wiki

HÂRİS EL-gyiUHÂSİBÎ

Tasavvuf büyüklerinden. Künyesi Ebû Abdullah’dır. Basra’da doğdu. Doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir. 243 (m. 897) târihinde Bağdaçi’da Ahmed bin Hanbel hazretlerinden iki sene sonra vefât etmiştir. Nefsini çok hesâba çektiği için, Muhâsibî denm iştir. Aslen B ağdadlıdır. Zamanında Bağdad’m en büyük âlimlerindendi. Yezîd bin Hârûn ve daha birçok âlimden rivâyette bulunmuştur. Kendisinden de Ebû Abbâs bin Mesrûk, Ahmed bin Hasen bin Abd-ül-Cebbâr es-Sûfî, Cüneyd-i Bağdâdî, Ismâîl bin îshâk es-Serrâe, Ebû Ali Hüseyn bin Hayrân el-Fakîh ve daha başka büyük âlimler rivâyette bulunmuşlardır. îmâm-ı Şâfıî hazretleri ile aynı asırda yaşamıştır. Şâfıî mezhebindedir. Rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîf şöyledir: Ebüdderdâ (r.a.) haber verdi. Resûlullah efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “(Kıyâmet günü) M izanda en ağır gelecek olan Şey, güzel ahlâktır.99 Ba’zı menkıbeleri: Ahtned bin Hanbel hazretlerine dediler ki: “Hâris el-Muhâsibî tasavvuf ile alâkalı mevzûlardan bahsediyor. Bunlara âyet-i kerîme ve hadîs-i şeriflerden delil getiriyor. Onu dinlemek istemez misin?” Ahmed bin Hanbel (r. aleyh): “Evet, dinlemek isterim” dedi. Nihâyet bir gece yamna gitti. Gece sabaha kadar sohbetini dinledi. H âris elMuhâsibî’de ve yanında bulunanlarda dînen münâsip olmayan bir şeye rastlamadı. Ahmed bin Hanbel hazretleri burada gördüklerini şöyle anlatmaktadır: “Akşam ezânı okununca, öne geçip namazı kıldırdı. Namaz kılındıktan sonra, yemek geldi. Yemeğe oturdular. Hâris elMuhâsibî, hem konuşuyor hem yemek yiyordu. Zaten yemek yerken güzel şeylerden bahşetmek sünnete de uygundur. Yemek yendikten sonra, ellerini yıkadılar. Sonra, berâberce oturdular. Herkes yerini alınca, bir suâli olan var mı? diye sordu. Riyâ, ihlâs ve muhtelif hususlarda, suâller sordular. Onların herbirine cevap verdi. Ayrıca delillerini de söyledi. Bu sırada gece bir hayli ilerlemişti. Birisine, Kur’ân-ı kerîm okumasını söyledi. Kur’ân-ı kerîm okundukça ağlıyor, inliyor ve göz yaşlan döküyorlardı. Kur’ân-ı kerîm okunması bitince, Hâris el-Muhâsibî hafifçe duâ yaptı. Daha sonra namaza kalktı.” Sabah olunca, Ahmed bin Hanbel hazretleri Hâris el-Muhâsibî’nin fazîletli bir zât olduğunu söyleyip, takdirlerini bildirdi. Esmâî bin tshâk es-Serrâc da şöyle anlatır: Bir gün, Ahmed bin Hanbel bana, “Hâris el-Muhâsibî sana çok geliyor. Gel: diği zaman beni çağmr, onun görmiyeceği bir yere oturtursan, çok memnun olurum. Onun sözlerini bçn de dinlemiş olurum, dedi. Bunu memnuniyetle kabûl ettim. Ahmed bin Hanbel’in yanından aynldıktan sonra, doğruca, Hâris el-Muhâsibî’ nin yanına gittim. Bize teşrif etmelerini istedim. O dâ kabûl etti. Sonra, o akşam gelmesi için Ahmed bin Hanbel’e haber verdim. Akşam namazından sonra geldi. Üst katta bir odaya aldım. Hâris