ATLETİZMDE ATLAMALAR
(Özel Kuvvetin Geliştirilmesi)
Caner AÇIKADA – Emin ERGEN * *
K
ırılan dünya rekorlarına ve atlanılan mesafelere bakarak, bu rekorların hangi boyutlara ulaşacağını insanın merak etmemesi elde değil. Oysa, bu rekorların akıllara durgunluk verircesine kırılmaya başlamalarını, bundan sonraki günlerde daha sık görebileceğiz. Bunun başlıca nedeni; günümüzdeki atlayıcıların, genetik olarak çok daha acımasız bir seleksiyona uğramaları ile birlikte teknik, teknolojik ve antrenman bilgisindeki gelişmelerin olanca ağırlıkları ile sporun pratik uygulanışına yeni yeni ve tüm ayrıntıları ile aktarabilmeye başlanmasıdır. Bundan beş yıl öncesine kadar, bir sporcunun tekniğini kinematogram (çöpten adam) şeklinde inceleyebilmek için haftalarca çalışmak gerekirken, günümüz bilgisayar teknolojisi yardımı ile, bu iş anında yapılabilmektedir. Böylece teknik adamlara ve sporculara teknikteki herhangi bir hatayı, anında düzeltebilme olanağı verebilmektedir. Atletizm’in atlama branşları, teknolojik gelişmelerden önemli miktarda etkilenmek yanında, antrenman yöntemlerinin daha etkili olarak pratikte uygulanmaya konulması ile, atlanamayacak gibi görülen mesafelerin atlanması sağlanmıştır. Son yıllarda yapılan antrenman uygulamalarında, atlamalara yönelik kuvvetin geliştirilmesinde, daha etkili yolların olduğu gözlenmiştir. Bu nedenle günümüz atlayıcıları, sürekli olarak, daha etkili atlama kuvvetinin geliştirilmesi arayışı içerisindedirler. Bu yazıda, atlamalar için ele alınması gereken bir kısım kuvvet kavramı üzerinde durmaya, tartışmaya çalışacağız.
Atlamalar için kuvvetin geliştirilmesinde en büyük sorun; atlama branşı için istenilen kuvveti geliştirecek alıştırmaların belirlenmesidir. Otoriteler, atlamalar için en uygun kas çalışma şeklinin patlayıcı reaktif/balistik (patlayıcı eksentrik-konsentrik) çalışma türünün olduğunu söylerler.
Antrenman türü olarak “plyometrik” sıçramalar adı da verilen patlayıcı reaktif/balistik (patlayıcı eksentrik-konsentrik) kas kasılması, son yıllarda atlayıcılar arasında çok yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Bu antrenmanın fizyolojik ilkesi; çalışma yapacak olan kas gruplarının kasılma öncesi amorti- zasyon denilen safhada, hızlı bir şekilde boylarının uzatılmasıdır. Bir başka deyişle; kasılacak olan kasın kasılmasının hemen öncesinde, hızlı bir şekilde boyunu uzatmak bir potansiyel enerji oluşturmak ve kasın, enerjiyi kasılma sırasında kinetik enerjiye dönüştürmesidir. Hareket sonunda büyük bir patlayıcılık ve hareket sürati gerektiren atlamalar ve atmalar gibi spor dallarında bu tür kas çalışması çok önemli olmaktadır. Burada kas, hareketin yapılması istenilen yönde kasılmadan önce, aksi yönde uzatılır. Bu hareket, kasılmanın çok daha kuvvetli olmasına neden olur. Otoritelere göre, bu şekilde kasılmanın kuvveti; kasın boyunun uzama hızı ile doğru orantılıdır. Bu nedenle, kasın boyunun hızlı uzamasını (eksentrik kasılma sağlayabilmek için, antrenman uygulamalarında bazı noktalara dikkat etmek gerekmektedir. Örneğin amortizasyon denilen eksentrik kasılma safhasının mümkün olduğu kadar kısa olmasını sağlamak gibi. Bu, kasın eksentrik kasılmasının hızlı olmasını yaratmaktadır. Buradaki amaç, kasın yapmakta olduğu (konsentrik kasılma) bölümünde mak- simal kuvveti yaratmasını sağlamaktır. Bunun sağlanmasında otoriteler üç ilke ortaya atarlar;
- Plyometrik metod ilkesi: Hareketin başlatılmasındaki kuvvet miktarı,
2. Optimal ivmelenme yolu ilkesi,
3. Kasların koordinasyon etkisi/impuls etkisi,
Sayılan bu ilkelerin tümü, koordineli olarak birlikte uy-
gulanabildiği zaman, kas kasılması (konsentrik kasılma) çok daha kuvvetli ve süratli olabilmektedir. Bu özellik sportif başarı açısından önemlidir. Çoğu zaman ve özellikle ülkemizdeki antrenörler, kuvvetli ve süratli kas çalışmasının ağırlık çalışmalarıyla sağlanabileceği düşüncesindedirler. Oysa yapılan araştırmalar, ağırlık çalışması ile geliştirilen maksimal kuvvet ile atlama performansı arasındaki ilişkinin sınırlı olduğunu (r 0.54) göstermiştir. Örneğin, maksimal skuat (ağırlık omuzda oturup kalkma) performansı ile üç adım atlama arasında tahmin edilenin altında bir ilişki bulunmaktadır. Yapılan gözlemler, 16 m üzerinde atlayan üç adımcıların skuat derecelerinin 100 ile 160 kg arasında değiştiğini göstermiştir. Bu tür ilişki atlamaların diğer dallarında da gözlenmektedir.
Uygulanmakta olan plyometrik çalışmalar çok çeşitli olabilmektedir. Bu çalışmaların bir kısmı hiçbir yardımcı malzeme gerektirmezken, bir kısmı özel olarak yapılmış malzeme ile yapılabilir. Bütün bu çalışmalar, kasın konsantrik olarak kasılmasından önce, kasın boyunun hızlı şekilde uzatılarak “myotonik” refleks adı verilen bir sinir-kas reaksiyonu devreye sokma ilkesine bağlıdır. Myotonik refleks, yapılan hareketlerle, atlamada kullanılmakta olan kas gruplarının birlikte çalışarak daha kuvvetli ve süratli kasılmasını sağlar. Böy- lece, sıçramak için ayağın yere konduğu ve vücut ağırlığının yenilerek sıçramanın oluşmasından önceki amortizasyon safhasının daha kısa olması sağlanır.
Otoriteler, bu tür çalışmaların amortizasyon safhasının mümkün olduğu kadar kısa olmasına dikkat etmenin önemini vurgularlar. Aynı zamanda, gerek tüm hareketin, gerekse amortizasyon safhasının, atlama branşının karakterini yansıtması da önemlidir. Bu şekilde hareketin ikinci safhasında büyük bir ivmelenmenin meydana gelmesi sağlanır.
Maksimal kuvvet ve çabuk kuvveti en iyi şekilde birleştiren ve atlama branşları için gerekli olan sıçrama yeteneğinin kazanılmasını sağlayan plyometrik çalışmalar: güç (kuvvetxhız) ve kuvvette devamlılık karakteri taşıyan sıçrama şekilleri ile sağlanır. Güç karakterini ön plana çıkaran çalışmalar, 20 m’den daha kısa veya 10 tekrardan daha az sa-
Aşağıda Boosey’e göre atletizmin atlamalar branşında | |
kış hazırlığı içerisinde plyometrik çalışmaların dağılımı | |
gözlenmektedir. Ancak burada verilen örnekler, genç | |
lerden çok orta ve iyi performans düzeyindeki atlayıcı– | |
lar için örnek program taslaklarıdır. | |
UZUN ATLAMA: | |
Pazartesi |
: – Güç çalışması: ağırlıklarla – Güç çalışması: derinlik sıçramalar (plyometrik) |
Salı |
: – Kısa mesafeden atlayışlar – Sıçrama tahtasına koşular |
Çarşamba |
: – Güç çalışması: ağırlıklarla
|
Perşembe |
: – Dinlenme |
Cuma |
: – Güç çalışması: ağırlıklarla – İnterval çalışma: süratte devamlılık gelişimi |
Cumartesi: |
: – Kısa mesafeden atlayışlar – Sıçrama tahtasına koşular |
Pazar |
: – Dinlenme |
ÜÇ ADIM ATLAMA: | |
Pazartesi : |
■Ağırlıkla, kuvvetin geliştirilmesi • Güç çalışması: derinlik sıçramalarla (Plyometrik)
– İnterval çalışma: süratte devamlılık gelişimi |
Salı |
|
Çarşamba : |
• Güç çalışması: ağırlıklarla
|
Perşembe : |
– Dinlenme |
Cuma |
• Sıçrama tahtasına koşular |
Cumartesi: |
– Güç çalışması: derinlik sıçramalar (Plyometrik) |
Pazar |
– Dinlenme |
ÇOK SiÇRAMAU ÇALIŞMALAR
I
Tablo 2: Yatay sıçramalar şeklinde yapılan plyometrik çalışmalarla güç ve kuvvette devamlılık özelliklerini geliştiren alıştırmalar.
YATAY SIÇRAMALARLA ÖZEL KUVVET
KISA SIÇRAMALAR (GÜÇ)
TEK SIÇRAMALI ÇALIŞMALAR
Örnek -1-
1. 3 tek bacak sıçrama (Sol)
2. 3 tek bacak sıçrama (Sağ)
3. 5 kanguru sıçrama Örnek -2-
4. 5x(tek bacak ve kanguru)
5. 2x(tek bacak ve kanguru)
6. 6 kanguru sıçrama
MKklLOH SIÇRAMALAR 1. Durarak uzun attama 2.1 tek+1 kanguru+1 çift
1. 2 tek+1 kanguru+1 çift
2. 2 tek+2 kanguru+1 çift
3. 2 tek+2 kanguru+2 çift
6.5 kanguru 7.4 tek+1 çift 8. Ön koşu ile 4 tek+1 çift
1. 5 fule koşu ile uzun atlama
- 25 m tek bacak sıçrama
(zamana karşı)
1. Durarak uzun atlama (İKi ayak bitişik başta)
2. Durarak uzun atlama (Sel ayak geride başta)
3. üumak uzun atlama (Sağ ayak seride başla)
4. Geriye durarak uzun attama
5. Durarak mm attama (Set ayağa düşerek)
6. Tek bacak ve durarak uzun atlama (sağ)
7. Tek baeakta ve durarak uzun attama (set)
8. Durarak uzu# attama (Sağ ayağa diişerek)
yıda sıçramaları içerir. Bunun yanında kuvvette devamlılık karakteri, 20 m’den daha uzun veya 10 tekrardan daha fazla sıçramalardan meydana gelir.
Sıçrama çalışmaları, fizyolojik olarak organizmayı oldukça zorlayan ve yorgunluk birikimi yaratabilen çalışmalardır. Bu çalışmalar kalça, diz, ayak bileği, omurga, bağ doku ve nö- rortiasküler sistemi zorlayan çalışmalardır. Sıçrama alıştırmaları teknik olarak doğru, sporcunun yaşına fiziksel gelişimine ve kuvvetine uygun olacak şekilde uygulanmalıdır. Yaşları 10 ile 14 arasında olan atlayıcılar için plyometrik çalışmalar; omurga ve alt üyelerde yaratabileceği sakatlıklar nedeniyle, oldukça sınırlı miktarda yüklenme ve dinlenme ilkelerine uymalı ve böylece sakatlanma risk faktörü azaltılmalıdır. Sıçramalarda ayak tabanı yere basmalı, topuk veya parmakların sakatlanması engellenmelidir. Sıçramalar sırasında kalça, diz ve ayak bileği eklemleri iyice açılmalı, sıçrama patlayıcı olacak şekilde, denge ve koordinasyona özen gösterilerek yapılmalıdır. Doğu blokunda bulunan bir kısım otoriteye göre, öermliksıçramaları bacak kaslarının maksimal kuvveti, (skuat hareketinde) vücut ağırlığının iki katına çıkmadan yapılmamasını önermektedirler. Ancak bu görüş, başka otoriteler tarafından önerilmemektedir. Derinlik sıçramaları 20-125 cm arasında değişen kasa yüksekliklerinden yapılabilir. Kasa yüksekliği antrenmanın ilk sıralarında alçak olmalı sıçramalar az sayıda yapılmalı ve antrenman kapasitesi ilerledikçe arttırılmalıdır.
(Devamı 43. Sayfada)
SIRIKLA ATLAMA: | |
Pazartesi : |
: – Göç çalışması: ağırlıkla |
– \n\et)ia\çalışma: süratte devamlılık | |
gelişimi | |
Salı |
: – Sırık atlama |
• Karışık sıçramalar: Plyometrik | |
Çarşamba |
• Güç çatışması: ağırlıkla |
Perşembe |
– Dinlenme |
Cuma |
– İstasyon çalışması: kuvvette devamlılık |
– Cimnastik | |
Cumartesi: |
– Sırık atlama |
• Sürat çalışması | |
Pazar |
• Dinlenme |
YÜKSEK ATLAMA: | |
Pazartesi : |
: – Sürat çalışması |
– Güç çalışması: derinlik sıçramalar | |
(Plyometrik) | |
Salı |
: – Fartlek koşusu |
Çarşamba : |
: – Çıtaya koşular |
• Teknik alıştırmalar | |
• Güç çalışması: derinlik sıçramalar | |
(Plyometrik) | |
Perşembe : |
: • Dinlenme |
Cuma |
: – Sürat çalışması |
– Güç çalışması: ağırlıklarla | |
Cumartesi: |
: • Çıtaya koşu ve sıçrama |
– Kuvvete devamlılık: sıçramalarla | |
{Plyomaink) | |
Pazar |
: ■ Dinlenme |
BİLİM VE TEKNİK |
Tütünün Getirdikleri, Götürdükleri
SİGARA SORUNUNA ELEŞTİREL BİR BAKIŞ (s)
Dr. Yaman ÖRS
DEĞERLERİMİZ YÖNÜNDEN SİGARA
Sigaranın ve püro, pipo gibi öteki dumanlı tütün kullanım yollarının, içenin toplumsal çevresine olan doğrudan zararlı etkileri bugün iyi bilinmektedir. Eşler, çocuklar, ana karnındaki bebekler, dostlar, çalışma arkadaşları, birlikte yolculuk eden, spor karşılaşması izleyen kişiler… Bütün bu kişiler tütün dumanının etki alanının içinde olabilirler. Bu etkilenme, yerine göre neredeyse tütün kullananınkinin ölçüsüne varmaktadır.
Değerlerimizin incelendiği, eleştirisel bir süzgeçten geçirildiği etik alanı açısından, sigara alışkanlığı bulunanlanmıza büyük sorumluluk düşüyor. Bu kişiler kendilerine şu soruları sorabilirler: “Çevremdeki insanları, en yakınlarımı, dostlarımı, çalışma arkadaşlarımı, tanıdığım, tanımadığım başka insanları zehirli, hastalık yapıcı, erken öldüren dumanlarla et
kilemeye ne hakkım var? Yakınlarıma, çocuklara, yaşlılara, yerine göre hastalara zararım dokunmaması için, çocuklarıma, gençlere kötü örnek olmamak için bir şeyler yapamaz mıyım? Onlara verdiğim zararın sonuçları zamanla açık biçimde ortaya çıkınca bunun hesabını, onlara ve kendime nasıl verebilirim?”
Etik alanında, insanın kendisine karşı sorumluluğunun da tartışılması gerektiğine göre kişi, “Ben kendime karşı bu zararı vermekte ne ölçüde özgür ya da hak sahibiyim?” sorusunu da sorabilmelidir.
Belli uğraşlarda çalışanlar için kuşkusuz bu gibi soruların sorumluluk boyutları artacaktır. Bu konuda öğretmenin, hekimin, diş hekiminin, hemşirenin, öğretim üyesinin, eğitim ve sağlık kurumlarındaki yöneticilerin, giderek konuyla ilgili olarak kararlar verecek üst düzeyde yönetici, siyasetçi, yargıç ve benzeri kişilerin sorumlulukları çok açık olarak daha büyük, daha geniş kapsamlıdır.
Tartışmamızın etik yönünün bir de uluslararası boyutu var ki, son bölümde konumuzu bireysel ve toplumsal açıdan çok kısa da olsa ele alırken bu boyut sanırım açıklığa kavuşmuş olacaktır. Burada belirtebileceğimiz kadarıyla, gelişmiş ülkelerin sorumlu kişileri, bir yandan kendi ülkelerinde birçok önlemi alıp bunları uygularken, öte yandan sağlık koşulları ve ekonomik durumu zaten bozuk, geri kaimış ülkelere sigara dışsatımını nasıl yapabilirler? “Uluslararası ilişkilerde etik ilkelere ne ölçüde uyuluyor ya da uyulâbilir?” diye sorarsanız, buna da hiç olmazsa bu yazının çerçevesi içinde, pek bir şey söylenemez.
Bir de sigara üreticisinin durumu var. Burada da karşımızda uluslararası dev üreticilerin, “sigaraya karşı savaşın insan haklarına aykırı olduğunu”(!) söyleyebilen yöneticileri bulunuyor.
(Bilim ve Teknik’in Ekim 1986 sayısında çıkan, “Boyutları Giderek Artan Bir Konu: Tıbbi Etik” başlıklı yazımda, değerler felsefesinden, tek başına etik alanından oluşuyor biçiminde ve estetik alanı ile hukuktaki, günlük yaşamdaki değer yargılarımıza hiç değinmeden söz açmıştım. Şimdi bu yanlışı düzeltme fırsatını buluyorum).
EĞİTİM AÇISINDAN SİGARA
Yukarda sözünü ettiğim, sigaranın sağlık ve ekonomik yönlerinin tartışıldığı bilimsel toplantıda sıra eğitim konusuna geldiği zaman, yaşları ilerlemiş öğretim üyeleri ağırlıklarını duyuruyorlardı. Kendileri de sigara içen deneyimli hocalara göre sorunun çözümü, çocuklarla gençlerin eğitimine dayanıyordu. Sigaraya başlamamış olanlanmıza, onun nasıl kötü bir alışkanlık olduğunu, tüm zararlı etkilerini anlatabilir, ko
nuyla ilgili eğitim çalışmalarımızı yoğunlaştırabilirsek sigaraya karşı savaşımda başarıya ulaşma umudumuz bulunabilirdi. Yoksa, sigara içmeye alışmış olanlarımız, özellikle yaşlı kuşak için artık yapılabilecek pek bir şey yoktu.
Bu düşünceye göre, sigaraya karşı eğitilen çocuğun annesi, babası, büyükannesi, dedesi, öğremenleri, televizyonda görülen kişiler, kendilerine bu alışkanlığın zararları anlatılan gencin teyzesi, dayısı, yüksek öğretimdeki hocaları, çalışma yerindeki büyükleri, zehirli dumanları çevrelerine saçarak “örnek” olurlarken, o çocukla gençte, istenen davranış biçimi gerçekleşebilecek… Sigara tüketiminde dünyada ilk sırada yer alan bir ükede, böyle çifte ölçekli bir önerinin ileri sürülmesine, hatta yerine göre benimsenmesine de doğrusu pek şaşmamak gerek.
Diyebiliriz ki, her alanda olduğu gibi, üst, zihinsel düzeydeki bilgilenme, bizi derinlemesine etkileyecek biçimde duygusal yaşamımızı da içine alarak bir bilinçlenmeye götürmediği sürece, sigara konusundaki eğitim etkinliğimiz de eksik kalacaktır. Bu etkinlik kaçınılmaz olarak çok yönlü olmalı, bir yandan genel olarak topluma, herkese yönelik, öte yandan yukarda değinilen uğraşılarına özgü daha büyük sorumlulukları bulunan kişilerle ilgili olarak özel yöntemlerle yürütülmelidir.
Bu arada, gebelik, emzirme ve genel olarak annelik işlevleri dolayısıyle kadınların bu konudaki eğitimleri ayrıca önem kazanıyor. Onların sigarayı bırakmakta daha az başarılı olduğunu gösteren çalışmalar varsa da* kadınların sorumluluk duygularının daha gelişmiş olduğunu da unutmamalıyız.
Her konunun eğitiminde olduğu gibi, buradaki konumuzla
… ama o âoKuzcanıu
ilgili düşünce, duyuş, davranış değişikliği yönünde önemli adım atılabilmesi için, bir toplumda bilimselliğe, dengeli bir kuşkucu düşünceye eğilimin artmasını beklemeliyiz. Bilimsel düşüncenin, bilimin dayandığı ussallığın gelişmiş olduğu bir toplumsal ortamda çok daha iyi yerleşeceği hepimiz için açık olmalı. Burada vurgulanmak istenen, kişilerin olup bitenlere ussal bir yaklaşımla bakabilmeleridir, yoksa bir konuda üretilmiş bilgileri yüzeysel olarak “ezberlemek” değil. Öyle olmasa uygulamalı bilimciler olarak kabul edebileceğimiz hekimlerin sigara konusundaki davranışlarını başka nasıl açıklayabiliriz? Burada belki bilimsellikten öylesine uzak bir bilimsel kültürden söz açmak yerinde olacaktır.
Sigarayla ilgili olarak, sinir sistemi üzerinde biyoloji düzeyindeki etkileri yanında, psikolojik etkileri de araştırılmaktadır. Buradan yola çıkarak, şimdi değişik kişilerdeki sigara içme nedenleri üzerinde duruluyor ve sigarayı bırakma yönündeki çabalar da, örneğin ilaçla tedaviden çok, nedenlenn gözönüne alındığı bir bilinçlendirme uygulamasına yöneliyor.
Ancak yine vurgulayalım ki, bu alanda en etkili, kalıcı, yararlı sonuçların alınabileceği çabalar koruyuculuktan, bu da, içenleri aşacak biçimde, tüm topluma yönelik eğitim ve önlemlerden geçmektedir.
BİREY, TOPLUM VE SİGARA
Sigara sorunma, yukarda ele aldığımız tıp:, ekonomi, etik, eğitim, psikoloji yönlerinin ötesinde başka noktalarda da de- ğinilebilir. Akciğer kanseri ve kalp-damar hastalıkları, özellikle birçok geri kalmış ülkede artarken gelişmiş ülkelerde genellikle azalmaktadır. Sigara içenlerin yanında bulunmaya bağlı edilgin (pasif) içmenin, başta çocuklar olmak üzere hastalık yapıcı etkileri gittikçe dahar çok ortaya konmaktadır. Gelişmiş ülkelerdeki büyük sigara üreticileri, daralmakta olan pazarlarını yeniden genişletebilmek için, çoğunda sigaraya karşı- yeterli savaş verilmeyen geri kalmış ülkelerde büyük çapta etkinlik göstermekte, bunun için de “tanıtıma” büyük ağırlık vermektedirler. Bunun sonucunda ise satışlarını çok üst düzeylere çıkarma yolundadırlar.
Öte yandan dünyanın bir çok yerinde başta sağlık çevreleri ve basın kuruluşları olmak üzere değişik kesimler konuyla ilgilenmekte, sigarayı bırakma konusunda kişiye yardımcı olacak tedavi uygulamaları için sigara klinikleri açılmaktadır. Önemli bir bölümü sigaraya bağlanabilen akciğer hastalıklarının erken tanısı için, hastalık belirtilerinin ortaya çık-, masından çok önce alt solunum yollarınındurumunu gösteren yöntemler geliştirilmektedir.
Sigara konusu bir değerler ve eğitim konusu olmasının yanında, daha doğrusu onunla birlikte bir kültür sorunudur. Kişinin toplumsal ilişkilerini, başkalarına karşı davranışlarıy-
rB aşta rafı 40. Sayfada)
Bu nedenle plyometrik sıçramaların gelişimi şöyle bir sıralamayı izlemelidir:
- Genel sıçramalardan, özel sıçramalara gidilmelidir.
- Az tekrardan çok tekrarlı sıçramalara geçilmelidir.
- Yatay sıçramalarla başlayıp, giderek dikey sıçramalarla özel kuvvet geliştirilmelidir.
Plyometrik çalışmalarda özel kuvvetin geliştirilmesinde antrenman ilkelerinden “aşırı yüklenmenin” sağlanabilmesi için aşağıdaki tür rezistanslar sırası ile kullanılabilir:
- Kumda sıçrama,
- Tepe yukarı sıçrama,
- Ağırlık yeleği ile sıçrama
Ancak ağırlık yeleği gibi rezistanslar, atletin vücut ağırlığının % 5-10’unu geçmemelidir. Toplam sıçrama sayısı da maksimal tekrarın °/o 50-60 kadarı olmalıdır.
la ilişkili olduğu ölçüde onun kendine ve yaşama bakışını da yansıtabilir. Sigaraya bağlı damar tıkanması sonucu bir bacağı kesilmiş bir kişinin alışkanlığını sürdürerek öteki bacağını, giderek bir ya da iki elini yitirmesi, (ki bununla ilgili gözlemlerin sayısı pek de az değildir) dünyaya, yaşama olumlu bakışla bağdaştırabilir mi? Ussallık yönü ağır basan bir kişi ya da toplumda bu ve benzeri davranışlar olağan olarak görülebilir mi? Yeniden belirtmeliyiz ki sorun, ussallığı da içine alacak biçimde bir bireysel ve toplumsal kültür sorunu olarak düşünülmelidir.
Gmçken her$eyi hatırlardım; olsun yâ da olmasın…
‘Mark TWAIN
Sigara sorununun, üzerinde çok az durulduğunu söyleyebileceğimiz çok önemli başka yönleri de var. Örneğin taşıt kazalarında, işyeri, ev, en önemlisi orman yangınlarında sigaranın payı ne ölçüde araştırılmıştır? Özellikle sonuncuların çevrebilimsel ve ekonomik açıdan bir değerlendirilmesi yapılmış mıdır?
Antrenmanlann 3 haftalık mikrosiklüslerden meydana gelerek takib eden 4. haftanın dinlenme şeklinde verilmesi ve vücudun biyoritmik olarak kendini yenilemesine izin verilmesi, otoriteler tarafından öngörülmektedir. Her hafta için mikro- siklüste yer alan plyometrik sıçramalar, atletin gereksinimlerine göre çeşitlendirilmelidir.
Antrenmanlarda ağır günler arası, hafif bir antrenman gününün olmasına dikkat edilmelidir. Plyometrik sıçramalarla yapılan özel kuvvet çalışmaları, yarışmalardan 8-14 gün kadar önce durdurulmalıdır. Plyometrik çalışmalarla sağlanan özel kuvvet gelişimi, diğer antrenman metodları ile sağlanan özel kuvvetin yerini almamalı ve alternatif olarak kullanılmamalıdır. Özel kuvveti geliştirmenin bir başka şekli olarak ele alınmalıdır. Antrenör olarak bilinmesi gereken nokta; daha iyi bir atlayıcının geliştirilmesinde özel kuvvet gelişiminin etkili olarak kullanılabilmesi gerçeğidir. □
Değişik ülkelerdeki durumun gösterdiği gibi, sigara alışkanlığı ile savaşım uzun soluklu, kararlı bir çabayı gerektiriyor. Bireysel düzeyde ruhsatsorunlara, toplum düzeyinde ekonomik kaynak sorununa tütünün getirdiği çözümler, yalancı ya da sözde çözümlerdir. Bunların sonucu ortaya çıkan sonuçlar ise gerçektir ve çözümleri bilim, hukuk, etik, eğitim yoluyla olabilecektir.
Bu savaşıma katılacaklarımızda aranacak başta gelen özellik ise sigara ve başkaca tütün kullanma alışkanlığı bulunmamak olmalıdır. □
(Bu yazı 4 Şubat 1987’de Samsun Doğayı Koruma Der- neği’nin konuşmalar dizisi içinde ve 11 Mart 1987’de Anadolu Üniversitesi’nde sunulan, “Sigaranın Getirdikleri, Götürdükleri” başlıklı konuşmaların metnine dayanmaktadır.
ULUSAL GÖZLEMEVİ YERİ BELİRLENDİ
- Bu yazıda ulusal bir gözlemevine, 1965’lerden bu yanaldan bir şiddetle duyulan gereklilik tartışılacak, bu gözlemevi için en uygun yerin belirlenmesi çalışmaları ve sonuçları üzerinde durulacaktır.
Doç.Dr. Osman DEMİRCAN
A
stronomide gözlemevleri, bilgi üretimi için gerekli olan temel verilerin elde edildiği laboratuvarlardır. Bu bakımdan astronomide gözlemevleri kullanılmadan üretilen bilgi, eski Yunanlıların gezegen hareketleri için oluşturdukla rı “epicycle” modeli gibi hayal ürünü olmaya mahkumdur. Diğer taraftan sadece bilgi üretiminde değil; fakat fiziksel temel bilginin öğretiminde de laboratuvar ne kadar gerekli ise, astronominin öğretiminde de gözlemevi o kadar gereklidir.
Bu gereklilik, daha Ortaçağda Türk-İslam medeniyetinde duyulmuştur ve dünyanın hiçbir yerinde gözlemevi diye birşey yokken, Türk-İslam ülkelerinde VII. yüzyıldan itibaren halifelerin ve hükümdarların kurup desteklediği gözlemevlerinde üretilen bügiler bugün hâlâ kullanılmaktadır. Örneğin, 1018 yıldızın parlaklık, ad ve konumlarını içeren “Uluğ Bey Yıldız Kataloğu”, Uluğ Bey daha han olmadan 10 yıl önce, 1437’de yayınlanmıştır. Önce Arapça yayınlanan katalog 1498’de Farsça’ya, 1665’de İngilizce’ye çevrilmiştir. Ayrıca 1767’de İngiltere’de Oxford Yayınları arasında iki kez ve 1917’de de Washington’da Carnegie Enstitüsünde bir basımı yapılan bu katoloğun, ne yazık ki Türkçe baskısı yoktur.
Bugün Türkiye’de İstanbul, Ankara, Ege ve Boğaziçi üniversitelerine bağlı dört optik gözlemevi vardır. Dört gözlemevi de tamamen şehir ışıkları etkisinde ve kirli hava içinde, bilimsel araştırma yapılamayacak kadar gözlemevi koşullarına uymayan konumda bulunmaktadır. Diğer taraftan, bu gözlemevlerinde artık sadece eğitim ve öğretim amacıyla kullanılabilen ve çoğu bağış şeklinde ikinci elden alınmış olan araç gereç, batı ülkelerinde amatörlerin bile kullanmayacağı, müzelik eski aletlerdir. Yalnız hemen belirtelim ki, bu dört gözlemevi içinde, en iyi konumda bulunan Ege Üniversitesi gözlemevinde, yakınındaki çimento fabrikasının oluşturduğu hava kirliliği ve İzmir’in ışık etkisine karşın, 48 cm çaplı Türkiye’nin en büyük teleskobuyla parlak değişen yıldızların incelenmesi sürdürülebilmektedir. Ancak modem teleskoplar, uzaktan kumandayla bilgisayarlarla yönetilirken, bu teleskobun mekanik akşamının bile bozuk olması, hava kirliliğinin yıllar geçtikçe hızla artması gibi nedenlerle, zaten sadece parlak yıldızların incelenebildiği bu gözlemevinde de gözlemsel araştırmaların bir süre sonra yapılamaz hale geleceği bilinmektedir. Diğer taraftan Türkiye’de hiçbir tayfsal gözlem yapılamadığı gibi, hiçbir radyo teleskop da bulunmamakta ve bu nedenle gözlemsel radyo astronomi de çalışamamaktadır.
Dünyanın en büyük gözlem evleri gözlem olanağının en uygun olduğu yörelerde kurulur. Resimde 3.6 metrelik teleskobu bulunan Hawai*deki gözlem evi görülüyor.
Bugün gelişmiş ülkeler, yapay uydulara yerleştirdikleri teleskoplarla astronomik verileri atmosferin etki alanı dışında elde etmektedirler. Ancak çok pahalıya mal olan kısa süreli bu tür gözlemlerden, öncelikle o( ülkelerin astronomlan yararlanmakta ve bizim gibi ülkelerin astronomları ancak kişisel girişimlerle gelişmiş ülkelerin arşivlerindeki önceden değerlendirilmiş materyalden kısmen yararlanabilmektedirler. Bu durum büyük optik gözlemevleri için de aynıdır. Ülkeler, kurdukları gözlemevlerini tam kapasite ile kendi astronomları için kullanmaktadır. İklim koşulları iyi bir gözlemevi için elverişli olmayan Kuzey Avrupa ülkeleri, kendi teleskoplarını iklim koşulları iyi olan ülkelere, örneğin Kanarya Adaları’na, Hawai’ye Şili’ye kurmaktadırlar. Türkiye bu bakımdan şanslıdır. İklim koşullan iyi bir gözlemevi için oldukça uygundur. Üstelik Türkiye’de gözlemsel astronomi alanında çalışacak yetişmiş insan gücü modem bir optik gözlemevini tam kapasite ile çalıştırabilecek güçtedir.
En azından, gelişmiş ülkeler için atmosfer dışından uydularla astronomik gözlem yapma olanağı olduğu halde, bu verilerin ömürleri kısıtlı uydulardan alındıkları için pahalıya mal olmaları ve bize fazla yararı olmaması, diğer taraftan yeryüzünde kalıcı optik ve radyo gözlemevlerinin kullanım kolaylıkları ve yaygın hizmet vermeleri gibi nedenlerle optik ve radyo gözlemevleri gittikçe artan bir önem taşımaktadır. Gelişmiş ülkeler bile aynı nedenlerle çapları 25 m’ye varan optik teleskopları içeren gözlemevi yapımlarını plânlamaktadır.
Birçok ülkede astronomide araştırma yapan kuruluşların olanakları birleştirilerek, ortak kullanıma açık, ulusal nitelikli daha büyük gözlem imkanlarına sahip gözlemevleri kurulmaktadır. Suriye ve İran hariç diğer komşularımız da etkin astronomik araştırmalar için modern ulusal gözlemevle- rini yıllar önce kurmuşlardır. Sovyetler Birliği’nin, kafkas dağlarında çapı 6 m’lik, bugün dünyanın en büyük teleskobu- nun bulunduğu gözlemevinin yanısıra, çapları birkaç m olan teleskoplan içeren bir sürü gözlemevi vardır. Bugün ülkemizde en büyük optik teleskobun çapı 48 cm iken, Bulgaristan’da 200 cm, Yunanistan’da 120 cm, Mısır’da 170 cm, İran’da
- cm çaplı optik teleskoplar kullanılmaktadır. Irak’ta ise 350 cm çaplı optik teleskobu içeren ulusal gözlemevi projesi savaş nedeniyle geçici olarak ertelenmiştir.
Üniversitelerimizde astronomi ve uzay bilimleri alanında eğitim öğretim ve araştırma çalışmalarının çağdaş düzeyde sürdürülebilmesi için modern bir ulusal gözlemevine 1965’lerden bu yana gittikçe artan bir şekilde gereksinme duyulmaktadır. Modem ulusal bir gözlemevinin kurulması için üniversitelerimizin astronomi ve uzay bölümlerince 1965’lerde başlatılan bağımsız çalışmalar, 1979’dan sonra TÜBİTAK desteğiyle sürdürülmeye başlanmıştır. 1983’de TÜBİTAK güdümlü projesi kapsamında yapılan ulusal gözlemevi yerseçimi çalışmaları, yaklaşık 25 astronomun katkısıyla, zor koşullarda ve uluslararası ölçütlerle sürdürülüp 1986 Nisan’ında başarıyla tamamlanmıştır. Türkiye’de bugünkü koşullarda en uygun ulusal gözlemevi yeri, Antalya yakınında Beydağlan üzerinde 2550 m yüksekliğindeki Bakırlıtepe olarak saptanmıştır. Bu sonuca ulaşabilmek için önce Türkiye’nin güneşlilik haritalanna göre en fazla güneş alan güney bölgelerinde 2000 metrenin üzerindeki tepeler saptanmış ve çevreye göre konumları yanında yol, su, elektrik gibi alt yapı koşulları açısından yerinde jncelenip bir ön elemeden geçirildikten sonra tepelerden farklı bölgeleri temsil eden dört tanesi, detaylı inceleme için seçilmiştir. Bilindiği gibi optik gözlemevleri atmosferden mümkün olduğunca az etkilenen veriler toplayabilmek için, şehir merkezlerinden uzak, bulutsuz ve kararlı atmosfere sahip bölgelerde, yüksek dağ tepelerinde kurulur. Bu ölçütler yanında alt yapı koşulları da dikkate alınarak yapılan seçimde belirlenen aday tepeler Kurdu tepesi (Muğla), Bozdağ (Ödemiş), Bakırlıtepe (Antalya) ve Nemrut tepesi (Adıyaman) dir. Bu arada Meteosat ve NOAA-7 meteoroloji uydularından alınan bir yıllık görsel ve kırmızı ötesi görüntüler taranıp genelde bulut örtüsü üstünde kalan dağ tepeleri saptanmaya çalışılmış, ancak görüntülerdeki ayırma gücü yeterli olmadığı için bu özellikteki dağlar belirlenememiştir.
Seçilen dört aday tepede ikişer ikişer eş zamanlı olmak üzere meteoroloji koşulları yanında atmosferin yıldız görüntüsüne etkilerini belirlemek için iki gözlem mevsimi gözlem yapılmıştır. 25 astronomun nöbetleşe katıldığı gece saatlik gözlemler günlük aylık ve yıllık ortalamalar halinde çizelgelere ve şekillere aktarılmış ve gözlem yapılan tepeler bu ölçümler açısından karşılaştırdığında Bakırlıtepenin hemen her bakımdan büyük farkla diğerlerinden üstün olduğu görülmüştür. Ayrıca ölçüm yapılan tepeler, astronomik görüşü aynı yöntemle belirlenen dünyanın en iyi gözlemevi yerleriyle karşılaştırıldığında, onlar arasında çok iyi yerlere sahip oldukları saptanmıştır. Böylece Türkiye’nin optik gözlemevleri için meteoroloji ve astronomi koşulları oldukça iyi olan ülkeler-
Resimde büyük bir gözlem evinin teleskobunun, binanın kubbesinin altındaki bölümü görülüyor.
den biri olduğu da kanıtlanmıştır. Ulusal gözlemevi yeri olarak önerilen Bakırlıtepenin üstün astronomi ve meteoroloji koşulları yanında, yakınında Saklıkent kış sporları ve yayla evleri bulunması nedeniyle yaz kış açık tutulan bir yolu, elektrik, su ve telefonu bulunmaktadır. Bu bakımdan Bakırlıte- pe’ye fazla para ve emek harcamadan modern bir gözlemevi kurulabilecektir. Diğer taraftan Bakırlıtepe, Havaalanı, Üniversitesi bulunan ve turizm merkezi olan Antalya’ya yakınlığı nedeniyle de ulusal bir gözlemevi yeri için üstünlük taşımaktadır.
Ulusal gözlemevinin kurulmasında yerin belirmesiyle atılan bu temel adımdan sonra Türk astronomlarının ortak isteği toplumun uzay çağına ayak uydurmasında önemli rol oynayacak olan ulusal gözlemevinin biran önce kurulması için gerekli girişimlerin ilgili kuruluşlarca üstlenilip yönlendirilmesidir. □