İslam

KADINLARIN HAYZ VE NİFÂS HÂLLERİ

KADINLARIN HAYZ VE NİFÂS HÂLLERİ TaıMh: îbni Âbitfih “rahime-hullahü teâlâ” (MeabeHg-vİridl») de diyor ki; Her erkek, evleneceği zeman, kadınların hayz ve hâllerini öğrenmeli, zevcesine öğretmelidir. Hasr Htüs&pjp kadıran hayz ve nifâs bilgilerim öğrenmesi farzdır. : *L (Hayz), dokuz yaşım doldurmuş sıhhatli bir kızın âdet zemanı son gününden onbeş gün geçmiş olan kadpşteş önünden çıkan kana denir. Beyazdan başka her renge nık olana hayz kam denir. Bir kız, hayz görmeğe başlapİl|l olur. Ya’nî kadm olur Kan görüldüğü andan, keâföp güne kadar olan günlerin sayısına (Âdet zemânı) denir, w zemini en çok on gündür. En az üç gündür. Şâfi’î ve Hanbelî mesdıetjlermde, en çoğu onbeş, en azı bir güajdftr, Hayz kanının durmadan hep akması lâaain d ^ d ir. tUc görülen kan kesilip, birkaç gün sonra tekrâr görülürse, aradaki üç günden az olan temizlik, sözbirliği ile hep akdi kabûl edifif . Üç gün ve dahâ çok siken temizlik, imâm-ı Muhammede g^e, hayzın onuncu gününden önce biterse, yine kan akdi kl^U eddir. Kan akdi kabûl edilen bu temizlik günlerine (EMİ temizlik) denir. Bir gün, tam yirmidört sâat demekdir. ( J M k m Ş j ı denilen bez veyâ pamuk üzerinde, aylarca, hergün kan feîŞsi göre» kız her ay on gün hay zlı, sonra yirmi gün istihâzalı kabûl edilir. Eskiden âdeti olan böyle bir kadm ise, âdetine göre hareket eder. Bir kız, üç gün kan görüp, bir gün görmese, sonra bir gün görse, iki gün görmese, bir gün daha görüp, bir gün görmese, yine bir gün görse, bu on günün hepsi hayz olur. Her ay, bir gün kan görse, bir gün görmese, böyle on gün birer gün görüp görmese, gördüğü günlerde nemâzı ve orucu terk eder Ertesi günlerde gusl abdesti alıp nemâzlannı kılar. (Mesâit-i şerhi vikâye). Üç günden, ya’nî yetmişiki sâ’atden, beş dakîka bile az olan ve yeni başlıyan için on günden çok süren ve yeni olmıyanlarda âdetden çok olup, on günü de aşan ve hâmile ve âyise [ihtiyâr] kadınlardan ve dokuz yaşından küçük kızlardan gelen kanlar, hayz olmaz. Buna (İstihâza) denir. Kadın ellibeş yaşında (Âyise) olur. Âdeti beş gün olan, güneşin yarışı doğunca kan görüp, onbirinci sabâhı, güneşin üçde ikisi doğar- — 514 — ken kan kesilse, ya’nî on günü birkaç dakîka aşmış olsa, âdet zemanı olan beş günden sonra gelenler, istihâza olur. Çünki, güneşin doğma zemanının altıda biri kadar, on günü ve on geceyi aşmışdır. On gün temâm olunca gusl edip, âdetden sonraki günlerde kılmadığı nemâzları kazâ eder. İstihâza günlerinde bulunan bir kadm, idrârını tutamıyan veyâ sıksık burnu kanayan kimse gibi, özr sâhibi olur. Nemâz kılması ve oruç tutması lâzım olur ve kan gelirken, dahî vaty câiz olur. İmâm-ı Muhammede “rahime-hullahü teâlâ” göre, bir kız, ömründe ilk olarak, bir gün kan görse, sonra sekiz gün görmese ve onuncu gün yine görse, on günün hepsi hayz olur. Fekat, birgün görse, dokuz gün görmese, onbirinci günü yine görse, hiçbiri hayz olmaz. Kan görülen iki gün istihâza olur. Çünki, onuncu günden sonra görülen kandan önceki temizlik günlerinin hayz sayılmıyacağı yukarıda bildirilmişdi. Onuncu ve onbirinci günleri kan görürse, aradaki temizlikler de hayz sayılarak, on günü hayz, onbirinci günü istihâza olur. İstihâza kanı, hastalık alâmetidir. Uzun zeman akması, tehlükeli olur. Tabîbe mürâce’at etmek lâzım olur. Kardeş kanı (sang-dragon) denilen kırmızı sakızı veyâ damla sakızı toz edip, sabâh akşam birer gram su ile yutulursa, kanı keser. Günde beş gram alınabilir. Bir kadının hayzı, çok defa her ay aynı gün sayısında olur. Burada bir ay, bir hayz başından, ikinci hayz başına kadar jgeçen zemandır. Her kadının kendi gün sayısını ve sâ’ atini (Adetini) ezberlemesi lâzımdır. Âdet çok sene değişmez. Değişirse, yeni âdetini ezberlemelidir. (Bahr) ve (Dürrülmüntekâ) da diyor ki, (Kan âdet zemânım aşıp, on günden önce kesilince, kesildikden sonra, onbeş gün ve gece içinde hiç gelmezse, aşırı geldiği günlerin hayz olacağı, sözbirliği ile bildirildi. Âdet günü değişmiş olur. Onbeş gün ve gece içinde bir kerre kan gelirse, âdetini aşmış olanlar hayz olmaz, istihâza olur. İstihâza oldukları anlaşılınca, o günlerde kılmadığı nemâzları kazâ eder). Kesildiği nemâz vaktinin sonu yaklaşıncaya kadar beklemesi müstehâb olur. Sonra gusl edip, o vaktin nemâzım kılar. Sonra vaty câiz olur. Beklerken, guslü ve nemâzı kaçırırsa, nemâz vakti çıkınca, guslsüz vaty câiz olur. — 515 — Üç gönden önce kesilince nemâz vaktinin sonu yaklaşıncaya kadar bekfer. Sonra, gusl etmeden yalnız abdest abjvo netnâzı k^lar ve önce kılmadıklarını kazâ eder. O nemâzı kıldıkdan sonra kan yine gelirse, nemâz kılmaz. Yine kesilirse, vakt sonuna doğru yalnız abdest alıp, o nemâzı kılar ve kılmadıkları varsa kazâ eder Üç gün temâm oluncıya kadar byle yapar Fekat gusl etse bile vaty halâl olmaz. Kan gelmesi iiç günü geçdi ise, âdetden önce kesilince, âdet zemanı geçinceye kadar, gusl etse bile, vaty halâl otaat. Fekat nemâz vakti sonuna kadar kan lekesi görmezse, gusl edip o nemâzı kılar. Kılmadıklarını kazâ etmez. Oruç ttitaar. Kan lekesi görmediği gün, yeni âdetinin sonu olur Fekat, fain yine başlarsa, nemâzı bırakır. Tutmuş olduğu orucu Ramezâpdan sonra kazâ eder. Kan durursa, yine nemâz vaktisin sonuna yakın gusl edip, nemâzmı kılar. Oruç tutar On güne kadar böyle devâm eder. On günden sonra, kan görse de kılar ve guskfen önce vaty halâl olur. Fekat vatydan önce gtişi abdesti almak müstehab olur Fecr doğmadan önce kan kesilse fecrin doğmasına, yalnız gusl abdesti alıp elbisesini giyecek kadar zeman olur da, Allahü ekber diyecek kadar fazla zeman kalmazsa, o günün orucunu tutar. Fekat, yatsıyı kazâ etmesi lâzim olmaz. Tekbîri söyliyecek kadar da zeman olursa, yatsıyı kazâ etmesi de lâzım olur. İftârdan önce hayz başlarsa, orucu bozulur. Ramezândan sonra kazâ eder. Nemâz içinde hayz başlarsa, nemâzı bozulur. Temizlenince farz nemâzı kazâ etmez. Nâfıleyi kazâ eder. Fecr doğdukdan sonra, uyanınca kürsüfünde kan lekesi gören, o anda hayzlı olur. Uyanınca, kürsüfünü temiz gören, yatarken hayzdan kurtulmuşdur. İkisine de yatsıyı kılmak farzdır. Çünki, nemâzın farz olması, vaktinin son dakikasında temiz olmağa bağlıdır. Vakt nemâzını kılmadan önce hayz gören, bu nemâzı kazâ etmez. İki hayz arasında en az onbeş gün temizlik bulunması lâzımdır. Onbeş veyâ dahâ çok gün ve gecede hiç kan gelmezse, önceki ve sonraki kanların başka iki hayz olacakları söz birliği ile bildirildi. Kan on günden önce kesilip, âdet zemânınm değişip değişmediği anlaşıldıkdan sonra, bu âdet zemanından sonra onbeş gün geçmeden görülen kanlar (İstihâza) olurlar, hayz olmazlar. Onbeş gün sayılırken, arada bulunan istihâzalı günler de temiz sayılırlar. Bu istihâzalı günlere (Hükmî temizlik) günleri denir. Görülüyor ki, on günlük hayz müddeti — 5 1 6 – içinde, kan görülen günler arasında bulunan temizlik günleri hayz kabûl edilmekde, on günden sonraki istihâzalı günler ise, temiz kabûl edilmekdedir. Adet zemanı belli oldukdan sonra başlıyan onbeş gün içinde, hiç kan görülmezse veyâ kan görülmeyen bir veyâ birkaç gün varsa, bu onbeş günden sonra devâm eden veyâ başlıyan kan, yeni hayzın başlangıcı olur. Onbeş gün içinde hiç temiz gün olmadan, kan her gün görülürse, âdetine göre hesâb olunur. Ya’nî, bir evvelki ay içindeki temizlik günü kadar temizlik ve âdeti kadar hayz kabûl edilir. Kan devâm etdiği müddetçe, böylece senelerce, hesâb ile hareket edilir. Bu arada bir defa kan kesilirse, tekrâr görüldüğü gün, yeni hayzm başlangıcı olur. Bir kız beş gün kan görse, sonra kırk gün hiç görmese, sonra her gün devamlı görse, bu son gördüğü, yeni hayzın başlangıcı olur. Âdet zemanı beş gün, temizliği kırk gün olan kadın olur. Yeni hayzı devâmlı olduğu için, bunun ilk beş günü hayz olur. Bundan sonra kırk gün temiz, ya’nî istihâzalı kabûl edilir. Âdet zemanım unutan kadına (Muhayyire) denir. (Nifâs) lohusa demekdir. Nifâs zemanınin azı yokdur. Kan kesildiği zeman, gusl edip nemâza başlar. Fekat, âdeti kadar gün geçmeden cimâ’ edemez. En çok zemanı kırk gündür. Kırk gün temâm olunca kan kesilmese de, gusl edip, nemâza başlar. Kırk günden sonra gelen kan, istihâza olur. Birinci çocuğunda, yirmibeş günde temizlenen kadının âdeti, yirmibeş gün olur. Bu kadının ikinci çocuğunda kan, kırkbeş gün gelse, nifâsı yirmişbeş gün sayılıp, yirmi günü istihâza olur. Yirmi günlük nemâzlannı kazâ eder. O hâlde nifâs gününü de ezberlemek lâzımdır. İkinci çocukda kan, kırk