el Muhâsibî ve arkadaşlan gelinceye kadar, Kur’ ân-ı kerîm ökuyup, zikirle meşgûl oldu. Nihâyet Hâris el-Muhâsibî ve arkadaşlan geldi. Yemek yenip, yatsı namazı kılındı. Namaz bittikten sonra herkes uygun bir şekilde oturdular. Sonra içlerinden bir tanesi, Hâris el-Muhâsibî’den bir mes’ele sordu. O, anlatmaya başladı. Herkes bütün dikkatleriyle dinliyorlardı. Hâris hazretleri öyle ince mevzulara temas ediyordu ki, o anlatırken bir kısmı ağlıyor, bir kısmı inliyordu. Bu sırada, Ahmed bin Hanbel’in bulunduğu odaya gittim. O, burada yalnızca dinliyordu. Yamna vardığımda, onu bambaşka bir hâl üzere gördüm. Kendinden geçmiş «bir vaziyette ağlıyordu. Sonra Hâris hazretleri ve arkadaşlanmn yamna gittim. Onlar da kendilerinden geçmişti. Bu hâl sabaha kadar devam etti. Nihâyet sabah namazı vakti girdi. Namazlanm kılıp, dağıldılar. Onlar gidince, Ahmed bin Hanbel hazretlerinin yamna gidip, onlan nasıl bulduğunu sordum. O da: Herkesin anlıyamıyacağı çok derin mevzûlardan anlattığım söyledi. Büyük âlim Ebû Abdullah bin Hafif der ki: Büyüklerimizden beş kişiye uyunuz. Diğerleri hakkında da doğruyu söyleyiniz. Bu beş kişi şunlardır: Hâris bin Esed elMuhâsibî, Cüneyd bin Muhammed, Ebû Muhammed Ruveym, Ebû Abbâs bin Atâ, Amr bin Osman el-Mekkî. Bunlar, zâhir ve bâtın ilimlerinin arasını birleştirmişlerdir. Hâris el~Muhâsibî’yi tanıyanlardan birisi şöyle anlatır Hâris el-Muhâsibî (k.s.) çok bitkin bir hâlde bana uğramıştı. Ben, kapımın yanında oturuyordum. Çok acıkmış olduğu yüzünden belli idi. Bunun üze­ “Lâ ilahe illallah diyerek imânınızı yenileyiniz” Hadîs-i şerif i İslâm âlimleri Ansiklopedisi 1 7 7 HÂRİS EL*Q0UH&SİBf “Zulümden sakınınız, çünkü zulm kıyamet günü karanlıklarıdır. Fuhuşdan sakınınız, çünkü A İlah, fuhuş söyliyeni ve teşvik edeni sevmez Cimrilikten sakınınız, zira o sizden öncekileri helak etti, akrabalık bağlarını kestiler, haram olan şeyleri helâl kabûl etmeye sevk olundular. ” Hadîs-i şerîf rine “Efendim! Bize gelip bir şeyler yeseydiniz!” dedim. Sonra bizim evden vazgeçip, amcamın evine götürmeyi münâsip gördüm. Çünkü onun evi hem daha geniş ve hem de, durumları daha iyi idi. Hâris el-Muhâsibî’yi amcamın evine götürdüm. Sofrayı hazırlayıp, önüne koydum. Elini uzatıp, lokmayı aldı. Fakat yemedi. Sonra kalktı ve benimle konuşmadan çıkıp gitti. Daha sonra onunla karşılaştığımız zaman “Efendim! Da’vetime icâbet etmekle önce beni sevindirdiniz. Fakat yemeden kalkıp gittiğiniz zaman çok üzüldüm. Bunun üzerine “Ey oğul! Gerçekten çok acıkmıştım. Getirdiğin yemekten de yemek istiyordum. Ancak, burnuma doğru yaklaştırınca içim kabûl etmedi.” İbn-i Mesrûk der ki: Hâris el-Muhâsibî vefât ettiği zaman, bir gümüşü bile yoktu. H&lbuki babasından çok mal, mülk ve para kalmıştı. Hiçbirinden bir şey almadı. Hâris el-Muhâsibî hazretleri nefsini devamlı hesâba çeker, onun kötülüklere meyletmemesi için elinden geleni yapardı. O, bu hususta der ki: Nefsini hesâba çekenlerin bir takım güzel husûsiyetleri vardır. Onlar, bu hasletleri sebebiyle yüksek derecelere kavuşmuşlardır. Onlara göre, İnsan azmedip, nefsinin arzu ve isteklerine uymazsa, ma’nevî yönden ilerlemesi mümkündür. Şu hasletleri elde etmeğe çalışan fâidelerini görür: 1- Doğru ve yalan yere yemin etmemek. 