insan mahlûklar içinde, en üstünleri ve en şereflileri

Bu ilâvede, inşânın mahlûklar içinde, en üstünleri vc en şereflileri olduğu bıldırilecekdir:

Bütün cismler madde olmaları bakımından birbirlerinden farksızdır. Hepsinin ağırlığı ve hacmi vardır. İnşân ve hayvân bu bakımdan, cansızlarla müsâvîdir. Fekat cismler, özel Ipsalan ile birbirinden ayrılır.

$ [Her cism (Atom) dan yapılmışdır. Bir toz, milyonlarla ggom kümesidir. Az ve muayyen mikdârda atom, birbiri ile bir- î^kıce bir (Molekül) meydâna gelir Cismler başlıca ikiye ayrılır:

‘ crsm ve karışım. Mu’ayyen özellikleri bulunan cisme (Şaf dtşin) denir. Meselâ, bakırdan elektrik teli ve yağmur suyu sai- •m.Çünki dünyânın her yerinde her zeman aynı hâssaları taşır- Kaynama, ergime sıcaklık dereceleri bellidir ve Wç rz. Mu’ayyen hâssaları bulunmıyan cısmlere (KaiMM ‘i Süt, tahta, benzin, deniz suyu gibi. Çünki, bunlar ^Sîfelarda bulunurlar Belli bir kaynama, ergime sıcaî^fc sri yokdur. İnek sütü başkadır Koyun sütü başkaptö’, idenizin suyu az tuzludur Akdenizin suyu çok tuzluda* cismler de iki kısmdır. Başka evsâfdaki parç^^iı ^l^ıîîazsa (Basit dam) veyâ (Element) denir. Altın, ktiip^ v<î oksijen gazı birer elementdir. Bugün yüzbeg elâŞ^St ^oruz. Başka başka evsâf taşıyan parçalara ayrıt»bB%n alere (Mtirekkeb) veyâ (Bileşik dsm) denmMesc^|jfcr, jr suyu, aİkol, bileşik çişindir. Çünki, şeker ateşe koafea ve suya ve başka parçalara ayrılır. Su ise,

‘ yaidımı ile oksijen ve hü^rojen denen iki ondtec^gias* pagtin railyonîarça bâleşilt çism tamyoruz. BÜeşikdstn, £dahâ fazla elementin atomlarının birbiri ile birleşaŞİesio- glur.

asm, katı, sm ve yâhud gaz hâlinde bulunabilir, t su, buz hâlinde iken katıdır, su hâlinde iken mayfilö’, /ıdır Suhar hâlinde iken gazdır. Gaz demek, hava gibi, demdedir. Belli bir hacmi ve şekli yokdur.

p Basit clşm, yâ*aî element üçe aynhr:

[“Hakîkî ma’den. Buna metal de denir,

■;|fiMâ*İSeaıotauyanlar. Bunlara ametal de denir. “^^ ma’denlerdır.           ‘

 

İkincisi (Gadabî) kuvvetdir. Bu kuvvetle, kendilerine çirkin, zararlı olan şeyleri def ederler, kovarlar. Bunlara (Canavar) kuvvetler de denir.

Hareket kuvvetleri, müdrike kuvvetlerine muhtâcdırlar. Çünki, önce duygu organları ile, iyi veyâ kötü olduğu anlaşıl­malıdır ki, istenebilsin veyâ atılsın. Bütün bu duyguların ve hareketlerin hepsi sinirlerle yapılmakdadır.

İnşân ruhu, yalnız insânlarda bulunur. Bu rûhun da iki kuv­veti vardır. İnsan, bu iki kuvvet ile hayvanlardan ayrılmakdadır. Bu iki kuvvet den birisi, idrâk edici olan (Kuvve-i âlime) ve (Müd­rike) denilen bilici kuvvetdir. İkincisi, (Kuvve-i âmile) yapıcı kuv­vetdir. Bilici kuvvete (Nutk) ve (Akl) denir. Bu kuvvet ikiye ayrı­lır: Biri, (Hikmet-i nazarî) olup, (Tecribî) ilmleri, ya’nî fen bilgile­rini elde etmeğe yanyan kuvvetdir. İkincisi, (Hikmet-i ameli) olup, (Ahlâk) ilmleri ile âlim olan kuvvetdir. Tecribî ya’nî fen bil­gileri edinen kuvvet, maddenin hakîkatini anlamağı sağlar. Ahlâk bilgileri edinen kuvvet, iyi huylan ve yararlı işleri, kötü huylardan ve çirkin işlerden ayırır.

