GEN
İşlevleri. Genetik gereç DNA’sının kendine özgü iki iş-
levi vardır:Protem bireşimini, bunun sonucu olarak da
organizmanın büyümesini ve gelişmesini sağlar; aynı
zamanda da kendisini kopyalayarak ve bir kopyayı her
yavruya (ya da döie) geçirerek, protein bireşimi yapma
bilgisini bütün gelecek kuşaklara aktarır. “Genetik şifre”
(ya da genetik kod) diye adlandırılan bu bilgi, bir prote-
indeki aminoasitler dizilimini belirleyen DNA bazları-
nın sıralanışında yatar. DNA, protein bireşimi sürecinde
doğrudan doğruya iş görmez. Onun yerine, kopyasını
oluşturma süreci sırasında, işlevini “mRNA” adı verilen
kendine özgü bir RNA çeşidinin oluşması aracılığıyla
görür.
DNA’nın kopyalanması, yukarda sözü edilen tümle-
yicilik ilkesine dayanır. Kopyalanma süreci sırasında
DNA çifte sarmalının iki zinciri birbirinden ayrılır. Bu ay-
rılma olurken, her zincirdeki her baz, nükleotit içeren,
hidrojen bağlarıyla ona bağlı duruma gelen kendini
tümleyici bazı kendine çeker. Sözgelimi, adenin bazı,
timin bazını kendine çeker ve bağlanır. Tümleyici nük-
leotitler yerlerine yerleşirken, “DNA polimeraz” adı ve-
rilen enzim işlev görür: Bir nükleotitin fosfatını komşu
nükleotitin şeker molekülüne bağlayarak, yeni birpoli-
nukleotit zinciri oluşturur. Yeni DNA zinciri, eski zincire
hidrojen bağıyla bağlanmış olarak kalır ve eskisiyle bir-
likte yeni bir çifte sarmal molekülü oluştururlar. Bu kop-
yalanma çeşidine “yarıtutucu kopyalanma” adı verilir;
çünkü yeni oluşan her çifte sarmallı molekülde, bir tane
eskiden var olan zincir bulunur.
Tek zincirli DNA içeren virüsler, biraz daha karmaşık
olan bir süreçle kopyalanırlar. Bir virüs, bir hücreye gi-
rince, kendisinin tümleyici bir kopyasını oluşturur ve ‘
ona bağlı kalır. Bu durumdaki birvirüsün “kopyalanmış
biçiminde” bulunduğu söylenir: Geçici olarak iki zincir-
li bir DNA virüsü haline gelmiştir. Kopyalanma sırasında
iki zincir birbirinden ayrılır; ama yalnızca son olarak
oluşan zincir, tümleyici nükleotitleri kendine çeker. Bu
yeni çekilen nükleotitler, DNA polimeraz enzimi tara-
fından birbirine bağlanır; bazlardaki diziliş tıpkı özgün
DNA virüsününki gibi olur. Yeni oluşan polinükleotit
zinciri, özgün virüsün kopyalanmış biçiminden ayrılır
ve tek başına işlev görür.
Değşinimler. DNA molekülünün yapısını birçok çevre-
sel etken değişikliğe uğratabilir. Bazı etkenler fiziksel,
bazılarıysa kimyasaldır. Bu tür değişiklikler, bir DNA
molekülünün baz diziliminde sürekli bir değişmeye yol
açtıklarında, bir değşinim (mütasyon) ortaya çıkar. Bu-
na karşılık, değşinimler de, protein bireşimine katılan
bir değişiklikle sonuçlanırlar. Değşinimlerin çoğu, etki-
leri bakımından zararlı olmaya yatkındırlar ve çevresel
etkenlerin DNA’ya verdikleri yıkımı karşılamak için
devreye giren bazı kendi kendini onarma düzenekleri
vardır. Değşinim ve kendi kendini onarma süreçleri, ör-
nek olarak, morötesi ışınımın etkisinde kalmanın
DNA’da yol açtığı yıkım olgusunda incelenmiştir. Mo-
rötesi ısınımın etkisinde kalma sırasında DNA’nın so-
ğurmuş olduğu enerji, aynı polinükleotit zincirlerinin
komşu bazları arasında kimyasal bağların oluşmasıyla
sonuçlanır. Bu durum, kopyalanma sırasında baz çifti
oluşturma olgusunun karşısına çıkar ve değşinimlere
yol açar.
RNA
Protein bireşiminin oluşması için, bütün organizmaların
ribonükleik asite (RNA) gereksinmeleri vardır. RNA
bunun yanı sıra, RNA virüsleri diye adlandırılan bazı vi-
rüslerin genetik gerecidir (Bk. VİRÜS).
DNA molekülleri gibi, bütün RNA moleküllerinde
de, nukleotitlerden oluşan benzer bir kimyasal düzen
vardır.Her RNA nükleotiti, DNA’da olduğu gibi, üç alt-
birimden oluşur. Bunlardan birincisi “riboz” adı verilen
5 karbonlu bir şeker, İkincisi bir ucu şeker molekülüne
bağlı bir fosfat grubu, üçüncüsü de şeker molekülünün
obur ucuna bağlı farklı birkaç azot içeren bazlardan bi-
ridir. RNA da dört baz çoğunluğu oluşturur: Adenin ve
guanin (dört halkalı pürin bileşikleri) ile urasil ve sitozin
(tek halkalı pirimidin bileşikleri).
Yapılan. RNA, kimyasal düzenlenişi bakımından
DNA dan iki bakımdan farklılık gösterir. Birincisi,
LdaH 5e^er/ halkadaki ikinci karbon molekülüne
bağlı bir hidroksil (OH) grubu bulunduğunu gösteren ri-
bozdur. (DNA da halkadaki ikinci karbonda yalnızca
bir hidrojen [H] atomu vardır; bu yüzden DNA’daki de-
zoksiriboz şekerine, “oksijeni eksik” anlamına gelen
dezoksı öntakısı verilmiştir.) İkincisi, urasil bazı yalnızca
RNA’da bulunur. Urasilin karşılığı olan timin bazı da,
yalnızca DNA’da bulunur. Her iki baz da tek halkalı pi-
rımıdinlerdir ve bu bazların nükleotitleri, zincirin RNA
ya da DNA olmasına bağlı olarak birbirinin yerine geçe-
RNA’nın nükleotitleri bir nükleotit zinciri içinde, her
nükleotitin fosfatının, komşu nükleotitin şeker altbiri-
minin karbon atomuna bağlanması yoluyla birleşirler
RNA virüslerinde, RNA ya çift ya da tek polinükleotit
zinciri biçimindedir. Çift zincirli RNA virüslerinde, iki
polinükleotit zincirinin geometrik düzeni, çifte zincirli-
ninkinin benzeridir ve iki RNA zincirinin bazları arasın-
daki çift oluşturma biçimi son derece özeldir. Adenin
her zaman urasile iki hidrojen bağıyla, guaninse sitozi-
ne her zaman üç hidrojen bağıyla bağlıdır. Gene,
DNA’da olduğu gibi, ilgili baza göre RNA nükleotitleri-
nin kendine özgü çift oluşturma biçimi, iki RNA zinciri-
nin baz diziliminin tümleyici olduğunu gösterir. Dolayı-
sıyla, bir zincirin baz dizilimi bilinirse, öbür zincirin baz
dizilimi de belirlenebilir.
işlevleri. Çifte zincirli RNA’nın kopyalanması, DNA için
tanımlanmış kalıbı izler. RNA zincirleri birbirinden ayrı-
lır ve her baz, hidrojen bağlarıyla bağlı bulunduğu tüm-
leyjci bazı taşıyan bir RNA nükleotitini kendisine çeker.
Tümleyici nükleotitler yerlerine yerleşirlerken, “RNA
replikaz” adı verilen bir enzim, nükleotitleri birbirine
bağlayarak, yeni bir polinükleotit zinciri oluşturur. Yeni
RNA zinciri, eski zincire hidrojen bağlarıyla bağlı du-
rumda kalır (bu, yarıtutucu kopyalanmaya bir başka ör-
nektir).
Tek zincirli RNA virüsleri iki sınıftandır. Birinci grup,
insanların ve öbür primatların sinir hücrelerini kendisi-
ne çeken çocuk felci virüsünü içerir. Bu tip bir virüs bir
hücreye girince, kendisinin tümleyici bir kopyasını
oluşturur ve buna bağlı durumda kalır. Bu aşamada vi-
rüsün gene RF biçiminde bulunduğu, geçici olarak bir
çift zincirli RNA virüsü olduğu söylenir. Kopyalanma sı-
rasında, iki zincir birbirlerinden ayrılmakla birlikte, an-
cak son oluşan zincirtümleyici bazlı nükleotitleri kendi-
sine çeker. Yeni çekilen nükleotitler birbirlerine RNA
replikaz enzimiyle bağlanırlar. Baz dizilimleri bakımın-
dan bunlar, özgün RNA virüsünün tıpkısıdırlar. Yeni
oluşan zincir, özgün virüsün RF’sinden serbest kalıp,
bağımsız olarak işlev görmeye koyulur.
Tek zincirli ikinci grup RNA virüsleri, fare lösemisi vi-
rüsü ve fare meme uru virüsü gibi, hayvanlarda ur ya-
pan bazı virüsleri içerirler. Bu tür bir virüs, bir hücreye
girince kendisinin tümleyici kopyasını oluşturur. Böyle
olmakla birlikte, bu yeni oluşan zincir, DNA nükleotit-
lerinden bileşmiştir. Buna karşılık, tek zincirli DNA, bir
DNA çifte sarmalı oluşturarak kendisinin tümleyici
GEN BANKASI 257
Bilim adamları nükleik asit tarayıcı tünelleme mikroskopu
türünden bir elektron mikroskopu kullanarak nükleik
asitleri doğrudan doğruya gözlemleyebilirler. Alttaki ve
üstteki fotoğraflarda görüntü, protein zarfı içindeki bir DNA
zinciri metalle kaplanarak büyütülmüştür. Üstteki fotoğrafta
kılıfsız DNA-protein zincirinde tek tek moleküller
farkedilebilmektedir.
DNA zincirini oluşturur. Yeni oluşan DNA çifte sarmalı,
konak hücrenin kromozomlarından biriyle birleşir; bu-
rada konak DNA’sıyla birlikte kopyalanır. Konak hücre-
nin içinde bulunduğu sırada, RNA kaynaklı virüs DNA,
tek zincirli RNA virüsleri üretir; bu virüsler konak hücre-
den ayrılarak başka hücrelerin içine girerler. RNA’nın
bir DNA tümleyicisinin yapılmasında yer alan enzime
“RNA yönlendirilmiş DNA polimeraz” ya da “ters şifre-
leyici” (bu ad, şifreleme sürecini tersine çevirme etki-
sinden kaynaklanır) denir. “Retrovirüsler” adı verilen
bu tür virüslerden insanda bağışıklık yetmezliğine yol
açan HİV adlı olanı, bir insanın bağışıklık sistemindeki
T-yardımcı lenfositlerine saldırarak öldürür; bunun so-
nucunda edinilmiş bağışıklık yetmezliği sendromu ya
da AIDS adı verilen hastalık ortaya çıkar (Bk. AİDS).
RNA çeşitleri. Protein bireşiminde yer alan RNA, tek
zincirlidir. Ribozom RNA’sı (rRNA), transfer RNA’sı
(tRNA) ve haberci RNA (mRNA) adı verilen birbirinden
farklı üçtür içinde yeralır. Bir hücrenin ribozom RNA’sı,
“ribozom” adı verilen cisimleri oluşturan proteinle ilgi-
lidir. Ribozomlar protein bireşiminin yapıldığı yerlerdir.
Ribozom RNA’sı farklı büyüklüklerde olur ve bir hücre
içindeki bütün RNA’nın % 85 – 90’ını oluşturur.
Transfer RNA’sı, “çözünebilir RNA” ya da “adaptör
RNA” diye de adlandırılır. Her birinin aminoasitlerden
biri için özel çekim gücü bulunan bir küçük moleküller
grubudur. tRNA’nın işlevi, bireşimi yapılmakta olan
özel protein için, o proteinin içine girmesi olasılığı bulu-
nan özgül aminoasiti, ribozoma getirmektir. Karanfil
yaprağı örüntüsünde 80 kadar nükleotitten oluşan
tRNA molekülleri, bir hücrenin RNA’sının yaklaşık %
5’ini oluşturur.
Üçüncü RNA çeşidi olan haberci RNA (mRNA), bir
hücrenin toplam RNA’sının % 5 -10’unu oluşturur. Ha-
berci RNA, kromozomlarda yerleşmiş genler ile, sito-
plazmada yerleşmiş ribozomlar arasında aracı işlevi
görür. Adından da anlaşılacağı gibi, hücre DNA’sındaki
bazların diziliminde bulunan genetik şifreyi taşır. Çeşitli
organizmalardan DNA’lar, yalnızca bazlarının dizilimi
bakımından farklılık gösterdiklerinden, farklı organiz-
malardan mRNA’nın, baz dizilimindeki bu farkı yansıt-
ması gerekir. “Şifreleme” adı verilen mRNA bireşimi,
bir DNA çifte sarmalından birinin tümleyicisi olan bir
RNA zinciri oluşturma sürecinde yeralır. Şifrelenme sü-
recinde, yalnızca riboz içeren nükleotitler kullanılır. Bu
süreçte, urasil, adeninin tümleyicisi olarak iş görür. Şifre
haline getirme sürecinden sorumlu enzim, “RNA poli-
meraz” diye adlandırılır.
Bir bilgi molekülü olarak RNA. Evrim sonucu ortaya çı-
kan ilk bilgi molekülünün, hem yapı bakımından nispe-
ten basit, hem de enzim etkisi taşıyan olduğu düşünül-
mektedir. Bütün organizmalarda genetik bilgilerin taşı-
yıcısı olarak işlev gören RNA, bilgi depolama ve taşıma
yeteneği bulunduğu bilinen en basit moleküldür.
Başlangıçta, RNA’nın bir tepkimeler katalizörü ola-
rak işlev görebildiğinin kanıtı, protein ve RNA’dan olu-
şan ribonükleaz P adlı enzim üstünde odaklanıyordu.
Neredeyse bütün organizmalarda belirlenmiş olan bu
enzim, tRNA’nın öncü moleküllerinin, tam işlevsel bi-
çimlerine dönüşmesi sürecinde rol alır. Genetikçiler o
tarihten bu yana, söz konusu enzimin RNA bileşeninin,
tek başına etki ederek, enzimin katalizör etkisini göste-
rebildiğini, oysa tek başına protenin bunu yapamadığı-
nı bulmuşlardır. Araştırmalar daha yakın dönemde,
Tetrahymerıa thermophilatüründen birhücrelinin ribo-
zom RNA’sı belirleyici geni üstünde yoğunlaştırılmıştır.
Bu gen, iki şifreleyici bölüm (ya da ekson) arasındaki şif-
relenmeyen bir diziden (intron) oluşur. Kopyalanma iş-
leminden sonra, öncü RNA molekülünün, riboz RNA’sı
molekülünün işlevsel duruma gelebilmesi için, önce in-
tron bölütünden ayrılması gerekir. İntron bölütü, öncü
molekülden kendisini koparır ve işlevsel molekülü
oluşturmak için iki serbest ucunu birbiriyle birleştirir.
RNA’nın katalizör etkinliği bulunduğu yolundaki bu
bulgular, RNA’nın gerçekten en erken bilgi molekülü
olduğunu ve DNA’nın RNA’dan gelişmiş olabileceği
düşüncesini desteklemektedir. Hücrelere girince ken-
dilerinin DNA kopyalarını oluşturan RNA ur virüslerinin
yaşam çevrimleri de bu varsayımı pekiştirmektedir.
gen bankası
Canlı organizmaların genlerinin saklandığı yeri tanımla-
mak için kullanılan terim. Bu terim aşağıda anlatılacak
bitki yetiştiriciliği bağlamında yaygın olarak kullanılır;
ama aynı zamanda hayvan sperma ve embriyolarının
yetiştiriciliğinde kullanılmak için dondurularak depo-
lanmasını da kapsar.
Genetik çeşitlilik, bitki yetiştiricisinin hammaddesi-
dir; bitki yetiştiricisi yeni genler ararken, çoğunlukla,
birbiriyle akraba olan türler dahil, ilkel bitkilerden ve
yaban bitkilerinden seçim yapmak durumundadır. Ye-
ni hastalıkların, yeni zararlıların ya da var olan hastalık
nedeni organizmaların yeni biçimlerinin ortaya çıkma-
sı, bitki çeşitlemesinin korunmasını zorunlu kılar; çün-
kü yetiştirilen çeşitlerin içinde bulunmayan hastalığa di-
rençli genlerin içinde bulunabileceği bir potansiyeli
oluşturur. Aynı zamanda, sözgelimi yüksek protein, iyi-
leşmiş besleyici etkenler gibi yeni özellikler ve döllene-
258 GENÇ AGRİPPİNA
bilme yeteneğinin yeniden kazanılması konusunda da
istek vardır. Bunun sonucu olarak, bitki yetiştiricileri,
durmadan değişen istemleri karşılamak için büyük ye
çeşitlenmiş gen havuzuna gereksinme duyarlar.
Ürünlerin köken ve çeşitlenmelerine ilişkin bilgi edi-
nebilmek için bitkisel ürünlerdeki genetik çeşitliliği bi-
raraya toplamak gerekir. Bazı coğrafi bölgelerdeki ta-
rım bitkileri, zengin bir çeşitlilik kaynağı oluşturagelmiş-
lerdir. Ne var ki uygarlığın gün geçtikçe yayılması, ilkel
bitkilerin ve onlarla akraba olan tarım bitkilerinin yapı-
sında var olan doğal çeşitliliği azaltmıştır. Yeni yetiştir-
me programları sonucunda sağlanan tarımsal ilerleme,
türü iyileştirilmiş tarım bitkilerinin gün geçtikçe daha
geniş alanlara ekilmesi nedeniyle, ürün çeşitliliğini artı-
racağına azaltmış ve değerli genler taşıyabilecek eski
tarım bitkilerinin yok olmasına neden olmuştur. Daha
küçük bir gen havuzuyla sonuçlanan kötü ürün dönem-
leri, aynı zamanda bitkilerde genetik çeşitliliğin korun-
ması gereği konusundaki bilincin artmasına da yol aç-
mıştır. Çeşitli biçimlerde bitki gereçlerinin derlenmesi
çabaları ilerlemektedir. Genellikle bu gereçler tohum,
çiçektozu olarak korunur ve hücre kültürleri olarak da
kullanılır. Gen bankalarının büyük bölümünde, tohum-
lar genellikle düşük ısıda ve düşük nemlilik koşullarında
korunur. Bu koleksiyonların, bitkileri yetiştirerek ve ye-
ni tohumlar alarak dönem dönem yenilenmeleri gere-
kir. Meyve ve kabuklu meyve türleri gibi, eşeysiz ola-
rak çoğalan ürünlerin canlı koleksiyonlarına da, gün
geçtikçe daha çok önem verilmektedir.
Genç Agrippina: Bk. agrİppİna, genç.
Genç Canaletto: Bk. bellotto
BERNARÖO.
Genç Holbein: Bk. holbeİn, hans, genç.
Genç Keyhüsrev: Bk. keyhüsrev, genç.
gençlik
Toplumda yaklaşık 13-19/20 yaşlar arasındaki nüfus
grubunu belirtmek için kullanılan ve çocukluk ile yetiş-
kinlik arasındaki dönemi kapsayan terim. Gelişmiş ül-
kelerde bu terim, anne ve babaya bağımlılık ile ekono-
mik ve toplumsal bakımdan nispeten bağımsızlığın ka-
zanıldığı bir ara aşamayı belirtmek için de kullanılmak-
tadır.
Türkiye’de 1945’ten sonra nüfus hızla artmış, 1940-
45 arasında % 1,06 olan nüfus artış oranı, 1945’ten
sonra % 3 lere yükselmiş, 1945-60 arasında mutlak
olarak 9 milyon artmıştır. Son yıllarda doğum oranların-
da sürekli bir düşme gözlenmekle birlikte, Türkiye genç
nüfusu yüksek olan bir ülkedir.
ÇAĞDAŞ TOPLUMDA GENÇLİK
Geleneksel olarak gençlik, kültür mirasının sürdürül-
mesinde ve korunmasında önemli bir halka oluşturur.
Bütün kültürlerde kuşaklar arası çatışma ve rekabet bir
ölçüye kadar kaçınılmaz kabul edildiğinden, ilkel ol-
sun, sanayileşmiş olsun, aşağı yukarı bütün toplumlar-
da, gençlerin anne babalarına ve öbür yetişkinlere karşı
görevleri vurgulanmış, toplumsal düzenin kurallarına
uymaları istenmiştir. Ancak ilkel ve sanayileşmiş top-
lumlarda, gençlerin yetişkinliğe geçişlerinde belirgin
farklılıklar vardır. Sanayileşme öncesi toplumların ço-
ğunda özenle hazırlanmış ve çocukluktan gençliğe ge-
çişi simgeleyen bir çeşit dinsel tören yapılır. Bu tür tö-
renler, katılanlar arasında bir süreklilik duygusunu bes-
ler ve değişen rollere ve davranış biçimlerine uymayı
kolaylaştırır. Bunun tersine, Batılı kültürlerde bu geçiş
daha az tanımlanmıştır ve böyle bir biçimsel tanımın
yokluğu, gençler için belirsizlik ve çelişkili beklentiler
yaratır. Gençlere olgun davranmaları söylenir; ama ye-
tişkinlerin haklarından ve ayrıcalıklarından yararlanma-
ları söz konusu olduğunda, “henüz çok gençsiniz” de-
nir.
Dahası, Batılı toplumlarda kentleşme, makineleşme
ve uzmanlaşma arttıkça, gençlerin gereksinme duyulan
ekonomik ve toplumsal katkılarındaki roller azalmakta-
dır. Bu da sık sık, yetişkinlerin dünyasına ve uğraşlarına
gençleri hazırlayacak etkinliklere gençlerin katılma fır-
satlarının bulunmamasıyla sonuçlanmaktadır. Bunun
sonucu olarak gençler çeşitli rolleri ve değerleri sınama
olanağından yoksun kalmaktadırlar; oysa bu olanak
onların sağlıklı gelişmelerine, bağımsız hedeflere yö-
nelmelerine ve bireysel kimlik duygusu kazanmalarına
katkıda bulunur.
Gençlerin yaratıcı ve dinamik potansiyeli sık sık top-
lumsal ve ekonomik yapıyla çatışma içindedir ve bazen
bu çatışma bazı geleneksel kurumların gençler tarafın-
dan sorgulanmasına yol açar. 1960 ve 1970 yıllarında,
var olan kültürlere karşı Türkiye’de, Avrupa’nın çeşitli
ülkelerinde ve Kuzey Amerika’da ortaya çıkan gençlik
hareketleri, bu sorgulamanın eyleme dönüşmüş örnek-
leridir. Bu hareketler toplumsal güç ve siyasal ayaklan-
ma olarak büyük ölçüde başarısızlıkla sonuçlanmış ol-
malarına karşın, geleneksel kültürün değerleri ve eği-
limleri üstünde önemli etkileri olmuştur.
Eğitim. Bütün toplumlarda eğitim hem bir kültürü koru-
ma ve edinme, hem de bireylerin gelecekteki başarıla-
rının temellerini atan bir araç olarak kabul edilir. Bazı ül-
kelerdeyse, günümüzün toplumsal gerçeklikleri bu iki
geleneksel işlevi değişikliğe uğratmıştır. Yakın dönem-
de iletişim araçlarının artan etkisi toplumsallaşmanın
başta gelen aracı olan okulun rolünü tehdit etmektedir.
Geleneksel eğitimin verimsizliği birçok genci düş kırık-
lığına uğrattıkça, 1960’ların başlarından sonra, birçok
Batı ülkesinde seçenek öğretim olanağı yaratma çaba-
larına girişilmiş, bunların bir bölümü o tarihten bu yana
seçmeli eğitirn olarak yasallaşmıştır. Ayrıca, okul dışın-
da eğitim, iş-eğitim programları ve açık öğretimi içeren
programlar uygulanmaya başlanmıştır.
Birçok ülkede ilköğretim ve ortaöğretimin içerik ve
yönetim açısından gençlerin özellikle fiziksel, toplum-
sal ve zihinsel gelişmelerine olan katkıları ciddi biçimde
sorgulanmaktadır. Yıllar içinde büyük gelişmeler gös-
termiş olmakla birlikte, Türkiye’deki eğitim hizmetleri,
artan gereksinmeleri karşılamaktan uzaktır. Eğitimin
içeriği Batı ülkelerindeki standartların gerisindedir ve
programların işlenişi genellikle kalıplaşmış bilgilerin ak-
tarılmasına dönüktür. Bu aksaklıklar başarı ve verimliliği
düşürmektedir.Okul çağındakiıçocukların azımsanma-
yacak bir bölümü eğitim kurumlarından yararlanama-
maktadır. Sözgelimi ortaöğretim kuşağında kabul edi-
len 15-17 yaş dilimindeki çocuklar arasında okula gi-
denlerin oranı % 35 kadardır. Her yıl ilköğretim ve orta-
öğretim kurumlarında okuyanların % 10’undan çoğu
sınıfta kalmakta, bunların da yaklaşık % 20’si okulu bı-
rakmaktadır. İkili öğretim, kalabalık sınıflar, eğitimde
çağdaş teknolojik yeniliklerden yararlanamama, top-
lumsal ve sportif etkinlik olanaksızlığı (1990’da Türki-
ye’deki toplam 3 790 liseden yalnızca 489’unda spor
GENETİK 259
ve toplantı salonu vardı), öbür olumsuzluklar arasında
sayılabilir.
Bu koşullar altında gençlerin yaşama hazırlanmaları
ve ilerde kendilerine toplum içinde bir yer edinmek için
hedef belirlemeleri zor olmaktadır. Öğretmenlerinin
bu konularda onlara yardımı ya da yol gösterciliğiyse
yetersiz kalmaktadır.
Yüksek öğrenime olan talep de her yıl biraz daha art-
maktadır. Türkiye’de üniversiteler için seçme sınavları-
na 1992’de 980 bin, 1993’te 1 150 000,1994’te 1 200
000 aday katılmıştır. Üstelik üniversiteyi bitiren gençler
için de, iş piyasasında bir yer edinmek güçleşmekte, bu
da gençlerin anne ve babalarına olan ekonomik bağım-
lılık durumlarını uzatmaktadır.
İstihdam. Etkin nüfus içinde genç nüfus oranı gün geç-
tikçe artmaktadır. Türkiye’deki 12-19 yaş grubunda ça-
lışan çocukların sayısı yaklaşık 10 milyondur. Bu da Tür-
kiye’nin etkin nüfusunun yaklaşık % 50’sini oluştur-
maktadır. Genç çalışanlar arasında işsizlerin oranı, sü-
rekli yüksektir. Teknolojik gelişme, kadınların etkin nü-
fus içindeki oranlarının artması, emeklilik yaşının yük-
selmesi, gençler arasındaki işsizlik oranını yükselten ne-
denler arasındadır. 12-19 yaşlar arasındaki insanlar as-
lında eğitim çağında gençlerdir ve işgücü piyasasında
eğitimden ve beceriden yoksun niteliksiz işçi olarak ça-
lışmaktadırlar. Okuldan işe geçiş gençlerin yaşamında
önemli olmakla birlikte, gençlerin buna yeterli hazırlık-
larının olduğu söylenemez. Bu nedenle genellikle dü-
şük ücretle ve sosyal güvenceden yoksun koşullarda
çalışmak zorunda kalmaktadırlar.
Genç Osman:. Bk. osman ii._
genel af__
Hükümet tarafından savaş ya da devrim gibi bir buna-
lım sonrasında ya da toplumsal barışı ve kamu yararı
düşünülerek çıkartılan af. 1982 Anayasası uyarınca,
Türkiye’de genel af çıkarmak yetkisi TBMM’ye verilmiş,
ayrıca, 14. maddede belirtilen siyasal nitelikte eylem-
lerden hüküm giymiş suçluların genel aftan yararlan-
mayacakları özel olarak belirtilmiştir.
Genet, Jean__
Fransız yazarı (Paris 1910-ay.y. 1986). Babası belirsiz
bir çocukken, annesi tarafından da terkedilen Jean Ge-
net,öksüzler yurdunda büyüyüp^on altı yaşında ıslahe-
vine kapatıldı. İkinci Dünya Savaşı sırasında hırsızlık-
Jean Cenet’nin,
sinema oyuncusu
jean Marais
tarafından
yapılmış bir resmi.
Jean Genet,
cezaevi
deneyimlerinden
edindiği
izlenimlerle
yazdığı yapıtlarıyla
çağdaş Fransız
edebiyatının en
ünlü
temsilcilerinden biri
olmuştur. (Viollet
koleksiyonu, Paris.)
tan cezaevine atılıp, cezaevinde yazmaya başlayarak
(Miracle de La Rose [Gülün Mucizesi, 1946]; vb.), Coc-
teau ve Sartre’ın girişimleri sayesinde serbest bırakıldı
(1946). Şiirleri, romanları (Notre-Dame des Fleurs,
1948) ve oyunlarında (Hizmetçiler[les Bonnes, 1947];
Balkon [le Balcon, 1956]; les Nègres [Zenciler, 1958];
les Paravents [Paravanalar, 1963]) olağanüstü güzellik-
tedir dille,çağdaş dünyanın ikiyüzlülüklerini ve önyar-
gılarını şiddetle eleştirdi.