2- Yalan söylememek. 3- Verdiği sözde durmak. 4- La’net etmemek. 5-Kimseye bedduâ etmemek. 6-Allahü teâlânın nzâsı için sabırlı ve tahammüllü olmak. 7* Haramlardan sakınmak. 8- Kendisini başkasından büyük görmemek. 9- Kimsenin kalbini kırmamak. 10- Gelen belâ ve musibetlere sabretmek, 11- Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmek. “Kim Cennetliklerden olmayı isterse, sâlih kimselerle berâber olsun.” “Sâdık (doğru) kimse, halk kendisine iltifât etmedi diye üzülmez.’ “Kulluk, insanın, âcizliğini idrâk edip, anlamasıdır.” “İlmin neticesi, Allahü teâlâdan korkmak; zühdün neticesi, rahatlık; ma’rifetin neticesi, Allahü teâlâya dönüştür.” “Eziyetlere katlanmak, kızmamak, güler yüzlü ve tatlı sözlü olmak, güzel ahlâktandır.” “İnsanlar medhetse de, zâlim olan kimse dâima pişmanlık içindedir.” “Kanâatkâr bir kimse aç bile olsa, onun gönlü zengindir.” “Hırslı kimse, malı ve mülkü ne kadar da çok olsa, o yine fakirdir.” “Tâatm aslı, vera’dır (şüphelilerden sakınmak). Vera’m aslı takvâdır. Takvâmn aslı, nefsi yaptıklarından hesâba çekmektir. Nefsi hesâba çekmenin aslı, Allahü teâlânın rahmetinden ümidli olup, azâbından korkmaktır Ümid ile korku nun aslı, dünyada iyi işler yapıldığı zaman, bunlara karşı mükâfat verileceğinin, kötü işler yapıldığı zaman ise azap yapılacağının bilinmesi, bunun da aslı, iyilik yapıldığı zaman mükâfatının, kötülük yapıldığı zaman da cezâsının büyük olduğunu bilmektir. Bunun da aslı, tefekkür ve ibret almaktır.” “Eğer kulun başına bir belâ gelecekse, bunun alâmeti kalbin Allahü teâlâyı anmamaya başlamasıdır. Artık kalb, bundan sonra, gaflete dalar.” “İlim sâhipleri, Allahü teâlâdan daha çok korkar. Zühd, insanın kalbini dünyâ sıkıntılarından uzak tutar Allahü teâlâmn yüceliğini ve büyüklüğünü tammak, tövbe etmeyi temin eder.” “Her şeyin bir cevheri, özü vardır. İnsanın da cevheri, akıldır. Aklın cevheri sabırdır. Kim Allahü teâlâmn vermiş olduğu ni’metlere şükretmezse, o nı’metm elinden alınmasını istemiş olur ” “Arapların söylediği sözlerin en doğ rusu, Hassan bin Sâbıt’m (r.a > Resûlullah efendimiz hakkında söylediğidir O şöyle demiştir: Hiçbir binek, Resûlullahtan (s.a.v.) dana afif (temizj, sözüne sâdık ve üstün bir kimseyi taşımamıştır ” “İnsan, nefsiyle mücâdele edip, onun arzu ve isteklerine mâni olmalıdır ” “Cesede göre başın durumu ne ise, sabrın da îmâna göre durumu öyledir ” “Hz. Ömer (r.a.) efendimiz buyurdu ki: (Allahü teâlâdan korkan kimse, intikam