YİTİK HAZİNENİN PEŞİNDE
Ahmed Vahid Bey’i ve kendisinin tabiriyle “Redhouse’un lügatinden sonra bir Türk tarafından hazırlanan ilk Ingilizce-Türkçe sözlük” olan eseri onca zamana rağmen orijinal haliyle henüz biz basamamıştık, fakat Lübnan’da basılmıştı… Istersniz, kültür hayatımızda hazine değerindeki bu eserin peşinde birlikte koşalım…
Ankara’da vatanî görevimi yaptığım sırada vakit buldukça birliğe ait bir ihtisas kitaplığından yararlanıyorum bol bol. Gerek yerli gerek ^yabancı ciddi sayıda Ikitabın olduğu bu ufak kütüphane şartların el verdiği ölçüde tertip edilmiş ve meraklıları doyurmaya yetiyor. Yine bir “okuma mesaisi” sırasında İngilizceTürkçe sözlük lazım olunca şöyle bir arandım kitaplıkta, çağdaş sözlükler yanında sırtı bana dönük, cildi siyah, vakur bir lügat çarptı gözüme; sırtındaki ibare üstten aşağıya “A. Vahid Bey, An English Turkish Dictionary”. Vahid Bey’in ismi Latin harflerinden başka bir de Arabî harflerle yazılmış. Dikkatimi çekti tabii. Heyecanla uzandım; gayet narin ve nazik dokunuşlarla yokladım evvela, nedir, kimindir diye. Bakacağım kelime mi takıldı aklınıza? Ben çoktan unuttumdu onu! Ahmed Vahid Bey’،, sözlüğü hakkında yazdığı “ okudum uzun uzun. Sayfaları fotokopi ettim, yanıma aldım. Neden sonra aklıma takıldı; kimdi bu Ahmed Vahid Bey, neciydi, nereliydi? işte bu yazının macerası aslında ta o zaman başladı; Şubat 2009’da… O günden sonra daima aklımın bir köşesinde Ahmed Vahid Bey ve eseri. Askerden dönünce gerek ansiklopedilerden ve gerekse internetten taradım, sordum, soruşturdum; fakat nafile. Ne kitaplar yazmıştı onu, ne de internette yalan yanlış olsun bir şey vardı hakkında. Kederlendim, dertlendim; aynı zamanda şu emel tutuştu içimde: Vahid Bey ve eserinin itibarı iade edilmeliydi!
Vahid Bey lügatinin ilk sayfasında kitabın unvanının ardından “Commander A. Vahid Bey, Turkish Navy” yazıyordu; yani Ahmed Vahid Bey, Türk Donanmasında Deniz Binbaşıydı. Bu ibarenin hemen altında şu ayrıntı vardı: “Tibrairie de Liban” yani Tübnan Kitapevi”, ilk defa 1924’te basıldığını öğrendiğimiz ve yazarın ifadesiyle “Redhouse’un lügatinden sonra bir Türk tarafından hazırlanan ilk İngilizceTürkçe sözlük” olan bu eseri aradan geçen onca zamana rağmen orijinal haliyle biz basamamıştık, fakat Lübnan’da basılmıştı… Avrupa’da yapılan anketlerde “en fena İngilizce konuşan 2. ülke” oluşumuzun temellerini bu ihmalden başka bir yerde aramak “yer”siz, değil mi? Tatsız bir konu bu; geçelim.