günden önce, meselâ otuz beş günde kesilirse, bunun hepsi nifâs olur ve âdeti yirmişbeş günden, otuzbeş güne değişmiş olur. Ramezânda, sahûrdan [ya’nı fecrden] sonra, hayzdan veyâ nifâsdan kesilen, o gün yimez içmez. Fekat, o günü kazâ eder. Hayz ve nifâs sahûrdan sonra başlarsa, ikindiden sonra da olsa, o gün yiyip içer. Hayz günlerinde nemâz, oruç, câmi’ içine girmek, Kur’ ân-ı kerîm okumak ve tutmak, tavâf, cimâ’ harâm olur. Oruçları kazâ eder. Nemâzlan kazâ etmez. Nemâzlan afv olur. Her nemâz vaktinde abdest alıp, seccâdesi üzerinde, o nemâzı kılacak kadar zeman oturup tesbîh okursa, en iyi kılmış olduğu bir nemâzın sevâbım kazanır. — 511 — (Cev&ere) kitâbmda buyuruyor ki, (Kadrom, hayz_başlİ®- ğıtıı kocasına bildirmesi lâzımdır. Kocası sorunca b f ^ İ gftnâfe olur.. Temiz iken» hayz başladı günâhdır. Peygamberimiz «söllallahû aleyhi ve teSfe^l» (l8i|S- /m başladığını ve bittiğini kocasından saklıya» kadrnmeTâııd») buyurdu. Hayz hâlinde de, temiz iken de kadma dübüründ*» yaklaşmak harâmdır. Büyük günâhdır). Zevce®»® ı s ç R f m â m . Puştluk, ya’nî oğlan kirletmek dahâ fclytöi fisffliâp’ d^ Btoa (livâta)4enir Uvâta yapanrçok teblükdi Aids hastalığı hâsıl olmakdadır. Enbiyâ sûresinde, livâtaya, (B||fis işı|r) buyuruyor. Kâdî-zâdenin, (BirgM^rhinde, PefgaîMİprimiz «sşllallalıü aleyhi ve sellem» (Lût kavmi gibi Svâta y a n ­ ları, suç üsto yakalarsanız, ikisini de öidöriBiözf) buyurdu. Ba’zı âlimler, yapanı da, yapılanı da ateşde yakmalıdır dedi. 182 — Akşam, sabâh Âmentüyü okuyarak îmânım yeniden tâzele! Âmentü, îmânın altı şartını bildirmekdedir Âmentüaün ma’nâsını da ezberle ve çoluk çocuğuna da ezberlet! Çttnlri, ne zeman ölecefiöiz belli değjldir. Dâimâ fc®m©4ie¥- hid oku ve inanılması lâzım gelen altı şeyi iyi öğ^en vetasdîk ve ikrâr eyle ve onlara da öğret! Bunları bilmiyenlerin îmânıgiter. Peygamberimiz «aleyhisselâm» buyurdu ki, (Bir kimse bir möşliınânı islâmiyyete vsaââBf işden doğru yola teşvik ederekikâz eylerse, kıyâmet gününde Hak teâlâ hazretleri, o kimseyi peygamberlerle berâber haşreder). Tenbîh: Bir müslimânı islâmiyyete muhâlif işden vazgeçirmeğe (Nehy-i anü münker) denir. Bir müslimâna Allahü teâlânın emrini öğretmeğe ve yapdırmağa (Emr-i bii ma’rûf) denir. Emr-i ma’rûf ve nehy-i münker çok sevâbdır. (Vicdanlara tecavüz etmemeli, Evliyâlar kimseye karışmazdı) diyenler var. îmâm-ı Rabbânînin mahdûm-i mükerrerin olan kayyûm-i Rabbânî, Halîfe-i ilâhî allâme-i nâ mütenâhî Muhammed Ma’sûm “kaddesallahü sırrehül azîz” 1079 [m. 1667] senesinde vefât etmişdir. Bu büyük âlim, üç cild mektûbâtımn birinci cildi yirmidokuzuncu mektûbunda böyle söyliyenlere çok güzel cevâb vermekdedir. Bu mektübun tercemesi, (SeâdeC-i ebediyye) ilmihâl kitabında mevcûddur. 183 — Ey Oğul! Hasta ziyâretinden yüzyirmiikinci maddede bahs etmişdik. Yalnız şunu da hâtırlatmak lâzımdır ki, bir hastanın üç hâli vardır: 1) Bir melek gelerek ağzının tadını alır, 2) Bir melek de kuvvetini alır, 3) Bir melek de gelip günâhlarını alır. Hasta iyi olunca, ağzının tadını alan melek, yavaş yavaş geriye verir. Kuvvetini alan melek de, geriye verir. Günâhlarını alan meleğe gelince, bu, Allahü teâlâya sorar. Bu günâhı ne yapayım? Allahü teâlâ, hadîs-i kudsîde buyurur ki, (Benim rahmetim gazabıma sebkat etmişdir. Binâenaleyh, hasta kulumun günâhını afv eyledim.) Hastalık, derd, keder, günâhları götürmez. Bu acılara sabr etmek, günâhları götürür. Sana iyilik yapana iyilik yap, fenâlık yapanı, zulm edeni afv eyle, onlara nasîhat et! Sapık inançlı, fenâ huylu kimselerden kaç! Onunla arkadaşlık yapma! 184 — Ey Oğul! Sultân-ı enbiyâ «sallallahü aleyhi ve sellem» Ebû Hüreyreye buyurdu ki, (Hastanın hâlini sormak için iki kilometre git, küs olan kimseleri barışdırmak için dört kilometre yürü, altı kilometre de, bir din kardeşini ziyâret etmek için git, bu kadar da, ilm adamından bir mesele öğrenmek için git). [Bir mil iki kilometredir]. 185 — Her insana elinden geldiği kadar iyilik et! Müslimânların ilm ve ibâdetlerine yardım et! En büyük yardım, onlara Ehl-i sünnet i’tikâdım, halâlları , h’arâmları, farzları öğretmek ve hâtırlatmakdır. Bunları Allah rızâsı için yap! Resûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem» buyurdu ki, (Allahü teâlâya Cebrâil aleyhisselâm gibi ibâdet etseniz, mü’minleri, Allah için sevmedikçe ve kâfirlere ve mürtedlere, Allah için düşmanlık etmedikçe, hiç birisi kabûl olmaz.) Allahü teâlânın en çok sevdiği ibâdet, hubb-i fillâh ve buğz-i fîllâhdır. Ya’nî müslimânlan sevip, onlara yardım ve hayr düâ etmek ve dîn-i islâmı beğenmeyenlere, islâmiyyete aldırış etmeyenlere kalb ile düşmanlık ve îmâna, hidâyete kavuşmaları için düâ etmekdir. Peygamberimiz «aleyhisselâm» buyurdu ki, (Yâ Ebâ Hüreyre! Benim ile arş gölgesinde gölgelenmek istersen, her gün yüz kerre salevât-ı şerife getir! Mahşerde benim hayzımdan içmek istersen, mü’min kardeşinle üç günden Âzla dargın durma! Fekat, şerâb [veyâ diğer-alkollü içkileri] içen ve harâm yiyenler ile konuşma, kendini, onlardan çek!) – 5 1 9 – 186 — İslâm bilgilerinin [ya’nî din ve fen Mgikriıan] tahsiline çok ehemmıyyet ver1 Peygamberimiz «aleyhisselâm» bir badîs-ı şeriflerinde, (İlmi beşikden mezara taiar titteö e#- niz), diğfer bir h*fis-i şerîfde,#M.#estyj»ıss4 »gF*i#^İ|Sr.«Şp buyurdu, {Ya’nî dünyânın bir kenârmda ve kâfoierde ölsa dahî demekdir! ” İslâm bilgileri ikiye aynlmışchr Din bilgileri ve ridir. önce din, sonra fen bilgilerini Öğrenmek lâftadır ,j Rivâyet olunur ki, imâm-ı Ahmed ibni HanbeHn hullahü teâlâ” [164-242 Bağdaddadır) yanma gelip ondan nasîhaı isteyen bir kimseye şöyle nasihat etmişdir (Hak teâlâ hazretleri senin ve bütün âlemin tırlına kdjŞf dir,, Rızk için [elinden geldiği kadar çaltşdıkdan soıpij dt^&* meğe hiç lüzûm yokdur. Çünki, Hak teâlâ tarafafmi MMİjji rızklar taksim edilmişdir Hissene düşen rızkı arayıp bulurlaş. Bir sadak#*» yerine on misli ile mukabele edildikden soi|jİ, câhil olmağa hâcet yokdur. Cehennem azâbı hak oldukdBiı sböra, işlemeğe cesâfet hiç olur mu? Bütün işllr, Kök teâlânın takdiri iledir. Sen fakîr olup, başkalarının zettgtnlipöe canının sıkılmasının ne fâidesi olur7). Bunları dinleyip kabûl eden kimseye, nasîhat olarak bunlar yeter , dinlemeyenlere bunun gibi bin dürlü nasîhat eylesen fâıde vermez. Çünki nasîhatların hemen hepsi bunların içinde toplanmışdır 187 — Resûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem» buyurdu kı, (Hak teâlâ hazretleri, bir kuluna rızkı az verse, o kııi ağlayıp bağırmasa ve böylelikle fakirliğine sabreylese, Hak teâlâ hazretleri, meleklerine karşı, bu kul ile iftihar eyler ve buyurur W, ey benim meleklerim! Sizler şâhid olun, bu kulumun her bir lokmasına Cennet-i a’lâda bir köşk ve bir derece ihsân eylerim). 188 — İnsanlara dâimâ iyi muamelede bulun! Gördüğün küçük büyük her müslimâna müslimân selâmı ver! İnsanlaria iyi geçin ki, öldükden sonra seni yâd etsinler ve hayr düâ ile ansınlar. Bir kimse, bir mü’min kardeşine (Selâmüaaleykta) diyerek müslimân selâmı verse, on sevâb yazdır. (Essdâaiöaleyküm ve rahmetuUah) derse, yirmi sevâb yazılır, (Ve ateykÜc»- selâm) diye cevâb verene, on sevâb yazılır. Selâm verene, cevâb vermek farzdır, — 520 — (Merâkılfelâh) da, nemâzın müfsidlerine başlamadan diyor ki, (Başı veyâ bedeni eğerek selâm vermek mekrûhdur. Yalnız el ile selâm vermek de, eli başına kaldırarak vermek de mekrûhdur. Ağız ile ve el ile birlikde vermek mekrûh değildir. Gelen büyüğe karşı ayağa kalkmak, gelen böyle yapılmasını sevmezse, mekrûh değildir. Severse, kendisine mekrûh olur. Şerrinden korkup kalkana mekrûh olmaz. Giderken kalkmak da böyledir. Âlimin ve âdil sultanın, ananın, babanın elleri öpülür). 189 — İşlerinde acele etme ve hemen karar verme! Acele ile verilen kararlara şeytân karışır. Hadîs-i şerîfde (Acele şeytândandır. Teennî Rahmandandır.) buyuruldu. Nefsin istediği birşey hâtırma gelince, şeytân, (fırsatı kaçırma, hemen yap) der. O da, yapar. Allahü teâlâdan kalbe gelen ilhâma uyan kimse ise, o şeyi yapmakdan Allah râzı olurmu der. Sevâbmı, günâhmı olacağını düşünür. Günâh değii ise, yapar. Böyiece, teennî etmiş, ya’nî acele etmemiş olur. Yalnız beş yerde acele etmek lâzımdır: 1) Müsâfirin gelince önüne yemek getir! 2) Hasbel beşer bir günâh işleyince, hemen tevbe, istiğfar eyle! 3) Her beş vakt nemâzmı, vakt geçmeden, acele, ya’nî erken kıl! 4) Kız veyâ oğlan çocuklarına, din bilgilerini ve nemâz kılmasını öğret! Bulûğa erişince, gecikdirmeden evlendir! 5) Ölen şahsın defn edilmesinde acele eyle! [Fekat bunun için, beş vakt nemâzın sonundaki, âyetel kürsî ve teşbihleri terketme!] 190 — Hiçbir günâhı işleme! Allahü teâlânın gadabı hangi günâhda olduğu belli değildir. Sevâb olan işlerin hepsini işlemeğe çalış! Zîrâ Hak teâlânın rızâsının hangi amelde olduğu belli değildir. 191 — İki günâhdan çok kork! Birisi, emrinde olan insanlara zulm etme! En büyük zulm, onların islâm bilgilerini öğrenmelerine, ibâdet yapmalarına mâni’ olmakdır. İkincisi, din yolunda hâin olma! Her günâhdan kork! Bir kimse, bir günâh işlemek istese, fekat Allahü teâlâdan korkarak ondan vazgeçse, Hak teâlâ o kimseye Cennet-i a’lâda bir köşk ihsân eder. Bir müslimân, sana zarar verirse, sen ona iyilik et! Hiçkimsenin ayblarını yüzlerine vurma! — 521 — 192—Elinden geldiği kadar yolları ve sokakları, cânn’leri ta’mir et ve düzen içinde sakla, temizliklerine dikkat eyle! 193 — Rızkının halâl olmasını istersen her işinde, her hareketinde, doğrulukdan ayrılma! İslâmiyyetin emrierini eksiksiz ve tâm olarak yap, san’atında, vazifende ve me’mflriyetinde istikâmet den ayrılma, hile ve hıyânet yollarına sapma ki, aldığın pıra, ücret ve aylık sana halâl olsun. Sabâhieyin yemeği erken yimenin dört fâidesi vardır. 1) Ağız kokusunu giderir. 2) Sonra su içilse, vücûda ziyân etmez. 3) Bir yere gidecek olursa, kamı tok olur. 4) Kimsenin lokmasında ve yemeğinde gözü kalmaz. Az yimek çokfâidelidir. Meseli, suyu az içirir, uykuyu az uyutur. Çok yimek ise, insanı tenbelleşdirir, vücûdü yorar, fazla su içirir ve mâlâya’nîye sebeb olur. [Mâlâya’nî lüzümsuz iş ve söz demekdir]. Yemek yedikden sonra, olur olmaz şeylerle delerini karışdırma! [En iyi diş temizleme vâsıtası misvâkdir]. 194 — İnsanlar arasında ma’Iesef bir hastalık hâline gelen gıybet fenâlığmdan kendini çok koru! [Gıybet, bir müslimânm gizli günâhlarını ve açık kusûrlarmı arkasından söylemek demekdir. Pervâsızca ve âşikâre yapılan günâhları ve btlii|®|gı dini bozmak, müslimârılığı değtşdirmek isteyenleri meydaaia çıkarmak gıybet değildir. Bunları müslimânlara haber veffiek lâzımdır]. Gıybet yapmakla, günâhların artdığı gibi, sevâbların mahvolur. Peygamberimiz «aleyhiselâm» buyurdu ki, (Gıybet yapmak, zinadan dahâ ağır bir günâhdır). 195 — Sakın yalan yere yemin etme! Zirâ yalan yere yemîn edenlerin nesli kesilir. [Yemîn hakkında, arabça (Fetâvâ-yi Hindlyye) ve türkçe (Seâdet-i ebediyye) kitâblarında geniş bilgi verilmiş, hangi sözlerin yemîn etmek olduğu ve hangi sözlerin yemîn olmadığı uzun bildirilmişdir.] Yalan yere sofuluk satma! Nasıl isen, öyle görün! Sende olmayan bir şeyi var gibi gösterip, kendine bühtân eyleme. Peygamberimiz «sallallahü aleyhi ve sellem» buyurdu ki, (Kendini âlim gösteren câhiller, Cehenneme gideceklerdir). Bir müslimânm aybım meydâna çıkarmağa çalışma, kimsenin gizli hâllerini araşdırma! Peygamberimiz «aleyhisselâm» — 522 — buyurdu ki, (Mi’râc gecesi bir takım insanlar gördüm ki, çok fecî* ve elim bir şeklde kendi kendilerine azâb ederler. Cebrâil aleyhisselâma sordum ki, yâ Cebrâil, bunların günâhı nedir? Niçin böyle kendi kendilerine azâb ederler? Cebrâil aleyhisselâm dedi ki, bunlar başkalarının ayblannı meydana çıkaranlardır). Mûsâ aleyhisselâm Tûr-i Sînâ’da Hak teâlâya sordu ki, (Yâ Rabbî başkalarının ayblarım meydana çıkaranların cezâsı nedir?) Hak teâlâ buyurdu ki, (Tevbesiz giderlerse, yerleri Cehennemdir). İmâm-ı Gazâlî «rahmetullahi aleyhi bârî» hazretleri buyuruyor ki, günâhların büyüğü üç dânedir. Bunlardan kendini sakın! Bunlar: 1) Bahîllikdir, 2) Hased yapmakdır, 3) Riyâdır. Bahü, hasîs, cimri demekdir. Bahilik şudur ki, bir kimse bir ış için sana muhtâc olur da sen kıskanıp,o şeyi ona öğretmezsin. [Bahîllerin en fenâsı müslimânlara emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yapmıyanlardır. Onlara dinlerini öğretmiyenlerdir. Veyâ yanlış öğretenlerdir.]. Peygamberimiz «aleyhisselâm» buyurur ki, (Bahîl olanlar, her ne kadar zâhid olsalar da Cennete giremezler). Hased ise, bir kimsenin hayrlı bir işi veyâ evi, malı, mülkü, ilmi olsa, o kimseden bunların gitmesini, onda olmayıp, kendinde olmasını istemekdir. [Onda olduğu gibi kendisinde de olmasını istemek hased olmaz. Buna gıpta etmek, imrenmek denir. Günâh değildir]. > Sultân-ı enbiyâ «sallallahü aleyhi ve sellem» buyurdu ki: (Hased, ateşin odunu yidiği gibi, hasenâtı [ya’nî iyilikleri] yer). Riyâ ise, nemâz, oruç, sadaka ve yol, cami’î şerif yapdırmak gibi hayrlı amelleri, insanlar görsün de beğensinler diye yapmakdır. İşte böyle bir maksadla yapılan işlerin hepsi riyâ faslına dâhildir. Riyâ, küçük şirkdir. Tevbe etmedikçe, kat’ iyyen afv olunmaz. İlmi ile amel etmemek, amelinde salâh ve ihlâs olmamak ve din âlimlerine, ibâdet edenlere, ezâna, mübârek günlere kıymet vermemek de şakâvet alâmetidir. 196 — Ey Oğul! Şakilerin alâmeti sende bulunmasın! Bualâmetlerin evveli, zulm etmekdir. Zulm üç kısmdır: 1) Allahü teâlâya âsî olmak, 2) Zulm eden kimselere yardım etmek, 3) Kendi emri altında bulunanlara, ezâ, cefâ etmek. Onların ibâdet yapmalarına mâni’ olmak. — 523 — Bu’ ûç’fttî ışîiyenfcrifl varaca|ı yer, nifaâyet C ^ e a â e ^ ^ . TetıfeSî: Allahü teâlâya âsî olmak, iki düriüdür 1 — Allahü teâlânın emrlerini, ya’nî farzları yapm an^- dır. Farzlan, vazife kabûl etmiyenler kâfir olur. Vazîfe tâ%» tenbellıkle yapmıyanlar, ya’nl kazâ etmek, ödemek fikı&& olanlar, Hanefî mezhebinde, kâfir olmaz. Fekat en günâh olur. ‘ ‘ Ş i 2 — Hak teâlânın men’etdiğini, ya’nî harâmlan yap^p* dır. Harâmdan kaçmağı vazîfe bildiği hâlde, nefsine u$Ş|ik yapan ve sonra üzülenler kâfir olmaz. Harâm işleyen njj|iir mânîara (fâsık), âsî denir. Harâm işlemiyenlere denir. îttikânın, ya’nî harâmdan kaçmanın sevâbı,farzlan flpmanın sevâbından dahâ fazladır. Farzları yapmamanın günâhı, harâm işlemek günâhından’dahâ çokdur. Harâmların mikdârı çok değildir. Meselâ, adam öldürmek, gîbet [arkadan çekışdirmek], zinâ etmek, kadınların, kızların başlan, kotta, bacakları açık sokağa çıkmaları, hırsızlık, yalan, içki içftn$c, kumar oynamak altm. gümüş kullanmak, erkeklere de kantolara da harâmdır. Yalnız ev içinde süs için takmak kadınlara câizdir. Erkeklere yalnız gümüş yüzük câizdir. Gümüşden başkası haramdır. Altın dişe gelince, derin âlim Abdülhakîm Efendi “rahmetullahi aleyh” buyurdu ki, sallanan dişleri altm tel ile bağlam#, İmâm-ı Muhammede göre “rahime-hullahü teâlâ” câizdir îmâm-ı a’zam ‘radıyallahü anh” ise altm ile bağlamak câiz olmadığını ictihâd buyurmuşdur. İmâm-ı Ebû Yûsüf, bir rivâyetde imâm-ı Muhammed iledir ve ulemâ, imâmeyn kavli ile fetvâ vererek, sallanan dişi altınla bağlamağa cevâz verilmişdir. Eshâb-ı kirâmdan Arfece bin Sa’da “radıyallahü teâlâ anh” altın burun takmasına izn-i nebevî südûrunu, îmâm-ı a’zam yalnız Arfeceye mahsûsdur demişdir. Nitekim Zübeyr ve Abdürrahman “radıyallahü teâlâ anhümâ” için, ipek giymelerine izn sâdır olmuşdu ve yalnız bunlara mahsûsdur, demişdir. Fekat fetvâ, îmâm-ı Muhammed kavli iledir. Sallanan dişleri bağlayan altm teller ve protez denilen müteharrik dişler, gusl abdesti alırken çıkanlabilmekdedir. İmâmların bu ayrılığı, bağlayan telin altından olup olmamasından dır. Yoksa gusl abdesti bahsinde bütün imâmlarımız müttefîkdir Ya’nî, altm, gümüş ve başka dolgulara altlarına su geçmeyince, Hanefî mezhebinde, gusl abdesti sahîh olmaz. Ya’

î insan cenâbetlikden kurtulmaz. Çünki, Hanefî mezhebinin
âlimleri (Ağzın içi şâir derimiz gibi vücüdün hâricidir. Bütün
deriyi yıkamak farz olduğu gibi, ağzın içini ve dişleri ve diş
çukurlarını yıkamak da farzdır) diyor. Bunun için, tırnaklarında oje bulunanların ve Hanefi mezhebinde olup da zarûretsiz diş dolduranların ve kaplatanların gusl abdesti sahîh olmaz.
Gusl abdesti sahîh olmayanın nemâz abdestleri ve nemâzlan
da sahîh olmaz. (Mecmû’a-i cedîde) adındaki fetvâ kitâbının
1329 (1911) yılındaki ikinci baskısında, Hasen Hayrullah Efendinin “rahime-hullahü teâlâ” (Diş dolgusu gusl abdestine zarar vermez) fetvâsı yazılıdır. Ba’zı kimseler bu fetvâya dayanarak, diş kaplatanların ve dolduranların gusl abdesti sahîh olur demekdedir. Hâlbuki
bu fetvâ, bu kitâbın 1299 yılında yapılan birinci baskısında yokdur. İttihatçılar zemamndaki câhiller, dînini kayırmıyanlar
tarafmdau uydurulmuş ve kitâba sonradan sokuşdurulmuşdur. Çünki, Hayrullah efendi 1294 de şeyhul – islâmlıkdan
ayrılmışdır. Böyle uydurma fetvâlara aldanmamalıdır.
(Misbâhul-felâh) da diyor ki: (Mum, sakız, katı çamur gibi
birşey, vücüdün bir kısmını örtmüş veya herhangi birşey, diş
kovuğunu doldurmuş bulunup da, yıkandığı zeman, altma su
geçmezse, gusl tamam olmaz). (Mecmûa-i Zühdiyye) de diyor
ki, (Gerek az, gerek çok, dişlerin arasında kalan yemek kırıntısı, katı hamur gibi olup da, suyu geçirmezse, gusle mâni’ dir.
(Halebî) de de böyle yazılıdır). (İbni Âbidîn) “rahime-hullahü teâlâ” diyor ki: (Dişlerin arasında veyâ çukurunda kalan yemekler,
katı olup altına su geçmezse, gusl abdesti câiz olmaz). Görülüyor
ki, Hanefî mezhebinde guslün sahîh olması için, dişlere ve diş çukuruna suyun ulaşması lâzımdır.
İnsanı birşey yapmağa zorlıyan semâvî sebebe ya’nî insanın elinde olmıyan sebebe (Zarûret) denir. İslâmiyyetin emr ve
yasak etmesi ve şiddetli ağrı ve bir uzvun yâhud hayâtın telef
olmak tehlükesi ve başka birşey yapamamak mecbûriyyeti hep
zarûretdir. Bir farzı yapmanın veyâ bir harâmdan sakınmanın
imkânsız veyâ meşakkatli, güç olmasına (Haraç) denir. Allahü
teâlânın emrlerine ve yasaklarına, (Ahkâm-ı islâmiyye) denir.
Ahkâm-ı islâmiyyeden bir hükm yapılacağı zeman, ya’nî bir
emri yaparken veyâ bir yasak işi yapmakdan sakınırken, kendi
mezhebinin âlimlerinin meşhûr olan, seçilmiş olan sözlerine
uyulur. Bu sözlerine uymakda haraç olursa, seçilmemiş, za’îf
sözlerine uyulur. Buna uymakda da haraç olursa, bu hükm,
başka mezhebi taklîd ederek yapılır. Başka mezhebi taklîd
etmekde de, haraç olursa, haraca sebeb olan şeyin hâsı! oltö|-
sında zarûret bulunup bulunmadığına bakılır Zarûret de buiümirsa, o farzı terk etmesi veyâ harlan zarûret mikdârı
câiz olur. Zarûret yoksa veyâ zarûret ile birkaç y^pSaݧf
ve bunlardan birini yapaıağı seçmek mümkm olör ve; haile
bulunanı seçerse, farzı terk etmesi veyâ haramı işlemesi cM’zoîmaz Haraca sebeb olan şeyi yapmaması lâzım oîur
Kaplama, dolgu bulunan dişin altını ıslatmakdâ
olduğu meydandadır. Bu haracdan kurtulmak için, hafiifî
mezhebinde ikinci bir yol da yokdur. Bunun için, şâfi’î m eittr
bini taklîd etmek îcâb etmekdedir. Taklîd etmek m ü m ^
oldüğu için zarûret bulunup bulunmadığını a raşd ırn j»
lüzûm yokdur. Şâfi’î mezhebini taklîd mümkin olm asa»,
zarûret bulunması, o zeman araşdırılırdı. Bunun için, d ^ p i
veyâ kaplama yapdırmak ıstiyenin, (Mezhebler, Attahtteâltta
rahmetidir) hadîs-i şerifine dayanarak, Şâfi’î mezhebim taİafd
etmesi lâzim olur. Bunun için de, gusl ederken ve abdest alırca
ve nemâza dururken Veyâ unutulursa, nemâzdan so » ^ :M j|l|
tM farz öli&ğunu bilerek, Şâfi’î mezhebini
kalbinden niyyet edflir. Böyle, Şâfi’î mezhebini takiM e| l |
kilisenin guslü, abdesti ve nemâzı Şâfi’î mezhebine g ^ l n p
olmalı, demi, mahrem olan onsekiz kadından başka bir k a ||
ttüî derisine değince ve elinin içi, kendi kaba avret yer^ldeğince, tekrâr nemâz abdesti almalıdır. Çünki, Şâfi’îde buıtfai|a
abdest bozulur. İmâm arkasında Fâtiha okuması da lâzımdır. Il§-
tünde, böleninde, ayaklarım ve başını koyduğu yerde çok az necâset bulunmaması da lâzımdır. Alkol karışık sıvılar necs olup olmadığım öğrenmek için, 367.ci sahîfeye bakım z!
Bu satırları, kaplama ve dolgusu olan Hanefîlerin gusüerinin sahîh olması için yazıyoruz. Bunlara kolaylık göstermek
istiyoruz. Kaplama veyâ dolgulu dişi bulunan imâma uymayınız da demiyoruz. Zarûret olunca veyâ zarûretsiz yapılan birşeyden dolayı, kendi mezhebine göre yapılmasında haraç
bulunan bir ibâdeti, başka mezhebi taklîd ederek yapmak
lâzım olduğu, übni Âbidîn) de, Tahtâvînin (Merâkılfelâh şerhi) n
de ve türkçe (Ni’met-i İslâm) kitâbmda ve molla Halîl Es’-
ırdînin “rahime-hullahü teâlâ” (Ma’füvât) kitâbmda yazılıdır. (tiHti
Âbidîn) “rahime-hullahü teâlâ” imamlığı anlatırken diyor ki, (BaŞfca
mezhebdeki imâmâ uymanın sahîh olması için imâmın, uyan kimsenin mezhebinin farzlarını da yapması ve uyan kimsenin bunu bilmesi lâzımdır. Kuvvetli kavi budur. Bu farzları terk ederse,
— 526 —

uymak sahîh olmaz. Kendi mezhebindeki cemâ’at varken,
başka mezhebdeki imâma uymak mekrûh olur. Yoksa, yalnız
kılmakdan efdal olur. Ba’zı âlimler “rahime-hümullahü teâlâ”
diyor ki, imâmın kendi mezhebine göre nemâzı sahîh ise,
başka mezhebdekinin buna uyması sahîh olur). Tahtâvî’nin
(Merâkılfelâh) hâşiyesinde de böyle yazılıdır. Kaplaması veyâ dolgusu olmıyan hanefînin, kaplaması veyâ dolgusu
olan imâma uymasının sahîh olup olmaması üzerinde iki
kavi vardır: Birinci kavle göre, sahîh olmamakdadır. İkinci
kavle göre, imâm sâlih ise ve şâfi’î mezhebini taklîd ediyorsa,
buna uyması sahîh olur. Şâfi’îyi taklîd etmediği bilinmedikçe,
kaplaması, dolgusu olmıyan hanefîler de, bu imâma uymalıdır.
Buna, şâfi’îyi taklîd edip etmediğini sormak, tecessüs etmek
câiz değildir. Hanefî imâmın, kaplama veyâ dolgusu olmasa
da, şâfi’î mezhebine de uymasının müstehab olduğu,(Dürrülmuhtâr) da ve (Merâkılfelâh) da yazılıdır. Haraç olduğu zeman,
za’îf olan kavi ile amel etmenin evlâ olduğu yukarıda bildirilmişdi. (Hadîka) da, fitne bahsinde de yazılıdır. Mezheblere
kıymet vermiyen, dört mezhebden birine uymıyan kimsenin
(Bid’at sâhibi) bir sapık veyâ mürted olduğu anlaşılır. Her
ikisinin de nemâzları sahîh olmadığı için, ikisine de uymak
sahîh olmaz.
İbâdetlerini bilerek ve fıkh kitâblarına uygun olarak yapmak isteyen genç müslimân kardeşlerimizin çeşidli süâlleri ile
karşılaşıyoruz. Mu’teber fıkh kitâblarından çıkardığımız
cevâblan kendilerine bildirerek, hayrlı düâlarını alıyor, bu
temiz, kalblerden çıkan düâlan, dünyâ ve âhiret se’âdetimiz
için biricik sebeb biliyoruz. Süâllerin çoğu, sapık ve mezhebsiz
din adamlarının yazdıkları din kitâblanndaki yazılar üzerinde
olmakdadır. Câhil kimselerin din adamı olarak ortaya çıkıp,
kendi kısa aklları ve düşünceleri ile yazdıkları din kitâblan da
bunlar arasındadır. Karşılaşdığımız bir süâlden anladığımıza
göre vâızın biri, kaplama diş meselesini ele almış, bu konuda
İlmî tedkîkler yapdığını söyliyerek, elde etdiği vesikaları şöyle
sıralamış:
1 — (Gusl edecek kimsenin ağzındaki dişler kaplatılmışveyâ doldurulmuşsa, hükm bunun üzerine intikâl eder. Bunların yıkanması ile gusl temâm olur. Yara ve sargı üzerine, mesh
câiz olup, hükm bunların üzerine intikal etmekle, sâdece üzerlerinin mesh edilmesinin kâfi gelmesine benzemekdedir. Yaranın .üzerindeki sargıyı söküp altını yıkamak mecbûriyyeti
olmadığı gibidir) demiş.
– Bu yazı, buhtkm temâmen yanlışdır.
uydurmadır Bunun doğrusu fıkh kitâblarmda, niiH^ifNS:
Midinde şöyledir (Yiara, kınk, çak*, şişik,
ve|â buralara konan M a veyâ sarılmış
altındaki deriyi yıkamak farzdır. Soğuk su
verirse, sıcak, su ile yıkar. Bu da «arar verirsev^ o a ‘,tt^ # ..^ ®
etfer Etrâfındaki sapam deriyi yıkar. Etrâfii»:^ L S ^ . | ^ »
zafer verirse, etrâfitiı da mesh eda*. Bu ‘da zarar
o zeman sargı üzerine mesh etmek câiz olur. Ya’nî, ancffiî
zemân, hükm sargı üzerine intikal eder. Hükm sargı üze^e
intikal edince, sargr üzerini mesh eder. Sağlam İp i» ü z e n ­
deki sargılann ve aradaki sargısız olan sağlam deri feısmlairi^ı
ç ö p üzerine mesh eder. Böyle yapmak,
adîdir. Sargıyı çözmek, çıkarmak,, yara iyi oldukdan so«j*a
Uçp, yaraya veyâ etri&tta zarar verirse, ya’nî yaran» fcıamfer
d p , akmasına, yararım artmasına veyâ dayanamıyaeak kadir
a|p,, sızı hasûlüne sebeb olursa yâhud tekrâr b ^ ^ n ş » ||%
b a y a c a k kimse bıüşytttazsa, sargıyı çözmez,
ed|r- Ayak çatlağına konan merhem [veyaraüzerinekohulpı
ffiifer, kollodyum gj$İ şeyler ve yara üzerinde hWl lÖft
kabuk] de sargı gibidirler. Bunlan kaldırmakda zarar ohplfS»
üzerleri yıkanır. Yıkamak zarar verirse mesh edilir. Mesh de
zarar verirse, terk edilir. Sargı, merhem, yaranın iyi olmasından sonra düşerlerse, üzerlerine yapılmış olan mesh bâtıl oUft.
Yatia üzerini yıkamak lâzım olur).
Görülüyor ki, dişdeki dolgunun, kaplamanın üzerlerini
yıkamak, sargı üzerine mesh etmek gibi değildir. Çünki, sargı
ve benzerleri, yara üzerine zarûret ile konulmuşdur. Başka
mezhebi taklîd de mümkin değildir. Ağrı yapan dişi çıkarmağı,
protez yapdırmağı ise, kendisi istememiş, dolgu veyâ k ap la»
yapılmasını istemiş, dolgu veyâ kaplama yapılmasında, zarûret
olmamışdır Zarûret olmadan yapılan şeyi zarûret ile yapılan
şeye benzetmek doğru değildir.
2 — (Abdestde yü zü yıkamak farz olduğu hâlde, sakalı sık
olan kimsenin, sakalının üzerini yıkamasının kâfi geldiği ve
sakalının diplerini yıkamak mecbûriyyeti olmadığı gibi, kaplanmış dişin altım yıkamak icâb etmez) imiş.
Bu sözü de, fıkh kitâblannm beyanlarını yanlış anladığım
gösteriyor. Bakınız (Mecma’ul-enhür) de ne diyor: (Sahîh olan
rivâyete göre, abdestde sakalın üzerini yıkamak farzdır
Çünki, vechi yıkamak emr olundu. Sakalı sık olanda, yüzün
– 5 2 8 –

derisi vech olmakdan çıkmışdır. Vech karşıdaki insan bakınca,
insanın yüzünden gördüğü yer demekdir. Sakalı sık olanın,
derisi değil, bu deri üzerindeki sakal görünür. Bunun için,
abdest alırken, deri üzerini değil, sakal üzerini yıkamak farzdır). (Dürrülmünteka) da diyor ki, (tmâm-ı a’zamdan gelen
zâhir rivâyete göre, yüz hizâsmda olan sık sakalın üzerini
yıkamak farzdır. Fetvâ da böyledir. Çeneden sarkan sakalı
yıkamak ve mesh etmek farz değildir. Yüzü üç kerre yıkadıkdan sonra parmaklan, aşağıdan yukarı doğru sokarak, sarkan
sakalı hilallamak sünnetdir. Seyrek sakalın altındaki görünen
deriyi yıkamak farzdır. Yukandaki söz sâhibinin bu sakat
kıyâsına göre, abdest alırken sık olan sakalın yalnız üzerini
yıkamak kâfî olduğu için, guslde de, sakalın yalnız üzerini
yıkamak kâfi olup, sakal diplerini ve sık sakal altındaki deriyi
yıkamak lazım oîmıyacakdır. Halbuki, hakikat böyle değildir.
Guslde sık sakalın da altındaki derinin yıkanmasının farz
olduğu fıkh kitâblarında açıkça yazılıdır. Meselâ, (Merâkılfelâh) da ve bunun türkçe tercemesi olan (Ni’met-i İslâm) da,
guslü anlatırken diyor ki, (sakalı sık olsa da, sakalın aralannı
ve altındaki deriyi yıkamak farzdır). Guslde sakalı yıkamak,
abdestde sakaİı yıkamağa benzetilemeyince, guslde dişleri
yıkamak, abdestde sakalı yıkamağa nasıl benzetilebilir? Yukandaki söz, söz sâhibinin ilmî değil, hissî konuşduğunu gösteriyor. Bu sapık mantığına uyarak, guslde sakalının altını
yıkamamış ise, hem kendisinin, hem de buna inanan müslimânların gusl abdestleri ve nemâzlan sahîh olmamışdır. Hepsinin
nemâzlannı kazâ etmeleri lâzım olur.
3 — (Diş de vücûddan bir uzvdur. Bu uzvun telef olmaması için, zarûrete binâen dişi doldurtmak ve kaplatmak câizdir) demiş. Sanki başkaları, çürük dişi doldurtmak ve
kaplatmak câiz değildir diyormuş gibi, böyle söylemiş. Evet
biz de, çürük dişi doldurtmak ve kaplatmak câizdir diyoruz.
Fekat, Hanefi mezhebi âlimlerinin fıkh kitâblannda bildirdiklerine uymak da lâzım olduğunu ve bunun kolay yolunu kitâblardan bularak açıklıyoruz.
4 — (tmâm-ı Muhammede göre, sallanan dişleri altm tel
ile bağlatmak, düşen ve çıkarılan diş yerine altın diş takmak
câizdir. Fetvâ da böyledir. Dişleri altın ile kaplamada imâm-ı
Muhammedin ictihâdı ile amel edilebilir) demiş.
Vesîka denilen bu söz, hakîkaten sâhibinin şâyân-ı i’timâd
— 529 — İslâm Ahlâkı-F: 34
^ m vesikasıdır Sorarız b» sözün
a-t Muhaaımedin “r^üroe-huJîahü teâlâ” düşen ve
r iatâbda! İmâm-ı Muhammed ‘irahuBe-hutalıû te^â”,
de tekı$r yerine konan dişi altm td ite de
dur depişcfe (Tatsrtteiyye) fetvâsında, dişi düşen, is “ ~”
metle göre dtmdan diş kor demesi, imâm-ı Muhammedüî altsa ş
basamak câiz oîur dediği içindir Bu fetvâda bdtâribuu
d^Jfcajplama ve dolgu deldir, Tel ile yamiKfalârifrfe»» İm
m^cdadır. Sökülüp çıkarılan dişin yerine altm veyâ başkaı
deden konulmuş protez denilen suni müteharrik diş
guskie çıkanlabilmekdedir. Altına su sızacağı için .
bik lüzûm yokdur Bu yüce imâmın söylemediği s6ztt, söyİ
demek bir din adamma yakışır mı? Söylenmemiş bir söze uyarak amel edilir demek, havanda hava dövmek gibi olmaz nal?
5 — (Kaplama ve dolgusu olanların abdestde ve guslde
Şâfi’î mezhebini taklîd etmelerine lüzûm yokdur. Zîrâ ımâm-ı
Muhammedin cevâzı vardır) demiş.
Kaplama ve dolgusu olanın Hanefî mezhebinde guşMi
şahtı olmadığı için, abdestde ve guslde (Şâfi’î mezhebiı
Bde niyyet etmesi) lâzımdır diyoruz. Çünki, Hanefî mezhebi İliklen, Zarûret olsa da, olmasa da, farza mâni’ olan şeyi yapa» jöpae, başka mezhebe uyarak, bu farzı terk edebilir) demişlerdir. Su
fetvânın muhtâr olduğu, İbni Âbidînde, nemâz vaktleri sonunda
yazılıdır. Buna uyarak, birçok işin yapılmasına izn vermişlerdir..
Bu fetvâ, Hanefî mezhebinde olanların diş kaplatmalarına ve dol*
durtmalarına da izn vermekdedir. îmâm-ı Muhammed “rahimehullahü teâlâ” , diş kaplatanların gusl abdestleri sahîh olur demedi.
Sallanan dişleri gümüş tel ile bağlamak câiz olduğu gibi, altm tel
ile de bağlamak câiz olur dedi Çünki, bağlanan diş ağzı yıkarken
çıkarılabilir. Altına su sızacağı için çıkarmağa lüzûm da olmaz,
tmâm-ı Muhammed, kaplama dişi olanın gusl abdesti câiz olur dedi demek, bu yüce imâma iftirâ olur ve müslimânları aldatmak
olur.
6 — Kaplama ve dolgusu olanların gusl abdesti alırken
(Şâfi’î mezhebine uyuyorum) diye niyyet etmelerine lüzûm
olmadığını isbât edebilmek için Peygamberimizin «sallallahü
aleyhi ve sellem» (Kolaylaştırınız, zorluk çıkarmayınız!) hadls-i
şerifini ileri sürmek, şaşılacak birşeydir. Bu hadîs-i şerîf, câiz
olsa da, olmasa da kolayınıza gelen şeyleri yapınız demek çtepldir* Bir mesele üzerinde çeşidli ictihâdiar varsa veyâmublh
olan birşeyi yapmakda çeşidli yollar bildirilmiş ise, bunlar
— 530 —

arasından kolayını seçiniz demekdir. Ya’nî islâmiyyetin izn verdiği
kolaylıkları yapınız demekdir. Bu hadîs:i şerîfî, Abdülganî
Nablûsî “rahime-hullahü teâlâ” , (Hadîka) kitâbınm ikiyüziki
[202] ve [207], ci sahîfelerinde ve Muhammed Hâdimî “rahimehullahü teâlâ” , (Berîka) kitâbmın yüzseksen [180]. ci sahîfesinde
açıklamışlardır. Münafıklar ve mezhebsizler, bu hadîs-i şerîfi ileri
sürerek, islâmiyyetin dışına taşmakda, müslimânları aldatmak
için tuzak olarak kullanmakdadırlar.
7 — (Diş doldurtmak için son zemanlarda Mûsâ Kâzım
efendi de fetvâ vermişdir) sözü, vesîka olamaz. Fetvânın fıkh
kitâblarından alınmış olması ve alınmış olduğu kitâbdaki
mehaz olan yazının fetvâ altında bildirilmesi lâzımdır. Mûsâ
Kâzım efendi böyle yapmamış, kendi mantığı ve düşüncesi ile
birçok yanlış fetvâlar vermişdir. Meşrûtiyyetin ilânından
sonra, ittihadcıların iş başına getirdikleri câhil, hattâ mason
din adamları böyie bozuk fetvâlar vermekden çekinmemişlerdir. Müslimânın uyanık olması, masonların ve mezhebsizlerin,
münâfıkların ve bid’at sâhiblerinin, bölücülerin güler yüzlerine
ve tatlı sözlerine aldanmaması, onların yazılarına değil, (Ehl-i
sünnet) âlimlerinin “rahime-hümullahü teâlâ” kitâblarına uyması
ve bu kitâblara uyan hakîki din adamlarına tâbi’ olması lâzımdır.
8 — îmâm-ı Ahmed Rabbânî hazretlerinin (Mektûbât)
kitâbmın üçüncü cild yirmiikinci mektûbunun sonunda yazılı
(Müslimânları sıkışdırmak, onları incitmek harâmdır. Şâfi’î
âlimleri, kendi mezheblerinde yapılması güçleşen şeylerin
Hanefî mezhebine göre yapılmasına fetvâ vermiş, müslimânların işini kolaylaşdırmışlardır) sözleri, (Şâfi’î mezhebini taklîd
etdirmek, müslimânlara güçlük çıkarmakdır) diyenlerin haklı
olduğunu göstermek şöyle dursun, bu yazıyı dikkat ile okuyan
kimse, diş kaplatmak ve doldurtmak için Şâfi’î mezhebine göre
gusl etmeğe niyyet etmenin lâzım olduğunu ve böyle yapmanın
müslimânlara kolaylık olduğunu iyi anlar.
9 — (Kaplama ve dolgusu olanlarm bu meselede Şâfi’î
mezhebine geçmelerine fetvâ verenler olduğunu ve bu mevzû’
da yazılar neşr etdiklerini müşâhede ediyoruz) sözü de iftirâdır. Biz hiçbir kitâbımızda, diş kaplatanın ve dolduranın
Hanefî mezhebinden çıkarak, Şâfi’î mezhebine geçmesi lâzım
olduğunu bildirmedik. Bunların yalnız gusl ve abdest ve nemâz
için niyyet ederken, veyâ unutursa, nemâzdan sonra hâtırladığı
zeman, (Şâfi’î mezhebini taklîd etmeğe) niyyet etmeleri lâzım
geldiğini yazdık. Bu ise, Hanefî mezhebinden çıkarak Şâfi’i
– 5 3 1 –
raeitabine ^şşackdeğildir Diş kaplatmak veyâ dotdort
I%ıpf!mezlieAiîKiegîffilün sattı olmasma mâm’ olayor.
nt<szîîsbînde ise mâm’ olmuyor. Hanefi mezhebinde
kiSpÖtt, diş kaplatınca veyâ doldurunca gusle, ab
röİMZfe niyyet ederken, Şâfi’î mezhebine göre & y a
nif|el lâzım olduğunu, imâm-ı Rabbânî biri
niayukandaki mektûbu gösterdiği gibi, fıkh kitâbları <H-|
makdadır. Meselâ, (Merâkılfelâh) hâşiyesinde, ne
vaktlerini anlatırken diyor ki, (Zarûreft olmasa da* başka j
h S taklîd edilir. Fekat o mezhebin şartlara# yerine –
lâzımdır. Çünki, hükm-i müleffak, sözbirliği ie bâtıldır. 1
için, imâm arkasında fâtiha okuması ve
yan kadının cildine dokununca abdestini tazelemesi
nşelşiltden sakınması lâzımdır). (DŞnrfltaılllfi % n i
vaktlerinin sonunda diyor ki, (Zarûret oldufu zeman ‘
m İpeb taklîd edilir. Fİkat, o mezhebin şartlarını y e ı^ l i p ­
ittik de lâzımdır Mezhebleri telfîk etmenin bâtıl okluğu söz
birliği ile bildirildi). İbni Âbidîn “rahime-hullahü teâlâ’
ı (Zarûret yok iken de, hattâ, amelden sonra da 1
\ diyor. (Fetâyeî-liSHMyye) de 113. sahîfede diyor ki, (la
t buyurdu ki, ser*! bir ihtiyâcı gidermek için başka
taklîd edflîr). Abdülganî Nablüsî “rahime-hullahü teâlâ^’,
(USlisat-tit-tahkîk) kitâbmda diyor ki, (Şeyh Abdtlrrahman İn»İ|-
dî ‘‘rahime-hullahü teâlâ” buyurdu ki, Hanefî mezhebinde c #
kimse, zarûret olduğu zeman, diğer üç mezhebden birini taŞİŞ
eder. Fekat, o mezhebin o işdeki şartlarına uyması lâzımdır. Zarûret olmadan da taklîd etmesi câiz olur diyen İlimler çokdur).
Fıkh âlimlerinin “rahime-hümullahü teâlâ” yukarıdaki beyânlarından anlaşılıyor ki, zarûret ile veyâ zarûret olmadan farzın yapılmasına mâni’ olursa, veyâ harâm işlemeğe sebeb olursa ve bunu
önlemekde haraç bulunursa, insan, kendi mezhebinin bildirdiği kolaylıklardan istifâde ederek o farzı yapar. Mezhebin kolaylıkları ile
ete o farz yapılamazsa, o işin farz olmadığı başka bir mezhebe uyarak o ibâdet yapılır. O iş, dört mezhebde de farz ise veyâ başka
mezhebin şartlarına uymak mümkin olmazsa, o şey zarûret ile yapılmış ise, ibâdetdeki o farzı yapmak sâkıt olur. Ya’nî yapılmaması
câiz olur. Fekat, zarûret ile yapılmamış ise veyâ zarûret ile, haraç
bulunan ve haraç bulunmıyan birkaç şey yapılabilip, insan bu şeylerden dilediğini yapmakda serbest olup, haraç bulunanı yaparsa,
yine başka mezhebi taklîd eder. Taklîd etmesine imkân olmazsa, o
farzın yapılması sâkıt olmaz. Haraç bulunmıyan şeyi yaparak o ibâdeti ifâ
— 532 —

etmesi lâzım olur. Zarûret olmayıp, yalnız haraç bulunmasında da
böyledir. Haraç bulunan şeyi yapmamak lâzım olur. Diş çürilmeğe başlayınca, şiddetli ağrı yapar. Buna mâni’ olmak zarûret olur.
Bunun için de, kaplama, dolgu yapmak veyâ protez yapmak lâzımdır. Protez yapmak, sıhhat için dahâ iyidir. Bugün Amerikalılar, çürümeğe başlıyan dişi hemen çıkarıp, yerine protez veyâ yanm yâhud bütün damaklı dişler yapıyorlar. Ya’nî sun’î diş takıyorlar. Sun’î dişler, ağzı yıkarken çıkarılabiliyor. Altlan yıkanıyor. Bunun için, gusl abdestinin sahîh olmasına mâni’ değildirler.
K aplam a ve dolgu ve protez yapılan yerlerde, kaplama ve dolgu
zarûret olmakdan çıkmakda, yalnız haraç kalmakdadır. Protez
yapdırmak istemeyip, kaplama ve dolgu yapdıranlann gusl abdesti alırken Şâfi’î mezhebini taklîd etmeleri lâzımdır. Şâfi’î mezhebini taklîd mümkin olmasaydı, kaplama ve dolgu yapdırmamalan,
ağrı yapan dişi çıkarmaları, protez yapdırmalan lâzım olurdu.
Haraç olduğu zeman, başka mezhebi taklîd etmek mezheb
değişdirmek demek değildir. Şâfi’î mezhebini taklîd eden bir Hanefî, Hanefî mezhebinden çıkmış değildir. Meselâ, derisinden kan
çıkınca da abdest almakda ve vitr nemâzını vâcib olarak kılmakdadır. Gusl abdesti için taklîd edilince, yalnız guslde, abdestde ve
nemâzda şâfi’î mezhebini taklîd etmekdedir. Şâfi’î mezhebinin bir
şartını, zaruret yok iken yapmazsa, bu ibâdetleri sahîh olmaz, iki
mezhebi zarûretsiz karışdırmış, (Telfîk) etmiş olur. Guslü ve nemâzı iki mezhebe göre de sahîh olmaz.
Tenbîh: Dişlerinde kaplama veyâ dolgusu olduğu için şâfi’î
mezhebini taklîd edenin nemâzlarmın şâfi’î mezhebine de uygun
olması lâzım olduğundan, nemâzm şâfi’î mezhebine göre farzlarını bilmek lâzımdır. Aşağıdaki yazılar, (El-fıkh-ü alelmezâhib-iil-erbe’a) kitâbmdan terceme edildi: Nemâz, İslâm
dîninin temellerinden en mühimmidir. Allahü teâlâ, kendisine
ibâdet ve ni’metlerine şükr etmek istiyenlere nemâz kılmalarını
emr etmişdir. Her gün, beş vaktde, nemâz kılmağı farz etmişdir. Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, kullarına hergün beş kerre
nemâz kılmalarını emr etdi. Bu emri, birinci vazîfe bilerek yapanı
Cennete sokacağını sözverdi) buyuruldu. Nemâzm şâmm yüksekliğini bildiren ve nemâz kılmağa teşvîk eden, çok hadîs-i
şerîf vardır. Bu emre ehemmiyyet vermiyene ve nemâz kılmakda tenbellik edene çok acı azâblar yapılacağı bildirilmişdir. Nemâz kılmak, kalbleri temizler. Günâhların afv
edilmelerine sebeb olur. Fekat, kulluk vazifesi olduğunu
düşünmeden, şehvetlerini, dünyâ çıkarlarını düşünerek kılman
nemâz, şartlanna uygun olup, sahîh olsa bile, dünyâda ve
İ^ etd e.lliaeş: olmaz* Nemftz k ib r it* ÂBfefö’
biyökîügfnü, O’nun emrini yapmağı di|ünmJfc:İ
Aâcak, böyle kiuıan nemâz, kalbi temizler. İnsanı
yapmakdan korur. Allahü teâlâ, insanm kalbine bakar.’
nüşüne, hareketlerine bakmaz. Ya’nî temiz niyyö ile,
korfaasu ile yâpüatı iyilikleri kahtf eder
niyyeti düzeltmek, sonra farzlarına,
lâzımdır. Bedeni, rûhu ile birlikde olarak neojİ®
Nemâz kılarken, Allahü teâlânın, kendisini
duklarım işitdiğini, düşündüklerini biİdi^ni unuteaınaısaj*
Hergün, her nemâzda, böyle düşünen kul, hâlık*»
O’nun sevdiği bîf velî olur. Böyle kuldan, id n » ^ j£ K ç # |^
mez Herkese iyilik yapar. Vatamna, milletine ffîdeliolur
Nemâz, lugatda, iyilik istemek, birinin iyiliği için dİâ
etmek demekdir. îslâmiyyetde nemâz, emr edilen harekeleri
yaparak, emr edilen şeyleri okumakdır. Nemâza (İfütâhtekMri)
ile başlanır. Selâm vermekle biter.
Hanefî mezhebinde, dört dürlü nemâz vardır. Farz-ı
olan, farz-ı kifâye olan, vâcib olan ve nâfıle olan nemâzlar
Sünnetlerin hepsine nâfile nemiz denir.
Şâfi’î mezhebinde, nemâzm şartlan iki kısmdın Vüefjb
şartlan ve sıhhatinin şartlan. Nemâzm vücûbünün şartları, şl®’
îde altıdır: Bu altı şart kimde varsa, onun nemâz kılması lâzımdır: Müslimân olmak, nemâzm emr olduğunu işitmek, âkil ve
bftiig olmak. Hayzdan ve nifasdan temiz olmak, işitir ve $ r $ t
olmak. Nemâzm sahîh olması için, şâfi’î mezhebinde yedi şaift
vardır: Hadesten tahâret [Ya’nî, abdest almak ve gusl etmek|,
necâsetden tahâret [Ya’nî bedenin, elbisenin ve nemâz kıtagra
yerin temiz olması], setr-i avret [Ya’nî, avret yerini örtmelj
istikbâl-i kıble, Aemâz vaktinin geldiğini bilmek, nemâzm fasrz?
larını, müfsidlerini [Ya’nî, nemâzı bozan şeyleri] bilmek ve
müfsidlerden sakmmakdır.
[Şâfi’î mezhebinde abdestin farzları altıdır: Birincili,
yüzü yıkamağa başlarken niyyet etmekdir. Elleri, ağzı, yüzü
yıkarken yapılan niyyet sahîh olmaz, ikinci farz, yüzü yıkamakdır. Şâfi’îde çenenin altını ve sarkan sakalı yıkamak da
farzdır. Seyrek olup, altındaki deri görünen sakalı tatiHI ederek, altındaki deriyi ıslatmak da farzdır. Sık sakalın tahlöi
sünnetdir. Üçüncü farz, kolları, dirsekleri ile birükde yıkam adır. Tırnak altındaki kirleri temizleyip, altlarındaki deriyi ıslatmak lâzımdır. Dördüncü farz, başın, az olsa da, bir kısmım
— 534 —

V
mesh etmekdir. El ile mesh şart değildir. Bir kısmına su serpmekle de olur. Sarkan saçı mesh, sahih olmaz. Beşind farz,
ayaklan, hanefîde olduğu gibi yıkamakdır. Altıncı farz,
yukarda bildirilen dört uzvu, sırayı bozmadan yıkamakdır.
Sırayı bozunca, abdest sahih olmaz. Sıra ile yıkamak, hanbelîde de farzdır. Mâlikîde ve hanefîde ise, sünnetdir.]
Bevl, mezî ve vedîden biri çıkınca, dört mezhebde de abdest
bozulur. Nikâhları ebedî harâm olan 18 kişiden başka ihtiyâr erkek, ihtiyâr kadın dahî derileri birbirlerine dokununca, biri ölü olsa dahî şâfi’îde ikisinin de abdesti bozulur. Mesti açık olarak giyip, sonra bağ veyâ başka şeyle kapamalc, dört mezhebde de ‘caizdir. Örtdükden sonra hiç delik, yırtık bulunmaması şâfi’îde şartdır.
[Şâfi’î mezhebinde guslün farzı ikidir: Birincisi, niyyet
etmekdir. İkincisi, bütün bedeni yıkamakdır. İlk yıkamağa
başlarken niyyet etmek lâzımdır. Dahâ önce edilirse, gusl sahîh
olmaz. Kadının da, örgülü saçı çözüp, arasını ıslatması farzdır.
Sünnet derisinin altını yıkamak farz olduğu için, şâfi’îde sünnet
olmak vâcibdir].
Şâfi’îde, leşin bütün a’zâsı, kemiği, derisi, kılı, kanadı,
yünü necsdir. Hanefîde, kemiği, tırnağı, gagası, pençesi, boynuzu, kılı temizdir. Şâfi’îde, köpeğin her yeri necsdir. Her çeşid
kan ve sarı su kıyh ya’nî cerâhat necsdir. Renksiz su, ter
temizdir. Hanefîde renksiz su, hastalıkla akarsa, necsdir.
Kabarcıklardan çıkan su, hastalıkla olmadığı için, tâhirdir.
İnsanın ve eti yinmiyen hayvanların hattâ süt emen sabinin
pislikleri, idrârlan ve kusmuklan her mezhebde necsdir. Merkeb ve katır böyledir. Hanefîde, bunlardan kuşların necâsetleri, hafifdir. Şâfi’îde, eti yinen hayvanların pislikleri, bevlleri
de necsdir. Hanefîde ise, hafife olup havada pisliyen, eti yinen
kuşlarınki tâhirdir. Şâfi’îde, insanın ve hayvanların menîsi
tâhirdir. Diğer üç mezhebde, menî, mezî ve vedî necsdir. Mezî,
zevk zemanında çıkan, renksiz sıvıdır. Vedî, idrârdan sonra
gelen beyâz sıvıdır. Mi’deden gelmiyen kusmuklar, iki mezhebde de temizdir. Hınzırdan başka, eti yinmiyen hayvanların
sütleri, hanefîde tâhirdir. Diğer üç mezhebde necsdir. Necâset
ateş ile yakılınca, külü ve dumanı ve zeman ile toprak olunca,
hanefîde tâhir olur. Diğer üç mezhebde tâhir olmaz. Üzümden, hurmadan ve herşeyden elde edilen serhoş edici mâyı’lerin
[sıvıların] hepsi dört mezhebde de necsdir. [Biramri. ve ispirtonun kâba necâset oldukları, buradan anlaşıltnakdadir. Çünki,
— 535 —
hanefMen başka, öç mezhebde, necâsetlerin her çeşıdikabaAr
Hafif » # p ^ y o te h ı4 .;
ve, guslde kullanılmış; olan (Mâ-ı .q£İ(trf§
denilen üç mezhebde, yahu* tâhirdir •……
değildir Ya’öî temizdir. Fekat’ temizleyici değildir
hem tiferîiör, Hea’de mutahhirJ§ {SÖzâiiJ|*’ ‘ ‘ ‘ / M r
. kılanın, oesisetî teoıMero^||pF2 :.:^ ^
farz değil sünnetdir dediler. Unutarak veyâ te ıw ^ ^ * e l®
âciz olalak kdmiflâ nemâz», iki k®$e’ göre deifthîh j j j j j ğ r ,
set bulunduğunu bilmiyerek veyâ biip de eh^inıiy^j^erg® *
rek kılmış ke, birinci kavle göı% ItaBiâzı m$Sl otâjjp î*wS
kavle göre sahîhdir. Diğer üç m«âM)de, ten&zfemıiİp&û’z&rHanefîde, kedi ve fâre idriyıaın elbiseden, tetgjzlenıııiesinde, haraç [meşakkat] ve zarûfiŞolduğu bildiriler
d » feztfŞi da afv-olûı«ds..Ile!âM|isn kalkıp, elbî
si*|»-‘l%ifkdı|ı leke afv edildi. l|f-yıkayanın, üstfi
nsrjtettt’ait’ $ u ve neçlset kanşi^ş sokak çamtiru ve I
tın, elbişenfiı veyâ bedenin dörtde birinden az kıs
ması afv edildi. Hecâsetlerin bir mâyı’a karışması:
veyâ galîaa olmalarına ve mikdârlarına bakılmaz. Mâyı’
hemm ıtees olur.
Şâfi’îde, görülmiyecek kadar az necâset ve necâşetden ateş
tesiri île çıkan buhânn azı ve ateşli ısıtmadan ç ık a n i|$ « i$ ^
edilraişdir Taş ile tahâreüenincç fcajan necâcet eseri*;şfmâ^(ftâ
mâni’ olmaz. Sokakda, necâset karışık çamurun: eJbis«^e,
bedene sıçraması, meyvede ve peynirde hâsıl olan kuracağızlar,
peynir yapılan kuzu mi’desindekı madde, ilâdan vekokutefı
islâh İçin, içlerine konulan necs caâyı’ler afv edilmişdir. Sinek
tersleri [pislikleri], havzdaki balık pisliği, uyuyanın ağzından
gelen san su, abdest alman havzlarda az fâre tersi, hecs ya|â
üstüne konan yakıya bulaşan, çocuğun ağzından memeye bulaşan necâset, akıcı kanı olmıyan hayvanın öldüğü su, veşm
[ve şınnga iğnesi] yerinden çıkan kana karışan ilâç, burundah,
kulakdan, gözden çıkan kanın az mikdârı, kabarcık, çıban
veyâ yaradan çıkan kanın, kendi sıkıp çıkarmamış ise ve uzva
yayılmamış ise, elbiseye bulaşan fazla mikdârı da, kendi çıkarmış ise az mikdârı ve hacamat, iğne yerinden çıkan çok mikdârı, şâfi’îde afv edilmişlerdir.
[Şâfî’l mezhebine göre, özr sâhibi olanın, her nemâz vakti
girince, önce istincâ etmesi, sonra akıntıyı durdurmak için,
— 536 —

pamuk koyması veyâ bez ile sarması, sonra hemen abdest alıp,
nemâz kılması lâzımdır. Nemâz kılarken, akıntı pamukdan
dışarı taşarsa, nemâzı fâsid olmaz. Abdest alırken, (nemâz
kılmak için abdest almağa) niyyet etmesi lâzımdır. Nemâz
vakti çıkınca, yeniden istincâ ve abdest almak lâzım olur.
Şâfi’îde, dokuz yaşından küçük kızdan gelen ve büyük olanlarda 24 sâatdan az ve onbeş günden çok devâm eden kana,
(İstihâza) kanı denir].
Hanefi mezhebinde, iftitâh tekbîrini, vakt çıkmadan
alırsa, o nemâz vaktinde kılınmış olur. Nemâzın hepsi, vakt
çıkmadan temâm olmazsa, küçük günâh olur. Şâfi’îde, bir
rek’atin hepsi vakt içinde olmazsa, o nemâz edâ olmaz, kazâ
olur. Şâfi’î mezhebinde de, beş vakt nemâzı, vaktlerinin evvelinde kılmak efdaldir. Kadının sarkan saçları, şâfi’îde de avretdir. Avretini açarsa, nemâzı hemen bozulur. İnce kumaş
altındaki cildin rengi belli olursa, nemâz bâtıl olur. Örtü cilde
yapışıp, uzvun şekli belli olursa, bâtıl olmaz. Çıplak olan, örtü
bulmak ümmîdi varsa, vaktin sonuna kadar beklemesi vâcib
olur. Nemâz dışında da, avret mahallini, kendinden ve başkasından örtmek farzdır. Zarûret olunca, zarûret mikdârı açılır.
Müslimân kadının, yabancı erkekler ve kâfir, mürted ve fâsık
kadmlar yanında örtünmeleri farzdır. [Üç mezhebde, yalnız
yüzlerinin ve ellerinin, hanefîde ise ayaklarının da avret olmadığı (Mîzân-ül-kübrâ) da yazılıdır]. Hanbelîde, kâfir kadınlarına da örtünmez. Şâfi’îde, küçük çocuğun avret yeri, terbiye
edenden başkasına harâmdır. Erkeğin dizi, hanefîde avretdir.
Diğer üç mezhebde, değildir. Mekkede olanın, nemâzmı Kâ’
benin binasına karşı kılması farzdır. Mekkeden uzakda olan
için de şâfi’îde böyledir.Zan-nıgâlibi Kâ’beye karşı olmalıdır.
Kıble ciheti, âdil olan bir müslimâna sorarak, câmi’ mihrablarına, güneşe, yıldızlara, pusulaya bakarak anlaşılır. Bunlarla
anlıyamazsa, ictihâd eder, araşdırır. İctihâd ile bulamazsa,
nemâz kılanlara tâbi’ olur. Şâfiide nemâzın içinde olan farzlar
onüçdür. Beşi ağız ile, sekizi beden ile yapılır. Ağız ile olanlar,
iftitâh tekbîri, her rek’atde fâtiha okumak, son rek’atda teşehhüd okumak, salevât okumak, birinci selâmı söylemekdir.
Beden ile yapılanlar: Niyyet, kıyâm, rükü’, kavmede dik durmak, iki secde, celsede oturmak, son rek’atde teşehhüd mikdârı
oturmak, bunları sırası ile yapmakdır. Şâfi’îde niyyet ederken,
nemâzm farz olduğuna, nemâzın şeklini, ya’nî oturmağı, rükü’
unu, secdelerini, selâm vermesini düşünmek, hangi nemâzı
kılacağını niyyet etmek lâzımdır Niyyet, iftitâh tekbîrini
lerken yapılır Edâ veyâ kazâ olduğunu niyyet etinefc
dtpldir Bu ikisini birbiri yerine düşünürse, nfjtoâzı a ^ p
d||<z.. Rek’at adedi de köyledir. Sünnetlerin de cinsisi, fişi*
d^ş evvel veyâ sonraolduklarmı niyyet lâzımdır. Yalnız k | | | |
n ^ ^ z ı arasında hâsıl olan cemâ’ate uyabilir Nemâza b& ||p
ken, tekbîr getirmek, dört mezhebde de farzdır Hanelm,
tekbir olarak, (Allahti ekber) demek vâcibdir. Diğer üç
hebde farzdır. İftitâh tekbirinin sahîh olması için, şâfi’y
onbeş şart vardır: Arabî olmak, farz nemâza ayakda riffjp
etmek, Allahü ekber demek, (ber) derken uzatmamak, {HR
şeddeli okumamak, iki kelimenin arasında veyâ fince
harfi okumamak, iki kelime arasında durmamak, Aflğİğğİ’
ekler veyâ Allahul’azîm ekber demek câizdir. Kendi işiteclk
kadar sesli okumak, Nemâz vakti girmiş olmak, Kıbleye karşı
söylemek, imâmdan sonra söylemek, Kırâeti okuması sab|h
olan yerde söylemek lâzımdır.
Sünnet ve nâfile nemâzlan ayakda kılmak farz değ|i||e.
H&öefidç fâtiha okumak vâcibdir Diğer üç mezhebde fatâra
ŞfPılde, imâm arkasında, cemâ’atin fâtiha okumaları faraggl
Şâfi’îde nemâzm sünnetlerinden birisi, imânım ve yalnız İaşe
nın, sabâh, akşam ve yatsı nemâzlannda, fâtihayı ve zam-mı
sûreyi yüksek sesle okumakdır Yabancı erkek yanında olmadıkı zeman, kadm da yüksek sesle okur. Cemâ’at, kendi işpcek kadar, sessiz okur İmâm yüksek sesle okuduğu zeman,
ceöıâ’at, imâm üe birlikde ve yanındaki işitecek kadar yüklek
sesle Âmin der. Sessiz okuduğu zeman, kendi okuyunca
İmâmın, yüksek sesle okuduğu nemâzlarda, fâtihayı okudnkdan sonra, cemâ’atin de fâtihayı okuyacakları vakt k^pşr
suşup veyâ sessiz birşey okuyup, bundan sonra, zam-mı m § c
okunmağa başlaması sünnetdir. [Buradan anlaşılıyor ki, imfm
yüksek sesle fâtiha okurken cemâ’at okumayıp, imâmı dinerler. İmâm ile birlikde Âmîn dedikden sonra, fâtiha okurlar]
İmâm fâtihayı bitirdikden sonra uyan, fâtihayı okumaz. Üç
mezhebde, kendi işitecek kadar sesli okumak farzdır. Mâlikîde
farz değil, müstehabdır. Eli üzerine secde, üç mezhebde sahîh
debidir. Hanefîde mekrûhdur. Secdede, kalça başdan ve sırtdan aşağıda kaimıyacak kadar yükseğe secde câizdir. Haadpe
ise, secde yerinin, dizlerin konduğu yerden yarim zrâ’ [yirmibeş santimetre] yüksek olması câizdir. Fekat, mekrûhdiir
Câmi’de boş yer yoksa, önündekinîn arkasına secde edilebilir.
Fekat, öndekinin aynı nemâp kılmakda olması ve y e r e secde
– S U –

etmesi lâzımdır. Mâlikîde ve şâfi’îde nemâzın vâcibleri yokdur.
Hanbelîde ve şâfi’îde, nemâzın sünneti, müstehabı demekdir.
Bunları terk edene, bir cezâ yapılmaz. Yalnız, sevâbından
mahrûm olur. Sesli okunan nemâzlarda, fâtihadan sonra, yüksek sesle Âmîn denir. Ayakda eller, göbek üstünde, biraz solda
bağlanır. Ayakda, fâtihadan sonra, bir sûre okumak, hanefîde
vâcib, diğer üç mezhebde sünnetdir. Şâfi’îde, her rek’atda E’
uzüyü okumak sünnetdir ve Fâtihadan evvel Besmele okumak
farzdır. Okumazsa, nemâzı sahîh olmaz. Zamm-ı sûreleri
rükü’ da temâmlamak, dört mezhebde de mekrûhdur. Fâtihayı
temâmlamak ise, hanefîde mekrûhdur. Diğer üç mezhebde,
nemâzı ifsâd eder. Zihni meşgûl etmiyen canlı resmi nerde
bulunursa bulunsun, şâfi’îde, nemâzı mekrûh yapmaz. Aynı
imâma uyan kadın, erkeğin yanında veyâ önünde ise, üç mezhebde, ikisinin de nemâzı bozulmaz. Hanefîde ise, iki yanında
ve arkasında kılan erkeklerin nemâzları bâtıl olur. Fekat,
nemâzda iken imâma uyan kadına, imâm veyâ cemâ’atden
biri, geri çekilmesi için eli ile işâret eder, o da çekilmezse veyâ
imâm, kadınlara imâm olmağa niyyet etmemiş ise, kadının
nemâzı fâsid olur, erkeğin olmaz. Bir hizâda, bir rükn mikdârı
durmamış ise, veyâ biri, bir adam boyundan fazla yüksekde
kılıyorsa yâhud aralarında dikili baston, direk veyâ bir adam
duracak kadar boşluk varsa, ikisinin de bozulmaz. Aynı
imâma uymamış iseler de, bozulmaz ise de, kadın için tahrîmen mekrûh olur. Abdesti, guslü, teyemmümü, mest veyâ
cebîre üzerine meshi bozacak birşey, selâm vermeden önce
hâsıl olursa, üç mezhebde nemâz bozulur. Son teşehhüdü okumağı bitirmeden önce olursa, hanefîde de bozulur. Beş vakt
nemâzdan sonra, hemen bir âyetelkürsî ve doksandokuz tesbîh
ve bir tevhîd okumak müstehabdır. Farzdan veyâ son sünnetden sonra okunurlar. Şâfi’îde birincisi, hanefîde İkincisi efdaldır. Sonra, düâ edilir.
197 — Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu
ki: Her kimde bu üç şey bulunmazsa, ehl-i Cennetdir: 1) Kibr, 2)
Hased, 3) Hıyânet.
Her musibete ve belâya sabr etmek, şikâyet etmemek
lâzımdır. Zîrâ, sabh bulunmıyan insanların dinleri kolaylıkla
helâk olur. Derd ve belâ çekenlere sevâb olmaz. Derd ve belâlara sabr edenlere, bunlan Allahü teâlâdan bilip, Ona yalvaranlara sevâb vardır.
198 — Her kim dünyâda azîz, âhıretde büyük olmasını
— 539 — – * t i • –
isterse, kendisinde şu üç huy bulumun:
1) Mahlûkatdan hiçbir şey beklememek,
2) MüsHmânkrı [ve zimmî kâfirleri, ölmüş iseler de] gıybet
etmemek,
3) Başkasının hakkı olan bir şeyi almamak
Aft&hü teâlâ üç şeyi çok sever 1) Cömertlik,
2 ) Körkmadığı kimsenin yanında doğruyu söylemek,
3) Oizli yerlerde de Allahü teâlâdan korkmak.
Allahü teâlâ, Tur-i Sinâda, Mûsâ aleyhisselâma buyurdu
ki, (Bir Mmseye, Hak teâlâdan kork deseler, o kimse de Allahdan
korkmağı, bana mı öğretiyorsun sen AHab’daâ; kork derse, en
feaâ İman odur),
199 — Kimsenin günâhını başına kakma? Müslim!»
olsun, kâfir olsun, bir kimsenin hakkını alıp da tevbe etmeyip
onunla halâüaşmazsan, Resûlullah «sallallahü aleyhi ve setletn” sana la’net eder. Ana-babanın meşrû’ olan emrlerine âsî
olanlar da mel’ûndur Allahü teâlânın rızâsının gayrine, ı(B8sii|l
f^Hica kimseye diyerek kurban kesenler de bu la’net halkasıöâ
bildirler. Kızına zinâ etdiren, çıplak gezdiren, evlâdlarma £jjjİj&
nr, harâmları ögretmiyen babalar ve analar ve Allahü teâlidöı
başkasına ibâdet ve secde edenler de mel’undurlar.
[Abdülganî Nablüsî “rahime-hullahü teâlâ” (Had&a) da, d
ile yapılan günâhları anlatırken diyor ki, (zor ile gasb edilçnve
rüşvet olarak alman, çalman mallara ve kendinde emânet fi||n
mallan ticâretde kullanarak elde edilen kâra ve Dâr-ül-haftıe
ya’nî kâfir memleketlerine gidenin [tüccârın, seyyahın], kâfirlerden, rızâlan olmadan aldığı mala, (MâN habîs) denir. Bitteri
kullanması harâm olur. Sahihlerine geri verilmeleri, sâhîKteri
bilinmiyorsa, fakirlere sadaka verilmeleri lâzım olur. Başkasının
mülkünü, ondan iznsiz kullanmak harâmdır). Müslimân, Dârülharbdekı kâfirlerin bile mallanna, canlanna, ırzlanna dokunmaz. Nakl vâsıtalarının ücretlerini öder. Kimseye hiyânet etmez].
Peygamberimiz «aleyhisselâm» buyurdu ki, (Bir kimse,
birine su verse ve o da, ona karşı bir tesnennâ etse, eğüse, AMaha
ortak koşmak olur). Yine buyurdu ki, (El kaldırarak setten
vermek ye AUahdan başkasına yemkı eylemek de şirkdir). Mesdâ
babanmeam için dememelidir.
[Yukandaki hadîs-i şerîfde, d kaldırarak selâm vçrm ^n
şirk olduğu bildirildi. Hanefî mezhebinin büyük âlimleri yaSaî
ictihâd makâmma yükselmiş olan âlimler buna benziyen te w –
i şerifleri karşılaşdırmışlar, hanefî mezhebinin üsûl ve kavâ’id-i
— 540 —

I
mezhebiyyesine göre incelemişler. Uzakda olana, yalnız el kaldırarak
selâm vermenin mekrûh olduğunu, söz ile ve el ile birlikde selâm
yermenin kerâhetsiz câiz olduğunu anlamışlardır. Bunun gibi,
İbni Âbidînde nemâzın mekrûhları sonunda yazılı hadîs-i ^
şerîfde, (Nemâzlarınızı ayakkabı ile kılınız. Yehûdîlere benzemeyiniz!) buyuruldu. Hâlbuki, fıkh âlimleri, ayakları örtülü kılmanın sünnet, ayaklan açık olarak kılmanın mekrûh olduğunu
bildirdiler. Yine bunlar gibi, (Hadîka)mn ikinci cildi, beşyüzseksenbirinci sahîfesinde, (Saçını, sakalını siyaha boyayanlar,
Cennet kokusunu bulamazlar) hadîs-i şerifini bildirdikden
sonra, âlimlerin hepsi, siyaha boyamak mekrûhdur dedi. Câiz
diyenler de oldu. (Mebsût) da höyle yazılıdır. Hazret-i Osman
ve hazret-i Hüseyn ve Ukbe bin Âmir ve İbni Şîrîn ve Ebû
Bürde ve başkaları “rahime-hümullahü teâlâ” siyâha boyarlardı
diyor. (Hadîka), ikinci cild, beşyüzseksenikinci sahîfede diyor ki,
(Saç, sakal boyamakda, bulunduğu yerdekilerin âdetlerine uyulur. Bulunduğu şehrin âdetine uymamak, şöhret olur. Tahrîmen
mekrûh olur). (Mişkât) daki hadîs-i şerîfde, (Müşriklere muhâlefet edip, sakalınızı uzatınız!) buyuruldu. Hâlbuki, Hâdimî “rahime-hullahü teâlâ” (Berîka) nın binikiyüzyirmidokuzuncu sahîfesinde, (Sakalı kazımak sünnete muhâlefet olur. Emr-i vücûbî olsaydı, harâm olurdu. Sakalı bir kabza [bir tutam] uzatmak sünnetdir. Bundan kısa yapmak ve kazımak câiz değildir.-Ba’zı kimseler, sakalını kazıyanın veyâ kısaltanm imâm olması câiz olamaz.
Yalnız kıldığı nemâz da mekrûh olur. Bu kimse mel’ûndur, diyorlar. Bu sözlerini (Tahâvî) den aldıklarını bildiriyorlar. Böyle sözler doğru değildir) diyor. Ehl-i Kitaba [ya’nî yehûdîlere, hıristiyanlara] ve müşriklere, muhanneslere [ya’nî kötü oğlana] benzemek şiddetle men’ olunmakdadır. Tahtâvînin, (Merâkılfelâh) hâşiyesi yüzseksenbeşinci sahîfesinde, (Ehl-i kitâba benzemenin dereceleri vardır. Yimek, içmek gibi âdet olan zararsız şeylerde benzemek câizdir. Kötü, zararlı şeylerde teşebbüh kasd ederek benzemek harâmdır. Teşebbüh kasd etmezse câiz olur) diyor. Kâfirlerin
dinlerine mahsûs olup, kâfirlik alâmeti olan şeylerde, kasd olmadan da benzemek küfr olur. Fâideli dünyâ işlerinde benzemek
câiz, hattâ sevâb olur.
200 — Hiç kimseye la’net eyleme. Zîrâ, la’net eylediğinadam la’nete müstehak değil ise, yapdığm la’net sana döner.
Hayvânâta dahî la’net eyleme! Zîrâ, melekler, sana la’net
ederler. Nemâzı terk edene, yüzüne karşıda, arkasından da la’net
edilir. Zîrâ farz olan nemâzı özrsüz terk eden, dört kitâbda da
— 541 —
mel’ûndur Elinde» geldiği her zeman emr-i ma’rûf eyie, ya’nî islâmiyyeööemrterioi söyle, fenâ şeylerden men’ et! Peygamberimiz “a^yÖsselâm” buyurdu kİ: (Ahiâk-ı zeastare [ya’mfenâahlâk) olaa dört şeyâe» vazgeç, onlardan çok safeım
1)Çek msl töptaysp, yimemsk,
2) Hsç ölmiyecekmiş gibi dünyâya sanimak,
3) Sahil olmak [ya’nî cimri olmak}, 4) Haris olmak.)
İnsanda hayft otaak, îmân nişanıdır. Haylsızhk, küfct
cibdir. Hayâ, evvelâ Allahü teâlâya karşı olur
20J — Herhangi bir işini, bahil, ya’nı hasis kimselep;
danışma! Çünki, seni sonra insanlar arasında rezîl ve ıtijn&T
eyler. Sâlih kimse ile meşveret et!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir