SALİERİ: “Başlangıç yeterince basitti: En alçak perdeden bir nabız atışı (nefesli sazlardan) paslı bir basınçlı kutudan çıkarcasına.. Ve sonra birden, obua’dan, ondan daha yüksek bir riota duyuldu. İçime işleyerek, nefesim artık onu tutamaz olana kadar, değişmeden bir an kaldı
ve bir klarnet onu içinden çekip çıkardı beni titreten tat* lı bir hazza dönüştürdü.”
Peter Shaffer, AMADEUS
MÜZİKTEN
NEDEN
HOŞLANIRIZ?
M |
üzik aslında, ses dalgalarının bir düzene sokulmasından başka birşey değildir. Öyleyse neden VVolfgang Amade- u$ Mozart’ın müziği, rakibi Antonio Salieriye acı ve haset duyuruyordu? Neden bizler yaşamımız» müzikle doldururuz; Viyana’nın konser salonlarında, Harlem sokaklarında, Hindistan ovalarında? Ses dalgalarının düzeninde, bizi böylesine derinden etkileyen nedir?
Bu soruların cevabının bir bölümü fizikte ve ses dalgalarında bulunur. Örneğin gamlar ve akortlar, matematiksel bir dizi oluşturan perdelerden oluşurlar. Orta bir Do duyduğumuz zaman, hava saniyede 260 defa titreşmektedir. Orta Do’- nun titreşim sayısını 2/3 oranında artırarak saniyedeki titreşim sayısını 520 ye yükselttiğimizde, tam bir oktav daha yüksek bir Do; saniyede 390 titreşim sayısında ise aynı oktavda bir Sol duyarız.
Yüzyıllar boyu müzisyenler, bu tür ilişkileri özenle işleyerek büyük boyutlarda bir müzik teorisi oluşturmuşlardır. Fakat bu haliyle değerli de olsa, teori bize yalnızca müziğin işleyişinin nasıl olduğunu gösterir; nedenini değil. Bir bestenin, neden tümüyle bayağı ve bir başkasının büyüleyici olduğunu açıklayamaz.
Öyle görünüyor ki, müziğe verdiğimiz değer, büyük ölçüde öğrenme yoluyla oluşur. Benim nefret ettiğim bir parçadan, sevdiğiniz şarkılara benzediği için siz hoşlanabilirsiniz. Aslında, müzikte güzelfik kavramı, kültürlere göre değişiklikler gösterir. Doğu müziğinde, perdeler, karışık ve ufak perde farklılıkları önem kazanır. Aşağı Sahte Afrikası’nda, ritimler baş döndürücü bir karmaşaya ulaşır. 18. Yüzyıl Avrupa’sının Bach ve Mozart müziğinde ideal olan, düzen, yapı ve dengedir.
Fakat yine de bunların hiçbiri, neden hemen hemen herkesin bir tür müziğe ilgi duyduğunu ya da müziğin şu ya da bu biçimde her insan topluluğunda görülme nedenini açıklamaktan uzaktır.
Son analizlere göre, müziğin gücünün dayanağının seslerle değil, bizim kendimizde olduğu varsayılabilir. Gözlerimizin ışık için, kulaklarımızın da ses için reseptör (alıcı sinir) görevini yapması gibi, beynimizde de müziği algılayan bir reseptör bulunması olasıdır. Harvard psikologlarından Ho- ward Gardner, müzik yeteneğinin kendi başına, bağımsız, kelimeler veya sayılar konusundaki yetenek gibi yetenek türlerinden biri olduğunu ileri sürmektedir.
Gardner, müzik ve dil yeteneklerinin birçok yönden benzer olduklarını söylemektedir. Bebekler kelimeye benzer sesler çıkarmaya ve şarkı söylercesine mırıldanmaya aynı zamanda başlarlar. Daha büyük çocuklardaki gelişme aşamalardan geçer; uzun ve karışık cümleleri kullanmaya başladıkça, daha uzun ve karışık şarkılar söyleme yönünde yetenekleri artar.
Gardner, müziğin, dilin bir başka biçimi olmadığını ifade etmektedir. Örneğin Sovyet bestecisi V. Shebalin’in beyninin dili algılayan sol temporal lobuna felç gelmiştir, ancak besteci, felçten sonra büyük ölçüde iletişim güçlüğü çekmesine rağmen, besteleri eski duyarlığını ve çekiciliğini korumuştur.
Öte yandan, genç bir kompozitörün beyninin sağ yarısı hasar görmüş, buna rağmen iletişim sorunu olmadığından hemen müzik öğretmenliğine dönebilmiştir. Fakat beste yapma konusundaki tüm ilgisini, hatta müzik dinleme zevkini bile kaybetmiştir.
Gardner, bu tür araştırmaların, müziğe duyduğumuz ilgiyi belirleyen özün, beynin sağ ön bölümünde yer aldığını gösterdiğini belirtmektedir. Bu özün yeri ve niteliği tam olarak bilinememektedir. Eğer bir gün beyindeki “müzik reseptörü” bulunsa bile, bu reseptörün orada bulunmasının nedeni sır olarak kalacaktır. Bazı bilim adamları, müzik yeteneğimizin bir milyon yıl veya birkaç yüz bin yıl önce, dili kazanmamızla aynı zamanda ortaya çıktığını ileri sürmektedirler. Dilin kabileler halinde yaşayan atalarımıza evrimsel bir
KONUŞMA
OKUYAN
GÖZLÜK
Bu gözlükle işitme özürlüler konuşmaları görebilmektedirler. Gaiiaudet Üniversitesi nden Orin Cornett ve Research Triangle Enstitüsü mühendislerinden Robert Beadles tarafından İcat edilen bu İşitme gözlüğü (autocuer), dudak okuyucularının birbirine benzeyen kelime ve heceleri ayırtedebilmele- rine yardımcı olmak amacıyla yapılmıştır. Gözlüğün çerçevesine yerleştirilmiş olan bir mikro* fon, yaklaşık 3.5 metre uzaklıktaki sesleri almakta ve ses analiz eden sigara paketi büyüklüğündeki bir mini bilgisayara göndermektedir. Mini bilgisayar, bu sinyalleri gözlüğün camlarında bulunan iki küçük kare şeklindeki ışık yayan diodlara nakletmektedir. Bu dlodlar konuşanın ağzının yanına yansıyan bir şekil meydana getirmektedir. Örneğin “He can go” ve “Get a coat” cümlelerimde “he” (şeklide solda) ve “ge’r birbirine benzemekte; fakat işitme gözlüğü bu heceleri birbirinden ayırtedebllmektedlr. Bu yaz 18 çocuk ve yetişkin, işitme gözlüğü kullanımında gerekli olan sembolleri tanımalan için eğitilecekler ve bunlara bir yıllık deneme İçin gözlük verilecektir. Bu ilk İşitme gözlüklerinin fiyatı 4000.— Dolar civarında olacaktır.
SCIENCE 85’den çev: İ. YILDIRIM
yarar sağladığı açıktı: Daha iyi bir iletişim, yaşama şansının artması demekti. Peki, ya müzik hangi ihtiyacı karşılıyordu?
Doğal olarak bu soruyu resim veya, heykel, dans veya şiir için de sorabiliriz. Neden insanlar her tür güzelliğe ilgi gösteriyor? Bu soruya Shaffer’in acı çeken Salieri’sinin “Tanrıcına haykırışından başka yanıtımız yok: “Bu nedir? Söyle bana Sinyor! Bir acı nedir? Sese duyulan bu gereksinim nedir? Hiçbir zaman giderilemeyecek olan, ama yine de duyanı tümüyle doyuma ulaştıran…”
Science 85’den çev: İsmail YILDIRIM
Müzikli yemek, hem müzisyene hem de aşctya hakarettir.