Ara ara interneti yokluyordum yine; acaba Vahid Bey yahut eseri hakkında bir şeyler bulunur mu diye. Derken bir yerde manidar bir iki cümle ilişti gözüme. Vahid Bey’in çocuğu olduğunu, bunlardan birinin Sultan Mehmed Reşad döneminde Maliye Nazırlığı yapan Menemenlizâde Rif at Paşa’nın torunu Turgut Menemencioğlu’yla evli olduğunu öğrendim. Bu isimlerle tarama yapınca, Nermin Hanım’ın 2006 yılının Aralık ayında bir gazetede yayınlanmış röportajını gördüm. Sayfaya konan fotoğrafta Ahmed Vahid Bey’in damadı Turgut Bey’in hayli yaşlı olduğu, yanında yarı oturmuş Nermin Hanım’msa nispeten daha diri ve daha dinç olduğu göze çarpıyordu. Biraz daha karıştırdım “internet kazanını”. Ahmed Vahid Bey’in kızından iki torunu varmış: Kemâl ve Ekber Menemencioğlu. İlkine ulaşmak zor olmadı. Gayet sıcak ve samimiydi Kemâl Bey; ona dedesini sordum. Çok fazla şey bilmediğini; soracaklarımı asıl annesine sormam gerektiğini belirtti. 1918 doğumlu olduğunu daha evvel okuduğum Nermin Hanım’ın hayatta olabileceği ihtimali azdı; çekinerek sordum, “Hâlâ hayatta anneniz demek !” Evet, deyince ben, “Peki, sağlık problemi var mı, sorsak anlatır mı bize anılarını?” dedim. Hay hay, hemen arayayım kendisini dedi ve telefona uzandı. Annesi, babası Vahid Bey’in birileri tarafından merak ediliyor olmasından ötürü gayet mutlu oldu, tiz sesine akseden neşeyi ben de fark ettim telefondan. Kırmadı bizi Nermin Hanım, evine beklediğini söyledi. Randevulaştığımız gün vardık yanma; ben ve bana eşlik eden gayretkeş fotoğrafçı ve tarihçi mesai arkadaşım. Gayet nezaket ve alakayla karşılandık. Defalarca takdir etti bizleri; çalışma gayretimizi, merakımızı, ilgimizi. Derken başladı anlatmaya. Kendi çocukluğu, babası, annesi, kardeşi ve daha pek çok isim ve pek çok hatıra… Bir defa daha gittik Nermin Hanım’m yanma; bizlere verdiği muhtelif evrak, kitap ve fotoğrafı iade etmek ve varsa daha anlatacağı dinlemek için. İki ziyaretin ardından zihnimizde kısmen tecessüm etti Ahmed Vahid Bey. Fakat maalesef bir kitapta ayrılan yalnız bir sayfadan başka hiçbir kitabî bilgi yoktu Nermin Hanım’ın elinde de. Bize tam da bu lazımdı işte: yazılı kaynak!
Bahriyeli olduğundan yukarıda bahsettiğim Vahid Bey’in Deniz Müzesi Arşivi’nde kaydı olabileceği geldi aklımıza. Ama önce internetten tarama imkânımız olan Başbakanlık Devlet Arşivleri’ni yokladık. “Ahmed Vahdeddin” kaydıyla bir iki parça evrak çıktı. Teyit etmek için az evvel zikrettiğim Deniz Müzesi Arşivi’ne gittik. Uzun sürmedi, baba adının Hüseyin olduğunu Nermin Hanım’dan işittiğimiz Ahmed Vahid Bey’in künyesine ulaştık. Hayli yoğundu sayfası. Birkaç günde temin ettiğimiz evrakı transkribe ettik. İşte söz konusu künyeden alacağımız ayrıntılarla aydınlanan Ahmed Vahid Bey portresi:
Hayatı ,Tasili, Memuriyetleri
Kendisi gibi bahriyeli Hüseyin Zeki Bey’in oğlu Ahmed Vahid Bey. İstanbul’da 22 Ekim 1881 tarihinde doğmuş. Yine künyesine bakılacak olursa Kasımpaşalıdır. 14 Mart 1900’da “Harbiye sınıfına” dâhil olmuş. Kızı Nermin Hanım’m ifadesine göre okuduğu okul Heybeli Ada’daki Deniz Harp Okulu. İki yıl sonra ه 2 91 yılının 27 Mart’ında mühendis sıfatıyla ilk vazifesine atanmış; Selimiye Kışlası. Hemen iki ay sonra seyir zabiti muavini sıfatıyla “Orhaniye Zırhlısı”na tayin edilmiş. Aziziye Zırhlısı, İsmail Vapuru vs.’de aldığı görevlerin ardından 26 Mayıs ه791 tarihinde Şirket’i Hayriye’ye atanmış; komiser olarak. 1 Haziran İ909’dan itibaren görevli olduğu Merkez Sefinesi’nde hizmetini ifaya devam ettiği sırada bir nevi kıdemli yüzbaşı iken bilemediğimiz bir sebepten ötürü “tenzil’i rütbe” olunmuş ve rütbesi yeniden yüzbaşılığa indirilmiş. Bu tarihten sonra 11 Mayıs 1915’te “kurmay yüzbaşılığa” terfi edip aynı senenin 6 Temmuz’unda 2. Daire’ye “Maaşât ve Tahsisât Şube Müdürü” olarak atanıncaya dek 6 yıl gibi kısa bir müddette tam 9 farklı mahalle, 9 farklı sıfatla memuren aranmış.
