Şimdi, son konuşmamda konu ettiğimiz deneycileri yeniden ele alalım. Varsayalım ki, deneycilerimiz yaptıkları geometrik ölçmelerden elde ettikleri olağanüstü sonuçların sebebi hakkında biraz düşünsünler. Ve yine varsayalım ki, platformları tamamen kapalı olsun. Yani, penceresi olmayan ve dönen bir oda olsun. Bu durumda deneycilerimiz, çevreye göre hareket ettiklerini de göremiyecekIerdir. Platformun, üzerine monte edildiği “katı toprağa” göre dönmesine bağlanmaksızın, gözledikleri tüm sonuçları, sadece platformdaki fiziksel şartlar İle açıklayabilirler mi?
Platformdaki fiziksel şartlar ile “katı toprak” üzerindeki fiziksel şartlar arasındaki farklar vasıtası ile geometride gözlenilen değişiklikler açıklayabilirdi. Deneyciler bu farklara bakarak, tüm cisimleri merkezden çevreye doğru çeken yeni bir kuvvetin varlığını anlayacaklardır. Tabii bu kuvvetin etkisinin gözlenen tesirlerini, örneğin iki saatten, merkeze, bu yeni kuvvetin etki doğrultusunun yönünde daha uzak olanın daha yavaş işleyeceğini söyleyerek açıklayacaklardır.
Ama, acaba bu kuvvet, gerçekten “katı toprak” üzerinde gözlenemeyen yeni bir kuvvet midir? Her cismin Dünya’nın merkezine doğru, yerçekimi kuvveti diye isimlendirilen bir kuvvet ile çekildiğini gözlemiyor muyuz? Kuşkusuz, bir durumda diskin çevresine doğru bir çekim, diğerinde ise Dünya’mn merkezine doğru bir çekim söz konusudur; ancak bu, sadece kuvvetlerin dağılımında bir fark olduğu anlamına gelir. Bununla beraber, referans sisteminin düzgün olmayan hareketinden kaynaklanan ve bu konferans salonundaki kütleçekimi kuvvetine tamamen benzer olan, başka bir “yeni” kuvvet örneği vermek kolaylıkla mümkündür.
Bir roket düşünün. Yıldızlar arası yolculuk İçin yapılmış olsun. Uzayda yıldızlardan o kadar
uzakta bulunsun ki, içinde hiçbir kütleçekimi kuvveti olmaksızın, boşlukta serbestçe yüzüyor olsun. Bu raketin içindeki tüm cisimlerin ve seyahat eden deneycinin ağırlığı olmayacak ve aynen Jules Verne’nin meşhur hikâyesinde Ay’a giden Miohel Ardent ve yol arkadaşları gibi havada serbestçe yüzebileceklerdir.
Şimdi motorlar çalıştırılsın, roketimiz hare ket etmeye başlasın, giderek hız kazansın. Roketin ¡içinde ne olacaktır? Roket hızlandıkça içindeki tüm cisimlerin tabana doğru gitme eğilimi ya da başka türlü söylersek, tabanın cisimlere doğru yaklaşma eğilimi göstereceğini kolaylıkla kestirebiliriz, örneğin, eğer deneycimiz elinde tuttuğu bir elmayı bırakırsa, elma (çevredeki yıldızlara göre) sabit bir süratle hareketine devam edecektir. Elmanın bu sabit sürati, tam bırakıldığı anda hareketli roketin sahip olduğu sürattir. Ancak roketin hızı artmaktadır. Bunun sonucu olarak roketteki kabinin tabanı giderek hızlanıp elmaya yetişecek, ona çarpacaktır. Bu andan itibaren elma kabinin tabanı ile «örekli olarak temasta kalacak ve ivme (hızlanma) sebebi ile tabana bastırılacaktır.
Ama, içerdeki deneyci için1, bu olay sanki elma belli bir ivme ile “aşağı düşüyor” muş ve tabana çarptıktan sonra da kendi ağırlığı ile bas-tırıyormuş gibi görünecektir. Farklı cisimleri düşürerek, tüm cisimlerin aynı ivme ile (hava sürtünmesini ibmal ederse) düştüklerini gözleyecek ve bunun GALILEO GALILEI tarafından bulunan serbest düşme kuralı olduğunu hatırlayacaktır. Gerçekte, kendi ivmeli kabinindeki olay ile bilinen kütleçekimi oiayı arasında en ufak bir frrk bile ayırt edemiyecektir. Sarkaçlı saati kullanabilecek, kitaplarını havada uçma tehlikesi olmaksızın raflara yerleştirebilecek ve ilk defa ivmeli referans sistemi ile kütleçekiminin eşdeğer, liliğini işaret ederek bu temele dayalı genel re-lative teorisi adı verilen teoriyi geliştiren Albert Einstein’in portresini de duvardaki bir çiviye asabilecektir.