almayı düşünmez. Yine, Allahü teâlâdan korkan kimse, her istediğini yapmaz. Eğer kıyâmet günü olmasaydı, âlem şu gördüğümüzden daha daha başka olurdu.)” “Gayretini, başkasının ayıplarını aramakta değil, kendi nefsini ıslâh etmek için harca.” “Hz. Ali (r.a.) buyurdu kı. (Ey insanoğlu! Zenginliğinden dolayı sevinme, fakirlikten dolayı ümıdsiz olma, gelen belâ ve musibetten dolayı üzülme, rahatlık ve genişlik vaktinde taşkınlık ve azgınlık yapma. Şüphesiz, altın ateş ile, iyi kul da, belâ ve musibet ile tecrübe edilir.)” “Allahü teâlânın senin için murâd ettiğine, dilediğine râzı ol. Abdullah bm Mes’ ûd şöyle buyurur: Allahü teâlâmn senin hakkında yaptığı taksimine râzı ol. Böylece, insanların en zengini olursun Allahü teâlânın haram kıldığı şeylerden uzaklaş, onlan yapma. Böylece, günahlardan en çok sakınan bir kimse olursun. Allahü teâlâ nın emirlerim yerine getir. İnsanların en âbidi olursun. Hâlini Allahü teâlâya arz et. Sadece ondan yardım iste. Hâlini insanlara şikâyet etme.” “Namazını, artık dünyâdan ayrılıyormuş gibi kıl.” “Kadere, hayır ve şerrin Allahü teâlâÎP® İsiâm âlimleri Ansiklopedisi HÂRİS EL-MUHÂSİBÎ dan olduğuna kâmil inanılmadıkça, aslâ îmânın tadı alınmaz.” “Hayâ, Allahü teâlâmn beğenmediği kötü huylardan vazgeçmektir.” “Sâdık (doğru olan), insanlar kendisine kıymet vermeseler bile, hiç korkusu olmıyan, kalbinin doğruluğuna inanıp, insanların, kendi amellerinden hiçbirisini görmelerini istemiyendir.” Derler ki, Hâris el-Muhâsibî kırk yıl sırtını duvara dayamayıp, ayaklarım uzatmadan oturdu. Niçin böyle kendine eziyet ediyorsun diyenlere, “Allahü teâlâmn huzûrunda kul gibi oturmamaktan hayâ ediyor, utanıyorum” derdi. Yine buyurdular ki; “Kıymetli kardeşim! Kötü âlimler insanlar için çok tehlikelidirler. Onlar dünyâya düşkündürler. Dünyâyı âhırete tercih ederler. Sonra şunu \yi bil. Dünyâyı âhırete tercih edenler, rahat ve huzur içerisinde de değildirler. Onların neş’e ve sevinçlerine, keder ve sıkıntılar karışmıştır. Bunlârın sonu felâkettir. Aslında böyle kimselerin dünyâsı da âhıreti de harabtır. îki dünyâları da perişandır. Kıymetli kardeşim! Kendinize geliniz. Aklınızı başınıza alınız. Allahü teâlâdan korkunuz. Şeytan sizi aldatmasın. Şeytan ve onun yardımcıları, Allahü teâlâmn huzûrunda perişan olacaklardır.” Abdullah bin Meymûn der ki: Hâris elMuhâsibî hazretlerine, zühd (dünyâya rağbet etmemek) niçin kıymetlidir? Bunun sebebi nedir? diye suâl edildi. O şöyle cevâp verdi: “Bunun beş sebebi vardır. Birincisi, dünyâ insanı, bir çok meşakkat ve sıkıntılara düşürür, tnsam n kalbini Allahü teâlâmn rızâsından ve âhıreti düşünmekten alıkor. İkincisi, dünyâyı sevenlerin derecesi, dünyâya rağbet etmiyenlerin derecesinden çok aşağıdadır. Üçüncüsü, dünyâyı sevmemek, inşam Allahü teâlâya yaklaştırır ve Cennetliklerin derecelerine yükseltir. Dördüncüsü, dünyâyı