Münâsebet âdâbına riâyet. Kadınla münâsebetten evvel Besmele ve İhlâs sûresini okumalı, tekbîr ve tehlîl getirmeli \t
«Azim olan Allah’ın adiyle, Allah’ım, eğer sulbümden bir çocuğun meydâna gelmesini takdir etmişsen, onu hayırlı bir zürriyet kıl» diye duâ etmelidir. Resûl-i Ekrem (S.A.V.) bir hadîsinde:
«Eğer sizden biriniz ehline yaklaşacağı zamân, “Allah’ım, beni şeytândan ve şeytânı da bize takdir ettiğin çocuktan uzaklaştır” diye duâ eder de bu münâsebetten bir çocuk doğarsa, o çocuk, şeytân şerrinden emîn olur» (202) buyurmuştur. İnzâl zamâm yaklaşınca:«O Allah’a hamd ederim ki, sudan [nutfeden] insan yaratmıştır» âyet-i celîlesini hâtırlamalıdır. Bâzı hadîs âlimleri sesleri duyulacak şekilde tekbîr getirirlerdi.
Münâsebet esnâsmda, hürmeten, kıbleye dönmemeli. Hem kendisi ve hem de âilesi kapanmalı, açık olmamalıdır. Resûl-i Ekrem (S. A.V.) münâsebet esnâsmda kapanır, sesini kısar ve âilesine «Ağır ol» derdi. Haberde«Sizden biriniz âilesi ile münâsebette bulunduğu zamân, hayvanlar gibi çırılçıplak olmasınlar» (203) buyurmuştur.
Münâsebetten önce, dil şakalan yapmalıdır. Nitekim Resûl-i Ekrem (S.A.V.) bir hadîsinde:
«Sizden biriniz (münâsebette bulunacağı zamân) âilesine, hayvan gibi çullanmasın. Aralarında (teşvik ve tahrîk edici) vâsıta olsun» buyurdu. «Bu vâsıta nedir, Yâ Resûlallah?» diye sorulunca, Resûl-i Ekrem«Üç sev kişinin at ziyet indendir: (Birincisi,) sevdiği bir kimse iic buluştuğu lıâide, adını ve soyadını öğrenemeden ayrılmak. (İkincisi,) kendisine yapılan ikrânıt reddetmek. (Üçüncüsü.) Konuşup şakalaşmadan. öpiisiip – elleşmeden, hemen ailesiyle münâsebette bulunup, kadmın, zevkini tamamlamadan, yalnız kendi işini bitirip kalkmak- tm> (205) buyurmuştur. Her (kamerî) ayın ilk, orta ve son günleri olmak üzere, her ayda bu üç gün münâsebette bulunmak mekrûhtur. Denildi ki, bu gecelerde şeytânlar, münâsebette hazır bulunurlar. Hz. Ali, Muâviye ve Ebû Hüreyre’den (Allah onlardan râzı olsun), bu husûsa dâir kera- hat rivâyeti vardır. Âlimlerden bazıları, Resûl-i Ekrem’in:
«Cum a günü yıkanan ve âilesini yıkatana Allah rahm et etsin» hadisinin bir mânâsına göre, cıım’a günü münâsebette bulunmağı miistehab saymışlardır (206). Kendi şehveti sona erince hemen ayrılmamalı, kadının, şehvetini tamâmlamasi için ona mühlet vermelidir. Bâzan kadının şehveti daha geç. gelir. Kadının şehvetini tahrik ettikten sonra, onu sona erdirmeden kendi işini bitirip ayrılan, kadına eziyet etmiş olur. Önce erkek, inzâl olursa, nefreti mûcib olur. Ama iki şehvet birleşirse, o zamân kadına göre daha zevkli olur; çünkü erkek kendi zevki ile meşgûl iken, kadm da sıkılmadan kendi zevki ile meşgûl olur. En uygunu kadınla dört gecede bir münâsebette bulunmaktır. Zâten dört âilesi olana göre, âdilâne olan da budur. Bununla beraber her iki tarafın ihtiyâcına göre bu m iktar azaltılıp, çoğaltılabilir. Hayız hâlinde ve hayız kesildiği hâlde, yıkanmadan evvel kadm ile münâsebette bulunamaz. Çünkü bu, Nass-ı K ur’ân ile harâ indir (207). H attâ bâzılan, hayız hâlinde kadın ile münâsebetten doğan çocukta cüzzam hastalığı olacağım söylerler. Hayız hâlinde, kadm ile tabiî yoldan münâsebette bulunamaz; fakat bedeninin diğer taraflarından faydalanabilir (208). Ancak tabiî yolu hiç bir sûretle değiştiremez, yâni arkadan sûret-i kat’iyyede münâsebette bulunamaz. Hayız hâlinde münâsebetin yasak olması, pislik ve eziyet oiması bakımındandır. Arkada ise dâimâ pislik mevcud olduğundan, oradan münâsebette bulunmak daha şiddetli harâmdır. Allahü Teâlâ’nm:
«Siz tarlanıza istediğiniz şekilde gidin tohumu atın» (2 – Bakara; 233) âyet-i ceiîlesinden murad, istediğiniz zamân münâsebette bulunun, demektir. {Esâsen tohum ekmek ifâdesi de sarihtir. Tohum, mahsul veren yere ekilir.] Kadının, hayız hâlinde — bu yollar dışınd a — elinden ve gömlek altından da olsa, bedeninin her tarafından faydalanabilir. Fakat kadına lâyık olan, hayız hâlinde göbeğinden diz kapağına kadar izar [futa] kullanmaktır. Bu, terbiye icabıdır. Hayız hâlinde olan kadınla yiyip içmekte, oturmakta, yatıp kalkmakta ve öpüşmekte bir beis yoktur. Ancak cima’ yasaktır, harâm- dır. Âilesi ile ikinci defâ münâsebette bulunmak iktizâ ediyorsa, veyâ düş azmasından sonra münâsebette bulunacaksa, tenâsüî uzvunu yıkamalıdır.Yatsıyı müteâkib yatağa girer girmez münâsebette bulunmak —abdeslsiz uyumağa sebeb olacağı için— mekrûhtur. Münâsebetten sonra yemek veyâ uyumak isteyenler abdest almalıdırlar. Bu, sünnettir. Abdullah b. Ömer (R.A.), Resûl-i Ekrem’e (S.A.V.): «Herhangi birimiz cünüb iken uyuyabilir mi?» diye sorduğunda, Resûl-i Ekrem:
«Evet, abdest aldığı vakit uyur» (209) buyurmuştur. Bununla berâber, abdest almadan da cünüb olarak uyumağa ruhsat vardır. Nitekim Resûl-i Ekrem’in, abdest almadan da cünüb iken uyuduğunu Hz. Âişe (R.A.) haber vermiştir (210). Cünüb olarak yatmak isteyen, ya yatağın üzerini eliyle süpürmeli veyâ yatağı silkmelidir. Çünkü yattıktan sonra ne olacağını bilemez.
Cünüb iken tras olmak, tırnak kesmek, kan aldırmak veyâ bedeninden bir parçayı koparıp atmak uygun değildir. Yıkanmalı, ondan sonra bu gibi işleri yapmalıdır. Böyle yapmakla vücûdundan ayrılan parçaların da temizlenmiş olarak atılmasını te’min etmiş olur. Âhi- rette bu âzalar, temiz olarak bedenine dönerler. Aksi hâlde cünüb kaldıkları için, bedeninden dâvacı olurlar.
Nutfe [meni] sini kadının rahminden başka yere akıtmamalıdır. Çünkü Resûl-i Ekrem: «Mukadder oîau nesil, muhakkak gelecektir» (211) buyurmuştur. Nutfesini hârice boşaltmanın ibâhet ve kerâhatinde âlimler, dört şekilde ihtilâf etmişlerdir. 1 — Her ne şekilde olursa olsun, mübâhtır. 2 — Her ne şekilde olursa olsun, harâmdır. 3 — Kadının muvâfakatiyle helâl, aksi hâlde harâmdır. Bu üçüncü mezhebin gaayesi, kadına eziyet vermemektir. 4 — Câriyelerde mübâh, âilelerde mübâh değildir. Bize göre en doğrusu, azl’in [dışarı akıtm anın] mübâh olmasıdır. Kerâhet sözü tahrimiyye ve tenzihiyye olarak kullanıldığı gibi terk-i fazilet, mânâsında da kullanılır. İşte azlin mekrûh olması terk-i fazilet mânâsmadır. Yâni hârice akıtmakla efdal olanı terk etmiş olur. Meselâ, hiç bir ibâdetle meşgûl olmayan kimsenin, câmide durması m ekrûhtur, denildiği gibi, câmide durmak mekrûh değil, boş durmak fazileti terk etmek demektir. Yine bunun gibi, Mekke’demukîm olup her serie haccetmemek m ekıûhtur, denildiği zaman, ev- lâyı ve fazileti terk etmiş demektir. Bu da eviât yetiştirme fazileti ile alâkalıdır. Nitekim Resûl-i Ekrem Efendimiz:«Ailesi ile tenıâsda bulunan kimse. Allah, uğrunda -mücâhecfe edip öldüren ve nihayet şclıid olan bir erkek evlâd sevabım kazanır.* (212) buyurmuştur. Çünkü esasında böyle bir evlâdı olsaydı, kendisinin, o evlâdın vücûduna sebeb olması bakımından, bu mükâfata nail olacaktı. Hakikatte evlâdı takdir eden, doğurtan, yetiştiren, Allah’tır. Adama terettüb eden vazife, kadın ile münâsebette bulunmakla, çocuğun doğmasına sebeb olmaktır. Adam ise bunu yapmıştır. Fakat bu da ancak meniyi kadının rahmine ilkâ etmekle olur. Bununla beraber, hârice akıtmasında, da tenzihi ve ne do tahrimî kerâhet. vardır, dedik, çünkü bir şeyi yasak etmek, K ur’ânm veyâ hadîsin sarâhati veyâ o sarahate dayanan kıyâs ile olur. Halbuki bu hususta ne bir sarahât, ne de üzerine kıyas edilecek bir asıl mevcuddur. Bu asıl, hiç evlenmemek veyâ evlendikten sonra münâsebette bulunmamak veyâ idhâlden sonra inzâl etmemek gibi şeylerdir. Bunların hiç biri haram veyâ yasak değil: belki fazileti terk etmek kabilinden olan şeylerdir. Burada da fark yoktur. Çünkü çocuk, meninin rahime, döl yatağına dökülmesinden sonra olur. Bunun da dört sebebi vardır: Evlenmek, münâsebette bulunmak, inzâl etmek ve meni, kadının rahmine yerleşinceye kadar beklemektir. Bunlar, birbirine yakın ve birbirini tamamlayıcı şeylerdir. Dördüncüden kaçman üçüncüden; üçüncüden kaçman İkinciden; İkinciden kaçman da birinciden kaçınmış gibidir; çocuğu diri diri gömmek veyâ düşürmek gibi değildir. Zîfa bunlar, ortada mevcûd olan bir varlığa karşı cinâyet- tir. Hattâ bunun da dereceleri vardır. Mevcudiyetin ilk kademesi, meninin ana rahminde kadın suyu ile birleşip hayâtı kabül edecek bir vaziyete gelmesidir. Henüz bu vaziyette iken yuvayı bozmak, bir cinayettir. Donmuş kan ve et parçasına intikal ettikden sonra onu düşürmek, biraz daha büyük; hilkati tamâmlandıktan sonra düşürmedeki cinâ- yet ise, daha büyük ve en büyük cinayet de canlı olarak dünyâya geldikten sonra onu öldürmektir.
