Genel

FEN EDEBİYAT VE BİLİM

FEN EDEBİYAT VE BİLİM

FEN EDEBİYAT VE BİLİM

FEN EDEBİYAT VE BİLİM

oysa ki edebiyat kendi Krallığın Te davranabüen yazı yoluyla gerçeklikten kendini -«Yakmak», det

kendi dünyasının teV

kendi fantezilerine kesinlikle taşımazlar ve gibi, kendilerini «.kendi dün-

, bizzat bizim dünyamıza okumayı önerirler.

. _- i;r. de şarklıdır. Bilim adamı şu veya bu

.aya çalışır ve şu iki bağlantılı soruya cevap vermeye uğ–e yapabiliriz?» ve «ne yapmalıyız?» ı adamının sorulan doğaya, filozofunkiler ise sonuç itiba-zzat bize yönelmiştir. Bilimsel hakikatlerin ölçütünü, Hus-şösterdiği gibi, «sonsuz bir doğrulama alanı» sunan dışsal ik sağlar: bilim adamı tarafından doğayı sorgulamak üze-lmuş bir deney aleti aracılığıyla, son tahlilde «doğru» ve-Tİış» cevabını veren doğanın kendisidir. Bu anlamda, Ala-mler kesinlikle bizi eğitemezler, çünkü İnsanî olmayanın :cek bir şeyi olamaz» demekten çekinmemiştir, mla birlikte felsefe, bilimsel bilgiye karşı biçimlenemez; sine tarihî olarak bilimsel bilgiye yol açtıktan, teşvik ettik-ra onu hesaba katmak zorundadır. Dahası, felsefe öznel-nılsamalarından ve hatalarından kurtulmuş bir bilgi, yani olmayan bir hakikate doğru kişisel bir çaba» olması ölçü-rilimle rekabete de girer. Bununla birlikte, Leibniz’in «fiilî ler» olarak adlandırdığı ham hakikatler, dünyayla ilişki-İsefî olarak dahil edilmedikleri sürece, öznelerin dışında snellemeler olarak kalırlar. Öyle ki, kesinlikle nesnel haki-.m ve teknik düzeyinde biricik değerken, ahlak ve eylem ide ne biricik, ne de en yüksek değerdir. Dışsal şeylerin biye yazar Pascal, «kederli bir zamanda, ahlakî cehaletim nda bana teselli sağlamaz; ama törelerin bilimi her zaman ilimlerdeki cehaletim konusunda beni teselli edecektir». ;ik bir bilginin araştırılması olan felsefeden farklı olarak ■, bize yalnızca bilginin değişik bölümlerinde, matematik, mi, fizik, kimya ve diğer yandan biyolojik bilimlerde ya-ıakikaderi ulaştırır; nitekim bu bilimsel disiplinler beşerî den net bir biçimde ayrılır. Bu kopukluk, bilimin cevapla-tekliği kırar ve felsefenin ele aldığı sorulara geniş bir alan