Rûhun yapıcı kuvveti, fâideli, başarılı işlerin yapılmasını sağlar. Bilici kuvvetlerle edinilen bilgilere göre iş yapar. Hay- vân rûhundaki hareket kuvvetleri, vâhime kuvvetinin iyi bul­duklarını cczb ederdi, çirkin bulduklarını defederdi. İnsan ruhunun yapıcı kuvveti, akla dayanır. Bir işde iyilik, fâide olduğunu (Akl) ile anlarsa, onu yapar. Sonu noksan, zarar olacağını anlarsa, o işi yapmaz veyâ def eder. Hayvânî rûhun şehevî ve gadabî kuvvetlerini de idâre eder.

Çok kimse vajdır ki, çok işlerini nefsin veyâ hayvânî rûhun kuvvetlerine tâbi’ olarak yapar. Ya’nî vehm ve hayâl ile yaparlar.

İmâm-ı Muhammed Gazâlî ve tesavvuf büyüklerinden bir kısmı “rahime-hümullahü teâlâ” buyurdu ki, (Rûhun bu kuvvetleri, me­leklerdir. Allahü teâlâ, lutf ve merhamet ederek, melçkleri rûhun em­rine verrtıişdir. Küçük kıyâmet kopunçıya kadar, ya’nî rûh bedenden ayrılıncaya kadar, rûhun emrinde kalırlar. Hadîs-i şeriflerde de buna işâretler vardır. Ba’zı kimselerden, durup dururken, tecri- beli kimselere parmak ısırtan hünerlerin meydâna gelmesi de, bunu göstermekâedir). insanın kemâle gelmesi, rûhun iki kuvveti ile olur.           \

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

W^mgen (Kimya tepidaaeksrtode, madde g*yboîrnaz ve yâfcdaa

ijjfpÜlnı gelmez) hakikatini tecribe ite isbât etmişise de, hfcıişe- yih kimyâ tepkimesi, kimya kanunu ile yapıldığa» zatı ederek, aldanmış ve kendisini lekeleyen muhtelif sözlerine çok câhilce, biliri dahâ eküyefek (tabfatda birşey yaratılmaz ve hiçbi^şey edilemez) demişdir. Allahü teâlânın da herşeyi kimyâkanûn- Hle yaratdığım zan ederek, bu çirkin hatâya düşmüş, yı inkâr etmek istemişdir. Keşkiinsân birfeyi yataîar i vc insân birşeyi yok edemez deseydi kimyâ ilmine, feRne konuşmuş olur, literatürlerde, ismi altına kâta birlffce îmiş olurda Bugün, yeni keşf edilen çekirdek olayları, er reaksiyonlar, maddenin enerjiye döadÖ^ünü, ‘ x, Lavoisier’nin aldanmış olduğunu : üm adamları, açık olarak görüyor ki,.£eıj)Hİ» i ıdeki her ileri bir adım, İslâm dînim kuvve t’«pm düşmanlarının iftirâlanm çürütmek#,! (irez3«BJekde,yeresermekdedir.

: sdamısekline giren, üniversitede ol:

görünerek, bu maske altmdaisiâm * ^

^İlliyîçce, hem isMmiyyete, hçm <Sef«İ*ıeŞş|r<

ihmlann örümcek ; _ ^ ı sıVâmakj®‘bi, hayâl olarak kalmakda, hali fen i

ıtofipşât. ortaya çıkarılmakdadır, Ktaıdi bozuk d$lî§n- :;4m bilgisi olarak söyliyccdc, «fini dünyâçt karlarına jilet dîn câhili ve sapıklara da (Din yöbazı)denir.

İnşân bedeninin teşekkülünde bulunan maddeler, toprak- (feöj Sudan ve havadan gelmekdedir. Canldarın ihtiyâç madde- öç kaynakdan hâsıl olmakdadır. tnsân çürüyünce, teâsıl ^t maddekr, yine bu üç yere dağılıyor. Kıyâmetde tekrar di- e, bu maddelerin veyâ benzerlerinin tekrâr bir araya gel- ile olacakdır.

■0da, melekler de, terakki etmez; yükselmez» Yaritıl- mertebede kahr. Rûh, bu beden ile birleşmce, terakki gk, yükselebilmek hassasını kazanıyor. Yâhud, kâfir ak, günâh işlemek sebeblerı ile, alçaklaşıyor, harâb oluyor

Bu dünyâda her cism kendine mahsûs sıfatlan ile tantnmak- fe’Her asm, elementlerin ve bileşiklerin birer yığınıdır Sle- r, btleşikden bileşiğe geçerek yer değişdîrmekde, her cismin

 

ayrılması demekdir. Rûh, bedenden ayrılınca, mücerred ya’nî maddî olmıyan âleme karışır. [Kıyâmete kadar] yok olmaz. Din âlimleri ve felsefeciler ve müsteassıb [yobaz] olmıyan fen a- damları böyle söylemişdir. Tabîatcılardan az bir kısmı, bu sözbirliğinden ayrılmış, doğru yoldan kaymışdır. Bunlar, Allahü teâlânın yer yüzünde halîfesi olan inşânı, çöldeki otlara benzetdiler. İnşân ot gibi biter, büyür, yok olur. Rûhu kalmaz dediler. Böyle söyledikleri için (Haşâşî) 1er, ya’nî (Otcular) adı ile anıldılar. Felsefeciler ve din âlimleri, bu otculann düşüncele­rini muhtelif delillerle red etdi.

[Allahü teâlâ, bugün bilinen 105 elementi yaratmış, bun­lardan herbirine başka başka hâssalar vermişdir. Her element atomlardan yapılmışdır. Her atomu, bir mikro-dinamo gibi, büyük bir enerji deposu yapmışdır. Atomların birbirleri ile birleş­mesinden molekülleri veyâ iyon şebekelerini, böylece organik ve anorganik mürekkeb cismleri ve hücreleri, çeşidli dokuları ve sis­temleri yaratmışdır. Bunların herbirinde, akllara hayret veren, in­celikler, kanûnlar, düzenler vardır. Meselâ, ancak mikroskopla görülebilen bir hüCre, çeşidli atölyeleri bulunan mu’azzam bir fab­rika gibidir. İnsan aklı, bugüne kadar, bu fabrikanın ancak birkaç makinasını görebilmişdir. İnsandaki milyonlarca hücrenin çalışabilmesi, gerek inşânda, gerekse dış âlemde binlerce, uygun şartların bulunmasına bağlıdır. Bu binlerle şart ve nizâmdan biri bozulursa, inşânın bedeni çalışamaz, durur. O bü­yük kâdir, âlim olan Allahü teâlâ, bu nihâyetsiz nizâmı yara­tarak, beden makinasını otomatik olarak çalışdırmakda- dır. Rûh, bu makinanın elektrik kuvveti gibidir. Bir motorda ufak bir ânza olunca, ceryan kesildiği gibi, inşân vücûdunun iç ve dışındaki yapı ve düzenlerde hâsıl olacak bir ârıza da, rûhun bedenden ayrılmasına sebeb olur ve inşân ölür. Dünyâda hiçbir makina, hiçbir motor nihâyetsiz çalışamıyor. Aşınarak, yıprana­rak, çürüğe ayrılıyor. Bu, bir umûmi kanûndur. Vücûdmakinası da, bu kanûna uyarak, yıpranıyor, çürüğe ayrılıyor. İnşân kabrde çürüyünce, hiçbir zerresi, hiçbir elementi yok olmu­yor. Çürümek, bedeni meydâna getiren organik moleküllerin an-aerobik mikroblar ve toprak te’sîri ile parçalanarak, karbon dioksid, amonyak, su gibi ufak moleküllere ve serbest azota kadar ayrılması demekdir. Bu parçalanma, fizik ve kimyâ hâdiseleridir. Fizik ve kimyâ-reaksiyonlarında maddenin yok olmadığı bugün kesin olarak bilinmekdedir. Lavoisier adındaki Fransız