Almanca, İngilizce, Fransızca
Ahmed Vahid Bey’in künyesinde İngilizce, Fransızca ve Almanca ibaresi bulunuyor ve kayıtta bu üç dili de “tekellüm ettiği” yani konuşabildiği yazılıyor. Hâkezâ kızları Nermin Hamm’ın da ifedesi aynı şekilde. Künyesinde bahsedilen dillerden yalnızca Almanca’ya ait Mayıs 1918’de Almanya’ya “lisan tahsili ne gittiğine dair bir kayıt bulunuyor. Dolayısıyla diğer iki dili muhtemelen mektepte öğrenmişti Ahmed Bey. İngilizcesi hususunda muhterem kızları hanımefendiden, “Cemal Faşa’mn yaveri iken (Mart’ Kasım 1914) paşa tarafından Rus Çarıyla görüşmek üzere Rusya’ya gitmişler. Paşa Beyrut’taymış o sıra. Çar, tiyaretçilerini indikleri akşam yemeğe davet etmiş. Samimi havada geçen akşamda müsafirleriyle İngilizce konuşan çar, Vahid Bey’in İngilizcesinden etkilenmiş, hatta âdeti olmadığı halde birtakım ikram ve iltifatlarda bulunmuş…” diye dinlemiştik. Künyesinde de gördük ki, Vahid Bey bu ziyareti sırasında Çar tarafından “3. Dereceden Saint Anne” nişanıyla mükâfatlandırılmış.
Ahmed Vahid Bey Bahriye Nezareti’nin teklifi üzerine Berlin Sefareti Ataşenavalliği’ne atanır. Sefaretin bu teklifine karşılık 30 Ağustos 1915 tarihinde çıkan iradeyse şöyledir:
Bahriye Nezâreti ikinci Dâiresi Dördüncü Şube Müdürü Kıdemli Yüzbaşı Ahmed Vahdeddin Efendi’nin Berlin Sefâret’i Seniyyesi tayini hususuna Hâriciye Nezâreti’ne Bahriye Nezâreti Vekâleti Celi^esi’nin iş‘ârı üzerine bi’l’istizân irâde-i seniyye-i cenâb-1 padişâhi şeref-sâdır olarak…”
İzdivaç
1915’te Almanya’ya memûren gönderilen Ahmed Vahid ya da Vahdeddin Bey 34 yaşında olmasına rağmen hâlâ bekârdır. O sıralarda bir gün devrin ileri gelenlerinden birinin kızı evlenmektedir. Eşrâf ve ulular hep toplanırlar bu düğüne. Meşrutiyetle beraber gözden düşmüş olsalar da Sultan Abdülhamid Han devri ricâlinin en mühim ve en sadık paşalarından, tam 13 yıl Dâhiliye Nâzırlığı yapmış olan Mehmed Memdûh Paşa’mn ailesi de davetliler arasındadır. Henüz gencecik kızları Aişe Mualla Hanım nasıl olduysa Ahmed Vahid Bey’in validesi Hatice Hanım’a görülüverir ve Hatice Hanım kendisini oldukça beğenir. Düğün sahiplerinin de bulunduğu bir mecliste soruşturur küçük hanımın kim olduğunu; paşanın kızı olduğunu öğrenir öğrenmesine; fakat ilk gördüğü anda bu kızı oğluna almayı kafasına koymuştur ve hiçbir gerekçe vazgeçiremez onu bu fikrinden. Vahid Bey’in yukarıdaki “irade’yle ataşenaval olarak Almanya’ya gidişine müsaade edildikten bir sene sonra “… esbak Dâhiliye Nâzırı Memdûh Paşa kerimesi (kızı) Aişe Mualla Hanım’la izdivâcına ruhsat verilmiştir.” Vahid Bey evlendikten sonra eşini de alır yanma. Nermin Hanım’m hususi sohbetimizde aktardığına göre annesi evlendiğinde, yani 1916 yılının Aralık’mda henüz 16 yaşındaymış ve bu evliliğin kendisini cezbeden yanı Vahid Bey’le beraber “tebdil-i mekân” edip Almanya’ya gidiyor olmakmış. 2 yıl sonra ilk meyvesini vermiş bu izdivaç ve kızları Nermin dünyaya gelmiş. Birinci Dünya Savaşı sırasında Almanlarla içli dışlı olduğumuz malum. Bu yakınlık elbette daha çok askerî anlamda olmuştu. Vahid Bey’in de tam o dönemde Almanya’ya gidişi, oraya muhtelif amaçlarla gelen Türk heyetlerine yardımcı olmasını, iki ülke arasında vukû bulan levazımât vesaire nakliyatına yardımcı olmasını gerektirdi. Zaman zaman sevk edilen eşyanın eksik ve kusurlu oluşu sebebiyle başının ağrıdığı da vakidir. Mesela 19 Aralık 1918’de “Bahriye nâmına alımına memur edildiği yün kumaşların çürük ve matluba uygun olmayışı sebebiyle oluşturulan soruşturma heyetince sorgulanması” ferman buyrulmuştu. Bu ve benzeri birkaç madde sebebiyle sıkıntılar yaşamışsa da künyesine düşülen kayıtlardan anlıyoruz ki Ahmed Vahid Bey herhangi bir sebeple hüküm giymemiş, hakkında ortaya atılan bütün isnatlardan beraat etmiştir. Hatta orada kaldığı dört yıl boyunca Alman ve Avusturya hükümetlerince muhtelif isim ve sıfatlarda tam 8 madalya ve nişana layık görülmüştür. Madalyalarından sözü açmışken henüz talebe olarak Harbiye ye dahi intisap etmemişken Rumî 1314, Miladî 1898’de gerçekleşen Yunan Harbi’nin ardından Yunan Muharebe Madalyası, yine Altın Maarif ve Gümüş Liyakat Madalyası ile Dördüncü Dereceden Nişan-ı Osmanî almıştır. 2 yıl daha orda kalan aile İstanbul’a dönmüş. 1919’da Bahriye Nezâreti merkezine atanan Ahmed Vahid Bey 6 yıl boyunca hem burada hem de Erkân-ı Harbiye Vekâleti’nde muhtelif vazifeler ifa etti.
Emeklilik
Künyesine kaydedilen izinlerden anlaşıldığı kadarıyla memuriyetinin son birkaç yılında hem annesi hem de şahsı birtakım hastalıklara düçar olmuş ve bu sebeple sık sık izin kullanmış. Şahsî hastalığının tam olarak ne olduğu künyesinde kaydedilmişse de ibarenin okunamayışı bunu tespitten alıkoymuştur bizi. Bu hastalıklar sebebiyle olsa gerek son olarak 11 Nisan 1925’te atandığı Erkân-ı Harbiye 1. istihbarat Dairesi Başkanlığı görevini yürütürken aynı senenin sonunda şu sözlerle emekliliğine müsaade edilmiştir: “Erkân-ı Harbiye-i Bahriye 1. İstihbarat Dairesi Başkanı, korvet kaptanı Hüseyin Zeki Efendi oğlu Kasımpaşalı Ahmed Vahdeddin kaptanın talebi üzerine ve kanunî müddeti ikmâl etmesi sebebiyle Askerî Tekâüd Kanunu’nun 2. maddesi uyarınca hizmet süresine göre maaşı daha sonra hesap ve tahsis olunmak kaydıyla emekliliğinin icrası uygun bulunmuştur.
Eseri
Ahmed Vahid Bey 1925’te 44 yaşında emekli olduğunda şahsı adına basılmış ilk kitabı olan sözlüğü piyaşaya çıkmıştı (1924, ilk baskı) bile. Kızının ifadesine göre oldukça disiplinli, dakik ve çalışkan olan Vahid Bey hemen her gün İlmî çalışmalarına da hayli vakit ayırırdı. Hazırladığı ilk çalışma olan ve daha evvel sözü edilen “İngilizce-Türkçe Lügat”in ardından bir de Türkçe’lngilizce lügat üzerinde ^ışıyordu. Fakat aile hayatı istediği gibi yürümemiş olmalı ki, emekli olduktan hemen hemen 7 yıl sonra ilk hanımı Aişe Mualla’dan ayrıldı. Bu ayrılıktan az önce de Vickers-Armstrong işminde İngiliz menseli bir mühendislik firmasında Türkiye temsilcisi olarak çalışmaya başlamıştı, ikinci defa evlendi; eşi meşhur Akçura ailesinin hanım üyelerinden Müfide Akçura’ydı. İkinci evliliğinde Kadıköy Moda’da satın alınan evlerinde oturuyorlardı. Bu evlilikten de üç çocuğu oldu: Yıldız, Tosun ve İnci… Üzerinde çalıştığı ikinci lügati de tamamladı Vahid Bey; 1945’te bu eseri de basıldı. Andığımız iki çalışmasından başka 1917 senesinde dönemin Bahriye Nâzın Cemal Paşa’nın yaveri iken tercüme ettiği “Bahriye Zabitânına Mahsûs Hukûk’1 Umûmiye-i Düvel” isimli kitaptan ötürü “Dördüncü Dereceden Nişânı Osmanî” ile taltif olunması uygun bulunmuş ve hakanda irâde çıktıktan sonra kararın ifasına müsaade için dutum, 11 Haziran 1917 tarihinde Cemal Paşa tarafından sadarete yani başbakanlığa arz edilmişti. Ayrıca ressamdı daAhmed Vahid Bey, yapağı tablolar amatör olarak uğraştığı bu sahada da pek maharetli olduğunu gösteriyor.
Veda
Hâsılı, Ahmed Vahid ya da Vahdeddin Bey hem talebeliği, hem memuriyeti boyunca oldukça çalışkan ve başarılıydı. Aklığı nişan ve madalyalar bunun açık birer şahidi, ömrünün yarıdan fazlasını adadığı “askerlik” onun adeta hayatına da sızmış, alışkanlıklarına hatta karakterine şekil vermişti; disiplinliydi, fazlasıyla dakikti, sıhhatine düşkün ve müşfikti. 1945 yılının bir Eylül günü sabah saatlerinde çıktığı yürüyüşün ardından muhtemelen soluklanmak için denize karşı oturup uzak hülyalara daldığı bank, bu yorgun deniz çocuğunun meçhule giden gemiyi selamladığı son noktaydı…
Kaynaklar: Deniz Müzesi, Künye Defteri ( Ahmet Vahit; BOA, BEO. 4 3 7 9 ;ل8723 /ل BOA, Î.TAL. 494/15 (1332/B-15); http://en.wikipedia.org/wiki/ Hanseatic.Cross; Nermin Vahid, Boğaz’daki Kırmızı Köşk, Ekim ; هم 8 2 http:^ en.wikipedia.org/wiki/Oldenburg; ilhan Çiloğlu, Asker Yazar ve Şairler, İstanbul , ه 3 0 2 s. 347; http://en.wikipedia.org/wiki/Order_of_St._Anna.