inin birliği

:rî bilimler» adı altında, «insan nedir?» sorusuna cevap çok sayıda çalışma, çifte bir paradoksla karşı karşıya kalır: bir yandan, her bilim en azından bir inceleyen özne, bir .enen nesne gerektirir. Oysa «beşerî bilimlerde» özne ve ynıdır, öyle ki aynı insan, kendini insan soyundan mudak oyutlaması dışında, aynı zamanda hem gözlemleyen öz-ı de gözlemlenen nesne halinde bölünmek zorundadır, luguste Comte’un dediği gibi «pencerenin önüne oturup, n kendisinin geçmesini beklemesi», mümkün değildir. î «başkaları», her türlü öznellikleri nesnel olarak yok sa-gözlemlenebilir. Öte yandan, tüm nesnel ve öznel yanla-ana ilişkin bilgi, tıpkı teologların Tanrı’ya atfettikleri gibi olacaktır. Bu durumda kişi tarafından kendisi hakkında iş mutlak bir bilgi olacak, bir diğer deyişle nesnesiz bir bi-ak ortaya çıkacaktır. Ama her özel bilimin anlamı ve ama->unda bir sorgulama değil de, en üst bilim olarak sunuldu-relsefe için de aynı şey söz konusu olmaz mı? k filozoflar felsefeyi böyle sunmuşlardır çünkü onlar, her önce, yaşadıkları çağdaki tüm bilimleri aşan, kucaklayan ştiren sistemlerin yaratıcılarıydılar. Bilimle karşı karşıya :en çekinmeyen böylesi düşünürler, bilimle kendi düşün-bütünleştirmiş, hatta kimi zaman bilimin ilerlemesine ak-k katkıda bulunmuşlardır. Nitekim, bölmelerin ve sımfla-filozofu olan Aristoteles, yalnızca mantığın (Organon) de-aynı zamanda doğa bilimlerinin de («Canlıların Öğeleri» on Morion]) kurucusu sayılır. Bir matematikçi ve fizikçi
olan Descartes, cebir işaret sisteminde reform yapmış, analitik geometriyi ve kırılma yasasını bulmuştur. Sonsuz küçük hesaplamalarının kâşifi Leibniz, volkanolojinin (Ef’igaea) de kurucusudur. Paris Politeknik Okulu mezunu olan Auguste Comte, adını kendisinin yarattığı «sosyoloji»nin kurucusudur («Pozitiv Siyasî Sistem», [Systeme de la politique positive]). Bununla birlikte, şu veya bu özel bilime ilgilerinin ötesinde tüm filozoflar, bir yandan da, bilginin bütünsel birliğine ulaşmaya çalışırlar. Bu nedenledir ki, mesela Descartes, uzam ve hareketle, yalnızca tüm olguların değil, ama aynı zamanda canlı varlıkların da mekanik işleyişinin farkına varılabileceğini gösterdiğini ileri sürer.

O halde bütünsel olmak isteyen bu bilginin öznesi nedir? Burada söz konusu olan ne özel bir bireydir, ne de insanlığın herhangi bir kesimi. Ancak, Platon’dan Kant’a, Aritoteles’ten Com-te’a, Descartes’tan Leibniz’den Hegel’e uzanan felsefe geleneğinde, «bu kadar yüzyıl boyunca, bütün bir insan dizisi, Pascal’m ünlü formülüyle, her zaman varlığını koruyan ve sürekli öğrenen tek bir insan olarak ele alınmalıdır». «Büyük klasikler» adı verilenlerin felsefesi, böylece, tek bir hedefe dönük ve tek bir özne içinde tüm bilgileri birleştiren hümanist bir rasyonalizmdir. «Akıllı hayvan olan insan»ın gerçek tarihi, «akıl»ın ilerlemesiyle birlikte gider.

Ancak felsefî düşüncenin bu kurucu olmasa da temel anlayışı, felsefe tarihi olarak adlandırılması uygun görülen süreç boyunca sorgulanıp durmuştur.
«Bilgi Alegorisi», Sandro Boticelli’nin resmi (Conde Müzesi, Chantilly).

DURAĞAN BİR TARİH

Felsefe sistemleri, basitçe eklemelerle birbirini izlemekten uzak ve aslında, kopuşlar, sorunsalların ve önceki çözümlerin tekrar tekrar derinlemesine irdelendiği ve yeni yeni başlangıçları kapsayan durağan bir tarih oluştururlar.

Nitekim Platon, diyalogları boyunca, Sokrates’in agorada uy-
Fetsetenin Tehlikeleri. Filozof, Orazia Sammacchini’nin tablosunda resmedildiği gibi, çoğu kez yaşamla erdem arasında parçalanmıştır; bir sofist gibi hakikatin hoş olmayan arayışı yerine, belagatin saygınlığını yeğleyebilir (aşağıda sağda, Simon Vouex’nin eseri) veya altta Man Ray’ın çizdiği gibi, araştırmalarına, artık ölü bir yıldız olmayan bir dünyayı tanımak için, evrimi ve ilerlemeleri içinde bilimi özellikle katmalıdır.
guladığı «doğurtma»yı bir Idealar kuramı halinde işlerke: teles, ustası Platon’dan koparak, bilgimizin temelini ve s duyulur deneyimde buluyor. Aynı şekilde Descartes’ın Düşüncelerine yönelik ünlü «Metafizik Çalışmalar» Z metaphysica) adlı eserin yazarı, duyumcu (sansüalist di’nin kanıtlarına cevap vermek yine Descartes’a düşmu yumcu deneyciliğin elkitabını oluşturan «İnsanın Anlı Üzerine Bir Deneme» adlı eserim 1690’da yayımlayan Lc vap vermek üzere Leibniz, İnsan Akilesi Hakkında Yeni: (Nouveaux Essais sur l’entendement humain) adlı eseni ve «rasyonel ilkelerin» savunusunu ve temsilini sağlr ke’un ölümünden kısa süre önce 1704’te yazılmış olar Leibniz’in ünlü muhatabının ölümünden sonra onu yay: tan vazgeçmesi üzerine, ancak 1765’te Leibniz’in öl: sonra yayımlanabilmiştir. Çünkü, diğer kavgalardan far felsefî kavgalar, kişilerin ötesinde saf fikir sorunsallarıd: Kant’a gelince, o da kendini «dogmatik uykusundan; nın David Hume olduğunu itiraf edecek», deneyciliği \ culuğuyla, Saf Aklın Eleştirisi’ ni kaleme alacak ve eleştiri sini oluşturacaktır. Böylece, dogmatik rasyonalizmle ku: neyciliğin çatışma alanında Aristoteles ve Platon, Des Gassendi, Leibniz ve Locke, Kant ve Hume arasındaki ç< diğer isimlerin ayrımlarından bambaşka bir anlam taş:: Gerçekten de bu temel karşıtlıklar boyunca, genellikle ; raki tartışmalarla maskelenecek olan sorunların niteliği: mini canlı bir biçimde yakalamak mümkündür.

«Akıl» adım verdiğimiz şey, deneyimin ürününden şey değilse, her bilgi («bilimsel» olarak adlandırılmış ols kı ne denli geniş olursa olsun her duyulur deney gır. olarak özel ve rastlantısaldır. Dolayısıyla, insanlığın r: oluşturacak güçte olduğuna inanmayı hiçbir şey mıio, maktadır; hele ki bilim kelimesiyle kastedilen, deneyır: lanma tehdidini aşmış kesin bir bilgiyse. Locke, Hume, S: daha sonraları VVilliam James ve «radikal deneycilik» c. ranmış «pragmatizm»in değişik temsilcilerinin söyledığ-Buna karşılık, «duyulur deneyim» adını verdiğirmz : organlarımızın ham ve biçimlenmemiş bir verisi değ_ mızın» kendiliğinden organize etmiş olduğu bir ürün; rumda ancak anlığa ve ilkeleri sayesinde özelin içinse en azından varsayım düzeyinde yakalama yeteneğine lı bir özne bakımından kelimenin saf anlamıyla deneye Bu çerçevede, Locke’un «anlıkta, önce duyularda olrr.a: şey yoktur» formülüne, Leibniz şu ünlü düzeltmeyi g; «…eğer bu bizzat anlığın kendisi değilse».

h ile bedenin birliği

imsel zihniyet» böylesi tartışmalardan hiç etkilenmez. De-layanmayan her kavramı yok sayan ve ruh ile bedenin bir-Jişkin bir Descartes veya bir Leibniz’in felsefî sorgulamala-jzeye kaldıran çağdaş nörofizyolojist, her canlı varlığın en iaddî yapısı içinde fiziksel-kimyasal araştırmalarını sürdü-ı açıdan, elektrik organı milyarlarca asetilkolin sinapsı içe-

■ balık olan torpil balığı (Torpido galvanî), bu organda Jean-Changeux’nun «nöral insan» diye adlandırdığı «insan biün-kesin açıklamasını bulabileceğine inanan çağdaş bilim adasından gözde bir nesnedir.

ak Leibniz, daha 1714’te Monadoloji’sinde (Monadologie) rıyı yapmıştı: «Yapısı düşünmeyi sağlayan bir makinenin luğu tasavvur edilerek, bunun tıpkı bir değirmen gibi içine ilecek tarzda büyütülmüş hali zihinde kurulabilir, bunun irilip bakıldığında, birbirlerini iten parçalar bulunabilir ama zaman algıyı açıklayabilecek bir şeye rastlanamaz.» Ve şu ı varıyordu: Açıklamayı «bileşikte veya makinede değil, izde» araştırmak gerekir. Bilinçle nöronların birliği, nöron-.’unca bilincin ortaya çıkışı konularındaki felsefî sorun, dola, günümüzde olduğu gibi durmaktadır, uste Comte ise, insan zihni, «kendisine ait olanlar dışında-olguları doğrudan doğruya gözlemleyebilir» diye yazıyor-krates’in «beyni» kuşkusuz kimyasal olarak torpil balığının k organına benzer; bu balığın üç elektrik yayımı bir insanı bilir, ama «sözü» değil. Oysa ki Sokrates’in «ironi»si, muin üzerinde öylesine bir zihinsel felç yaratırdı ki, Platon’un ğunda onun adına konuşan Menon, Sokrates’i hınzırca balığı adı verilen ve dokunulduğunde felç eden o büyük salığına» benzetiyordu.

;r yandan felsefenin sorunsalı, bilginin ve hakikatin temeli ndan ibaret değildir. Diğer yandan, bilimsel olarak kabul ; hakikatin, yalnızca teknik uygulamaları bakımından değil :elikle her insanın yaşamındaki tutumu bakımından ne değer mı bilmek de söz konusudur. Bu nedenle, felsefe tarihinin çinde bile ana bölünme, esas itibarıyla hakikatin kökeni, ge-rak bilginin ve özel olarak bilimin temelini ve sınırlarını sor-nlarla bu soruları kelimenin mecazî anlamında «soyut», yani :1 varoluşunda «somut» bir bireyin tutumu bakımından ya-ılarak değerlendirenler arasındadır. Tüm geleceğimizin bilgi-ağlı olduğu düşüncesini taşıyanların karşısında, diğer tüm so-n önce «ne yapmalıyım» sorusunun her zaman «ne bilebili->rusundan bağımsız kalacağını kabul edenler yer almaktadır.
BİLGİ VE VAROLUŞ

Ayırt edici özelliği belli bir «bilimsel anlayış» olan bilim, gerçekliğe ilişkin bütünsel bir bilgi olarak gözükür; böylece tartışmalara son vermeye yönelik cevaplar ve çözümler getirir. Düşüncenin gereği ve dünyayla ilişkimizin sürekli sorgulanması olarak felsefe, soruları tekrar tekrar ele alır ve değişik sorular ortaya atar. Felsefe, bilimdeki teknik ilerlemeleri yok saymamakla birlikte, bilimin, gerçekliği bütünlüğü içinde göz önünde bulundurmasına rağmen, yalnızca araştırmalarına fiilen konu olan nesnel yüzüyle yetinmesi fikrini kabul etmemektedir. Bilim bize yalnızca, kendi ölçümlerine uyan bir «gerçeklik» tanımayı sağlamaktadır. Bu bizim içinde var olmadığımız soyut ilişkiler ve yasalarla donanmış bir dünyadır; oysa ki bizler bilimin «tanımadığı» bir eşyalar, duyular ve değerler dünyasında (Husserl) var oluyoruz. Bu bakımdan, diğerlerinin yanı sıra Pascal ve Kierkegaard’ın da desteklediği üzere, hakikî varoluş, keder ve umutsuzluk içinde yaşanmış bir varoluş ise, yalnızca bilim değil, ama aynı zamanda gerçeğin sistematik bir bilgisi olarak kendim sunan felsefe de sorgulanmalıdır: Descartes, Pascal tarafından «yararsız ve belirsiz» olarak değerlendirilmiştir.

Felsefî gerilim en uç noktasına Kierkegaard ile Hegel arasındaki örnek karşıtlıkta ulaşmıştır; elbette «iman» adma «felsefe»ye şiddetle karşı çıkan Kierkegaard’ın da kendi tarzında bir filozof olduğu kabul edildiği takdirde. Kesin bir nesnelliğe dayalı görkemli bir kavramlar mimarîsi olarak yükselen Hegelci sisteme karşı, DanimarkalI düşünürün tüm eseri «hakikatin kendisi olan öznellik» (Post-Scriptum, 1846) adına protestolardan oluşur. Böylece Korku ve Titreme (Frygt og Baeven, 1846) adlı eserin yazarı, nesnel bilginin ve düşünen öznenin bu halleriyle dışlanmasından öte bir şey istememektedir. Yaşanmış deneyim, ona, bilimsel veya felsefî her «sistem»in korkunç kibirinin çırılçıplak gözüktüğü, somut, karşı konulamaz, aşılamaz veri olarak kendini dayatmaktadır. Kimi düşünürler, işi felsefenin yok olmaya mahkûm olduğunu ilan etme noktasına kadar götürmektedirler.

Felsefe bitti mi?

Aristoteles’e göre «felsefe yapmak gerekmeseydi, yine de felsefe yapılırdı». Felsefe şu ikilem sayesinde yaşamaktadır: bir sistemi yıkmak veya parçalamak için, en az onu kurmak kadar felsefe gerekmektedir. Dahası: felsefî bir sistemin çürütülebilir olup olmadığı sorusu da felsefî bir sorudur. Kant Hume’a karşı çıktı; Kierkegaard Hegel’e karşı çıktı; Nietzsche Platon’a karşı çıktı. Tüm bunlara rağmen, bir sistemden geriye bir zamanlar üzerinde yükseldiği geniş ve boş bir alan kalır, hiçbir şey böylesi bir sistemin kuruluş girişimlerini yok sayamaz ve bu sistemi tasarlamış ve yönlendirmiş olan filozofun kendi projesinin kalıntıları üzerinde silinmemecesine var oluşunu engelleyemez. Platonculuğun açık düşmanı ve çürütme değilse de parçalama sanatında büyük usta Nietzsche’nin kendisi bile, Antikçağ’da felsefe eğitiminden söz ederken, Lou Andreas-Salome’ye şunları yazıyordu: «Dinleyenlerime canı yürekten şunu söylüyordum: bu sistem çürütülmüştür ve ölmüştür -ancak onun arkasındaki şahsiyet çürütülemez:

o öldürülemez-, mesela Platon».

Farklılıklara rağmen, ortada silinmiş filozoflar çevresinden yükselen ortak hoşnutsuzluk, uyandırdığı yankıların ötesinde, insanın tedirginliğinin sonsuz şarkısı gibidir. Sartre’in sözleriyle «insanlığın gizli eli» olan felsefe, artı bir bilim değil, ne saf şiire özgü nedensizlikle ne de bilime veya dinlere özgü kesinlikle doyuma ulaşılan bir ihtiyaçtır.

Felsefe bir tapınak değil, bir şantiyedir (Canguilhem). Hep aynı şeyleri söyler (Platon). Aym şeyleri ama farklı farklı: Eadem, sed aliter (Schopenhauer). Söylemle şeylerin gerçekliği arasındaki uçurumlara (Sokrates’ten beri) son derece dikkat eden felsefe, duyunun endişesi içinde kılı kırk yararcasına hareket eder (Husserl). Sürekli yeni yeni kavramlar yaratarak (Deleuze), kendi dilinin kurallarını bile sorgular (Wittgenstein). Sürekli saldırıya uğrayan felsefe, kendisine gerektiği gibi karşı çıkmak için onun silahlarım kuşanmak zorunda kalanları kendisiyle birlikte sürükler. Böylece yol açtığı ilk «şaşkınlık»la (Platon), atılımının, sonuçta yeni başlayanlar için kelimelerden ibaret bir tapınma halinde taşlaşıp kaldığı büyük sistemleştirme «abideleri» (Aristoteles, Kant, Hegel, Auguste Comte) arasında uyarıcı bir gerginliği ayakta tutar.

Felsefe, sonsuza kadar ancak doğuş halinde var olabilecektir. Dolayısıyla, tıpkı Lagneau’ya göre «tanrıtanımazlığın, Tanrı’ya inanmayı yozlaşmaktan alıkoyan bir tutam tuz olması» gibi, felsefe de insanlığın kendi kendinden umudunu yitirmesini engelleyen düşüncenin mayasıdır. □
AYRICA BAKINIZ

—► ib.ansli Aristoteles, Bacon, Comte, Descartes, Epikuros, Hegei, Heidegger, Hobbes, Hume, Husserl, James, Kant, Kierkegaard, Leibniz, Locke, Marx, Nietzscne, Pascal, Platon, Popper, Russell, Spinoza, Aqu-inoiu Tommaso, Tocqueviile, Wittgenstein
«Filozof ve Asker» bir tapınak kalıntısında söyleşirken, Giovanni Paolo Pannini’nin insanlık girişimlerinin ne kadar boş olduğunu ifade eden tablosu.
«Filozofun Sıkıntısı», Giorgio De Chirico’nun tablosu (1926).
AYRICA BAKINIZ

► EH ahlak

– [biârsE] akıl

► BD bilgi

– |B.ANSL[ bilim

► [B.ANSU dil felsefesi

► IB.ANSLI doğa

– iB-ANSLi estetik

► IB.ANSH gerçek

► ib.ansli mantık

»IB.ANSLİ materyalizm ve spiritüalizm

* [B.ANSU metafizik

► ESI Sokrates öncesi

filozoflar

• 1B.AN.S_LI stoacılık

– iB.ANSL| varoluşçuluk

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir