Istanbul suru’nun TARİHÇESİ
izandion (Bizandion, Bizans) şehrinin etrafına ilk defa sur inşa eden Byzas (Bizas)’tır.384 Surları yaptıran ikinci kişi Pausanias adlı İsparta komutanı; üçüncü kişi Kayser Severius’tur (S. Severe). Bu zat Bizans’ı kuşatma altına aldığı zaman kalesini yerle bir etmiş, fakat bir müddet sonra gördüğü lüzum üzerine bütünüyle yenileyerek, süslemiştir. Dördüncü kişi İmparator Büyük Kostantin’dir ki Bizans’ın surlarını Kostantiniye’nin surlarına bağlamıştı. Celâl Esad Bey’in Bizans, islâmbol adlı eserinin Fransızca kısmına eklenen plânındaki güzergâhtan anlaşıldığına göre, Bizans şehrinin etrafına ilk önce yapılan surun vaziyet ve istikameti, Marmara sahilinde Balıkhane Kapısı civarından başlayarak İshak Paşa’dan (Üçüncü Bölge) geçerek kuzeye doğru Adliye Nezareti dairesi yakınındaki Mağnora Sarayı’na kadar çıktıktan sonra güneye kıvrılır ve eğrili bir çizgiyle Sultanahmet Camii’nin güneyinden, Küçük Ayasofya’nın kuzeyinden geçtikten sonra kuzeye yönelerek Şehid Mehmed Paşa (Sokullu) Camii’nin güneybatısından geçerek biraz yukarıda hemen hemen bir dik açı oluşturarak bugün Şehremaneti Dairesi’nin bahçesinde bulunan Theodosius Sarnıcı’ndan ve Philoksen Sarnıcı’nın doğusundan (Binbirdirek), Çemberlitaş Meydanı’ndan (Forum Kostantin), Nuruosmaniye’nin doğusundan ve Mahmutpaşa’da bulunan Theodosius Sarnıcı’nın doğusundan – İmam Tahsin Efendi’nin evinin altında kalmıştır – geçerek biraz kuzeye, onu takiben doğuya yönelerek Kürkçü Hanı’na kadar geldikten sonra doğuya kıvrılmak üzere hafif eğri bir çizgi ile Yeni Cami’nin olduğu yerde son bulurdu.
Bu surun uzanışı, düzgün veya kırık bir çizgi hâlinde olmayıp arazinin özelliklerinden dolayı daima eğri ve hafif köşeler oluşturmak suretiyleydi. Surun en önemli köşesi eski Ste. Anastasie’nin (Şehid Mehmed Paşa Camii) kuzey tarafındaydı ki biraz önce anlatıldığı gibi bir dik açıya yakındı. Burada böyle bir köşenin oluşması arazinin topoğrafî durumundan kaynaklanıyordu. Bu civar dik yokuştur. Beşinci kişi, Kayser Arkadius’tur ki bir d e p r e m d e n 385 sonra darmadağın olan kara tarafındaki surları baştan başa tekrar yaptırmıştı. Altıncı kişi, genç İkinci Theodosius’un çocukluk çağında velisi olan Şehremini Anthemius’tur (408-450) ki, milâdın 414 senesinde, yani hicretten 290 yıl önce kara surlarını ileri doğru uzattırmıştı. Bugün gördüğümüz bu taraftaki surlar, bu adamın eseridir. Bu surlar gerçi adı anılan şehremininin büyük gayretleriyle, iki ay zarfında tamamlanabilmişse de, 438 senesinin Ocak ayının yirmi yedisinde meydana gelen bir depremde yıkıldığından, şehremini ve İstanbul Valisi Gyrus Kostan- tin386 bitmez tükenmez çalışmasıyla altmış günde surları yenileyerek mükemmelce inşa ettirmiştir. İnşa suretini anlatmak üzere, Haliç’e nazır olup Xylo Kerque denilen Parmakkapı’nın -son kapı- yukarısına aşağıdaki ibareleri bulunduran bir de levha koydurmuştu: “İmparator Theodosius ile Şehremini Kostan- tin bu surları altmış günde yaptılar.” Marmara Denizi tarafında son kapı olan Rikion Kapısı üzerinde “Güçlü, dayanıklı ve sebatlı bir imparator zamanında Şehremini Kostantin bu surları altmış günde inşa etti” ibarelerini bulunduran mermer bir levha koydurmuştu. Bütün plânlarda adı geçen Gyrus Kostantin, bu gayretlerine karşılık imparatordan canına dokunan muamelelere hedef olmuştu. Tarihin, daha doğrusu insanlığın garip, hatta nefrete lâyık tecellîleri vardır. Gyrus Kostantin’in Theodosius’tan gördüğü muamele de buna