 

;kcndi kendine var ise, buna (Cevher) denir. Va ‘kendine duramayıp, başka bir şeye muhtâc ise, (Asriz) vf§k (Sıfat) denir. Madde ve cism, birer cevherdir. Bir cismin nsfigi, kokusu, şekli ise arazdır, özettikdir. Renk, çkşm ditfr;;Çism. olmazsa, renk olamaz. Cevher, iki dttritidür. Bari, (HŞSeerred) ya’nî maddî olmıyan varlıkdır. Ağırlığı, şekli, rengi i organlarına te’sîri yokdur. İkincisi maddedir. Mücerred i^cghver, his organları ile duyulmaz, parçalanamaz. Aid ve H’lbÖyîedir. Madde ise, his olunur ve parçalanabilir. Cism, un şekl almış hâlidir. Rûhun cevher plduğü birçok sekide tdilmişdir. En basît yol şöyledir ki, araz ya’nî hâssa, bir üzerinde bulunur. Cevher, arazı taşımâkdadır, His ohı- , düşünülen herşeyi rûh almakda, taşımakdadır. Bunun için «sevherdir, araz değildir. Araz, araz üzerinde de bulunabi­lir diyerek, meselâ sür’at, ya’nî hız, hareketde bulunur diyerek, bu isbâtı kabûl etmiyenler de vardır.

3«-Rûh, basitdir. (Basit) demek, parçalanamaz, a; iir. Bunun karşılığı, bileşik ya’nî (Mürel Rimyinın basît dediği elementte*, bu ta’rîfe yor. Çünki, atomlarına veyâ gaz moleküllerine a sr. R-ûhun basît oMöğu şöyle anladır ki, şeyi, rûh kavramakdadır. Rûh, m&re&ket ı, parçalanabilseydi, basît oîanbir^ey bunda

lâzım gelir. Basit olan şey ise, parçalanamaz.

cism değildir. Eni, boyu ve yüksekliği olan cev- . ya’nîşekl almış maddeye (Cism) denir. Cismde yerleşen cjsmânî denir. Araz, ya’nî özellikler, cismlerde bufcin- iijjjjta»’ ctsmânîdirter           V

aalayıa w idâre edicidir. Rûh evvelâ kendini bildiğini de bilir. Göz vâsıtası ile renkleri, kuİak ^icavrar. Sariden çalışdmr. Adaleleri hareket e&şçîr. . bedene iş yapdırır. Böyle işlere, (tbiyârf) ya’nîisitekli

his organları ile duyulmaz. Cismde dsmâş! ö^rn J f hîs olunur. Rûh, cism ve cisflaâiil öhnadığı içitt, “

kam: İnşân ölünce, rûhu ne olur? İnşân ölünce, yünce, rûh yok olmaz. ölro«k, rûhun bedeaâen

ve (Nefs-i natıka), nefsin ismi olduğunu bildirmekdedir]. İsrâ sûre­sinin seksenbeşinci âyetinin meâl-i âlîsi, (Sana rûhdan soruyorlar. Ruh, Rabbimin yaratdığı varlıklardan biridir diye cevâb ver) dir. Bu âyet-i kerîme, rûhun ne olduğunu anlatmağı men’ etmek­dedir. Bunun, içindir ki, turuk-ı aliyye meşâyıhmdan ve islâm âlimlerinden çoğu, rûhun ne olduğunu konuşmakdan ictifıâb et­mişlerdir. Fekat, Kur’ân-ı kerîmden anlaşılıyor ki, rûhûn yal­nız hakikatini, ne olduğunu konuşmak yasakdır. Yoksa hâssalarım, özelliklerini anlatmak yasak değildir. Bunun için, âlimlerin çoğu, talebeye ve süâl edenlere, rûhun cism olmadığını, bir (Cevher-i basit) olduğunu söylediler. Aklın erdiği bilgileri anlıyan, his organlarından beyne gelen duyguları alan, beden­deki bütün kuvvetleri, hareketleri idâre eden, kullanan hep odur. Tesavvuf büyükleri ve kelâm âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ” böyle söylemişlerdir. [Rûh hakkında geniş bilgi almak isti- yenin, şâfi’î mezhebi âlimlerinden şeyh Şihâbüddîn Ömer Sühre- verdînin (Avârif-ül me’ârif) kitâbmı ve İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendînin (Mektûbât) kitabını okuması tavsiye olunur. Sühreverdî, 539 [m. 1145] da tevellüd, 632 [m. 1234] de Bağdâdda vefât etmişdir. Abdülkâdir-i Geylânîden feyz almışdır. îmâm-ı Rabbânî 971 [m. 1563] de Hindistânda Serhend şehrinde tevellüd ve 1034 [m. 1624] senesinde, orada vefât etdi “rahime-hümullahü teâlâ”.]

Rûhun yukarıdaki ta’rîfıni, altı madde içinde îzâh edeceğiz:

  • Evvelâ rûhun mevcûd olduğunu bildirelim. Rûhun var­lığı meydândadır. Belli olan şeyi isbât etmeğe lüzûm yokdur. İnşâna efı ma’lûm olan şey, kendi varlığıdır. İnşân bir ân kendini unutmaz. Uykuda iken, serhoş iken de, rûh kendisini unutmaz. İnşânın kendi kendini tanıması için birşey isbât etmeğe lüzûm yokdur. Fekat, rûh maddemidir, madde değilmidir. Kendi ken­dine varmidır, başka şey ilemi bulunur gibi ve dahâ başka sıfatlarını isbât etmek câizdir. Çoğu meydânda ise de, hâtır- latmak lâzımdır. Bunun içindir ki, aşağıdaki beş madde zikr edil- mekdedir.
  • Rûh, Ya’nî kendisi vardır. Rûha fârisi dilinde (Cân) denir. Hayvân ölünce, câm çıkdı denir. Rûhu bedeninden ayrıldı demekdir. Her mahlûk, yâ cevherdir, yâhûd arazdır. Varlıkda kalabilmesi için, başka bir mahlûka muhtâc

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

içmiyorlar. Böyle kabûl edip de, herkes kendi hevâsna rsa, kabâhatli olanlara cezâ verilmezse, insiahk kötüİSğe $Öer. Bunun için, Allahü teâlâ, kullarına merhamet ederek, asları terbiye etmek, iyi ve kötü huylan öğretmek için Peygam- er «aleyhimüsselâm:» gönderdi.. Bu mu’allimlerin en yûk- olarak, habîbi olan Muhammed aleyhisselâmı seçdı. Onun yte, Önce göndermiş olduğu bütün dinleri değişdirdi. Onun bütün dinlerin sonuncusu oldu. Böylece iyiliklerin hepsi, jpe usûllerinin cümlesi, Onun parlak dîninde yer almışdır. r olanlann, iyiyi kötüden tefrik edebılenlerin bu dinden elde olan ahlâk kitâblannı okuyarak, öğrenerek ve işlerini |a göre tanzim ederek, dünyâda ve âhıretde râhata ve se’âdete, kurtulma kavuşması ve böylece âfle ve cem- hayâtınm düzenine yardım etmiş olması lâzımdır. tpi&»

* aci vazifesi de büdur. (İslâm ahlâkı) ismini verdi$aüz , Allahü teâlânın lutfû ile, buna yardımcı biljglefı için, herkesin ehemmıyyet ile okuması, öğrenniisî

4CÜ BAHİS; İslâm ahlâkını üçe ayırmışdık. anlamak için, yardımcı otan şeyleri açısalını- İClinin şu’beleri vardır. Her kolun biriciği nok£ kî, bu noktalarda, o ilmin bütün kollan tek s&u tek nokta, o ilmin mevzû’udur. lifeselâ, tıb ilr w. jji^bderi vardır. Fakat her kolu, insânçesedinın hastşbk «fc birleşir. Bu da, bu ilmin mevzuu demekdir. Bir’ ,JJşy. öğrenmek için, mevzû’unu anlamak lâzımdır. ^Şaiııin mevzûSı, inşânın ruhudur. Ruhu, kötft hufjl^ lemeği ve iyi htiylar ile süslemeği ödetir. Bunun i^in, Ü3fûhu, sonra iyi ve kötü huyları öğrenmek lâzımdır. Bİyt,

jö öğrendim,,kötü olmak için değ»,

[tt bümiyeıı, düşer içine, iyi bil!

mumlan olduğu kadar tanıtabilmek, onun görüneıy ij^lpByv&lcrim açıklamak vgse’âdetinin ve fdâke- de oldu^înu anlatmak için, ûç makam yazıyoruz:

$ makam: Rûh nedir? Dinde rûh ismi verilen var- yunan feylesofları ve öniarın taklîdcüeri, (Nefs-i kısaca Nefe de demişlerdir. [Hlibukı, tesavvuf ve mütehassısı, İmâaı-ı itkisi ‘Vahîme-hulBahü . kalbin ve rühun birbirinden varlıklar olduklarını

_ H —

 

şerîfde, (Herkes, müslimânlığa elverişli olarak dünyâya gelir. Bunları sonra anaları babaları, yehûdi, hıristiyan ve îmânsız yapar) buyuruldu. Beyt:

Kendi elinle bozuyorsun kendini!

Yoksa, hâlık güzel yaratmıştı seni.

. •«

Ba’zılarma göre, insâriiri rûhu pis olarak dünyâya geldi. Rûhun kendisi temiz idi ise de, bedenle karışınca, bedenin ihtiyâçları onu yoldan sapdırmışdır. Allahü teâlânın hidâyet, iyilik nasîb etdiği kimseler, doğdu klarıgibi pis kalmayıp, iyiliğe dönerler dediler. –                                               ’

Ba’zıları da, rûh,, yaratılışda ne iyi, ne de kötü değildir. Sonradan her iki şekle de dönebilecek hâldedir dedi. İyi huy­ları’, güzel işleri öğrenen kimse, se’âdete, kemâle kavuşur. Kötüler arasında kalıp, kötü huy, çirkin işler öğrenen de, şakî, kötü olur dediler.

Eski Yunan tabîblerinden Calinusa göre, inşân rûhu üç çeşiddir. Bir kısmı iyi, İkincisi, kötü yaratılmışdır. Üçüncüsü, her ikisi de değildir. Fekat, sonradan her ikisi de olabilir. Yaratılışı iyi olan inşân azdır. Yaratılışda kötü olup, hep kötü­lük yapmak istiyenler, dahâ çokdur. Kötüler arasında kötü, iyiler arasında iyi olabilen kimselerin ğâyısı, iki öncekiler ara­sındadır dedi. Bunâ göre, ba’zı kimsenin huyu değişebilir. Çok kimsenin ise değişemez.

Âlimlerin çoğuna gcjre, herkesin ahlâkı değişebilir. Hiçbir kimsenin huyu, yajatılışdaki gibi kalmaz. Sonradan değişebi­lir. Ahlâk değişmeseydL Peygamberlerin «aleyhimüsselâm» getirdikle,rj dinler fâidesiz, lüzumsuz olurdu. Âlimlerin sözbir- liği ile koymuş oldukları terbiye ve cezâ usûlleri abes olurdu. Bütün ilm adamları, çocuklarına ilm ve edeb vermiş ve terbiye­nin fâide sağladığı her zeman görülmüşdür. O hâlde, ahlâkın değişdiği güneş gibi meydândadır. Şu kadar var ki, ba’zı huylar pek yerleşmiş, rûhun hâssası gibi olmuşdur. Böyle huylan değişdirmek, yok etmek pek’müşkil olur. Böyle ahlâk,’ ençok, câhil, kötü kimselerde bulunur. Bunu değişdinhek için ağır riyâzet ve çok mücâhede lâzımdır. Nefsin istekleıfci yapma­mak’ için çalışmağa (Riyâzet) denir. Nefsin istemediği şeyleri yapmağa (Mücâhede) denir. Câhiller, ahmaklar, huy değişmez diyerek, nefisle mücâhede ve riyâzet etmiyorlar. Kötü huylarını

 

i

I

I

I

|

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

föiİİan çekilir. Dağ kadar büyük miknâtısm veyâ yüksek geri-
fırtıli eiektro-mağnetik alanın bir iğneyi çekmesi gibi, onu
yüksekliklere çekerler. Sırat köprüsünü şimşek $bi sür’at ile
geçer. Cennet bağçelçrinde, kendine münâsib olan ve rûhuna
lâyık olan ni’metler içinde, sonsuz tâhat edenlerden olur. Beyt:ÂHro-ü âmil olanlar, çelmez azâb-ı eJin,

Cennete hem kavuşurlar, zâHkei fevzüTazîm!

Ahlâk ilmi, rûh sadığı bilgisi demekdir. Td> âmâna*

saflığı bilgisi olmasına benzer. Çünki, fenâ huytftr,
hastalıkları ve zararlı işler, bu hastalıklara* alâmetten,

Ahlâk ihni çok şerefli, pek kıymetii, en Jazûmhî feir

ÇÖnki, rûhun kötülükleri bu ilm ile tensbeleneböir.
yihuytarla sıhhati,kuvveü bununla müyesser ofer. Kuvvetli
a|Hik jjmi sâyesindç güze! ahlâk sâhibi olur, Kirleraaîş,

Ipför <&, bu ilm yardımı ile, temizlenir, iyi ahlâka kavu-

temiz rûhtar da, bu ilm bereketi ile temizliğini artdsır,

mi? İnşânın huyunu bırakıp, ba^ka

mBrakin raidir? Bu mesele üzerinde muhtelif

«sahâhf fıkrler varsa da, hepsi üç merkezde toplaa#*-

ahlâkı hiç deşmez. Çünkü huy, inşân gftcü-

lyoeafii feirvadUMır.

i d^riüdür. Birisi inşânla birlikde ya

2. İkmetsi, sonradan hasıl olan;

