başında diyor ki, (İmâmın sesini, ihtiyâcdan fazla yükseltmesi mekrûh olduğu gibi, müezzin için de mekrûhdur. İmâmın sesi yetişdiği zeman,
te$&Şrleri müezzinin de bildirmesinin mekrûh olduğunu ve
çirkin bid’at olduğunu, dört mezheb âlimleri sözbirliği ile bildirmişlerdir). Bundan da anlaşılıyor ki, imâmm ve müezzinin
ho-parlör kullanmaları tahrîmen mekrûh, ya’nî harâm ve çirkin bid’atdir. Bid’at İşlemek büyük günâh olup, hiçbir ibâdetin
kabûl olmamasına sebebdir