örnektir. Surların yapımındaki büyük gayretleri, belde sakinlerini o kadar memnun etmişti ki büyük şenlikler yapıldı. Theodosius’un övgüsünü içeren manzumeler yazıldı ve okundu. Hatta İstanbul’u Kostantin bina etmişse de, onu canlandırıp genişleten Gyrus olduğu için şehrin adının ‘Ciropolis’e dönüştürülmesi teklif edildi. Şehir halkının Gyrus hakkındaki bu genel teveccühünü çekemeyen Kayser Theodosius şehri güzelleştirip inşa ettiği için Gyrus’u ödüllendirmek (?!) isteyerek zavallıyı gayet dar, sıkıntı verici bir mekâna hapsettikten sonra saçını, sakalını tıraş ettirmişti. Talihsiz Gyrus hapsedildiği yerde inleyerek can vermiştir. “Fe’tebirû yâ üli’l-elbâb.”* Surları yaptıran yedinci kişi Birinci L e o n 387 ( 4 5 7 . 4 7 4 ) olup şehrin batı tarafındaki surları tamir ettirdiği gibi, sekizinci kişi olan Üçüncü Tibere Apsimare de (696-705) deniz tarafında olan surları tekrar yaptırmıştı. Fakat ardı sıra meydana gelen depremlerden bu surlar yine harap olduğu için Üçüncü Leon Isaurien (717-741) tarafından yenilenerek inşa ettirilmişti.
En sonra Theophilos (829-842) Haliç, yani Ayvansaray tarafındaki surları yaptırdı. Fakat kara tarafında bulunan surlara destek olmak üzere yapılan ikinci suru, hangi kayserin yaptırdığını Bizans tarihi açıklamıyor. Bundan başka yüksek surun önünde diğer bir sur daha vardı ki, İstanbul’da Lâtin İmparatorluğu zamanında mevcuttu. Zira Lâtin İmparatoru Birinci Baudouin, Arnold Lubecense’ye yazdığı mektupta bu surdan bahsettiği gibi Pachymere de beşinci kitabın üçüncü bölümünde “Kara tarafındaki surun önünde zaten ikinci bir sur daha bulunduğundan Sekizinci Michel P a le o lo g o s 3 8 8 (1259-1281) İstanbul’u Lâtinlerden kurtararak İznik’ten eski vatanı olan Kostantiniye’ye döndükten sonra deniz tarafındaki surların önüne de sağlam bir sur ilâve etmişti” diyor.
Kariye Camii adlı eserimde; hayat hikâyesi sırasında, bu ihtişamlı mabedin canlandırılmasındaki yardımlarını ayrıntılarıyla yazdığım Theodore Metochite (Grand Logothete)’in en büyük destekçisi olan Michel Paleologos’un oğlu Andronikos Paleologos (1282-1328) kara tarafında yapılmış surlarla deniz tarafında olup daha önce harap olan surların yapımı için gayret etmişti. Andronikos’un vefatından sonra (13 Şubat 1333), hile ve desiseleri, zulüm ve yolsuzluklarıyla Bizans tarihinde kötü bir nam bırakan hükümet vekili Alexios Apokafkos, Altıncı Kantakuzenos’un hücumundan korunmak için kara tarafında büyük hendek kenarındaki dış suru sağlamlaştırtmış, bugün Eğrikapı civarında bulunan Tekfur Sarayı’ndan itibaren Yedikule’deki Yaldızlıkapı’ya kadar uzatıp genişletmişti. Bu surlar hakkında Emanuel Chrisoloras diyor ki: “İstanbul surları389 ve bu surların çevresinin niçin Babil Suru’nun aşağısında bulunduğuna dair fikir beyân etmek benim için çok zordur. Bu surların birçok kulesi olup, büyüklük, yükseklik ve sarplık bakımından öyle bir derecedeydi ki, yalnız bir tanesinin görüntüsü bile seyredenleri hayrette bırakırdı. Bu kuledeki geniş merdivenlerle binaların heybetli görüntüerini kim görse, mutlaka şaşkınlığını ifade ederdi. Kapıları güzellik hususunda da geri kalmazdı. Asıl surlarla karşı hizada bulunan diğer surlarınki de böyleydi. Hatta bu surlar, başka bir memlekette olsa, yalnız başına bir savunma aracı oluştururdu. Bunu bir yana bırakırsak, surları çevreleyen hendeklerin genişliği ve derinliği o derecedeydi ki oralara giren suların bütünü İstanbul’u, su ile çevrili bir belde (ada) hâline getirmişti.”