KANSERİ YENME YOLUNDA
Doç. Dr. A. Nihat BOZCUK — Işık GÜLPINAR
D iliııdiği gibi kanserli bir hücre, kendi büyü-
ine ve bölünmesini düzenleyebilme yeteneğini yitirmiş ve yeni yüzey özellikleri kazanmış bir hücredir. Normal bir hücrenin kanserli bir hücreye dönüşmesi, şu olgulardan birisi ya da ikisinin sonucu olabilir :
• Somatik hücrelerde mutasyon (başkalaşım) olur ve hücre regülasyonun işlemesi durdurulur. Böyle mutasyoıılar kendiliğinlen olabildiği gibi ultraviyole ve X-ışını ışınlaması ile ya da kimyasal karsinojenler (kanser yapıcılar) ile ortaya çıkabilir.
• Hayvan virüsleri, hücreleri enfekte edip (bulaştırıp), onları kanser büyümelerine dönüştürür.
Altmış yıldan daha uzun bir süredir virüslerin kanserle ilişkilerine değinilmiştir. İlk kez İ912’de tavuklarda Rous Sarkoma virüsünün (RSV) bağdokusundaki tümöre neden olduğu gösterilmiştir. Acaba vival enfeksiyon kanser hastalığında ne kadar yaygındır? Son araştırmalar, virüs genomlarının (genlerinin) ya da ge nomun bazı parçalarının, tüm kanserlerin önemli bir nedeni olacağını telkin etmektedir. Şimdi vi-ral genlerin, normal hücreleri nesil kanser hücrelerine dönüştürdüğünü anlamaya başlıyoruz. Bu ilerlememiz, iki sınıf tümör virüsleri (DNA tümör virüsü ve RNA tümör virüsü) ile yapılan heyecanlı ve ayrıntılı çalışmalarla mümkün olmaktadır.
ileri sürüldüğüne göre, tüm normal hücreler kalıtsal maddeleri içinde provirüsleri (yani kenukçu hücrenin DNA’sına girmiş viral DNA’-yı ya da onkogenleri) taşırlar. Bunlar bir Men-del birimiymiş gibi kalıtlanırlar. Bu provirüsün ektivasyenu, tümör oluşumuna yol açabilir. Akti-vasyon, belki karsinojenik kimyasal bileşimlerle ya da belki ışınlanmayla olmaktadır.
Tümörler ve Kromozom Kırılmaları
Son on yıldır İki grup biyolog, birbirine paralel iki yolu izlemekteydi. Biri diğerine dikkat etmeksizin, tüm dikkatlerini kanser bilmecesine
* HacetteDe Üniversitesi Rivclnîi holümü
Kanser, insanlığı çaresizlik içinde bırakan öldürücü niteliğini, öteden beri sürdürüyor. Bilimin ve teknolojinin zaman zaman sağladığı olumlu sonuçlara karşın, kanserle savaşta henüz kesin zafer sağlanamadı. Bu yazımızda, kanser oluşumu ve tedavisi ile ilgili umut vaat eden iki yeni çalışmaya değineceğiz.
çevirmişlerdi. Genleri taşıyan çubuk şeklinde yapılar olan insar. kromozomlarını inceleyen bi rinci grup sitogenetikçiler, kanserli hastadan alınan tümör hücrelerinde kromozomların çogıı kez kırılmış ve karışık olduğunu buldular Bu arada ikinci grup olan ınoleküler biyologlar da onkogenler olarak adlandırılan, esrarengiz genetik elemanları buldular. Bu elemanlar, genelde kromozom üzerinde sessiz, sakin durdukları halde, belli bir şekilde açılıp harekete geçerek dizginsiz bir şekilde büyümeye başlar ve boy lece kanser hücresi haline gelirler.
Bu iki grup araştırmacı, aniden aynı dog rultuda çalıştıklarını fark ettiler. Bu doğrultu senelerden beri kanser araştırmalarının gelişti rilınesinde, bazılarının en fazla cesaret verici buldukları bir yönelim olarak değerlendiriliyor dıı. Böylece, moleküler biyologların onkogenleri ile genetikçilerin eskiden beri bildikleri kromo zomları arasında bir bağlantı bulunmuş oldu Buldukları şey, kırılan kromozomların kendileri ni yeniden düzenleyerek, onkogenin, amansız geni açan “aktif bölgeye” komşu hale gelmesiy di.
Harvard Üniversitesi’nden moleküler gene tikçi Philip Leder, “Bu bir çeşit şaşırtıcı şeydir Bu kromozomal kusurlar sadece belli kromozom bölgelerinde idi. Onkogen bulgulan, kanserin moleküler temelinin mantıksal esasını sağladı” diyor.
Birçok bakımdan bu bulgular daha başlangıç aşamasındadır. Aktif bölgelerin onkogen haline nasıl geldiğini kimse bilmemektedir. Ya da ge nin tümöre dönüşmesini neyin başlattığı bilin memelctedir. Araştırmacılar hâlâ onkogeıılerin fiziksel düzenlenmesinin, anahtar nitelikte biletken olduğunu kabul ediyorlar. Dolayısıyla, da ha çok şey keşfetmek için nereye bakmak ge rektiğini bilmektedirler.
Minnesota Üniversitesi’nden bir genetikçi olan Jorge Yunis, “Bu, gerçekten başlangıç aşamasıdır; fakat işin temeli olabilir” diyor Yu
nis nalısmalarınHan n ikan hirUar vpni cnnıırn w<.
geçiren bir raporu kısu süıu üncü yayınlamıştır.
Yunis’in katkılurınduıı birisi, kromozomları bir yandan öbür yana ince şeritler halinde belirleyen yeni bir boyama yöntemi geliştirmesidir. Bu metotla bir kromozomda yaklaşık 220 bant belirlenebilmektedir. Bu enine bantlar bir kromozomu terk edip diğerin-5 yapışan fragment-lerin izlenmesini sağlar. Yalnız 10 gen içerecek kadar küçük olan kromozomal parçalar izlenebilir (tam bir kromozom birkaç bin gen içerebilir) .
Böylece bantlaşma tekniği kullanılarak, Yu-nis ve diğerleri, kromozom kırılmalarının kanser hücrelerinin seyrek görülen karakterlerinden olmadığım; fakat hemen her zaman tümörlerde yer aldığını gösterdiler. Yunis, 240 hastadan aldığı tümör hücrelerinde yaptığı incelemelerde, bunların r/< 98’inde hasarlı kromozom bulunduğunu rapor ediyor. Buna ek olarak, hastaların çoğu için belli bazı kanser türlerinde kendini gösteren kromozomların özel bir düzenlemesini buldu. Örneğin, incelenen 32 hastadan 26’sında (bunlar nodülar lenfoma şeklinin belirli tipleri idi) 14 numara ile 18 numaralı kromozomların arasında translokasyon vardı. Yani 18 numaranın bir parçası koparak 14 numara ile birleşir veya bunun tersi de olabilir. Diğer araştırmacılar da birkaç düzine kanserlide, benzeri bozuklukları belirlediler. Kromozom parçalarının translokas-yonu (yer değiştirmesi) ile ilgili kusurlar, daha çok lösemi ve lenfamada görülmektedir. Eksiklik (delesyon) veya kayıp parçalar ise akciğer ve böbrek kanserleri gibi tümörlerde görülür.
Fazladan kromozomlar, diğer tümör tipleri ile ilişkilidir. Gerçekte sitogenetikçiler, moleküler biyologların açıklayabildiklerinden daha fazla kromozom kusurunu katologlayabilmişlerdir
lorln yakımndu görülür. I ııkııt bu kırık tiplerden birisiı Harvard’taki Ulusal Kıııısor Enstitüsü vo Philadelphia’daki VVİstar Enstitüsü grupları tarafından ayrıntılı olarak açıklanabilmiştir.
Birçok Burkitt tenfoma kurbanlarının tümör hücrelerinde görülen kromozamal düzenlenme, 8 numaralı kromozom üzerindeki onkogen ile 14 numaralının aktif bölgesi arasındadır.
Eğer kromozom onkogen ilişkisi tutarsa, kopmaların olduğu noktalar, yeni onkogenlerin ve aktifleşme bölgelerinin aranacağı belirgin yerlerdir. Bu stratejiyi izleyerek Yunis ve VVİstar Enstitüsü’nden Carlo Croce, Burkitt lenfoma-sı olmayan iki tip hastalıkta kırılma noktalarını araştırıyorlar. Böylece, 14 numaralı kromozomun aktifleşmiş kısmına, 11 ve 18 numaralı kromozomlardan gelen parçaların birleşmesi ile oluşan ve daha önce belirlenemeyen onkogenleri bulmayı ümit ediyorlar. Bu bulgularla ileri sürülen pek çok sorudan bir tanesi, kırılmaların rasgele mi oluştuğu, yoksa belirli bir şekilde önceden organize mi olduğu şeklindedir. Chicago Üniversitesinden sitogenetikçi Janet Row-ley’e göre bu, rasgele bir olaydır. Araştırmacı, “Kromozomal düzenlemeler eğer doğru hücrenin doğru yerinde vukubulursa kansere yol açabilir” diyor. Bununla beraber Yunis’in en son bulguları, bu bayanın fikrinin değişmesine neden olabilecektir.
Kırılabilir bölgelerle ilgili bu buluşlar, sağlıklı insanların kromozomlarında küçük aralıklar veya zayıfça boyanmış noktalar halinde kendini gösterir. Kırılabilir bölgelerin birçoğu kalıtsal; yeni irsi olarak geçer. Yunis, lösemili hastaların normal kan hücrelerindeki bazı kromozomal bölgelerin, lösemik hücrelerin kromozomlarındaki kırılma noktalarıyla uyuştuğunu buldu. Yunis,
Soldaki farede, bir kimyasal madde verilerek yapay deri tümörleri oluşturulmuştur. Ortadaki fareye tümör oluşumunu artıran ilaç verilmiştir. Sağda ise, bir Japon araştırıcı tarafından keşfedilen kanseri önleyici madde verilince tamamen iyileşen fare görülüyor.
(Resimler, Prof. Dr. Engin Gözükara’nın çalışmalarından sağlanmıştır.)
diyor Klınytrouı ıııuuuuıuı u ________
dokl kromozoma! bozuklukların, kırılyun bölgelerle ilintili olduğunu buldu. Pek yakımla Vuııis, busit kan testleri ile kişilerin kırılgan kromozom kısımlarının olup olmadığını belirleyecek bir yöntem geliştireceğini düşünüyor. Bu teknikle, bazı kanser türlerinin ön teşhisi mümKün olabilecek.
Bundan sonra böyle kişiler, kendilerini şüpheli karsinojene maruz bırakan mesleklerden ayrı tutularak ya da, örneğin sigara içmekten vazgeçtirilerek kansere yakalanma riskleri azaltılmış olacaktır. Yunis, bir tip akut lösemili hastaların (bunların 16 nolu kromozomları inversiyon veya tersine dönmüş bir segment içerir) beş ya da daha fazla yıl yaşayacağını söyler. İnver-siyonu olamayan tipler ise eğer kemik iliği aşılaması yapılmaz ise ancak birkaç ay yaşayabilir.
Bir kere kromozom kusurları ile özel kanser tipleri arasında bağlantı kesinlik kazanınca, böyle uygulamaların çok yakında rutin hale gelmesi mümkündür. Kromozom araştırmacıları, birçok yeni onkogenlerin bulunmasından ya da bunların nasıl aktive olduğunun anlaşılmasından çok önce ^eni uygulamaların ele geçeceğine inanmaktadır.
Bir Göğüs Kanseri İlacı Sıçanları Tedavi Ediyor
Britanya kimyacıları ile Kanser Araştırma Ksmpanyası’nın ortak çabaları sonucunda göğüs kanseri hastaları için yeni bir umut beliriyor: 4-Hidroksiandrostenedion (4-HAD) Sutton’daki Kanser Araştırma Kampanyası Laboratuvarlar’ın-da Prof. Ailen Foster’ın lider olduğu bir ekip, Reading Üniversitesi’nden Dr. John Mann tarafından sentezlenen bu ilacın, sıçanlardaki meme tümörlerini tedavi ettiğini buldu. Londra’daki Royal Marsden Hastanesi’nde sürdürülen klinik denemelerden şimdiye kadar alınan sonuçlar umut verici görülmektedir.
4-HAD ilacının, östrojen hormonunun vücuttaki yapımım engellediği bilinmektedir. Göğüs kanserlerinin yaklaşık üçte birinde, tümör büyümesi için bu hormonun bulunması zorunludur. Şimdiye kadar antiöstrojen ilaçlar, göğüs kanseri karşısında kemoterapik (kimyasal tedavi) silahların en önemlisi olmuştur. Bunlar, tümördeki östrojen-reseptör (alıcı) bölgelerini bloke ederek iş görürler. Böylece tümörün büyüme hızını yavaşlatırlar. Fakat ilaçlar kanseri tamamen durdurmaz. En iyi halde bile, antiöstrojenler tutucu bir etki yaparlar.
MIX o ı ı\iTmı\
KALITSAL MIDIR?
Eger oldukça fazla aksırıyorsanız bu, size annenizden, babanızdan ya da hor İkisinden gelen kalıtsal bir özellik olabilir.
Normal olarak bir aksırık, solunum sistemini kaplayan hücrelerin tahriş nedeni olan kaynakların atılmasında yardımcı etkendir. Ancak bazı kişiler aşırı du-yarlıdırlar. L. Beckman ve I. Nordenson adlı araştırmacılar tarafından 460 Isvnçll üzerinde yapılan bir çalışmada, anno y* da babaları normalin üzerinde aksırnr çocukların % 64’ünün de sık sık aksır dıkları bulundu. Bu bulgu, duyarlılığın ka lıtsal olduğu düşüncesini akla getiriyor du. Çalışmada dikkati çeken bir başkı bulgu ise bazılarının aşırı duyarlı oluşt idi: Öyle ki, parlak ışık bile bu kişilerlı aksırmaları için yeterli neden oluyordu.
Şimdi İngiltere’nin Reading ve Suttan lerindeki araştırmacılar, ilk olarak vüc östrojen sentezlemesini durdurmak için bir strateji deniyorlar. Bu yolla, tümörü f “besinsiz” bırakarak öldürmeyi umut ediy
Vücut, östrojeni aromataz denen bir e kullanarak yapar. Bu enzim, östrojenin biy tezindeki son aşamayı katalizleyen bir enzl 4-HAD, östrojene benzeyen kimyasal yapıy hip olduğu için, aromataz’ın işleyişini durdı amacıyla iyi bir aday olarak düşünüldü.
Reading’deki kimyacılar, 4-HAD’ye yeni kimyasal yollar ile 20 kadar benzer h buldular. Bunlardan en iyisi Prof. Foster’e redilerek, anti-tümör aktivitesi bakımında nendi. İşte burada garip bir bulgu ortayı tı. Örneğin; laboratuvarda bir flor türevin hane bir aromataz engelleyicisi olduğu rildi. Fakat kanserli sıçanlarda denenine mörlerin büyüklüğünün azalmayıp, tersine ğı gözlendi.
Ama 4-HAD, tüm diğer testleri geç çanlardaki meme tümörlerini tedavi etti, yet Marsden Hastanesi’nde insanların testlerine henüz yeni başlayan ve Sutt< bir kanser araştırma enstitüsünün baş rıcısı olan Dr. C. Coombe, “İlk bulgular ret verici; fakat 4-HAD’nın göğüs kanse rine uzun süreli etkisi İleride öğrenile demektedir.