sevenlerin, kıyâmet gününde hesaplan uzun olur. Beşincisi, Allahü teâlânm katında dünyânın bir sinek kanadı kadar bile kıymeti yoktur.” (Burada ve benzeri yerlerde dünyânın m a’nâsı: Allahü teâlâmn nzâsmdan ve beğendiği şeylerden uzaklaştınp, âhıreti unutturan şeyler demektir.) Hâris el-Muhâsibî hazretlerine şükrün ne olduğunu suâl ettiler. Buyurdu ki: “Allahü teâlâmn, sonsuz ni’met ve ihsân sâhibi olduğunu, başkalanndan gelen ni’ metlerin de hakikatte, yine Allahü teâlâdan geldiğini bilmektir. (Allahü teâlâ, insanlara, iyilik etme gücü ve kuvvetini vermeseydi, kimse kimseye iyilik yapamazdı. O halde, bütün iyilikler, Allahü teâlâdan gelmektedir.) Hâris el-Muhâsibî hazretlerine sabn suâl ettiler. O da: “Sabır, Allahü teâlâdan gelen her şeyi hoş ve iyi bir şekilde karşılayıp, heyecan ve ümidsizliğe düşmemek, sıkıntılı ve meşakkatli zamanlarda dayanıklı ve tahammüllü olmaktır” şeklinde cevap verdi. Yine ona nzâ makâmına nasıl kavuşulur, denildi. O şöyle cevap verdi: “Allahü teâlâmn adâlet sâhibi, hüküm ve işlerinde hikmet sâhibi olduğuna, O’nun, kullan için seçtiği şeylerin, kullann kendileri için sevdikleri ve seçtikleri şeylerden daha hayırlı olduğunu ve nihâyet Allahü teâlâmn emirlerine teslim olmak, emrettiklerini yapıp, nehyettiklerini (yasakladıklannı) yapmamaktır.” Ahmed bin Muhammed bin Mesrûk anlatır: Hâris el-Muhâsibî hazretlerine, “Allahü teâlâya muhabbetin, sevginin alâmeti nedir?” diye suâl edildi. Soru soran şahsa, “Senin bu hususta bir bildiğin var mı?” dedi. O zât: “Evet şu âyet-i kerimeyi “E y Sevgili Peygam berim ! Onlara de ki, eğer Allahü teâlâyı seviyorsan ız ve Allahü teâlâm n da sizi sevm esini istiyorsanız, bana tabi olunuz. Allahü teâlâ bana tâbi olanları sever” biliyorum. Bu âyet-i kerîmeden, Allahü teâlâmn kullanm sevmesinin alâmetinin, Resûlullah efendimize tâbi olmak (O’na uymak) olduğunu, anladım” dedi. Hâris hazretleri bu cevâbı çok beğendi. Buyurdular ki; “Allahü teâlâ bir kulunu sevdiği zaman, ona, farzlann edâsı için sevinç ve gayret verir.” “Bir kimsenin kalbinde Allahü teâlâmn korkusu kalmaz ve âhırette azap göreceğini Unutursa, günahlan çoğalır ve tehlikeli durumlara girer. O zaman, iyi şeyleri idrak edip yapamaz, kötü şeylerin kötülüğünü görüp, ondan sakmamaz. Nefsinin esîri olur. Allahü teâlâmn katinda kıymeti düşer. Kalbi paslanıp, îmâm zaifler.” Bir defasında ona, zühd sâhibi insanlann dereceleri nasıldır?” diye sordular. O f da şöyle buyurdu: “Akıllanmn derecesi ve kalblerinin temizliği kadardır. Zâhidlerin en üstünü, en akıllı olaiııdır. En akıllı olanlar, Allahü teâlâmn emirlerini iyi anlayıp, onlan yerine getirmek rçin bütün güçleriyle çalışanlardır. Bunlar, dünyâya düşkün olmayıp, âhırete yönelenlerdir. (Haram ve şüphelilerden sakınıp, mübahlara fazla dalmamak; dünyâdan yüz çevirip, âhırete yönelmekle olur.) “Nefsinin isteklerinden ve Öfke ile hareket etmekten uzak dur. En önde gelen vazifelerinden birisi de, yumuşak olmak ve dikkatli hareket etmek olsun.” “ilmiyle takvâsım, ameliyle basiretini ve aklıyla ma’rifetini arttıran kimsenin izinden yürü.” “Kul için en doğru yol, ilimle amel etmek, Allahü teâlâmn korkusuyla haram14. asırda Mısır’da camdan yapılmış bir cami kandili. v İslâm alimleri Ansiklopedisi^ 7 ^ I \ % % ” > 1549 senesinde İznik ’de yapılmış, ne fıs porselen câmi kandili. lardan sakınmaktır. Günahla nefsini yâd etme. Günahta ısrâr etme. Fakirlik zamanında Allahü teâlâya sığın, her hâlinde Allahü teâlâya muhtaç ol ve O’nun her emrinde O’na tevekkül et.” “Sana zulmedeni affet. Amelinle mağrur olmaktan sakındığın gibi, ilimle gururlanmaktan sakın. Yakınının, fakirin ve komşunun hakkını gözet. Konuşmadan hoşlanmıyanın yanında konuşma. Mazlumun kardeşine yardım et. Zamanını iyi değerlendir.” “Günahlar gaflet getirir. Gaflet ise, kalbin katılaşmasına sebeb olur. Kalbin katılaşması, inşam Allahü teâlâdan uzaklaştırır ve Allahü teâlâdan uzaklık ise, Cehenneme götürür.” “Câhillerin ahlâkından, günahkârların meclisinden, kendini beğenenlerin iddialarından, mağrurların isteklerinden ve ümitsizlerin ümitsizliklerinden sakın ve uzak dur. Hak ile amel et. Allahü teâlâya güven. Emr-i ma’rûf ve nehyi anilmünker yap.” “Her hâlin esası, doğruluk ve ihlâstır. Doğruluktan; sabır, kanâat, zühd, nzâ ve ünsiyet, ihlâsdan; korku, sevgi ve hayâ doğar.” “Şu üç çeşit muhabbet, çok mühimdir: Birincisi, ibâdeti günaha tercih etmek sûretiyle Allahü teâlâyı sevmektir. İkincisi, kuvvetli bir îmân ile Resûlullahı sevmektir. Bunun alâmeti, Resûlullahın sünnetine yapışmaktır. Üçtincüsü ise, Allah için mü’minleri sevmektir. Bunun alâmeti mü’minlere eziyet etmemek ve onlara fâideli olmaktır.” “Tâatını (Allahü teâlânın beğendiği şeyleri) günaha, ilmini cehâlete, dînini dünyâya tercih eden akıl aldatıcıdır.” “Dilin farzı ve vazifesi; sükûnet ve öfke zamanlarında doğruluktan ayrılmamak. Gizli ve açık olarak hiç kimseye eziyet etmemektir. Gözün farzı ve vazifem; haramlardan korunmaktır. Kulağın farzı ve vazifesi, helâl olmayan şeyleri dinlememektir. Lisanından sonra, insanoğlu için en tehlikeli a’zâ kulağıdır. Çünkü kulak, kalbin en büyük elçisidir. Fitne bataklığına en fazla dalan kulaktır. Burnun farzı ve vazifesi; burun, kulak ve göze tâbidir. Dinlemesi ve bakılması câiz olmayan bir şeyin koklanması da câiz değildir. Ellerin ve ayakların farzı ve vazifesi; Allahü teâlâ tarafından haram kılınan şeylere uzanmaması ve başkalarının hakkından sakınmasıdır.” Eserleri: 1. Âdâb-ün-nüfûs 2. Şerh-ul-ma’rifet. 3. el-Menâsil fî’z-zühd ve gayrihi. 4. el-Ba’s ve’n-Nüşûr. 5. er-Riâye li-hukûkıllah azze ve celle. 6. el-Halvet ve’t-tenekkul fı’Hbâdet. 7. M uâtebet-ün-nefs. 8. Risâlet-ülmüsterşidin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir