GELECEĞİN ÇEKİRDEK KAYNAŞIM REAKTÖRLERİ
T.A. HEPPENHEIMER
G |
üneşin merkezinden, her saniyede 4 milyon tonu aşkın hidrojen, kaynaşım tepkimesi yapıyor. Işık ve ısı biçiminde bize ulaşan bol miktardaki enerji, bu dinamik kayna- şım sürecinden çıkıyor. Fizik yasalarına uygun olarak gerçekleşen bu birleşmeyi, yer üzerinde de gerçekleştirebilme girişimi, fiziğin şimdiye dek rastladığı en güç teknik sonın oldu.
Yine de, çekirdek kaynaşmasına çok önem verilmiştir: Amerikan Enerji Bakanlığı, yalnızca araştırma amacı ile, iki dev aygıt için yatırım yapmaktadır. Princeton’daki TFTR (To- kamak Fusion Test ReactorlTokamak Kaynaşım Sınama Reaktörü), beş katlı yapı yüksekliğinde, 45 m kadar uzunlukta ve 31 m kadar genişlikte bir yapıya yerleştirilmiştir. Reaktörün mıknatıs kangalı,|9,l2|m çapındaki kocaman halka desteklere sarılmıştır. Oakland yakınlarındaki Lavvrence Liver- more Ulusal Laboratuvarı’nda ise, MFTF (Mirror Fusion Test Facility: Aynalı Kaynaşım Sınama Kuruluşu) bulunmaktadır. Bu reaktör, bir Boeing 747 uçağının gövdesinden daha büyük bir çelik silindirden oluşur; bu silindirin iki ucunda, iki katlı bir yapı yüksekliğinde ve yaklaşık 400 ton ağırlığında birer “yin-yang (dişil-eril)” mıknatıs (aynı mıknatıs içinde bulunan iki mıknatıs) vardır. Bu dev birleşimler, çaplan bir santimetrenin trilyonda birinden daha küçük olan atom çekirdeklerini kaynaştırmak için düzenlenmişlerdir.
Bu koca devler “daha büyük olan, daha iyidir” düşüncesinin doğmasına neden olmuşlardır. Günümüzde, MIT- nin kaynaşım aygıtı olan AlcatorC, bu stratejiye karşı çıkmıştır. Livermore’daki MFTF’nin dev uçaklardan daha büyük olmasına karşın, Alcator, onların makinelerinin her birinden daha küçüktür. Alcator’un deneycileri, Princeton’daki TFTR’nin başarısının gölgelemesine izin vermeyecek biçimde, amaca gizlice ulaşmışlardır. Ayrıca, kaynaşım girişimcisi Robert Bussard daha iyiyi yapmayı bile umuyor Şimdi, bir el arabası ile çekilecek kadar küçük bir ticari reaktör yapmayı planlıyor.
Kaynaşım gücü beklentisi, enerji araştırmacılarını 30 yıldan beri düş kırıklığına uğratmıştır. Kaynaşım gücünün iki yakıtı, hidrojenin ağır yerdeşleri (izotoplan) olan döteryum
Dev reaktörler bilyük umutlar uyandırıyordu; fakat küçücük bir reaktör asıl amaca ulaştı bile. 30 Yıllık çabalamculan sonra, fizik dünyası neyin arandığını ancak bulgulayabildi: Çekirdeklerin kaynaşım enerjisini üretmek üzere, yeterince iyi kapatılmış bir plazma aranıyordu. Yeni tasarımlar, kaynaşım reaktörlerinin küçük ve ucuz olabileceklerini ve eskidiklerinde çabucak sökülüp ortadan kaldırılabileceklerini gösteriyor.
ve trityumdur (döte7um, milyonlarca yıl boyunca yetecek miktarlarda, deniz suyundan üretilebilir). 1970’lerde A.B.D. Temsilciler Meclisi üyesi olan, enerji baş uzmanı Mike McCor- mach’a göre, “Ateşleme kullanımının denetlenmesi sağla- diktan sonra, kaynaşım gücünün geliştirilmesi, en önemli f olayı olacaktır.”
Bu ateş nasıl yakılabilir! Kaynaşım, çekirdekleri bu*. _ kaynaştırmak demektir; bir döteryum çekirdeği bir trityum çekirdeği ile birleşirse, çekirdeklerin enerjileri açığa çıkar. Fakat iki çekirdek de elektrik yükü taşımaktadırlar ve birbirlerini kuvvetlice iterler, bu itmeyi yenmek için çekirdeklerin önemli miktarlarda enerjileri olmalıdır; başka bir deyimle, çekirdekler çok sıcak olmalıdırlar (100 milyon derece Celcius)
Kaynaşım, iki bakımdan güçlük getirir: Fizikçiler bu uç sıcaklıkları üretmeli ve ayrıca, plazma denen sıcak ve yaygın gaz bulutlannı, özel bir kab içinde saklamalıdıriar. Bildiğimiz bir şişe, bu iş için uygun olmayacaktır. Isısını hızla yitireceğinden plazmanın şişe çeperine değmesine izin verilemez. Fakat mağnetik alanlar yardımı ile plazma 100 milyon derece sıcaklıkta tutulabilir. Magnetik şişe denen böyle bir magne- tik pota kurmak, hiç de kolay bir iş değildir. 30 yıl önce fizikçi Edward teller, bir plazmayı mıknatıslar yardımı ile belli bir yerde tutmanın, bir pelte damlasını lastik kuşaklarla sararak tutmak kadar zor olduğunu söylemiştir.
Geçen üç onyıl boyuna fizikçilerin amacı, bir plazmayı Lawson ölçütünü (kriterini) sağlayacak biçimde, belli bir yere yeterince iyi kapatmak oldu. İngiliz fizikçisi John Lawson’un adını taşıyan bu ölçüte göre, plazma belli bir yoğunluğa ulaşmalıdır vg Lawson sayısı denen 6 x 10” sayısını bulacak biçimde, mıknatıslarla yeterince uzun bir süre kapalı tutulmalıdır. Örneğin cm’ başına 10“ parçacıktık bir yoğunluk ve 0,6 saniyelik bir kapatma gereklidir; Lawson sayısı ise, bu iki sayının çarpımıdır.
Böylece, 100 milyon derecedeki bir plazma, kendini ısıtmak için verilen enerji kadar enerjiyi, kaynaşım tepkimeleri ile geri verecektir. Bu, koşul denkleşme olarak bilinir. Eğer plazma daha iyi kapatılabilirse, başka bir deyimle, daha yo-
Daha büyük olan mı daha iyidir? Daha küçük olan mı daha yeteneklidir? Kaynaşım reaktörleri için en elverişli büyüklük henüz belirlenmemiştir. Bir sınama reaktörünün 4300 tonluk güçlü yin- yang (dişileril) mıknatıslan iki katlı yapı yüksek- liğindedir. (Üstte). Fakat önerilen Riggatron, bir yemek odası masası üzerine sığacak büyüklüktedir. (Ön kapaktaki resim).
ın yapılabilir ve mıknatıslarla daha uzun süre kapalı tutula- ürse, daha çok enerji verebilir ve daha az ısıtma gerektirir, izma, 3xlOl4‘e eşit bir Lawson sayısında tutuşacaktır. O man dışardan ısıtma gerekmeyek ve plazma, kendi tepkeleri ile kendini sıcak tutacaktır.
PLAZMA KAP ATIM ÇALIŞMALARI
Bugün, Teller ve başkalarının öngördüklerine göre, plaz- ıları magnetik alanlardan kurtularak öteye sızmaktan alı- ymak çok güçtür. I968’de Sovyetler Biriiği’nin, “toro- simit) biçimli magnetik oda” teriminin rusça karşılığının i harflerinden oluşan “tokamak” dedikleri bir kaynaşım ¡ıtından elde ettikleri sonuçlar, büyük bir ilerleme sağla- Onlann Lawson sayıları, denkleşme için gereken sayıdan ) kat kadar küçüktü ve 5xl0″’e eşitti. Buna karşın, kay- ıım araştırmasına büyük bir itici güç sağlamaya yetiyordu.
1970’ler boyunca, büyük enerji açığı öngörüleri karşıda, Amerikan Enerji Bakanlığı kaynaşım bütçesini 10 ka-
j çıkardı, ve TFTR ve MFTF’nin kuruluşlarını onayladı. TR, radyoaktif olan ve işlenişi kolay olan trityumu kullan- k üzere kurulmuştu. MFTF, değişik bir yaklaşım getirdi; :mayı|simit-biçimli bir odaya kapatmak yerine, onu mag- ik aynalar denen düzeneklerle denetliyordu. Bu düzenekler an plazmayı, bir aynadan yansımış gibi, uzun boru biçimli ya geri gönderiyordu.
Bu kocaman aygıtlardaki mıknatısların düzenlenişleri de şikti. TFTR’nin, magnetik alanlar üretecek olan elektriksel aları taşıyan bakır kangallarla sarılmıs geleneksel bir ra-
helyum ile soğutulacak olan vc çok büyük elektrik akımlarını az yitik ya da aı direnç ile taşıyacak olan aşırı iletkenlerin kullanıldığı mıknatısları seçti. Fakat az elektrik harcamasına karşın bu mıknatısların kuruluşu çok pahalıya geliyordu. Gerçekten, her yin yang (dişil eni) mıknatıs için, yaklaşık 48 km uzunlukta aşın iletken tel gerekir; bu tellerin metre başına değeri ise, yaklaşık 60 dolardır. Ayrıca, her mıknatısın kaplaması, yaklaşık 13 cm kalınlıkta paslanmaz çelikten yapılır ve her mıknatısın kuruluşu bir buçuk yıl sürer.
Sorunların birçoğu, reaktör donanımlarında karşılaşılan uç koşullardan gelir. Araştırmacılar, plazmayı incelemek için, saniyenin birkaç milyarda birine eşit olan çakma süreleri içinde, tüm New York kentinin bir anlık gücüne eşdeğer bir ışık patlaması yayınlayan çok güçlü laserler kullanırlar. Bu laser- ler, ışığa astronomi teleskoplarının fotoğraf yapraklarından daha duyarlı olan fotoalgıçlaria (fotodetektörlerle) kaplanmışlardır. Plazmanın 100 milyon derecelik bir sıcaklığı olmasına karşın, bir metre kadar ötede, mutlak sıfırın 4 derece üzerindeki sıvı helyumla soğutulan bir magnetik kangal bulunur.
Öyleyse, çekirdek kaynaşımı araştırmalarının neden yavaş ilerlediğine şaşmamak gerekir. İlk olarak 1978’de, Princeton deneycileri PLT denen bir tokamak reaktörü kullanarak, 60 milyon dereceye (kaynaşım için uygun bir sıcaklık) ulaşmayı başardıkları zaman, o yılların en önemli kaynaşım başarısını gösterdikleri söylenmişti. Fakat bu deneyde çabucak ısıtılabilen seyreltilmiş bir plazma kullanılıyordu; bu plazmanın düşük yoğunluğu, 3xl0″’e eşit olan bir Lawson sayısı demekti. 6xlOIJ‘e eşit olan, denkleşme Lawson sayısını başarmak çok daha zordu. 1982 gibi geç bir yılda, yönetim politikası bu sayı (yoğunluğu ve kapatılma süresini gösteren) için girişimde bulunmuştun fakat gereken yüksek sıcaklık çalışmaları, ancak TFTR ile, I986’da başlayabilecektir.
DAHA BAŞKA ÇALIŞMALAR
MIT’de çalışan, fizikçi Ron Parker’in başka düşünceleri vardı. Alçak gönüllü bir insan olan Ron Parker, küçük ve toplu yapıdaki Alcator C tokamak reaktöründe kurulmuş bulunan bir kaynaşım araştırma programını, hem de az bir parayla yönetiyordu. Onun işyeri ve laboratuvarları ise, eskiden bir fırın ve ambar olarak kullanılan, tuğladan yapılmış sarı renkli yapılar grubundaydı.
1977’de Alcator’un Parker’in kılavuzluğunda gerçekleştirilen bir ilk yapımı, denkleşmenin yarısına eşit olan 3xl0IJ’lük bir Lawson sayısına ulaştı. Sonra I982’de, güçlükleri olabildiğince giderecek olan bir takım düzeltmelerle, reaktör yapımlarını geliştirmeğe hazır duruma gelmişti.
Topak göndericinin kullanıldığı MIT Alcator reaktörü, gereken yüksek düzeyde plazma kapatılmasını sağlayan ilk reaktör olmuştur.
ya dayanıyordu. Bu kürecikler, bir laser veya benzer bir aygıttan şiddetli bir demet olarak gönderilebileceklerdi. Kürenin dış tabakalarında oluşan bu anlık patlama ile, kürenin iç tabakaları ısınacak ve sıkışacaktı; böylece kürenin merkezi, saniyenin trilyonda birine eşit bir sürede, bir yıldızın merkezindeki koşullara ulaşacaktı. 1984 Mayıs ayı ortalarında, Albuquerque’deki Sandia Ulusal Laboratuvarları bilimcileri, iyon demetlerini öyle keskin odaklamayı başardıklarını bildiriyorlardı ki, bu demetler kaynaşım hedeflerine gönderilebileceklerdi. Ayrıca, MFTF’ye I km’den az uzaklıktaki öbür Livermore bilimcileri ise, 1985’in tadarında EKK (eylemsiz- kapatım kaynaşımı) hedeflerine ilk atışları yapmak üzere, dünyanın en güçlü laseri olan NOVA’yı hazırlıyorlardı.
Kaynaşım araştırmaları tam bu başarıları kazandıkları sırada, sanki alaycı bir düşünüşle, söz konusu araştırmaların geleceği en çarpıcı biçimde tartışılmağa başlandı. Parker’in yakın çalışma arkadaşlarından biri olan Lawrence Lidsky, yayınladığı bir yazısında karşıt düşüncelerini ileri sürdü: “Kay- naşım ortaya bir reaktör çıkardıysa bile, kimse bu reaktörü istemeyecektir. Pahalı kaynaşım reaktörü, Zeplin gibi, ses- üstü taşım aracı gibi, bolünüm üretken reaktör gibi, istenmez ve kullanılmaz olacaktır, “biçiminde uyarmalarda bulundu. Lidsky’nin görüşüne göre, Princeton ve Livenmore’- daki TFTR ve MFTF dev reaktörleri gibi tasarımlar ise, ticari kaynaşım gücü için temel olarak kullanılmak bakımından ç~ pahalı, karmaşık ve güvenilmez olacaklardı.
Bir görüş de, Nobel ödülü sahibi Hans Bethe’den g‘ di. Bethe’in, yıldızlardaki çekirdek tepkimeleriyle ilgi 1930’daki çalışması, kaynaşım araştırmalarının başlaması temel olmuştu. Bethe de, TFTR ve MFTF kaynaşım reak törlerinin elektrik üreteçleri olarak başarılı olamayacakla“ na inanıyordu; fakat bu durum Bethe için önemli değildi O, daha çok, ilk bynaşım reaktörünün ana görevinin, dü yadaki, kurulmuş bulunan çekirdek reaktörleri için nüklee- yakıtlar üretmek olduğunu tartışıyordu.
Başka bir görüş ise, reaktör kullanım sanayisinden geldi. San Francisco’daki Pasifik Gaz ve Elektrik kuruluşunda çalışan Clinton Ashworth, güç üreten ortaklıkların pahal dev kaynaşım fabrikalarını hemen kurmayıp, küçükten başlamak istediklerini söyledi.
Sanayi kesimi ile ilgili olarak, INESCO kaynaşım firmasının başkanı olan Robert Bussord’ın yaklaşımı, Lidsky’nin düşüncesinin özünü yansıtıyordu. Bussord, MIT’nin Alcator C reaktörünü temel olarak alan ayrıntılı tasarımlar hazırlayarak, kaynaşım reaktörlerinin küçük ve ucuz olabileceklerini ve eskidiklerinde çabucak sökülüp dağıtılabileceklerini göstermek istiyordu. Bu tasarımlara, Riggatron reaktörleri adı verilmiştir; bu ad, bu çalışmalara parasal katkı sağlayan Riggs National Bank of Washington adlı bankanın adından gelir.
Riggatron reaktörünün temelini, son derece toplu yapıdaki nükleer sistemlerin bulucusu olan Bussard’ın bilgileri oluşturur. Böyle aygıtlardaki sorun, ortaya çıkan çok çok büyük ısının nasıl uzaklaştırılacağıdır, bu ise, 1950’ier boyunca Bus- sard’ın mesleki ürünü kazandığı alandır. Bussard’ın probleme bakış açısındaki bu kayma, onun şaşırtıcı küçüklükte kay- naşım reaktörü tasarımları kurmasını sağlamıştır. Bu reaktörlerin en büyüğü, küçük bir arabadan daha büyük değildi; en küçüğü ise, bir masa büyüklüğündeydi. Gerçekleştirildiklerinde, bunların her biri, birer aylık süreler için 2 milyon kilowattlik sürekli kaynaşım gücü sağlayabileceklerdir. Bu birer ayın sonunda^eskidikleri zaman, yenileri ile değiştirileceklerdir. Oysa 1986’da TFTR ile, yüksek sıcaklık çalışmalarına geçilebilirse, bu reaktördeki iki – saniyelik patlamaların her birinde 30.000 kilowattlik güç üretilecektir.
1984’ün ortalarında, bu yaklaşımlardan hangisinin kay- naşım reaktörlerinin geleceğini çizeceği daha belli olmamıştı. Haziran I984’de, kaynaşım enerjisinin 40-50 yıldan önce ticari amaçla kullanılma olanağı olmadığı anlaşıldığından, bu reaktörlere ayrılan ödeneklerde ek kısıntılar yapıldı.
Bugün, çekirdek kaynaşımı alanında çalışan topluluk, bu zor kazanılmış başarılarından kıvanç duyuyor. Oysa, bu başarılar, deniz suyunu yakıt olarak kullanabilecek ticari amaçlı güç fabrikalarının kapısını açmıyor; bunun yerine, bilimsellikten uzaklaşan yeni tartışmaların çıkmasına neden oluyor.
Science Digest’den çev: Dr. Hanaslı GÜR
ya dayanıyordu. Bu kürecikler, bir laser veya benzer bir aygıttan şiddetli bir demet olarak gönderilebileceklerdi. Kürenin dış tabakalarında oluşan bu anlık patlama ile, kürenin iç tabakaları ısınacak ve sıkışacaktı; böylece kürenin merkezi, saniyenin trilyonda birine eşit bir sünede, bir yıldızın merkezindeki koşullara ulaşacaktı. 1984 Mayıs ayı ortalarında, Albuquerque’deki Sandia Ulusal Laboratuvarları bilimcileri, iyon demetlerini öyle keskin odaklamayı başardıklarını bildiriyorlardı ki, bu demetler kaynaşım hedeflerine gönderilebileceklerdi. Ayrıca, MFTF’ye I km’den az uzaklıktaki öbür Livermore bilimcileri ise, 1985’in baharında EKK (eylemsiz- kapatım kaynaşımı) hedeflerine ilk atışları yapmak üzere, dünyanın en güçlü laseri olan NOVA’yı hazırlıyorlardı.
Kaynaşım araştırmaları tam bu başarılan kazandıktan sırada, sanki alaycı bir düşünüşle, söz konusu araştırmaların geleceği en çarpıcı biçimde tartışılmağa başlandı. Paricer’in yakın çalışma arkadaşlanndan biri olan Lawrence Lidsky, yayınladığı bir yazısında karşıt düşüncelerini ileri sürdü: “Kay- naşım ortaya bir reaktör çıkardıysa bile, kimse bu reaktörü istemeyecektir. Pahalı kaynaşım reaktörü, Zeplin gibi, ses- üstü taşım aracı gibi, bolünüm üretken reaktör gibi, istenmez ve kullanılmaz olacaktır, “biçiminde uyarmalarda bulundu. Lidsky’nin görüşüne göre, Princeton ve Livermore’- daki TFTR ve MFTF dev reaktörleri gibi tasanmlar ise, ticari kaynaşım gücü için temel olarak kullanılmak bakımından çok pahalı, karmaşık ve güvenilmez olacaklardı.
* Bir görüş de, Nobel ödülü sahibi Hans Bethe’den geldi. Bethe’in, yıldızlardaki çekirdek tepkimeleriyle ilgili 1930’daki çalışması, kaynaşım araştırmalanmn başlaması için temel olmuştu. Bethe de, TFTR ve MFTF kaynaşım reaktörlerinin elektrik üreteçleri olarak başarılı olamayacaklarına inanıyordu; fakat bu durum Bethe için önemli değildi. O, daha çok, ilk kaynaşım reaktörünün ana görevinin, dünyadaki, kurulmuş bulunan çekirdek reaktörleri için nükleer yakıtlar üretmek olduğunu tartışıyordu.
Başka bir görüş ise, reaktör kullanım sanayisinden geldi. San Francisco’daki Pasifik Gaz ve Elektrik kuruluşunda çalışan Clinton Ashworth, güç üreten ortaklıkların pahalı dev kaynaşım fabrikalarını hemen kurmayıp, küçükten başlamak istediklerini söyledi.
Sanayi kesimi ile ilgili olarak, INESCO kaynaşım firmasının başkanı olan Robert Bussord’ın yaklaşımı, Lidsky’nin düşüncesinin özünü yansıtıyordu. Bussord, MIT’nin Alcator C reaktörünü temel olarak alan ayrıntılı tasarımlar hazırlayarak, kaynaşım reaktörlerinin küçük ve ucuz olabileceklerini ve eskidiklerinde çabucak sökülüp dağıtılabileceklerini göstermek istiyordu. Bu tasarımlara, Riggatron reaktörleri adı verilmiştir; bu ad, bu çalışmalara parasal katkı sağlayan Riggs National Bank of Washington adlı bankanın adından gelir.
Riggatron reaktörünün temelini, son derece toplu yapıdaki nükleer sistemlerin bulucusu olan Bussard’ın bilgileri oluşturur. Böyle aygıtlardaki sorun, ortaya çıkan çok çok büyük ısının nasıl uzaklaştınlacağıdır, bu ise, 1950’ler boyunca Bus- sard’ın mesleki ürünü kazandığı alandır. Bussand’ın probleme bakış açısındaki bu kayma, onun şaşırtıcı küçüklükte kay- naşım reaktörü tasarımları kurmasını sağlamıştır. Bu reaktörlerin en büyüğü, küçük bir arabadan daha büyük değildi; en küçüğü ise, bir masa büyüklüğündeydi. Gerçekleştirildiklerinde, bunların her biri, birer aylık süreler için 2 milyon kilowattlik sürekli kaynaşım gücü sağlayabileceklerdir. Bu birer ayın sonunda^eskidikleri zaman, yenileri ile değiştirileceklerdir. Oysa 1986’da TFTR ile, yüksek sıcaklık çalışmalarına geçilebilirse, bu reaktördeki iki – saniyelik patlamalann her birinde 30.000 kilowattlik güç üretilecektir.
1984’un ortalarında, bu yaklaşımlardan hangisinin kay- naşım reaktörlerinin geleceğini çizeceği daha belli olmamıştı. Haziran 1984’de, kaynaşım enerjisinin 40-50 yıldan önce ticari amaçla kullanılma olanağı olmadığı anlaşıldığından, bu reaktörlere ayrılan ödeneklerde ek kısıntılar yapıldı.
Bugün, çekirdek kaynaşımı alanında çalışan topluluk, bu zor kazanılmış başarılarından kıvanç duyuyor. Oysa, bu ba- şanlar, deniz suyunu yakıt olarak kullanabilecek ticari amaçlı güç fabrikalarının kapısını açmıyor, bunun yerine, bilimsellikten uzaklaşan yeni tartışmalann çıkmasına neden oluyor.
Science Digest’den çev: Dr. Hanaslı GÜR
BİLİM ve TEKNİK