Varlık sebebinin başlangıcı, meninin yerinden çıkması ile değil, rahime girmesiyledir, dedik. Çünkü yalmz erkek menisinden çocuk olmaz. Ancak kadının menisi veyâ hayız suyu ile döl yatağında yeıleş- tikden sonra, çocuk meydana gelir. Bâzı hekimlere göre, döl yatağındaet parçası, Allahü Teâlâ’nm kudretiyle hayız kanından meydana gelir. Kan, yoğurt için süt gibidir. Hayız kanının katılaşmasındaki rölü, mayanın, sütün yoğurt olmasındaki rolü gibidir. Çünkü süt, o maya sayesinde yoğurt olur. Her ne suretle olursa olsun, çocuğun vücûd bulmasında kadının suyu da, asildir. Erkek ile kadının sulan, her hangi bir hükmün akdinde, tarafların îcab ve kabûlü gibidir. Bir kimse söz verdikten sonra, karşı taraf henüz kabûl etmeden sözünden dönerse, muahedeyi bozmak suçu ile ithâm edilmez. Ama her iki taraf, îcab ve kabûl ile anlaştıktan sonra dönmek, hükmü bozmak ve kesmektir. Erkeğin belinde bulunan sudan çocuk olmayacağı gibi, meninin yalnız hârice çıkması ile de çocuk olmaz. Meğer ki, döl yatağında kadının suyu veyâ kanı ile birleşe. İşte buna «Kıyâs-ı celî» derler. Şayet, çocuk olmaması için hârice inzâl mekrûh değilse de çocuğun olmamasına niyet etmek, kendisine bir nevi gizli şirk karışan çürük bir niyet olması bakımından kerâhetten hâli değildir, dersen, derim ki: İnsan beş sebebten biri ile hârice inzâl eder:
I — Câriyelerin, câriye olarak kalmasını niyet eder ve bu sebebten hârice inzâl eder. Çünkü câriyeler çocuk yaparsa «Ümmü veled» olur ve âzâd olup, adamın mülkiyetinden çıkmış sayılır. Bu niyetle, hârice inzâl yasak değildir. II — Çocuk doğurmakla kadın kocar. Kadının gençlik ve güzelliği ni muhâfaza için, hârice boşaltır. Bu da câizdir. HI — Âile efrâdı çoğalır, geçim güçleşir ve nihâyet gayr-ı meşrû kazanç zarûreti hâsıl olur korkusu ile olursa, yine yasak değildir. Çünkü âileyi azaltmak, dine yardım eder. Gerçi asıl kemâl, Allah’a tevekkül etmektedir. Çünkü Allahü Teâlâ:
«Yer yüzünde hareket eden bütün canlıların rızkı Allah üzerinedir» (11-Hûd: 6) buyurmuştur. Şübhesiz, bu gibi tedbirlere baş vuran, ef- dal olanı terk ettiği için, kemâl derecesinden düşer; fakat görünüşde tevekküle aykırı olan, malı korumak ve gelecek için servet hazırlamak da yasak değildir. IV — Onu evermenin âr olacağı düşüncesiyle, çocuğun kız olacağından korkarak, dışarıya akıtmaktır. Nitekim bu düşüncenin te’sîriy- le Arablar, kız çocuklarını diri diri gömerlerdi. İşte bu niyet, fâsid bir niyettir. Bu maksatla nikâh veyâ cinsî münâsebeti terk etmek günâhtır. Yoksa, evlenmeyi red veyâ münâsebeti terk etmesi veyâ hârice boşaltması mahzûrlu değildir. Asıl mahzûrlu olan, Resûl-i Ekrem’in sünnetinde âr ve aybın bulunduğunu itikat etmektir. Bu, kendişini erkeklere benzetmek istediği için —üstüne erkek çıkacak diye — evlenmekten kaçman kadının vaziyeti gibidir. Kadının evlenmemesi günâh değil, bu fikri taşıması hatâdır. Bunun gibi, bunlarır: da hârice boşaltmaları hatâ değildir. Hatâ, Resûl-i Ekrem’in sünneti olan evlenmekten meydana gelen kız evlâdını evermekte âr ve aybm bulunmasına inanmakdır.
V — Temizliğe aşırı derecede düşkün olan bâzı kadınlarda olduğu gibi, çocuk doğurmaktan, hayız ve nifasdan kaçındıkları için, çocuk istememeleridir. Bâzı havâric kadınları böyledir. Bunlar, temizliğe son derece ehemmiyet verir, hayız hâlinde oruç tutar, kılmadıkları namâzları sonradan kazâ ederler. Hayız hâlinde giydikleri elbiseyi yıkamadan onunla namâz kılmazlar. Elbiseleri pis olur inancı ile tu- vâlete çıplak girerler. Hz. Âişe Basra’ya geldiği zamân, bu kadınlardan birisi yanma gitmek istedi ise de, Hz. Âişe kabûl etmedi. Bunların da çocuk doğurmaları değil, bu niyet ve tutum ları fâsiddir. Bütün bu ifâdelere göre azilde, yâni hârice boşaltmakta beis olmadığı görülür.
Şâyet, Resûl-i Ekrem (S.A.V.) in, üç kerre tekrârlamak sûretiyle:
«Çocuk olur korkusuyle evlenmeyi terk eden bizden değildir» (213) buyurduğuna göre, bu gibiler mes’ûl olmaz mı? dersen derim ki: Evet, azil, evlenmemek gibidir! Fakat Resûl-i Ekrem’in : «Bizden değil» buyurması, bizim sünnetimiz üzere hareket etmiyor demektir. Resûlullâh’ın sünneti, fazileti işlemektir. Demek ki bu. gibiler, faziletten mahrûm olurlar demektir.
Şâyet, azil hakkında Resûl-i Ekrem’in:
«O, diri diri mezara gömülen kız çocuğunun, niçin öldürüldüğü sorulacak» (81 – Tekvîr: 8, 9) âyet-i celîlesini okuduğu, sahih hadîslerde mevcûttur (214). Buna ne buyurulur? dersen, deriz ki: Azlin mübâholduğu, yine sahîh rivâyetlerde m evcûttur (215). Resûl-i Ekrem’in: «O [azil] gizli bir katildir.» buyurması, diğer bâzı şeylerde: «Gizli şirk- dir.» buyurması gibidir. Bu ise, harâm olmasını değil, mekrûh olmasını icâb ettirir.
Şâyet, İbn Abbâs (R.A.): «Azilden gâye, çccuk getirmemektir, bu ise küçük bir katildir:» demiştir. Buna ne dersin, diyecek olursan, derim ki: İbn Abbâs def’i, kat’a kıyâs etmiştir. Yâni olmadan bir şeyi önlemeyi, olduktan sonra bir şeyi yok etmeğe kıyas etmiştir ki, bu zayıf bir kıyastır. Bunun için Hz. Ali (R.A.) bu sözü duyduğu zamân reddetmiş ve çocuğun mev’ûde olabilmesi için yedi tavırdan geçmesi lâzım geldiğini söyleyerek, Allahü Teâlâ’nın:
«İnsanı çamurun hülâsasından yarattık, sonra onu nutfe kılıp bir karargâhta ana rahminde yerleştirdik. Sonra nutfeyi uyuşmuş kan, katı et parçası, et parçasını da kemikler edip üzerlerine et giydirdik. Sonra onu rahimde halk-ı âhar edip rûh verdik» (23-M ü’minûn: 12). 13, 14) âyetlerini okudu ve sonra da:
«Mev’ûdeden sorulacaklar» (81 – Tekvîr: 8) âyet-i celîlesini okuyarak aralarındaki farkı belirtmiş oldu. Bu âyetleri okuduğun zamân, Hz. Ali ile İbn Abbas’m görüşleri arasındaki farkı kolaylıkla anlarsın.
Nasıl harâm olsun ki, Buharı ile Müslim’de Câbir (R.A.) den şöyle rivâyet edilmiştir. Câbir diyor ki: Biz Resülullah zamânmda azleder, yâni hârice boşaltırdık. Halbuki K ur’ân Âyetleri nâzil oluyordu (yasak olsaydı âyetle men’edilirdi) (216). Diğer rivayette: «Biz azlediyorduk. Resûl-i Ekrem bunu duydu ve mâni olmadı.» dedi. Yine Câbir (R.A.) den gelen bir rivâyette, adamın biri Resûl-i Ekrem’e gelerek:
— Ya Resûlallah, benim bir câriyem var, onunla münâsebette bulunuyorum. Fakat hurm a sulam akta ve diğer işlerimizde çalıştığı için, hâmile kalmasını istemiyorum, dedi. Resûl-i Ekrem:
«— İstersen azil yap, fakat ondan gelmesi mukadder olaıı nesil gelecektir,» buyurdu. Bir müddet sonra adam geldi ve: — Ya Resûlallah, câriye hâmile kaldı, dedi. Resûl-i Ekrem:
«— Eğer mukadderse doğacağını sana söylemiştim» bu yurdu