k. fu huy deşebilir,

radan ekle edilir ve

Çoğu bu üçüncü fikir üzeriadei

^âicyhiînüssdânı» ‘                     ‘İm- ■Tpı_nı1tCTr

mduiadır. Tesavvuf büyüklerinin, «Şa terbiye için koydukları usftüer, bu s$zfta

elverişli olarak bir sülldır.
vçjfoBd ahlâkı iğrenmemek ve kötü

‘ >kötö huylan meydâna jetini;.”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir inşân, tabî’ati ve kendini tedkîk ederek, hemen mUslimân ol- dukdan sonra, İslâm âlimlerinin “rahime-hümullahü teâlâ” kitâbların- dan, Muhammed aleyhisselâmm hayâtını ve güzel ahlâkını da öğrenir­se, îmânı kuvvetlenir. Ahlâk bilgisi öğrenerek, iyi ve fena huylan, fâi­deli ve zararlı işleri anlar. İyi işleri yapıp, dünyâda kâmil, kıymetli bir inşân olur. İşleri muntazam ve kolaylıkla hâsıl olur. Dün­yâda râhat, huzûr içinde yaşar. Kendisini herkes sever. Allahü teâlâ ondan râzı olur. Âhiretde de, Allahü teâlânın merhame­tine, mükâfatlarına nâil olur. Tekrâr bildirelim ki, seâdete kavuşmak için, iki şey lâzımdır. Mes’ûd ve bahtiyâr kimse, bu iki şeye kavuşan kimsedir. Bu iki şeyden birincisi, doğru ilm ve îmân sâhibi olmakdır. Bu da, fen derslerini ve Muhammed aleyhisselâmm hayâtını, ahlâkım öğrenmek ile ele geçer. İkin­cisi, iyi huylu, iyi hareketli inşân olmakdır. Bu ise, fıkh ve ahlâk ilmlerini öğrenmek ve bunlara uymakla olur. Bu ikisini elde eden kimse, Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavuşur. Çünki Allahü teâlâ, sonsuz Hmi ile herşeye âlimdir. Meleklere ve Pey­gamberlere çok ilm vermişdir. Onlarda hiç ayb ve kusûr ve çirkin hiçbirşey yokdur. İnsânların ilmi ise, pek az ve îmânları, yâ bozuk veyâ kötü huylar ile bulaşmış ve kötü işler ile kirlen- mişdir. Bunun için insânlar, Allahü teâlâdan ve meleklerden ve Peygamberlerden pek uzak, onlara kavuşmak şerefinden çok mahrûmdur. tnsân, fen bilgilerinde, tabî’ati incelemekde ten- bel ve câhil kalarak, hakîkî îmâna, i’tikâda kavuşmazsa ve Muhammed aleyhisselâmı doğru tanıyarak îmânını kuvvetlen­dirme zse, sonsuz felâketde ve sıkıntıda kalanlardan olur. Eğer, hakîkî îmâna kavuşursa ve nefsine tâbi’ olmayıp islâmiyye­te, ya’nî Allahü teâlânın emr ve yasaklarına uyarsa se’âdete kavuşmakdan ve Allahü teâlânın’rahmetinden, afvmdan mahrûm kalmaz. Fekat, yapdığı kötülükler kadar azâb görür, yanar ve Allahü teâlânın rahmetine kavuşması güç olur. îmânı olduğu için, sonunda yine rahmete kavuşur. Cehennem ateşi, kötülük­lerinin kirlerini temizleyip, onu Cennete girmeğe lâyık temiz şekle sokar.

Görülüyor ki, bütün se’âdetlerin, rahatlıkların başı, kâmil îmân sâhibi olmakdır. Herkesin kalbini yanlış i’ükâdlardan, şübhelerden kurtarmağa çalışması lâzımdır. Bir kimse, doğru îmâna kavuşur ve ahlâkı güzel ve işleri iyi olursa, yüksek, rûhlara, ya’nî Peygamberlere ve Evliyâya ve meleklere benzer ve onlara yaklaşır. Maddenin çekimi kanûnu gibi, onlar tara*

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

b^feti neticesinde yapdığı işlerdir. Böyle işleri, zemanla ve cem’- lyfetin te’sîrı ile değişmez.- İkinci sebeb olan emr, kanûn ise, yâ bir cemâ’atin, bir mjlletın müşterek düşüncesinden do­ğar. Buna (Rüsum) ve (Âdet) denir. Yâhud bir tanınmış âlım, tembeli, otorite sâhibi kimse tarafından ortaya konur, Pey­gamberler, Evliyâ ve krallar, diktatörler böyledir. Peygamber­ler “aieyhimüssalevâtü vettesfîmât’% Evliyâ ve âlimler tarafından tü- cSf|ie», Allahü teâlânın emrleri de üçe ayrılır: Birincisi, herkesin ayrı yalnız olarak uyması lâzım olanlardır. Bunlara (Ahkâm) vgjrâ (J|£iıde$Ier) denir. İkincisi» insanlar arasında karşılıkh uymalan Itom afanemrlerdir. (Münâkehst) ya’nî evlenme işleri m yj$nt alış-veriş işleri, böyledir. ÜçünCüsü, memleketleri, oiiBr’ îyyetleri içine alan emrlerdir. Bunlar, (Hudud),

(siyâsî) işlerdir. Bu üç ilmin hepsine (Fıkh) bilgisi denir. Fıj®h feigtleri ve bu işlen düzenliyen emrler veyâ tatbîk edilmeleri, yaşamaları, memleketlere, milletleri göre ve zemanla de|£ş|r, Butfebeddüîât da ancak Allahü teâlânın bildirmesi ile olur* Afehii-teâlânın dinlerde yapdığı neshler, de^şdirmeler*

.î**.             .3 ”         m ..            t.            m m            f a          Aı *                    « ı *                 « A

ejşjpçrde oimüşdur. Meselâ, Adem aleyhisselâm zeraaflpfo

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*